TÜRK SİYASAL HAYATI - Ünite 1: II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Türkiye’de Siyasal Yaşam (1908-1923) Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Türkiye’de Siyasal Yaşam (1908-1923)
İttihat ve Terakki Cemiyeti ve II. Meşrutiyetin İlanı II.
Abdülhamit 1876 yılında Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi ilan ederek, 1877’de ilk Mebusan Meclisini açtı ve bir yıl sonra da önce meclisi kapatıp sonra da anayasayı askıya aldı. Buna karşı çıkarak anayasanın tekrar yürürlüğe girmesini ve meclisin yeniden kurulmasını isteyen bir örgüt kuruldu. Bu örgüt, sonradan “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” (İTC) adını aldı ve bu hareket Avrupa’da Jön Türkler ismiyle anılmaya başladı.
Selanik’te aynı fikirle kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti üyeleri fikirlerini kendilerine yakın buldukları İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşerek bu isim altında örgütlendi. Örgüt, kısa sürede Selanik ve Balkan bölgesinde var olan çeteci milliyetçi anlayış içerisinde şekillenerek Abdülhamit yönetiminden hoşnut olmayan asker ve memurların ağırlıklı olduğu paramiliter bir örgütlenmeye dönüştü. Örgütün “Merkez-i Umumi” adında bir karar merkezi oluşturuldu. Asıl amacı Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü korumak olan örgütün gelişen bir Türk milliyetçiliği ideolojisi vardı.
1908 yılında yaşanan bazı gelişmeler sonucunda Makedonya’nın kaybedilmesi ve hükümetin İTC’nin faaliyetlerinden haberdar olarak örgütü çökertmesi an meselesiydi. Bu nedenle örgüt harekete geçerek dağlara çıkmış, halk arasında propaganda ve gösteriler yapmış, saraya anayasanın ilanı için çok sayıda telgraf yollamıştı. 23 Temmuz 1908’de İTC’nin saraydan cevap gelmesini beklemeden anayasanın yeniden yürürlüğe girdiğini ilan etmesiyle II. Abdülhamit isyanı bastıramayacağını anlayarak 24 Temmuz’da İstanbul gazetelerinde anayasanın yeniden yürürlüğe konulacağını ve meclisin açılacağını duyurdu.
Halk “Hürriyetin İlanı’nın Abdülhamit’in lütfuyla ortaya çıktığını düşünerek kutlamalar yapıyordu. İTC hem meşrutiyetin ilanını duyurmak hem de bu sonucun doğmasındaki rolünü göstermek için büyük kentlere heyetler gönderdi.
İttihatçılar, II. Abdülhamit’i tahttan indirecek ve devleti doğrudan yönetecek güçlerinin olmadığını düşünerek dışarıdan kontrol ettiler. Bu sırada 1908 yılında Mebusan Meclisi kurulması amacıyla Türkiye tarihinin ilk çok partili seçimleri gerçekleştirildi ve birçok etnik grubun temsil edilmesinin yanında İTC ezici çoğunlukla seçimleri kazandı.
Seçimler sonrası İTC, muhalif gruplarla mücadele ettiği sırada olayların büyümesiyle 12 Nisan 1909 tarihinde İstanbul’daki bazı askeri birliklerin ayaklanması sonucu 31 Mart İsyanı olarak adlandırılan ayaklanma başlamış oldu. İsyanın yatışması için isyancıların bazı istekleri İTC tarafından yerine getirildi. Daha sonra İTC’nin hala gücünü koruduğu Makedonya’da oluşturulan Hareket Ordusu 24 Nisan’da İstanbul’u işgal ederek isyanı bastırdı.
27 Nisan’da da II. Abdülhamit isyanı desteklediği gerekçesiyle tahttan indirilerek yerine kardeşi Mehmet Reşat Efendi padişah ilan edildi.
İsyanın bastırılması sonrasında çoğulcu siyasal yaşama kısa sürede geri dönülmesinin ardından Osmanlı Mebusan Meclisi 1909-1913 yılları arasında Kanun-i Esasi’de değişiklikler yaparak hükümetin yetkilerini padişahın yetkilerine karşı güçlendirdi. Bu sırada muhalefet yeniden toparlanarak farklı eğilimleri temsil eden partiler kurdu ve bu partiler 21 Kasım 1911 tarihinde Hürriyet ve İtilaf Fırkası adı altında birleşti. Güçlenen muhalefet nedeniyle meclis üzerindeki hakimiyetini kaybedeceğini düşünen İTC, meclisi feshettirerek 1912’de yeni seçimlere gidilmesini sağladı. Bu seçimlerde İTC’nin baskı ile kendi adaylarını seçtirerek seçimi kazanması ile oluşan hükûmet darbe tehdidi sonucunda istifa etti ve yerine Büyük Kabine diye adlandırılan İTC karşıtlarından oluşan bir hükûmet kuruldu. Bu hükûmet 1912 yılında başlayan Balkan Savaşları nedeniyle istifa etti, yerine yine İTC karşıtı başka bir hükümet kuruldu.
İttihat ve Terakki İktidarı ve İmparatorluğun Sonu
Balkan savaşları sırasında Osmanlı’nın büyük bir yenilgi alması sonucunda ittihatçılar harekete geçti. 23 Ocak 1913’te ittihatçı bir grup Babıali’ye (Osmanlı Devleti’nde İstanbul’da sadaret (Başbakanlık), dahiliye ve hariciye nezaretleri (içişleri ve dışişleri bakanlıkları) ile Şûrayıdevlet’e (Danıştay) dairelerinin bulunduğu yapı) giderek kabineyi bastı. Babıali Baskını olarak tarihe geçen bu darbe sonrasında İTC iç siyasete tamamen hakim oldu. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın Babıâli darbesinden sonra sadrazamlığa getirilen Mahmut Şevket Paşa’yı öldürmesiyle muhalefet İTC tarafından idam, hapis ve sürgünlerle sindirildi ve İTC iç siyaseti tümüyle tekeline aldı ve ilk defa hükûmeti içerden yönetmeye başladı. Böylelikle Babıâli Darbesi, 1908-1913 arasında süre giden görece çoğulcu ve demokratik dönemi sonlandırarak İTC’nin mutlak iktidarını başlatmış oldu.
İktidarın sorunlarını çözeceği düşünülen Osmanlıcılık ideolojisi (Osmanlı idaresi altında yaşayan tüm dinsel ve etnik unsurları Osmanlı vatanı ve Osmanlı Hanedanı’na sadakat temelinde birleştirme ülküsü) Balkan Savaşları sonucunda bu gücünü kaybetti. Balkanlardaki topraklarının önemli bir bölümünü kaybeden Osmanlı İmparatorluğu artık Avrupa devleti olmaktan çıkarak Anadolu merkezli bir devlet oldu. Bunun sonucunda toplumu daha fazla Müslümanlaşan Osmanlı Devleti’nde Müslüman-Türk kimliğine dayalı Türkçülük ideolojisi güçlendi.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin ideolojik tutumları genel olarak değerlendirildiğinde çoğu Osmanlıcılık fikrine bağlı olmalarına karşın 1910’larda giderek Türkçülüğe savruldular. Çoğu, aynı zamanda inançlı Müslümanlardı. İTC’nin liderleri fikir adamı olmaktan çok eylem adamıydı. Onları ortak bir ideolojik programdan çok bir dizi ortak tavır bir araya getiriyordu. Bu tavırlar arasında devlet merkezli bir bakış, milliyetçilik, bilimsel gerçeğe ilişkin pozitivist bir inanç, toplumu dönüştürücü bir güç olarak eğitime duyulan inanç, düzen içinde değişim arzusu ve eylemciliktir. Çoğu ittihatçı için Osmanlıcılık, Türkçülük, Batıcılık, İslamcılık gibi II. Meşrutiyet Dönemi’nin önde gelen akımları, birbirlerinden net çizgilerle ayrılmaktan çok, dönemin siyasal ihtiyaçlarına göre çeşitli biçimlerde sentezlenebilecek ideolojilerdi.
I. Dünya savaşında ittihatçılar Almanya ile ittifak yaptılar ve Osmanlı 11 Kasım’da Almanya ve Avusturya’nın yer aldığı üçlü ittifak içinde savaşa girdi. 1918 yılında savaş ittifak Devletleri’nin yenilgisiyle sonuçlandı ve Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’te Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. Savaşın yenilgiyle bitmesine karşın savaşın oluşturduğu durumlar İttihatçılara birçok radikal reformu gerçekleştirme imkânı verirken Müslüman-Türk kimliğinin oluşmasını da sağlamıştı.
Yerel Direniş Hareketleri ve Merkezileşme (1918- 1920)
Oldukça ağır maddeler içeren Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasının ardından itilaf devletleri bu antlaşmadaki maddelere dayanarak Osmanlı topraklarında işgale başladı. Mütarekeden sonra İTC hakkında soruşturmalar başladı ve 21 Aralık 1918’de Padişah Vahdettin tarafından mebuslar meclisi feshedildi. Bu sırada saray ve çevresi, işgal karşısında direnişlerin bir yararı olmayacağını düşünerek İngiliz mandası altına girmeyi bir yol olarak görüyordu. İzmir’in Yunan birlikleri tarafından işgal edilmesiyle bölgede yerel direniş hareketleri ortaya çıktı ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (MHC) adı altında yerel şekillerde örgütlenmeler meydana geldi. İttihat ve Terakki de kendini feshederek yerine Teceddüt Fırkası’nı kurdu ve direniş hareketini bu isim altında devam ettirdi.
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa ordu müfettişliği görevi için Samsun’a geldi. Hemen sonrasında toplanan ve Milli Mücadelenin siyasal ilkelerini belirleyen Erzurum Kongresi, Mustafa Kemal Paşa’ya liderlik yolunu açması ve direnişi merkezileştirecek ilk adımları atması açısından büyük önem taşımıştır.
Sonrasında yerel direniş hareketlerinin birleştirilmesi amacıyla Mustafa Kemal Paşa 4-11 Eylül tarihleri arasında Sivas Kongresi’ni topladı. Bu kongre sonucunda MHC’lerin merkezi bir yapı altında toplanmasına karar verildi. Bu amaçla Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (A-RMHC) kuruldu ve Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye tarafından yönetildi. Yerel örgütlerin A-RMHC çatısı altında birleşmeleri 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali ve kent yönetimine el konulması, son Osmanlı Mebusan Meclisinin dağılması ve 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) toplanması ile hızlandı. Son olarak, Kuva-yı Milliye’nin tasfiye edilerek düzenli orduya geçilmesiyle bölgesel direniş örgütlerinin Ankara’nın denetimine girmesi süreci tamamlandı.
Damat Ferit Paşa hükümetinin istifa etmesinden sonra Ali Rıza Paşa hükümeti kuruldu ve bu hükümet Sivas Heyet-i Temsiliyesi’ni tanıdı ve Osmanlı Mebusan Meclisinin toplanması için seçimlerin bir an önce yapılacağını duyurdu. Seçimlerin ardından son Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de toplandı ve üç ay açık kaldı. Bu kısa süre içerisinde 28 Ocak 1920’de Misak-ı Milli kabul edilerek Milli Mücadele’nin siyasal hedefleri oluşturulmuş ve Anadolu direnişine meşrutiyet kazandırılmış oldu. Bu durumdan rahatsız olan İtilaf Devletleri’nin 16 Mart’ta kent yönetimine el koyması ve İstanbul’u resmen işgal etmesi sonucu Mebusan Meclisi dağıldı. İşgal gerekçesiyle Mustafa Kemal Paşa yeni bir meclisin kurulması için seçimler yapılacağını duyurdu. Seçimlerden sonra, 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Birinci Meclis olarak da bilinen TBMM bir araya geldi.
Birinci Meclis ve İktidar-Muhalefet İlişkileri
Birinci Meclis ilk aylarında birçok önemli yasayı yürürlüğe koydu ve rejimin temellerini atmış oldu. Meclisin en önemli faaliyetlerinden bazıları Hıyanet-i Vataniye kanunun çıkarılması, İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması ve Teşkilat-ı Esasiye Kanununun çıkartılması olmuştu. 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, rejimin temellerini, halk egemenliği ve meclis üstünlüğü üzerinden tanımlayan ilk anayasa özelliğini almıştır.
Bu sırada İstanbul hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında 10 Ağustos 1920’de imzalanan ve Osmanlı için çok ağır koşulları olan Sevr Antlaşması, İstanbul’un yapmış olduğu bütün antlaşmaları geçersiz sayan kanun uyarınca Ankara hükümeti tarafından geçersiz sayıldı. 21 Şubat-11 Mart 1921 tarihleri arasında gerçekleşen Londra Konferansı Yunan ordusunun Anadolu’nun içlerine doğru saldırmasıyla bir sonuç doğurmadan dağıldı.
Mecliste zaman içerisinde bazı uygulamalardan hoşnut olmayan muhalif mebuslar ortaya çıkmaya başladı. Bunun sonucunda bu muhalifler mecliste ikinci grup şeklinde anılan bir grup çatısı altında örgütlendiler. İkinci Grup’un programı ve ilkeleri doğrultusunda mecliste verdiği mücadele sonucunda vekil seçimlerinde yeniden doğrudan vekil seçme yöntemine dönüldü ve kuvvetler ayrılığına doğru bir adım atıldı. Ayrıca başkumandana olağanüstü yetkiler veren madde yürürlükten kaldırıldı. Buna karşılık Mustafa Kemal Paşa’nın başkumandanlık unvanı oy birliğiyle süresiz uzatıldı.
Lozan Barış Görüşmeleri ve 1923 Seçimleri
Türk ordusunun Başkumandanlık Meydan Savaşı’nda aldığı zafer sonucunda işgallere son verilmiş oldu ve ateşkes koşulları oluşturulmaya başladı. Osmanlı, Fransa, İngiltere ve İtalya ile bir araya geldi. Bunun sonucunda ise Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. Daha sonra kalıcı barış sağlanması amacıyla İsviçre’nin Lozan kentinde bir konferans düzenlenmesine karar verildi. Fakat bu konferansa TBMM’nin yanında İstanbul hükûmetinin de çağırılması Saltanatın kaldırılmasını gündeme getirdi ve 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırıldı. Sonuç olarak Lozan Konferansı’na TBMM hükümeti yalnız gitti ve konferansta önemli kararlar alındı. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının ardından İtilaf Devletleri, birliklerini çekerek İstanbul ve boğazları Türk kuvvetlerine bıraktı.
Barış sonrasında meclisteki Birinci Grup, bir fırkaya dönüştürülerek Halk Fırkası’nın kurulacağı duyuldu. Bu sırada yeniden seçimlere gidildi ve yalnızca Birinci Grup seçimlere katıldı.