TÜRK SİYASAL HAYATI - Ünite 5: İdeolojik Çeşitlenmeler ve Toplumsal Hareketler Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: İdeolojik Çeşitlenmeler ve Toplumsal Hareketler
Osmanlı Mirası: 19. Yüzyıl İdeolojilerinin Ortaya Çıkışı
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ortaya çıkan fikir akımları hem tarihsel hem de coğrafi koşulların ürünüdür. Yeni toplumsal kompozisyonun yarattığı etki ve tepkilerden meydana gelmiştir. Bu dönemde Türkiye Cumhuriyetindeki ideolojilere yön veren birçok akımın ve ideolojinin tohumları atılmıştır. Bunlar Milliyetçillik, Osmanlıcılık, Panislâmizm, Turancılık ve Türkçülük olarak sıralanabilir.
Milliyetçilik ideolojisi 19. Yüzyıldan itibaren dünyada etkili olmaya başlamış ve Osmanlı aydınlarının söylemini de dönüştürmüştür. Milliyetçilik, halkların yaşadıkları topraklar üzerinde egemenlik kurması, vatandaşlık hakları ve ulusal kimlik, ‘kendi kaderini tayin hakkı’ gibi kavramlarla dünyayı etkilemiştir. Bu durum Osmanlı’da İmparatorluk vatanseverliği olarak belirmiş ve dağılma döneminde azınlıkların bağımsızlık faaliyetlerine tepki olarak gelişmiştir.
Osmanlıcılık ideolojisi milliyetçilik ideolojisi ile baş etmek ve imparatorluk vatanseverliğinin sonucu olarak elde kalan toprakların bütünlüğünü korumak ve dağılmayı önlemek için doğmuştur. Bu ideolojinin amacı Osmanlı sınırlı içinde yaşayan bütün milletleri dil, din, ırk farkı gözetmeksizin aynı hak ve yetkilere sahip kılarak birlik ve bütünlüğü sağlamaktır.
Panislâmist düşünce Osmanlı birliğini korumak için dini merkeze koyan bir ideoloji üretmiş, Müslüman liderlerinin en çok savunduğu görüş olmuştur. II. Abdülhamit Müslüman dünyasında birliği bütün Müslümanlara yaymak için girişimlerde bulunmuş ancak başarısız olmuştur.
Bir diğer ideoloji Türkçülüktür. Bu akım milli birlik düşüncesini dil ve kültür bağlamında ele almıştır. Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset kitabı Türklük merkezli somut bir siyasi bütünlük projesi çizmiştir. Ziya Gökalp ise Akçura’dan farklı olarak Turan fikrini kültürel ve siyasi anlamda kullanmıştır.
Turancılık ideolojisi de İmparatorluğun parçalanmasına karşı gelişen bir refleks, Türklük bilincini açan bir anahtar olmuştur. 1912’de kurulan Türk Ocağı, Türkçü ve Turancı hareketin ağırlık noktası olmuştur. Milli mücadele döneminde ise Turan ideolojisi geri çekilmeye başlamış ve daralan İmparatorluk topraklarında adım adım Anadolu merkezli bir Türk kimliği ifade bulmuştur. Turancı düşüncenin tanınmış önderi Ziya Gökalp’tir.
Cumhuriyet Dönemi: Resmi İdeolojinin İnşası
Osmanlı Türkçülüğünden Cumhuriyet’e giden süreç Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilanı aşamalarından geçerken ulusal sınır kavramının ortaya çıkışıyla ulusal egemenliğe doğru ilerlemiştir. Coğrafi sınırlar askeri başarılarla güvenceye alınmış ve devletin ve vatanın kurtarılması yeni kurulacak yapının en temel ideolojik kaynağı olmuştur. Özellikle Yunanlılara ve İngilizlere karşı kazanılan zafer sonucunda Mustafa Kemal liderliğini kabul ettirmiş ve bu önderlik Osmanlı mirasından kalan Türkçülüğü ideolojik anlamda dönüştürmüştür.
Kemalizm
Kemalizm Mustafa Kemal’in temelini bir ideolojik yaklaşımdır ve amacı bağımsız bir ulusal devlet ve yeni bir siyasi rejim kurmaktır. Ancak Kemalizm terimi 1930’lu yıllarda kullanılmaya başlamıştır. Kemalist ideoloji Cumhuriyet Halk Partisi ile özdeşleşen Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, İnkılapçılık/Devrimcilik ve Laiklik ilkeleri ile kendin, tanımlamıştır. Bunların en çarpıcı sonucu Saltanat ve Hilafetin kaldırılması olmuştur. Kemalizm’de iktidar meşruiyetini dini bir kutsallıktan değil, milli egemenlikten alacak şekilde tasarlanmış, vatandaş ile devlet milli egemenlik çerçevesinde bir araya getirilmiştir. Kemalizm geleneksel dini, sosyal ve kültürel kodları ülkenin ilerlemesinin önünde bir engel olarak görmüş, buradan hareketle topluma ve devlete hakim olan bu değerlerin kökten değiştirilmesi planlanmıştır. Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti Kemalist ideoloji ile birlikte Osmanlı kurumsal yapısından ve çok parçalı bünyeden kopmuş ve tek parça bir ulus kimliğine geçiş iradesi göstermiştir. Kemalizm dört teorik varsayım üzeri durmuştur. Bunlar;
- Hükümdar otoritesi üzerine kurulu meşruiyet anlayışı yerine kanun ve yasalara bağlı bir meşruiyet anlayışı,
- Ümmet toplumundan bir ulus devletine geçiş,
- Teba/Halk-Kral/Sultan ikiliğinden oluşan siyaset yerine ulusun egemenlik kurduğu bir siyasal alan inşa etmek,
- Dünyayı analiz ederken dini yaklaşımdan, pozitif (olgusal) anlayışa geçmektir.
Anadoluculuk
Anadoluculuk hem bir ilimcilik, hem kalkınmacılık, hem ahlakçılık ve maneviyatçılık, hem de felsefi anlamda Türk hümanizmasını gerçekleştirme amacı taşıyan bir ideoloji ve toplumsal harekettir. Burada yeni bir milliyetçilik savunulmaktadır. Anadoluculuk akımının üç çeşidi vardır.
Bunlardan ilki Mavi Anadoluculuktur. 1940’lar ve 1950’lerde ortaya çıkan bu akıma göre Batılılaşma aslında öze dönmek demektir çünkü Batı medeniyetinin kaynağı da Batı Anadolu’daki ve Orta Asya’daki kültürdür. Bu akıma göre Anadolu medeniyetlerin beşiğidir ve tüm medeniyetler buradan doğmuş ve yükselmiştir. Sabahattin Ali, Halikarnas Balıkçısı, Melih Cevdet Anday, Azra Erhat gibi isimler bu akımın öncüsü kabul edilmektedir. İkincisi ise İslâmi Anadoluculuktur. Bu hareket 1939’dan sonra ortaya çıkmıştır. Bu akımın temsilcileri mekânın manevi gücüne vurgu yaparak mekânın ırkı millete dönüştürmesinden söz etmişlerdir. Bu akımda vatan fiziksel olduğu kadar ahlaki değerler sisteminin sınırlarını çizmektedir. Hüseyin Avni Ulaş ve Nurettin topçu gibi isimler akıma öncülük etmiştir. Türkçü Anadoluculuk ise Anadolu’yu dünyaya değil, öze ve yerel olana açılan bir kapı olarak görmektedir. Türkçü Anadoluculuğun önderlerinden Remzi Oğuz Arık’a göre milliyetçilik idelinin ağırlık merkezi olarak vatan kavramının kabul edilmesi bir realitedir. Bu realiteyi oluşturan Türk kütlesi ve Türkmen kütlesidir.
Batıcılık, Çağdaşlaşma ve Modernizm
Batılılaşmak/Modernleşmek/Çağdaşlaşmak kavramları değişik açılardan Türkiye’nin düşünsel/ideolojik haritasında bir yer tutmaktadır. Batı hem model alınan hem de tehdit olarak görülen bir imgedir. Batı, Osmanlılar tarafından ileri kabul edilmekle birlikte Batı’nın ahlakı, tehlikeli sınıf çatışmaları ve emperyalist eğilimlerin ortaya çıkışı gibi nedenlerle eleştirilmiştir.
Türkiye’deki düşünce dünyasında Batı ile nasıl ilişki kurulacağı ‘Kültür ve Medeniyet’ tartışmasında gizlidir. Bu tartışma Ziya Gökalp’in modernleşme ideolojisinde önemli bir yer tutmaktadır. Gökalp’in kültür/hars ve medeniyet ayrımına göre hars ulusal kültür, medeniyet ise farklı toplumların bir arada geliştirdikleri bütündür. Batı Uygarlığı’nın kültürü alınamaz çünkü her ulusun kültürü kendine özgüdür. Sonuç olarak Gökalp’in fikriyatı durumu bir ikilik olarak görmektedir. Cumhuriyet ise kesin bir kararla bu ikiliğe son vererek Batı yoluna gitmektedir. Mustafa Kemal Atatürk’te Batılılaşma fikri, Cumhuriyetin kurulmasından itibaren çağdaşlaşmanın, çağdaş bir devlet ve toplum olmanın temelini oluşturmaktadır. Atatürk uygarlığı bir milletin devlet hayatında, fikir hayatında ve ekonomik hayatta gösterdiği ilerlemenin bileşkesi olarak tanımlamıştır.
Modernizmin temelde dayandığı iki anahtar kelime yenilik ve değişimdir. Modernizm ticaretten felsefeye bütün eski yöntemleri sorgular. Böylelikle geleneksel kültür öğelerinin yeni ve daha iyi olanla değiştirilebilir olduğunu savunmaktadır. Türkiye örneğinde modernleşme modelinin Batı’dan alınmasından ötürü tüm iyiliğin ve gelişmenin Batı’dan kaynaklandığı fikri hakimdir. Bu düşünce modernleşmeyi sahiplenenlerle geleneksel yaşam biçimini savunanlar arasında bir gerilime neden olmuştur.
Muhafazakârlık
Muhafazakârlık kelime olarak düzeni korumak, var olanı muhafaza etmek fikri üzerine oturmaktadır. Değişime kuşku ile yaklaşmaktadır. Muhafazakâr düşünceye göre bir değişim kaçınılmaz ise geleneksel kurumlar (aile, eğitim ve kültür gibi) muhafaza edilerek değişim sağlanmalıdır. Muhafazakâr düşünce değişerek aynı kalma düşüncesine bağlıdır. Bu düşünce ilk olarak İngiliz düşünür Edmund Burke tarafından öne sürülmüştür. Muhafazakâr düşünce için gelenek en önemli yapıtaşıdır.
Türkiye’de muhafazakârlığın gelişimi modernleşme tarihinde ortaya çıkmaktadır. Muhafazakâr düşüncede modernleşmek Batı’nın teknolojisinden faydalanmaktır. Muhafazakârlara göre modernleşmenin tek bir yolu yoktur, her ülke kendi kültürüne, tarihine ve toplumsal yapısına bağlı olarak değişebilmektedir. Fakat dini duygulardan yoksun bir toplumda muhafazakâr düşünce barınamaz.
Türkiye’de muhafazakâr ideoloji kabaca kültürel muhafazakârlık, İslâmcı muhafazakârlık ve Milliyetçi muhafazakârlık olarak üçe ayrılmaktadır. Mustafa Şekip Tunç, Peyami Safa, Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi figürlerin öncülüğünü yaptığı kültürel muhafazakârlığın en önemli ayırt edici özelliği, düşüncelerini siyasi değil kültürel düzlemde ifade etmeleridir. Sait Halim Paşa ve Ahmet Cevdet paşa gibi İslâmcı muhafazakârların öncülüğünü İslâmi muhafazakârlığın ayırt edici özelliği ise dini duygu ve anlayışa daha çok yer vermesidir. Son olarak Milliyetçi muhafazakârlık düşüncelerini siyasal ve kültürel düzlemde ifade etme yolunu tercih etmektedir. Genel olarak bakıldığında Batı muhafazakârlığı ile benzer bir şekilde Türkiye’deki muhafazakârlar da güçlü bir devletten yanadır ve devlet geleneği değerlerin başında gelmektedir.
Siyasal İslâm
Siyasal İslâm, modern siyasal alanın kuruluşu ile ortaya çıkan ve söylemini konjonktüre göre güncelleyen, iktidarı toplumsal destek yoluyla sağlamaya çalışan modern bir ideolojidir. Siyasal İslâmcı akımın birinci nesli bağımsız seçmenler yoluyla siyasal iktidarın meşruiyetini sağlayan ve genel çerçevesiyle modern siyasal alanı kuran 1908 devrimi /II. Meşrutiyet ile başlamakta ve Cumhuriyet döneminde çok partili hayata geçişle son bulmaktadır. İkinci nesli ise Milli Nizam Partisi’nin faaliyete geçmesi ile başlamaktadır. Bu parti Türkiye’de siyasal İslâmcı söylemi parti programı olarak benimseyen ve belirli bir sosyo-politik, ekonomik ve kültürel taban etrafında seçmen kitlesini örgütleyen ilk partidir. 1980 askeri darbesi sonrasında siyasal ve toplumsal alanda belirli bir güç kazanan ideoloji Türk-İslâm sentezidir. Bu sentezin amacı Müslümanlığı üst kimlik olarak tanımlama yoluyla, ulusal düzeyde ümmetçi, evrensel düzeyde ise İslâm olan milletlerin dayanışmasını savunmaktır.
Sol ve Sosyalizm
Sosyalizm, iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanmaktadır. Sol siyaset kavramının kökeni ise Fransız İhtilali dönemine dek gitmektedir. Solculuk mevcut sosyal hiyerarşiyi, eşitsizliği kaldırmak isteyen ve zenginliğin ve imtiyazların adaletli dağılımını destekleyen bir politik harekettir.
Türkiye’de sol ideoloji milliyetçi ve muhafazakâr ideolojiyle şu bakımdan ters düşmektedir. Evrenselcidir ve seküler bir toplum yapısını savunmaktadır. Dolayısıyla sol yaklaşımın odağında din, ırk, milliyet, cinsiyet vb. kavramlar yerine insan, eşitlik ve emek kavramları vardır. Ancak sol düşüncenin kendi içerisinde bir çok farklı fraksiyonu barındırdığı unutulmamalıdır. Ulusalcımilliyetçi fikirlerin benimsendiği ve temelinde millet kavramının bulunduğu sol görüşler de tarih boyunca görülmüştür. 1950’lerde kurulan tek yasal sosyalist parti Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Vatan Partisi’dir ve bu parti adli kovuşturmaya uğratılarak kapatılmıştır. TKP ise 1950’lerin başında bir ayrışma yaşadıktan sonra yeniden canlanmış ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin takipçisi olma yoluna girmiştir. 1950’lerde başlayan köyden kente göç akımı, 1960 ve 70’lerde de devam etmiş ve şehrin çeperlerine eklemlenen varoşlar, sol düşüncenin öğütlenme sahalarından birisi olmuştur.
1960’lı yılların en önemli olaylarından birisi bir sosyalist Parti’nin, Türkiye İşçi Partisi’nin kurulması ve ülke siyasetinde etkili olmasıdır. 1965 yılında parti TBMM’ye 15 milletvekili sokmuş ve kalıcı yenilikler getirmiştir. TİP anti-emperyalizm vurgusu ile de ön plana çıkmıştır. 1960- 80 arası dönemde sosyalist ideolojinin yaygınlaşmasında en etkili olmuş bir diğer grup Doğan Avcıoğlu önderliğindeki Yön Hareketi olmuştur.
Liberalizm
17. yüzyılda ortaya çıkan liberalizm bireyciliği, bireysel hak ve özgürlükleri, özel mülkiyeti ve devlet müdahaleciliğinden uzak serbest piyasa sistemini temel almaktadır. Liberal düşüncenin doğuşunda özerk birey yer almaktadır. Liberal kavramını ilk kullanan Ulusların Zenginliği adlı eserin yazarı Adam Smith’tir. Özerk birey kavramı Türkiye siyasetinde genel olarak olumsuz bir kategori olarak algılanmaktadır. Birey, cemaati, toplumu ya da partiyi bozan, bölen veya en azından çözen bir öğe olarak görülmektedir. Bu nedenle liberalizmin temel çağrısı olan “bırakınız yapsınlar” söylemi Türkiye’de hem solcuları hem de sağcıları rahatsız etmektedir.
II. Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde 1946’da Celal Bayar tarafından kurulan Demokrat Parti ana hatları ile liberal bir program önermiş ve din özgürlüğü ile iktisadi özgürlük vaat etmiştir. Ancak DP ilk yıllardaki özgürlükçü tutumunu zamanla terk ederek baskıcı bir yönetim kurmuştur. Cumhuriyet Türkiye’sinde 1994 yılına kadar kendisini doğrudan liberal olarak tanımlayan bir siyasal parti kurulmamıştır. 1983 yılında Turgut Özal liderliğinde kurulan Anavatan Partisi liberal temalardan etkilenmiştir. Bununla beraber ANAP tam bir liberal parti sayılmamaktadır. Liberal sıfatını ilk ve halen kullanan tek parti 1994 yılına kurulan Liberal Partidir. Parti adını daha sonra adını Liberal Demokrat Parti (LDP) olarak değiştirmiştir.
Toplumsal Cinsiyet ve Feminizm
Toplumsal cinsiyet ve feminizm endüstriyel kapitalist toplumlarda mevcut erkek egemen yapıları sorgulayan bir yaklaşımdır ve erkek egemenliğini sürekli kılan toplumsal ve siyasal yapıları çözümlemeyi amaçlamaktadır. Ataerkillik yani erkek egemen toplumu eleştiren feminizm, kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesini ve toplumda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanmasını hedeflemektedir.
Ataerkil toplumsal yapıları sorgulayan Feminist ideoloji Türkiye’de 1981 ile 1984 arasına, İstanbul Cağaloğlu’nda Yazko dergisi bünyesinde küçük bir kadın grubun tartıştığı, öğrendiği, o zamanlar yayınlanan Somut gazetesinin bir sayfasında dile getirdiği bir kavram olarak popüler söyleme girmiştir. Türkiye’de zamanla genişleyen feminist hareket bir çok kazanım da elde etmiştir. Özellikle farkındalık kampanyaları ile bir çok kadına ve erkeğe ulaşmıştır. Özellikle cinsiyetçi dilin ve yasaların değiştirilmesi sürecinde Feminist hareket önemli bir rol oynamıştır. Türkiye eğitimde toplumsal cinsiyet duyarlılığının sağlanmasını öngören iki uluslararası belgeye imza atmıştır. Bunlardan biri Pekin Eylem Planı’dır.