TÜRK İSLAM EDEBİYATI - Ünite 2: Türk-İslâm Edebiyatının Kaynakları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Türk-İslâm Edebiyatının Kaynakları
Giriş
Türk-İslam kaynaklarını üç başlık altında incelemek mümkündür:
- Türk-İslam edebiyatının özelliklerini ve muhtevasını veren kaynaklar,
- Divan, mecmua, cönk vb. gibi yazma ya da matbu eserler,
- Bibliyografya, kaynakça, müracaat eserleri ve başvuru kaynakları gibi terimlerle adlandırılan günümüz araştırma ve çalışmaları, bu başlıkları oluşturmaktadır.
Türk-İslâm Edebiyatına Muhtevasını ve Özelliklerini Veren Kaynaklar
Edebiyat Fakültelerinde Divan Edebiyatı, Eski Türk Edebiyatı Klasik Türk Edebiyatı, Osmanlı Edebiyatı gibi adlarla da anılan Türk-İslam Edebiyatı, yaklaşık on asırlık süreç içinde dinin derin etkisi altında kalmıştır. Nihat Sami Banarcı’ya göre ise bu edebiyat “İslam Medeniyeti Çağlarında” genel başlığı altında İslami Türk Edebiyatı olarak adlandırılmıştır. Tüm bu adlandırmalarda birinci dereceden önemli kaynağın İslam Dini ve onun birinci derece kaynağı Kur’an-ı Kerim olduğu vurgusu vardır. Ulus-devlet öncesi çağların özelliklerine gönderme yaparak verilen bir diğer adlandırma “Ümmet Cağı Türk Edebiyatı”dır. Agah Sırrı Levend’e göre, ümmet Çağı Türk Edebiyatı İslam dinin hükümlerine dayanır.
Eski edebiyatımızın dini özellikleri ve muhtevasını anlamak için muhtevayı oluşturan kaynakları değerlendirmek gerekir.
1. Türk Edebiyatının Şekil ve Muhtevasına Ait Özelliklerini Kazandıran Kaynaklar
Eski Türk Edebiyatının kaynakları dini ve din dışı olarak iki ayrı çerçevede incelenir.
A) Doğrudan Dini Kaynaklar
Dini kaynakların başında gelen Kur’ân-ı Kerîm, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden, muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda esas vasfını veren ana kaynak olmuştur. Hadis veya sünnet-i nebevî, kısas-ı enbiya ve buna bağlı olarak eski kavimlerle ilgili tarihi bilgilerle, tasavvuf şeklinde sıralanabilecek olan diğer doğrudan dini kaynaklar da yine Kur’an’la yakın irtibatlı ve ondan doğup gelişmiş alanlardır.
Dikkat edilirse Türk edebiyatının ilk iki kaynağı, aynı zamanda fıkıh literatüründe edille-i şer’iyye olarak adlandırılan dört ana kaynağın da ilk ikisi olmaktadır. Son iki kaynak ise, bütün İslâmî ilimler gibi esas olarak Kur’andan doğmuş ve sonraki asırlarda başka menbalardan elde edilen bilgilerle gelişip zenginleşmiş sahalardır. Ayrıca bu kaynakların tamamı Türk Edebiyatında manzum ve mensur olarak kaleme alınmış eserlere sadece malzeme temin etmek, muhtevalarını, aydınlatıcı ve yönlendirici bilgilerle zenginleştirip beslemekle kalmamış, bunların estetik yönünün oluşmasında da başvurulacak esasları belirlemiştir. Bunları teker teker incelersek;
Kur’ân–ı Kerîm: Kur’an geniş ve zengin muhtevasıyla İslâmî Türk Edebiyatının hemen bütün malzemesini teşkil etmiştir. Bunun boyutlarını anlamak için Kur’an’ın Türk kültüründe yer etmiş en kapsamlı tanımına kulak vermek açıklayıcı olacaktır. Aslında bağlamı farklı olmakla birlikte halkın, Kur’an’ın muhteva bakımından hudutlarının genişliğini anlatmak için bizzat bu ilâhî kitaptan aktardığı “kuru ve yaş her şey bu apaçık kitapta mevcuttur” şeklindeki kapsayıcı bir ifade (el-En’am 6/59) dikkat çekicidir.
Kur’an edebi sanatların yani belâgat anlayışının gelişmesinde temel olmuştur. Bir diğer etki özellikle Kur’an tercümeleriyle (ünite yazarının ifadesi) Türkçenin kelime zenginliği ve gramer bilgisini geliştirmiştir. Türk şiir ve nesrinde Kur’an’ın etkilerini Kutadgu Bilig ’in mukaddimesiyle başlayıp Rabgûzî’nin Kısasü’l-enbiyâ’sı ile gelişerek Anadolu sahasında Behçetü’l-hadâik , Merzuban-nâme, Tazarru’ât gibi eserlerle, Veysî ve Nergisî’den Namık Kemal, Muallim Nâci ve Ziya Paşa, Mehmet Akif’nin eserlerine kadar görmek mümkündür.
H adis veya Sünnet–i Nebevî: Hadis veya sünnet esas itibariyle Kuran’ın ana hatlarıyla, özet olarak verdiği pek çok bilgilerin (mücmel) doğru ve geniş bir biçimde açıklanarak anlaşılması (tafsil) yanında, ilâhi bir hikmet sebebiyle âyetlerde tam ifade edilmemiş (müphem) manaların murâd-ı İlahî’ye en uygun biçimde izah edilmesini (temyiz) sağlar. Bu sebeple hadis veya sünnet dini noktadan birbirini tamamlayan iki esas kaynak olduğu gibi, kültür, edebiyat ve sanat bakımından da birbirini destekleyen ve besleyen iki ana kaynaktır.
Türk-İslâm edebiyatında başka hiçbir Müslüman milletin edebiyatında olmadığı kadar Hz. Peygamber konulu manzum ve mensur tür ve eser ortaya konmuştur. Bunların hemen hepsi peygamber sevgisinden doğmuştur. Bu konuda Türk toplulukları diğer İslam milletlerinden daha farklı bir yere ve nasibe sahip olmuştur. Bunu Türk-İslâm edebiyatında bu konuda ortaya konmuş eserlerin hem tür olarak hem de sayıca zenginliği yeterince ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber konulu manzum ve mensur tür ve eserlerin başlıcalarını Na’at, Mevlit, Miraciye, Hilye, Kırk Hadis, Siyer, Esmâ-i Nebi, Mûcizâtı Nebî vb. olarak sıralamak mümkündür. Özelikle Mevlit, Miraciye, Hilye, Kırk Hadis, Siyer, Mûcizât-ı Nebî türlerinin ana kaynağı hadisler olmuştur.
Türklerin kültür hayatında önemli bir yeri olan sohbet meclislerinin en mühim ve devamlı konularının başında siyer mevzularının geldiği bilinmektedir. Padişah saraylarından köy odalarına, tekkelerden kışlalara kadar değişik meclislerde okunan, anlatılan, dinlenilen olaylar hemen bütünüyle Hz. Peygamber’in hayatı, şahsiyeti, mucizeleri savaşları yanında Hz. Ali başta olmak üzere halifeleri ve yakın arkadaşlarının (sahabelerin) yer aldığı hadiseler etrafında geliştiğinden, bunlar zamanla kitaplaştırılmış, ardından da meclislerde bu kitaplar okunup dinlenmiştir.
Kısas–ı Enbiyâ ve Tevârîh–i Hulefâ: Bu kaynak grubuna, İslâm kültürüne başka yazılı ve sözlü kaynaklardan intikal eden eski ümmet ve milletlerin başlarından geçenleri de eklemek gerekir. İsrailiyyat’tan gelen malzeme ve rivayetler dinî açıdan değerli ve önemli olmasa da Türk-İslâm edebiyatının zenginleşmesine katkı sağlamak bakımından önemli bir kaynaktır. Bu alanın malzemesini önce Kur’an ve hadis sağlamakta, ardından semavî dinlerin İncil ve Tevrat gibi mukaddes kitaplarıyla bunların tefsirlerinden gelen bilgiler ciddi bir zenginliğe sebep olmakta, ayrıca doğruluğu tartışılsa da bu dinlere inanan kavim ve milletler arasında dolaşan sözlü (şifâhî) rivayetler de şair ve ediplerin anlatımını renklendirmektedir. Bu anlayışın en güzel örneklerini Yunus Emre’de bulmaktayız.
Türk-İslâm edebiyatında Kısas-ı enbiyâ türünün ortaya çıkmasının sebebi hakkında bir fikir vermek için XV. yüzyılda Anadolu’da Hz. İbrahim’i konu alan Halilname adlı eserin müellifi Abdülvâsi Çelebi’nin “Der medh ü sebeb-i nazm-ı kitab” bölümüne, yani eseri neden yazdığını anlatan mısralara bakmak yeterlidir.
Tasavvuf ve Tarikatlerden Gelen Malzeme:
Kur’ân–ı Kerîm, Hadis veya Sünnet–i Nebevî ile Kısas–ı Enbiyâ ve Tevârîh–i Hulefâ kaynakları dışında tekke ve zaviye gibi kurumlarda gelişen tasavvuf geleneğine dayanan adap ve merasim ritüelleri İslami Türk edebiyatına girmiştir. Hz. Mevlânâ’dan ve Mevlevilikten hareketle Divan-ı Kebir’i tasavvufun vahdet-i vücüd, aşk, devir vb. esaslarını edebî bir dille, yüksek felsefî bir bakış açısıyla ortaya koymaktadır. Mesnevî tasavvufi ahlâk ve anlayışları ibret verici bir takım hikâyelerle, geniş kitlelerin anlayabileceği bir şekilde işlemekte, Mevlevihânelerde yaşanan tekke hayatı da pratiğini, merasim ve adabını meydana getirmektedir. Diğer tarikatler için Türk-İslâm edebiyatıyla daha yakın ilgisi bulunan ilâhiler ve gülbanklar ı hatırlamak yeterlidir. Tasavvufun Türk-İslâm edebiyatıyla yakın ilgisini gösteren diğer bir örnek terâcim-i ahvâl (biyografi) kaynaklarıdır. Bu kaynaklarda; bir taraftan Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Eşrefoğlu Rûmî, Niyazî-i Mısrî, Şeyh Galip gibi bir kısım şairlerin aynı zamanda mutasavvıf kimliğine sahip olmaları, diğer yandan da divan şairi olarak tanınan Şeyhî, Fuzulî, Bakî, Nabî, Nef’î, hatta Nedim gibi isimlerin farklı derecelerde olmakla birlikte, şiirlerinde tasavvufî mazmunları ustaca kullanmış olmalarının etkisi çoktur.
B) Doğrudan Dinî Olmayan Kaynaklar:
Arap ve Fars kültür ve edebiyatıyla aynı dini kaynaklardan beslenen İslami Türk edebiyatının ayrı ve dini olmayan kaynakları da vardır. Türk milletinin kendi yaşama biçimi, eğlenceleri, mühim gün ve geceleri kutlama şekli, ahlâkı, sahip olduğu âdet ve an’aneler, devrin hakiki ve batıl ilimleri, efsâne ve masallar, savaşlar vb. gibi doğrudan dini olmayan ikinci derece kaynakları da Kur’an-ı Kerim’in etkilerini taşır. Din dışı kaynaklar şunlardır:
İslâm Öncesi ve Sonrası Arap Kültüründen Gelen Malzeme: Türk-İslâm edebiyatına da kaynaklık yapmış Arap kültürünün bu kaynakları Ahbâr veya Ahbarü’l Arap, Eyyâmü’l-Arap adlarıyla anılır. Araplarla ilgili olarak “Bir kavim, kabile, şahıs, bir ülke, bölge veya şehir, bir hadise hakkında naklolunan bilgiler ve sözler” şeklinde tanımlanabilecek bu malzeme bazen kıssa diye adlandırılmış ve “çok uzak mazide cereyan etmiş olaylar ve hayalî unsurlarla süslenmiş remizli hikâyeler” suretinde de tarif edilmiştir. Araplar’ın eski tarihine dair destanî ve menkıbevî rivayetlerden ibaret bu birikimi tabii olarak eski Arap şiirinden, atasözleri (emsâl) ve vecizelerden (kelâm-ı kibar), kabile ve aile şecerelerinden (ensâb) ayırmak mümkün değildir. Böylece bu malzeme aynı zamanda edebî hüviyet kazanmış olup başta şiir olmak üzere edebî metinlerin muhtevalarına yerleşmiştir.
İslâm Öncesi ve Sonrası Fars Kültüründen Gelen Malzeme: Türk-İslâm edebiyatına Fars kültüründen gelen malzemenin de önemli bir kısmı İranlılar’ın İslâm öncesi devirlerinden gelen dinî (ateş-perest) ve millî rivayetlerinden kaynaklanmaktadır. Bunların tamamına yakın kısmını, Orta Çağ’da Asya Türk Devletlerinden Gazneli Sultan Mahmut’un desteğiyle yazılmıştır. Türkçe’ye de tercüme edilmiş bulunan ve Türk kültürü üzerinde çok etkili olmuş bulunan İran milli destanı olan Şehnâme de önemli kaynaklardan biridir. Şehnâme aslında İran’ın Pişdâdîler, Keyanîler, Eşkânîler, Sasanîler gibi eski devirlerinin tarihini ve bu devirlerde hüküm sürmüş sülalelerine ait padişahların efsanevî hayatlarını anlatır. Farslar gelenek, mitoloji, masal ve menkıbeleriyle kaynaşmış kahramanları ve onların kahramanlık hikayelerini anlatan şehname, daima ilgi duyulan edebi bir eser olmuştur. Hattâ Şehnâme İranlılar ile Turanlılar arasındaki mücadelelerini hikaye etmesinden dolayı Türklerle alakalı malzemeye de yer verir. Şehname her toplumsal kesim okunmuş, Türk kültür ve sanatı üzerinde etkili olmuştur. Şehnâme ’nin kahramanlarından biri olan Rüstem’in Türk halkı arasında ne kadar benimsendiği düşünülürse bu etkinin boyutları hakkında yeterli fikir edinilebilir.
Devrin ilimleri: Her devirde mevcut ilim ve fen Türk İslam edebiyatını etkilemiştir. Devrin dini ilimleri ise hakiki olan ve olmayan olarak iki ayrı grupta incelenir. Dini ilim eğitimi almış kişilerin etkisiyle ya da dini eğitim kurumları çevresinde gelişen kültür etkisiyle edebiyatın geliştiği görülür. Dini eğitimden sonra müderrislik, kadılık, şeyhlik gibi dinî-idârî görevlerin yerine getirilmesi, dini ilimlerin etkisini güçlendirmiştir. Fıkıh, tefsir, hadis, kelâm ve akaid gibi klasik dini ilimler, bunların kavram ve terimleri, hayata, bakış açısına getirdikleri izah ve çözümler edebî eserlere doğrudan veya dolaylı olarak, açık/kapalı şekillerde intikal etmiştir. Bu noktada verilebilecek pek çok örnek yanında sadece büyük sanatkâr Fuzûlî’nin Matlau’li’tikad adlı bir akaid kitabı yazdığını hatırlamak yeterlidir. Ebu Hanife gibi mezhep imamları, İmam Gazalî gibi alim ve ahlâkçılar, Fahreddini Razî gibi müfessirler vs. de edebiyatımızın en önemli isimlerini oluşturmaktadır.
Felsefe, matematik (riyaziye), mûsıkî, astronomi, fizik, kimya, tıp vs. gibi alanlar gerçek ilimler sınıfına girmektedir. Musiki terimleriyle yazılmış kaside ve gazellerle, kâr-ı nâtık denilen büyük mûsıkî formunun güfteleri bu sınıfta ele alınan örneklerdir. Gerçek olmayan ilimler ise; astroloji (ilm-i tencim), simya, büyü (sihir) vs. gibi havas yahut gizli ilimler denen alanlara ait bilgilerdir. Devrinde avam-havas ayırımı yapmadan Padişahından sade vatandaşa kadar hemen herkesi ilgilendiren bu ilimler de edebiyatımıza girmiştir. Bu alanların çoğunu beraberce ilgilendiren ve kabaca gelecekten haber vermeye yönelik bir alan olan fal ve bunun edebiyata yansıması olan fal-nâme karakteristik bir örnektir. Havas ilimlerine ait pek çok özelliğe dayanan bu alanda ortaya konan eserlerden bir kısmı İmam Ali, İmam Cafer (Cafer es-Sadık), Muhiddin Arabî gibi dinî hüviyeti önde gelen kişilere atfedilirken, bazıları da Kur’an falnâmeleri, Falnâme-i nebî/esmâ-i nebî, Kur’a falnameleri, Çiçek falnameleri gibi manzum mensur eserlerdir. Bunun yanında Hz. Mevlâna’nın Mesnevi’si ile Divan- ı Kebir’i, Sa’dî’nin Gülistân’ı, Hafız-ı Şirâzî’nin, Yunus Emre ve Niyazi-i Mısrî’nin divanlarıyla , Ahmediye, Muhammediyye ve Envârü’l-Âşıkîn gibi eserler de tefe’ül maksadıyla başvurulan dini-edebî metinlerdir.
Yerli Malzeme: Bu başlık altında, Türk milletinin kendine has yaşama biçimi, eğlenceleri, mühim gün ve geceleri kutlama şekli, sahip olduğu âdet ve an’aneler gibi hususlar toplanabilir. Bu malzemenin en bol biçimde kullanıldığı, değerlendirildiği alan edebî metinler olmuştur. Savaş-barış, düğün (sûr/hıtan)-eğlence, ramazan gün ve geceleri, Ramazan, kurban, nevruz gibi bayramlar, Kadir gecesi, Mevlid, Mirac, Berat, Regaip kandilleri, bahar, yaz, kış gibi mevsimler daima şiire konu edinilmiştir.
Türk Edebiyatı Metinlerinin Kaynakları: Bu kısımda Türk-İslâm edebiyatının metinleriyle ilgili başlıca kaynaklar anahatlarıyla tanıtılacaktır. Böylece bu metinlerle karşılaşmak isteyenler bunların başlıca kaynakları olan divan, mesnevi, mecmua, cönk ve müntehâbât (seçki, antoloji), münşeât gibi eserler hakkında, başlıca özelliklerini kavrayarak yeterli bilgi sahibi olacaklar, bunları nerelerde bulabileceklerini ve bu tür kaynaklardan nasıl faydalanabileceklerini öğrenmiş olacaklardır.
Divan: Türk şiirinin en önemli yazılı kaynaklarının başında Divan denilen şiir kitapları gelmektedir.
Bir divan, “bir şairin hayatı boyunca yazdığı şiirleri toplayan kitap” şeklinde tarif edilebilir. Divanlarda çoğu kere şairlerin eski ve yeni bütün şiirleri bir araya getirilmiştir. Buna divan tertib etmek denir. Bazı şairler divanlarını kendileri tertib ederken bazılarının şiirleri ölümlerinden sonra yakınları tarafından derlenmiştir. Divanlarda şiirler nazım şekillerine göre sıralanır. En başta büyük nazım şekilleri yer alır: Kasideler (Tevhid, na’t, münacaat, medhiye), terkib-bend, terci'-bend ve musammatlar. Ardından orta hecimde şiirler sayılacak gazeller yer alır. Bu bölümdeki şiirlerin her biri kafiyelerine göre elif’ten ye’ye kadar sıralanır. Hemen hemen her harfte bir gazel yer almışsa bu divan mürettep kabul edilir. Divanın son kısmında küçükten en küçüğe doğru şu nazım şekilleri yer alır: Rubâî, kıta, nazım, müstakil beyit ve mısralar. Anadolu Türkçesi'nin en eski divanlarının başında, çoğu hece ile yazılmış şiirlerden ibaret ve klasik ölçülere uygun olmasa da Yunus Divan’ı gelir. Orta Asya sahasında hatırlanacak ilk eser de Ahmet Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’ idir . Bu iki eser Türk-İslâm edebiyatının en eski ve değerli mahsullerini topladıkları için çok önemlidir. Osmanlı edebiyatı sahasının klasik ölçülere uygun ve aruzla yazılmış şiirleri toplayan divanlarının başında Ahmedî’nin eseri gelmektedir. Ahmed-i Dâî ve Şeyhî’nin divanları bundan sonraki önemli divanlardır.
Mesnevi: Bir nazım şeklinin de adı olan mesnevî, Türkİslâm edebiyatında “kahramanları hep aynı olan aşk maceralarının anlatıldığı uzun manzumeler” olarak tanımlanabilir. Mesneviler klasik edebiyatın divanlar kadar önemli ve onlardan daha hacimli metinleridir.
Mesnevî bir nazım şekli olarak Arap edebiyatına sonradan girmiştir. Kökü Pehlevî edebiyatına kadar giden bu şekil, Fars edebiyatının İslâmî devrinde X. asırda Rûdegî gibi şairlerin eserleriyle ortaya çıkmış, Firdevsî ile büyük bir gelişme gösterdikten sonra Araplar'a geçmiştir. Türk edebiyatına da İran şiirinden gelmiş olması düşünülebilirse de Dîvânü lugati't-Türk'teki manzum parçaların olması, Türk şiirinin İslâm öncesi devresinde bu nazım şeklinin bilindiğini ve kullanıldığını göstermektedir. İslâmî Türk edebiyatının bilinen ilk büyük manzum eseri Kutadgu Bilig' in mesnevi şeklinde oluşunu, böyle bir birikime bağlamak mümkündür. Her mesnevînin daima bir özel adı vardır: Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ ve Mecnûn, Şâh u Gedâ, Şem' u Pervane, Hüsn ü Aşk vb. gibi iki önemli kahramanının adıyla anılırlar. Bazıları ise Ferhadnâme, İskender-nâme gibi esas kahramanlarına göre isimler taşırlar. Bir kısmı nazma çekilmiş küçük hikâyeleri anlatırlar: Hilyetü'l-efkâr, Nefhatü'l-ezhâr, Suhbetü'l-esmâr, Cilâü'l-kulûb, Riyâzü'l gufrân, Nakş-ı Hayâl, Hayrâbâd, Gencîne-i Râz, Gülşen-i Aşk, Gülşen-i Envâr . Bazan da eserin adı, konusunun belirten kelimenin sonuna "nâme" sözü eklenerek oluşturulmuştur: Pendnâme, firkatnâme, sergüzeştnâme, Har-nâme, Hûban-nâme, Zenân-nâme, Sur-nâme, Selim- âme, Süleyman-nâme, Gazavat-nâme vb.
Mecmua: Mecmualar, aynı veya farklı türden seçilmiş çeşitli büyüklükteki metinlerin ve risâle denilen küçük kitapçıkların derlenip bir araya getirilmesiyle oluşturulan ve bazen derleyicisi belli çoğu kere de derleyeni bilinmeyen eserler olarak tarif edilebilirler. Kelime, “dağınık şeyleri bir araya getirmek, toplamak” anlamındaki cem’ mastarından gelmektedir. Mecmûanın yanı sıra mecâmî’, mecma’, câmi’ gibi aynı kökten türemiş kelimelerle aynı mânada kullanılmıştır. Ancak bu isimlerden herhangi birini taşımadığı halde mecmua özelliğine sahip pek çok eser bulunmaktadır. Mecmualar, genelde bir veya birden fazla yazar/şaire ait eserlerinden oluşan derleme kitaplardır: Dinî olanları mecmûatü’l ehâdîs, mecmûa-i fetâvâ, mecmûa-i ed’iye, gibi isimlerle anılmıştır. Edebî olanları ise, mecmûa-i eş’âr, mecmûa-i tevârîh, mecmûa-i münşeât, mecmûa-i ebyat gibi adlar taşır. Mecmua başlangıçta, birçok bakımdan benzediği cönk gibi âyetler, hadisler, fetvalar, dualar, hutbeler, şiirler, ilâhiler, şarkılar, mektuplar, latifeler, lugaz ve muammalarla ilâç tariflerinin ve faydalı bilgilerin (fevâid), notların, tarihî belge ve kayıtların derlendiği bir not defteri halinde ortaya çıkmış, zamanla gelişip kurallı ve düzenli kitap veya telif çeşidi özelliği kazanmıştır.
Cönk: Genellikle âşık edebiyatı, halk edebiyatı ve folklor ürünlerinin toplandığı anonim mahiyette bir mecmua türü olarak tarif edilen bu gruptaki eserlere cönk denir. Cönk kelimesi hakkında, sözlükler ve ansiklopedilerde farklı bilgiler verilmektedir. Cava ve Malaya dillerindeki djong (conk) kelimesinden gelen cönk, batı dillerine de yakın bir telaffuzla geçmiş olup, “Çin denizlerinde kullanılan dibi düz ve dört köşeli, puruvası, çıkıntılı baş bodoslaması ve kıç pupası, dümeni muallakta olan yelkenli gemiler için de kullanılan bir addır.
Müntehabât: Sözlükte “seçilmiş, seçilerek bir araya getirilmiş” anlamındaki müntehab kelimesiyle çoğulu olan müntehabâtın İslâm dünyasında bir telif türünü ifade eder. Geniş hacimli eserlerin içinden belirli kısım veya konuların seçilmesi, tekrarlardan arındırılıp özetlenerek bazan müelliflerince yeniden düzenlenmesiyle meydana gelen kitaplarla tanınmış müelliflerin eserlerinden yapılmış manzum-mensur derlemelere müntehab (müntehabât) adı verilmiştir. Aralarında bazı küçük farklar bulunmakla birlikte mecmûa, muhtâr / muhtârât, muktetaf / muktetafât gibi adlar taşıyan derlemelerle muhtasar / muhtasarât, mülahhas, telhîs, hulâsa, tehzîb, zübde başlığını taşıyan eserlerin bir kısmı da bir tür müntehabât sayılır. Müntehabat Türk edebiyatında manzum-mensur eserlerden yapılmış seçkilerin adlandırılmasında görülmektedir.
Türk-İslâm edebiyatı metinleri için kullanıldığında, günümüz Türkçesi’nde “seçki, şiir seçkisi” kelimeleriyle karşılananan müntehabât, daha yaygın bir ifade ile antoloji manasına gelmektedir. Edebiyatımızın ekseriyetle kasideden mısra’ya kadar manzum eserlerini derleyen kitaplar bu adla anılmaktadır. En eski örnekleri nazire mecmuaları olan bu metin kaynağı, bizde daha çok XIX. yüzyıldan sonra gelişmiştir.
Türk-İslâm Edebiyatı Çalışmalarında Başvurulacak Kaynaklar
Bu gruba giren kaynaklar daha önce de ifade edildiği üzere Türk-İslâm edebiyatı araştırmalarında, bir başka deyişle bu edebiyatı tanımak, öğrenmek, doğru ve anlaşılır biçimde günümüze, günümüzün her seviyeden okuruna aktarmak için yapılacak araştırma ve çalışmalarda başvurulacak kaynaklardan oluşmaktadır. Bu son kısma giren eserler için her tür araştırmada rastlanılan bibliyografya, kaynakça, müracaat eserleri ve başvuru kaynakları gibi terimler kullanılır.
Tabakat: Bir telif tarzı olarak İslâm dünyasındaki ilk örnekleri, Arap yazı kültüründe görülen, sonra Farslara intikal ettikten sonra Osmanlı öncesinden itibaren Türk dünyasında da yaygın bir gelişme göstermiştir. Tabakatlar zamanla farklı özellikler kazanarak gelişmişse de esas itibariyle günümüzdeki ansiklopedik biyografi kitaplarına benzeyen bir telif türüdür. Bu grupta yer alan kitaplar Osmanlı sahasında daha çok terâcim/terâcim-i ahvâl kitapları adıyla anılmıştır. Ancak aşağıda zikredilecek örneklerden de anlaşılacağı üzere Osmanlı devrinde bu tür kitapların adlarında hemen hiç rastlanmayan “tabakat” kelimesi gibi “teracim” de pek az kullanılmış, bunların yerini “tezkire” kelimesi almıştır. Nitekim Mehmet Süreyya Beyin Meşhur eseri Sicill-i Osmani veya Tezkire-i Meşahir-i Osmâniyye’nin adında ise tezkire kelimesi yer almaktadır.
Tezkiretü’ş-Şuarâ: Türk-İslâm edebiyatı araştırmalarına kaynaklık yapan eserlerin başında özellikle XV. yüzyıldan sonra ve Osmanlı sahasında şairler hakkında bilgi veren en önemli kaynaklar Sehi Bey’in Tezkire’ sinden itibaren Tezkire-i Şuarâ adıyla müstakil bir alan ve tür oluşturan tezkireler gelmektedir. Tabakatlarla aynı özelliklere sahip bu kaynaklar, dönemlerinin eserlerinden örnekler vererek şair ve yazarlar hakkında bilgi veren ve değerlendirme yapan metinlerdir.
Türk edebiyatın XV. Yüzyıl sonlarında Ali Şîr Nevâî tarafından Çağatayca kaleme alınan ilk tezkiresi Mecâlisü’n-Nefâis 455 şairin hayat hikayesini aktarır. Osmanlı sahasında ilk eser Sehî Bey’in XVI. asır Osmanlı şairlerinden 229’unu anlatan Heşt Bihişt’ idir. Bu asırda kaleme alınmış tezkirelerin ikincisi, Latifî tarafından kaleme alınan Tezkiretü’ş-şuarâ ve Tabsıratü’nnuzamâ olup 334 şair hakkında bilgi vermektedir. Bağdatlı Ahdi ise Gülşen-i Şuarâ’sında 384 şairi söz konusu eder. Ardından Meşâiri’ş-şuarâ adlı eseriyle Âşık Çelebi gelir. Hasan Çelebi ise Tezkiretü’ş-şuarâ adıyla yazdığı kitabında 631 şairin hal tercümesini ele almıştır. Gelibolu Mustafa Âlî ise Künhü’l- ahbâr adıyla yazdığı tarihinin dördüncü rüknünü teracimi ahvale ayırmış ve bu kısım devrin 130 kadar ulema, şuarâ ve fuzalasından bahseden önemli tezkire değeri kazanmıştır.