TÜRK EDEBİYATININ MİTOLOJİK KAYNAKLARI - Ünite 2: Türk Mitolojisinin Orta Asya Kökenleri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Türk Mitolojisinin Orta Asya Kökenleri
Türk Mitolojisinin Orta Asya’da Yaratılış Bağlamı
Türk mitlerinin veya mitolojisinin kökenleri Orta Asya’dır. Broslav Malinovski’nin sadece mitler için değil bütün sözlü edebiyat türleri hatta daha da geniş anlamda sözlü kültür çalışmaları için çığır açıcı olan bağlam tespiti, “Hiç kuşkusuz, metinler son derece önemlidir. Ama kendi bağlamından koparılan bütün metinler ölüdür” şeklindedir. Bundan hareketle herhangi bir mitoloji geleneği gibi, Türk mitolojisinin de doğuşunda yer alan ve son derece önemli rol oynayan “coğrafi çevre”, “insan unsuru” ve “topluluk/cemiyet” gibi üç temel faktörü kısaca gözden geçirmek ve Türk mitolojisinin Orta Asya kökenlerine dair verileri bu çerçevede değerlendirmek daha kolay anlaşılır olacaktır.
Coğrafya Unsuru : Coğrafya, bir topluluğun hayatında ve kültürünün oluşmasında büyük bir ölçüde belirleyicidir. Türkler, “Türk dünyası” olarak adlandırılan coğrafyada Türk kültürü veya uygarlığı adıyla yaşayan kültürel ekolojiyi yaratmışlaralardır.
İnsan Unsuru: İnsanın “ihtiyaçları” önem sırasına göre, “fizyolojik, emniyet, sevgi, itibar” ve “kendini gerçekleştirme” şeklindedir. Hangi şart altında ve nerede olursa olsun, yukarıda sıralanan “ihtiyaç” ları karşılayabilen herhangi bir fert kültür yaratma iktidarındadır.
Toplum Unsuru: Toplum unsurunun, her bir kültür elementinin ancak bir topluluk içinde ortaklaşa değer vasfını kazanabilen ürün ve davranışları kapsadığı göz önünde bulundurulduğunda ne derece hayati bir öneme sahip olduğu daha iyi anlaşılabilir. Türk mitolojisini ortaya çıkaran sosyo-kültürel toplumsal yapılanış; Toplayıcı-Avcı, Avcı-Çoban ve Çoban-Tarımcı dönemlerinden geçmiştir.
Toplayıcı- Avcılık- İlkel Bahçe Tarımı Dönemlerinde Türk Mitolojisi
Türk mitolojisinin en erken dönemi bitki kökenli mitolojik bir modele sahiptir ve “ağaç-orman kültü”nü oluşturmuştur. Toplayıcı doğanın ortasında pasif bir rol oynamakta oluşu nedeniyle duyduğu korunma ihtiyacı onu kendi klanı (biz) dışındakilere (onlar) karşı, yalvarıcı/duacı kılar. Dua edilip yalvarılacak muhatap ise neredeyse kendi dışındaki her şeydir. Doğada canlı-cansız her şeyi kendisine benzer bir biliş haline sahip olarak düşünmekte yani onlara “ruh” izafe etmektedir. Bu dönemde oluşan “ağaçtan yaratılma” mitini, Türk köken mitleri arasında en eski “yaratılış miti” olarak kabul ediyoruz.
Türk mitolojisinindeki en eski köken mitlerinden birisi olan “ağaç-ana” zaman içinde totemleşip bir kandaş topluluğun veya klanın totemini veya kollektif üst kimliği anlamında “biz” ini oluşturmuştur. Zaman içinde de avcılıkla ilgili uygulamalar, “kuş-ata” kültünü ortaya çıkardığında ikisinin sentezinden meydana gelen bir dünya görüşünün dışavurumu olarak kişilerin mensubiyeti büyük bir ihtimalle “ağaç-ana” nın temsil ettiği “anne soyu” ile babanın veya erkeğin temsil edildiği “kuş-ata”nın adlarının kimlik belirleyici unsurlar olarak kullanılmasının zaman içinde aldığı şekil olarak yorumlanabilir.
Güney Sibirya ormanlarıyla Altay dağları arasındaki bölgede yer yer yerleşik hayata geçen ve mağaralarda barınmaya başlayan, ana soyluluk esasına göre ortalama 10-15 kişiden oluşan bu “kandaş” birliklerin ruhani lideri de doğum ve doğurma nedeniyle “kutsal” ve “üstün” olarak kabul edilen kadın “kam” lardır (şaman).
Ormanın en güçlü ve yırtıcı hayvanı olan ayının bu özelliği nedeniyle tabulaştırılmasının ardından ateşe dayanarak ininden çıkarılması ve mağarasının daha önce de işaret edildiği gibi muhtemelen dönemin son buzul devrine de denk gelmesi nedeniyle pratik zorlamalarla barınak olarak elde edilmesi, “ağaç-ana” kültünün yanı sıra “ayıata” kültünün de başlangıcını oluşturmuştur.
Bir dünya görüşü ve inanç sistemi olarak “Şamanlık”, Türklerdeki görünümüne, “Kamlık” veya “Kamlık Dini” terimini kullanmayı yeğlediğimiz özel bir dini anlayışa bürünmüştür. Kamlık, ananın oluşturucusu ve yöneticisi olduğu kandaş toplumun örgütselliğini açıklayan sosyal bir temeldir.
Kâinatı oluşturan iki ana unsurdan, yer karanlık “kararıg”, gök ise ışıklı veya parlak “yaruk” olarak sıfatlandırılmıştı. Buna istinaden bütün mevcudat aynı şekilde “kararıg” ve “yaruk” olarak bir sınıflamaya tabi tutuluyordu. Ayrıca, “kararıg” ile “yaruk” umdelerinin, anaya ve ataya teşbih edilen şekilleri, sekiz yönden esen yeller ile taşınarak beş aslî unsurun doğduğuna inanılıyordu.
Türk mitolojisine göre kâinatı oluşturan bu beş aslî unsur; “su, ateş, ağaç, maden ve toprak” tan ibaretti. Bunlara “kök, ruh” “töz, oguş” veya “kut” gibi isimler veriyordu. Yeryüzündeki canlı ve cansız varlıkların tamamı bu beş unsurdan birine mensup addediliyordu.
Türk kozmolojisini gösteren ve kuvvetle muhtemelen her biri değişik efsanelere sahip, pusulalarda, yönler dört büyük yıldız grubuna göre sınıflandırılıyordu;
- Gök Ejder “Kök-luu” denilen yıldız grubu ve Ağaç Yıldızı “Igaç Yulduz” ile “Karakuş” denilen Müşteri Yıldızı ve Kuş Yıldızları, Doğu yönünü temsil ediyorlar ve Ağaç unsuru ile ilişkilendiriliyorlardı. Doğu önceleri yeşil sonra mavi daha sonraları sarı renk ile sembolize ediliyordu.
- Kızıl Saksağan “Kızıl Sakızgan” denilen yıldız grubu ve Ateş Yıldızı “Oot Yultuz” denen Merih Yıldızı ve Sin Yıldızları, Güney yönünü temsil ediyorlar ve Ateş unsuru ile irtibatlandırılıyorlardı. Güney kırmızı renk ile sembolize ediliyordu.
- Ak Pars “Ak Bars” denen yıldız grubu ile “Erklig” denilen Zühre Yıldızı ile Kara Alp Yıldızları, Batı yönünü temsil ediyorlar ve Maden unsuru ile ilişkilendiriliyorlardı. Batı ak (beyaz) renk ile sembolize ediliyordu.
- Kara Yılan yıldız grubu ise Kuzey yönünü temsil ediyor ve Su unsuru ile ilişkili kabul ediliyordu. Kuzey kara renk ile sembolize ediliyordu.
- Bu dört yönü gösteren yıldız grupları ve irtibatlandıkları unsurlardan başka beşinci unsur olan “Toprak” unsuru merkez olarak kabul ediliyor ve Sarı Bayraklı “Sarig orunlug” ve “Sekentir”de denilen Zuhâl Yıldızı’yla ilişkilen- diriliyordu. Merkez veya toprak sarı renk ile sembolize ediliyordu.
Gök Tanrı dünya görüşü döneminde ölümden sonra hayat inancının varlığını gömülen kişilerin kişisel eşyasının da mezarlara konmasından bilmekteyiz.
Bütün yıldızların Gök Tanrı’nın mekânı kabul edilen Kutup Yıldızı’nın etrafında döndüğü ve bu yıldızların bir “Gök Çarkı” tarafından taşındığına inanılmaktaydı.
Tarihsel dönemlerde “Umay ana” veya kısaca “Umay” olarak rast geldiğimiz bu dişi ilâhe Türk mitolojisinde ana erkil dönemin en önemli tanrıçasıdır.
Kadın egemenliğinden erkek egemenliğine geçiş sürecinde meydana gelen değişimlerse, genel olarak orman kültü, zamanla eski önemini kaybetmiş; “orman tanrıları” “kötü ruh” lara dönüşmüştür. Anaerkil toplumda birincil konumda bulunan “Umay”, “Gök Tanrı” karşısında ikincil konuma düşerken, anaerkilliğin güç kaynaklarından olan “ateş” in işe koşulup türetildiği metalürjik demir ve benzeri madenlerin işlenmesiyle erkek egemenliğini pekiştiren “demir” ve “demirci” kültlerini ortaya çıkarmıştır. Türk kültürünün en erken dönemlerinde, eski taş ve cilalı taş devirlerinde kadın egemenliğini devam ettiren ve hatta “ateş-ocak” kültüyle pekiştiren yalın “ateş” teknolojisidir. Buna karşılık daha sonraki dönemlerde bir anlamda ateşin de katışık ve karışık olduğu “demire” bağlı kutsamanınsa erkek etkinliği olarak ortaya çıktığı görülür.
Avcı-Çobanlar Döneminde Türk Mitolojisi
Cilalı Taş Devri’nin sonlarına doğru başlayan hayvan evcilleştirmeleri ve hayvanların yününden, sütünden, etinden ve kemiğinden yararlanma yollarını öğrenip çeşitli teknikler geliştirmesi uzun bir zaman diliminde gelişmiş olmalıdır. Vahşi hayvanlara karşı kazanılan bir başka kalıcı zafer de, “demirci”nin şahsında kutsanmış erkeklerin de "kam" olabilme hakkını elde etmesidir. Erkeklerin kam olmaya başlamalarıyla birlikte daha önceki “ayı-ata" ve "kuş-ata" cübbelerinin yanı sıra “geyik-ata" cübbeleri ve buna bağlı kültün oluştuğunu düşünüyoruz.
Avcıların, kuşlar ve köpekle başlayan evcilleştirmeleri, Türk mitolojisinde ve komşu Moğol mitolojisinde oldukça geniş ve etkili kuş ve köpek kültlerinin oluşmasına neden olmuştur. Köpeği takip eden evcilleştirmeler içinde yer alan keçi, koyun, ren geyiği ve sığır gibi hayvanların ve nihayet atın evcilleştirilmesiyle yeni oluşum neredeyse tamamlanır ve ormandan bozkıra yönelinir.
Bu dönemde önce yeraltında inşa edilen evler ortaya çıkar ve daha sonraki dönemlerde toprak üstüne yapılan topraktan ve ağaç kütüklerinden yapılan hayvan besleme nedeniyle genişliği 200 m 2 kadar olabilen evler takip eder. Toplulukların nüfusları da yaklaşık on kat artarak 150-200 kişiye ulaşır.
Bozkırın uçsuz bucaksız otlakları pek çok araştırmacının da ittifak ettiği gibi dünyanın hayvancılık yapmak için en ideal bölgesidir. Sürüsünün peşinde göçebilen mükemmel “üy” (ev) veya “çadır” (yurt) biçimindeki göçerevlerden müteşekkil göçen şehir hatta devlet, bozkır tipi devletle birlikte, Hunlar başta olmak üzere Türkler tarih sahnesine çıkacakları süreci bu sosyo-kültürel ve ekonomik şartlar altında başlatmıştırlar.
Toplayıcı-avcılıktan hayvancılığa geçen avcı-çobanların toplumsal yapısı içinde artık bir yanda zor avcılık maceraları diğer yandan beslenme ve döllenme kaynaklarında artan düzenliliğin getirdiği nüfus artışının yanı sıra yeterli otlak için bozkıra yönelen ailelerin kandaş soy esasından daha da genişleyen bir biçimde soy/sülale birlikleri şeklinde örgütlenen boy esasına göre yeniden düzenlenmiştir. Bu da beraberinde “kut bulma”yla, kutsanan “kutsal kağan”ları ortaya çıkarmış ve kağanlar şamanik yöntemlerle doğrudan iletişime geçtikleri gökteki “Gök Tanrı”nın yeryüzündeki temsilcileri olarak kabul edilip algılanmaya başlamışlardır.
Bitki merkezli ve “toprak ana” anlayışına sahip “ağaçları kutsayan” ve hatta “ağaç ana”ları olan anaerkil yapının yanında daha önce işaret edildiği gibi hayvan merkezli “hayvan ata” kültlerinin ortaya çıkışı da “kuş, ayı” ve “geyik” başta olmak üzere yine bu dönemin ürünleridir. Kültleşen ve “tabu” laşan ormanın en güçlü ve yırtıcı hayvanı “ayı” nın yerini “bozkurt” alır.
“kağanlık” erken dönemlerinde anaerkil yapının henüz tamamen gücünü ve önemini yitirmediği bir döneminde ana soyunu sıradan bir kadına bağlamak yerine olağanüstü ve kozmik bir biçimde yeni toteme “bozkurt” a bağlayarak izah edilmek zorundaydı. Bu zorlamalar ve ihtiyaçlar da beraberinde, “bozkurt-ana” yahut yaygın olarak bilinen adıyla “Asena/Aşina hanedanı”nı getirmiştir. Bu “kurtarıcı” yahut “doğuran” dişi bozkurt- ana mitlerinin oluşması Türklerin bir kısmının ormandan bozkıra çıkıp ilk devletlerini kurmalarıyla ilişkilidir.
Türk dünya görüşünün veya geleneksel anonim halk felsefesinin indirgenebileceği en temel kavram olan “hareket” in kaynağını attan almıştır ve bu nedenle de olağanüstü kökene sahip “at miti” ni oluşmuştur. Türk mitolojisindeki olağanüstü özelliklere sahip at miti, ataları göl, deniz gibi suların derinliklerinde yaşayan mitolojik bir aygırdır. Bu aygır la çiftleşen kısrakların tayları gerektiği gibi bakılıp yetiştirilirse, “kanatlı at” yani “tulpar at” olurlar. En ünlü örneğini Köroğlu’nun Kırat’ında gördüğümüz mitolojik “tulpar at” tipi, hemen hemen Türk dünyasındaki bütün epik destan kahramanlarının atı olarak karşımıza çıkar.
Göçerevli terimiyle ifade edilen barınak biçimi olan çadır etrafında dünyayı algılayışın biçimi de değişir, Türkler birçok başka halklar gibi gök kubbeyi bir çadır (yurt) gibi tasarlar. Samanyolu çadırın dikiş yeri, yıldızlar da ışık gelsin diye açılmış deliklerdir. Göğün ortasında bu büyük çadırı bir orta direk gibi tutan Kutup Yıldızı parlar. Daha önce de işaret edildiği gibi, Türk mitolojisinde, Kutup Yıldızı bir direk veya kazık olarak tasarlanır ve bazı bölgelerde “Demirkazık” bazılarındaysa “Altınka zık” olarak adlandırılır.