TÜRK HALK ŞİİRİ - Ünite 5: Anadolu'da Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatının Başlangıcı Ve XIII.-XIV. Yüzyıllardaki Temsilcileri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: Anadolu’da Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının Başlangıcı ve XIII.-XIV. Yüzyıllardaki Temsilcileri
Anadolu Sahasında Tasavvufî Düşüncenin Başlangıcına Kısa Bir Bakış
Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının önemli konularından birisi; tasavvuf ve tasavvufî eserlerdir.
Tasavvuf: Sırrî bir duyuş ve inanış sistemidir. Kişinin Hakk’a boyun eğmesi, daima onunla beraber olacak şekilde olduğunu hatırlayarak dünyasını da ona göre düzenlemesi, onu duyması, yaşaması, bütün benliği ile kalbini ona bağlaması anlamlarına gelir.
Ahilik: Ahi Evran’ın önderliğinde Anadolu’da kurulmuş bir esnaf örgütlenmesidir.
Tekke: Eskiden tarikat mensuplarının toplanıp tören yaptıkları yerdir.
İlahi: Dinî-tasavvuf Türk edebiyatında Allah’ın birliğini, ihtişam ve kudretini telkin eden şiirlerdir.
Anadolu’da halk eğitim-öğretim merkezi olan tekkelerin kurulmasını ve bu tekkelerin çeşitli kollarının fethedilen her vatan köşesine ulaştırılmasını sağlamıştır. Anadolu’da tekkelerin ve çeşitli tarikat kollarının kurulup gelişmesiyle, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı da aynı şekilde gelişmiştir. Tekkelerde yetişen bu şairler; kalabalık halk topluluklarına sade ve güzel bir Türkçe ile şiir ve ilahiler söylemeye başladılar. Böylece Anadolu’da zengin ve kuvvetli bir Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı kurulmuş oldu.
Bu edebiyatın Orta Asya’da kurucusu Ahmed Yesevî olduğu gibi; Anadolu sahasında da kurucusu Yûnus Emre olmuştur. Mevlâna Celaleddin Rumi, Hacı Bektaş Velî, Ahmed Fakih, Sultan Veled, Şeyyad Hamza, Âşıkpaşa, Kaygusuz Abdal, Said Emre, Gülşehrî, Hacı Bayram Velî, Akşemseddin, Süleyman Çelebi... v.b. gibi mutasavvıfvelî şairler, aynı zamanda bu ekolun temelini ve devamını da oluşturuyorlardı. Bu şairler, bulundukları coğrafyalarda bu düşünce ve duygularıyla Anadolu halkına fikrî, zühdî ve eğitim konuları bakımdan büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Bu edebiyatın Anadolu sahasında kuruluşunun öncüleri, başlangıçta Orta Asya’dan gelen dervişlerdir.
Hacı Bektaş Velî’nin Arapça olan Makalâ t ’ı Türkçeye manzum ve mensur olarak tercüme edilmiştir. Ahmed Fakih (13-14), Şeyyad Hamza ve Yunus Emre (öl. 1320), Sultan Veled, Âşık Paşa, Gülşehrî, Kaygusuz Abdal, Sâid Emre gibi sufî Türk şairleri bu edebiyatımızın temelini oluşturmuşlar ve Türkçe söylemek suretiyle de halk üzerinde daha fazla etkili olmuşlardır.
Sufi: Mutasavvıf anlamında bir kelimedir.
Makalât: Hacı Bektaş Veli’nin Arapça eseridir. İslam dininin her kesimden insanının anlayabileceği şekilde anlatıldığı bir eserdir.
XIII. Yüzyılda Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı ve Temsilcileri
Türkistan’dan, Horasan’dan ayrılan nice sofî, Irak ve Suriye gibi ülkeleri de denemekle beraber, kendi iman hayatlarına en uygun çevreyi Anadolu’da bulmuşlardır. Bu vesileyle Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının en büyük şairleri bu yüzyılda Anadolu’da yetişmiştir. Böylece Anadolu’da Türkmen halk arasında tekkeler vasıtasıyla bir “tasavvuf hayatı” başlamıştır. Bu hayatın edebî mahsulleri gerek dil, gerek vezin, şekil ve söyleyiş bakımından çok daha millî olan Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatını doğurmuştur.
Bu asırda; “sırr-ı hikmet” manzumesinden olmak üzere fikrî, tercüme ve tasavvufî hareketler de bir hayli ilerlemiştir. Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza (13. yüzyıl mutasavvıflarından olan şairin “Dastân-ı Sultan Mahmud” mesnevisi ve 1529 beyitlik “Yusuf u Zeliha’sı vardır), Sultan Veled, Hacı Bektaş Velî, Yunus Emre bu “sırr-ı hikmet”in Anadolu temsilcileridirler.
Bu edebiyatın en kuvvetli temsilcisi XIII. yüzyıl Anadolu’sunda Yunus Emre ’dir. O ve takipçisi olan Kaygusuz Abdâl ; Türk dilini çok mükemmel bir şekilde kullanmalarıyla daha sonraki asırlarda Türk edebiyatını ve Türk dilini abideleştirmişlerdir.
Yûnus Emre
Yûnus Emre, tefsir, hadis, kelâm, tasavvuf gibi İslamî ilimleri okumuş, aruzla şiir yazabilecek kadar edebî bilgilere vâkıf, Şirazlı Sâdi’nin bir gazelini nazmen Türkçeye çevirecek kadar Farsçaya aşina bir şairdir.
Tefsir: Kuran-ı Kerim’deki ayetleri inceleyen bu ilim, ayetlerin muradına uygun bir şekilde anlaşılmasını sağlamayı gaye edinmiştir.
Hadis: Hz. Muhammet’in sözlerini ve davranışlarını inceleyen bir ilim.
Kelâm: İmanî esasların akli delillerle ispat ve izah edildiği ilim.
Yûnus’un XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüzyılın birinci yarısında yaşadığı ortaya çıkmaktadır. Bu da onun Anadolu Selçuklularının son devriyle Beylikler ve Osmanlı’nın kuruluş yıllarında yaşadığını gösterir. Yûnus’un doğum ve ölüm yerleri ile irşat faaliyetleri hakkındaki bilgiler de yetersizdir.
Yûnus Emre’den bahseden kaynaklarda; Hacı Bektaş Velayet-nâmesi, Lamiî’nin Nefahat Tercümesi, Mecdi’nin Şakayık Tercümesi ve Âşık Çelebi’nin Meşairü’şŞuara’sında onun ismi daima “Yûnus Emre” olarak geçmektedir. Yûnus Emre, şiirlerinde mahlas olarak; “Yûnus, Yûnus Emre, Âşık Yûnus, Bî-çare Yûnus, Miskin Yûnus, Derviş Yûnus, Koca Yûnus, Tapduk Yûnus Dedem...” gibi adlar kullanmaktadır.
A. Sadık Erzi’nin Bâyezid Kütüphanesi’nde tespit ettiği belgeyi neşretmesinden sonra, bütün ilim ve fikir adamları, Yûnus Emre’nin vefat tarihinde ittifak etmişlerdir. Bütün bu vesikalar ve Yûnus’un eserlerindeki genel hususiyetler dikkate alınacak olursa Yûnus 720/1320-21’de vefat etmiştir. Yûnus’un mezarının nerede olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Belgelerin azlığı ve onu sevenlerin çokluğu sebebiyle, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ve Azerbaycan’da ona ait birçok mezar gösterilmektedir.
Dinî umdeleri, milli duyguları, ahlakî düşünceleri, Türk’ün en kolay anlayabileceği sehl-i mümtenî metoduyla anlatırken Türk’ün Dili’ni de en güzel ve yumuşak bir şekilde dağdaki çobandan saraydaki devlet adamına kadar herkese sevdirmesiydi.
Sehl-i Mümtenî: Kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye çalışılınca zor olduğu anlaşılan söz sanatı.
Yunus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye ve Divânı olmak üzere iki eseri vardır. Risâletü’n-Nushiyye , H. 707/M. 1307-8 yılında, mesnevi tarzında yazılmış bir nasihatnamedir. Nüshalar arasında beyit farkları olmakla beraber, bu eser küçük bir mesnevidir. Fatih nüshasının tamamı 563 beyittir. Karaman nüshası 535 beyittir. Diğer nüshalarda beyitler bu iki sayı arasında değişir.
Yunus Emre’nin şöhretli bir mutasavvıf olarak tanınmasında en mühim ve müessir sebep Divanı’ dır. Yunus tabii olarak eserinde en fazla “aşk” ve “ahlak” üzerinde durur. İçinde dört yüzden fazla şiirin bulunduğu Yunus Emre Divanı, mürettep bir divan olmayıp sonradan sözlü gelenekten derlenmiştir. Divan’da hem heceli hem de aruz vezniyle yazılmış şiirler vardır.
XIV. Yüzyılda Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı ve Temsilcileri
Bu asrın ilk yarısında “Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı” Yunus Emre’nin yolunda yürümüştür. O kadar ki, bu ve müteakip asırların Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri, şiiri Yunus gibi söylemeye çalışmakla kalmamış bazen Yunus’un ya “emre”liğini ya da “Yunus” adını unvan olarak kullanmışlardır. Bu hâdise Yunus’u takip edenlerin tam bir tasavvuf terbiyesi içinde olduğunu gösteriyordu.
Bu asırda Sâid Emre ve Kaygusuz Abdâl, Yunus’un en önde gelen muakkiplerindendir. Aynı asır Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairlerinden Gülşehrî, Âşıkpaşa, Eşâkî Dede ve Elvan Çelebi’yi de zikredebiliriz.
Kaygusuz Abdal; tam manasıyla bir Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairidir. Zira onun eserlerinin temeli “din, tasavvuf, vecd, bilim, sevgi, hoşgörü vb.lerdir. O, tasavvufî vecd ve heyecan bakımından en az Yunus Emre kadar başarılı şiirler vermiştir.
Abdal Mûsâ
Abdal Mûsâ, XIII. yüzyılın sonu ile XIV. yüzyılın başlarında yaşamıştır. Horasan’dan geldiği, Antalya’nın Elmalı Kazası Tekke Köyü’nde dergâhını kurduğu ve burada Anadolu’yu aydınlatacak “Alp-Erenler”ler yetiştirdiği bilinmektedir. Elimizde bulunan “Abdal Mûsâ Velayetnâmesi” ise XVII. yy.da yazılmıştır. Bundan başka elimize geçen Sadeddin Nüzhet Ergun, Süleyman Fikri Erten, Naci Kum v.b. hepsi aynı velayetnâme ’yi tekrar etmişlerdir.
Velayetnâme: Velilerin kerametlerini ve menkıbelerini içeren eserler.
Abdal Mûsâ Velayetnâmesi’ni tamamlayan bir diğer eser de Kaygusuz Abdal Menakıbnâmesidir. Bilindiği gibi Kaygusuz Abdal, hem Abdal Mûsâ’nın müridi, hem de Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının Anadolu yakasında yetişen büyük simalarından biridir.
Abdal Mûsâ’nın Orhan Gâzî zamanında Bursa fethinde bulunduğu; Geyikli Baba ile münasebeti olduğu, daha sonraki asırlarda kaleme alının Şakâyık, Güldeste, Vefâyat, Seyahatnâme ve Tâcu’t-Tevârih gibi eserlerde yer almaktadır.
Kaygusuz Abdal
Kaygusuz Abdal; XIV. yüzyılın sonu ile XV. yüzyılın birinci yarısında yaşayan, Teke ili Alâiye sancağı beyinin oğludur. O; tamamıyla bir “tasavvuf şairi, toplumun Hocası ve Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının Yûnus Emre’den sonra en önemli temsilcilerinden biridir.
Menâkıbnâme ’ye göre Kaygusuz; çok iyi tahsil görmüş, zamanının maddî ve manevî ilimlerini öğrenmiş, Alâiye Sancağı Beyinin oğlu ve asıl adı Gaybî’dir. Bir av sırasında, kendisine geyik suretinde görünen Abdal Mûsâ’nın peşine takılmış ve sonunda Abdal Mûsâ Dergâhına ulaşarak ona mürit olmuştur.
Kaygusuz’un bazı şiirlerinde geçen tarihî şahsiyetler de onun yaşadığı devir hakkında fikir vermektedir.
Kaygusuz, şiirlerinin büyük bir çoğunluğunda, “Kaygusuz Abdal”, “Kul Kaygusuz”, “Miskin Kaygusuz”, “Sarayî”, “Miskin Sarayî” mahlâslarını kullanmaktadır.
Kaygusuz, birkaç şiirinde kendisinden “Miskin Kaygusuz” ve “ Miskin Sarayî” olarak da bahsetmektedir. Yûnus Emre’de de görülen bu “ Miskin” sıfatı yine tasavvufî bir mana taşır.
Kaygusuz Abdal’ın ölüm tarihi hakkında herhangi bir tarihî belge mevcut değildir. Bazı araştırıcılar da kesin bir ölüm tarihi vermemekle beraber Kaygusuz’un XIV. asrın sonlarında veya XV. asrın ilk yarısında yaşadığını kaydederek onun XV. yüzyılın birinci yarısında ölmüş olabileceğini kabul ederler.
Kaygusuz Abdal’ın manzum, mensur ve manzum-mensur karışık eserleri bir hayli yekun tutar.
Manzum: Şiir tarzında düzenlenmiş eser.
Mensur: Cümle esasına göre yazılmış eser.
Divân: Divan şairlerinin şiirlerini topladıkları eserlerdir, ancak tekke edebiyatına mensup şairler de divanlar oluşturmuşlardır.
Mesnevî: Divan şiirinde beyitleri kendi arasında kafiyeli, hacimli şiirler için kullanılan bir nazım şekli.
Manzum Eserleri:
1. Divân: Divân’daki şiirlerin, gazellerin pek çoğu ilâhî bir vecd içinde yazılmış gibidir. Hece ile yazılanlar daha çok şathiye karakterindedir.
2. Gülistân: “Lâmekân”ı, ezeldeki vahdet-i vücûdu anlatmakla başlar. Kâinatın ve Hz. Âdem’in yaradılışını uzun uzun hikâye eder. Kısas-ı enbiya, kısa olarak anlatıldıktan sonra belirli bir konu üzerinde durulmaz.
3. Mesnevî-i Baba Kaygusuz (I-II-III) : Yazmalarda “mesnevî” başlığı altında Kaygusuz’un üç mesnevîsi vardır. Bunlardan ikincisi, “küçük mesnevî” başlığı altında da geçer ve öbürlerine nispetle kısadır. Her üç mesnevîde de belirli bir konu olmayıp tasavvufî vecd ve heyecan etrafında dönerler. Mesnevîlerde Kaygusuz, lirizmin zirvesine ulaşır.
4. Gevhernâme: 71 beyitlik kısa bir mesnevîdir. Başlangıçta, “vahdet-i vücûd” görüşünü, deryadan kenara atılan “gevher” teşbihiyle dile getirir. “Gevher”in cânı Hz. Muhammed’dir. Ve eser onu methetmek için kaleme alınmıştır.
5. Minbernâme: 58 beyitlik küçük bir mesnevî’dir ki daha çok nefsi bilmenin esas olduğu üzerine kurulmuştur.
Mensur Eserleri:
1. Budalanâme: Budalanâme’de “akl-ı maâş, akl-ı maâd, nefsi bilmek, gönül, mürşid...” gibi tasavvufî meseleler anlatılır.
2. Kitâb-ı Miglâte: Burada bir derviş, devamlı olarak uykuya dalmakta ve rüyasında, bazen geçmişte, bazen gelecekte “teferrüç-seyahat” etmektedir. Her defasında karşılaştığı şeytanla mücadeleye girip onu ma’lûb etmektedir.
3. Vücûd-nâme: İnsan vücûdunun çeşitli uzuvlarıyla, bazı dinî ve tasavvufî ve kozmik kavramlar arasında teşbihler yapan, münasebetler kuran bir eserdir.
4. Risâle-i Kaygusuz Abdal: Risâle-i Kaygusuz Abdal adlı bu tercüme eserinde Kaygusuz Abdal; Allah’a varma yollarını, tasavvufî vecdî, nefsin terbiyesini ve olgunlaşmasını, sabrı, yer yer lirik ve genellikle didaktik bir üslûpla anlatmaktadır.
Manzum+Mensur -Karışık- Eserleri:
1. Dil-güşâ : “Vahdet-i vücûd”u anlatan uzun bir mesnevî ile başlar. Eserde
2. Saray-nâme: “Cihan-Saray” teşbihiyle yola çıkılarak, dünyaya gelmekten maksadın ibadet etmek ve Allah’ı tanımak olduğu anlatılır.
Said Emre
Said Emre’nin XIII. yy. sonlarıyla XIV. yy. başlarında yaşadığı öne sürülmektedir. Bir rivayete göre Hacı Bektaş Velî müritlerinden olan Said Emre, onun Makâlât’ını Arapçadan Türkçeye tercüme eden Sadeddin adlı kişidir.
Edebiyat Tarihi’nde Said Emre, Yûnus’un talebesi ve muakkibi olarak da bilinmektedir.