TÜRK SOSYOLOGLARI - Ünite 6: Mübeccel Kıray ve Cahit Tanyol Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Mübeccel Kıray ve Cahit Tanyol

Mübeccel Kıray

Hayatı

Mübeccel Kıray 1923 yılında İzmir’de doğdu. Çocukluk döneminde ulus devletin kuruluş dönemine, lise yıllarını ise öğrencilerin modern felsefi tartışmalar yapabildiği bir ortamda geçirdi. Mübeccel Kıray 1940’lı yıllarda Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne kaydoldu. Bu yıllarda DTCF’de sosyal bilimler alanında ders veren hocalar Türk sosyal bilimine büyük katkılarda bulunmuş ve özellikle sosyolojiye farklı bir noktaya taşımışlardır. Muzaffer Şerif, Behice Boran, Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Nusret Hızır ve W. Eberhart’ın da aralarında bulunduğu akademik kadro Türkiye’nin toplumsal yapısını dünyada yeni araştırma yöntemleri ile kavramaya çalışıyordu.

Mübeccel Kıray, lisans eğitimini 1944’de tamamlayarak ilk doktorasının ardından ABD’ye gitmiştir. Kıray’ın, 1950 yılında Northwestern Üniversitesi’nde tamamladığı ikinci doktorası “Dört Farklı Kültürde Gösterişçi Tüketim Eğilimleri” adını taşır. 1951’de Türkiye’ye dönen Mübeccel Kıray, iş bulamaz. Akademide iş bulamaması üzerine Amerikan Haberler Bürosu’nda çalışmaya başlar. 1952’de İbrahim Kıray ile evlenen Mübeccel Kıray, 1952- 1960 yılları arasında Amerikan Haberler Bürosu’nda ardından da bir ilaç firmasında çalışır. Bu arada akademik çalışmalarına devam eder. Doçentlik tezini dışarıdan yazarak Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne verir ve buradan bir teklif alır. Ancak çeşitli nedenlerde fakültede ders vermez. Daha sonra yeni kurulmuş olan ODTÜ’den teklif alır ve 1961 yılında akademiye girer. 1962-1972 yılları arasında ODTÜ’de pek çok ders verir ve Sosyoloji Bölümü’nün kurulmasına öncülük yapar. Mübeccel Kıray 7 Kasım 2011 tarihinde vefat eder.

Toplumsal Yapı Analizleri İçin Bir Çerçeve

Kıray’a göre sosyal yapı denilen fonksiyonel bütünün her yönü belirli açılardan değişikliğe uğrar. Değişme, sosyal yapının her yanında zincirleme reaksiyonlar şeklinde ortaya çıkar. Denge halini devam ettiren toplumdaki çeşitli kurum ve değerlerin birbirleriyle bağlantısını sürdüren değişmenin hızına ve yönüne ait bir oluşum göze çarpar. Bunlar yapının hızlı değişen yönleri ile yavaş değişen yönleri arasındaki açıklığı doldurulmasını sağlayarak çözülme ve krizi önler. Kıray’a göre bu çözülme ve krize engel olacak ara formlar/tampon mekanizmalar sayesinde sosyal yapının çeşitli yönleri birbirine bağlanır. Kıray Osmanlı toplumunun Batıdan farklı gelişmesinde asıl gözden kaçan sorunun köylü-lord ya da reaya-bürokrat ilişkisinin çok dışında olduğu düşüncesindedir. Mübeccel Kıray, “Türkiye’de bugün şehirleşme, şehirlerin sanayileşme hızının, tarımın modernleşmesinden çok daha yavaş olması sonucu ‘sahte şehirleşme’ diye nitelediğimiz oluşumlarla sonuçlanmaktadır” der.

Toplumsal Değişme ve Türkiye

İnsanlar bir arada yaşarlar ve yaşamlarının bir düzeni vardır. İnsanlara ve oluşturdukları yaşam düzenlerine toplum denir. Toplumun ne tür özellikler taşıdığı önemlidir. Bu özelliklerden biri yerleştiği arazi, diğeri ise nüfus ve nüfusun özellikleridir. Bu özelliklerin hiçbiri kendi başına anlam ifade etmez. Her şey birbirine bağlıdır ve birbirini etkilerken toplumun temel özelliklerinde zincirleme değişime yol açar. Bir başka deyişle, doğayı işleme tarzı değişirse, nüfus değişir, nüfus değişirse yerleşme tarzı değişir, yerleşme tarzı değişirse sosyal örgütlenme ya da bunlarla ilgili olarak değerler ve inanç sistemi değişir. Toplumlar asla durağan değildir. Toplumun hangi özellikleri değişirse, zincirleme etkileşime girerek diğer taraflarını da değiştirirler. Toplum hem bir bütündür hem de sürekli değişir. Değişirken de kendisini yeniden düzenler ve yeniden bir bütün haline gelir.

Türkiye, dünyanın pek çok ülkesiyle birlikte dış dinamikle değişime başlamış, bu değişim siyasal sonuçlar vermiş ve Osmanlı lord-bürokrasisi çeşitli değişimler geçirerek dağılmıştır. Ancak köylülükle değişim olmadan, köylülüğün hakim olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Türkiye’de bu anlamda değişim ise 1950’li yıllarda başlar. Bu dönemde toprağı kullanma ve ürünleri değerlendirme biçimleri ve yeni ürünler görülür. 1960’larda ise değişimin diğer yöne olan kırdan kente göç başlamıştır. Kente göçen köylüler artık köylü değildirler ve şehirleri de hızla değiştirmişlerdir. Değişim rastgele değildir. Toplum hem değişir hem de daha az değişen yönlerini tamamlayacak ilişkileri de oluşturacak diğer yönleriyle birleşir ve kendini yeniden düzenler. Söz konusu düzenleme ne eskidir ne de dışarıdan empoze edilmiştir. Bu bir ara form/tampondur. Türk toplumu için ara formlar oluşmaktadır. Bize düşen görev bu aradaki oluşumu anlamaktır.

Kentleşme

Kentleşme büyük yapısal değişimin en anlamlı yönüdür. Köyden kente göç edenler bakımından ortaya konulması gereken sorun iki çeşittir:

  • Kendiliğinden oluşan uyum mekanizmaları,
  • Politikalar geliştirerek uyumu sağlamaya çalışan düzenlemeler.

Kıray, Türkiye’de metropoliten alanların oluşumunda, sanayinin kent merkezlerinin dışına çıkarılmasında ortaya çıkan özgün bir sanayi ve yer seçim tipolojisi tanımlamaktadır. Kıray, bu özgün mekânsal dönüşüm sürecini “saçaklanma” olarak kavramlaştırmış ve söz konusu özgün mekânsal dönüşüm süreci kent ve sanayi coğrafyası yazınına çok değerli bir katkı yapmıştır. Mübeccel Kıray, yeni kentsel yapıdaki yerleşim örüntülerinin, Avrupa ve Amerika’da 1960’lı yıllarda olduğundan farklı şekilde “saçaklanma” biçiminde oluştuğunu öne sürmektedir.

Toplumsal Yapı Çalışmaları

Kıray’ın gerçekleştirdiği saha çalışmalarına göz atıldığında önce kasaba, köy sonra da kentlerin geldiği görülür. Bu tutum rastgele değildir. Mübeccel Kıray’ın kavramsal çerçeve olarak kullandığı feodal şehir-modern şehir kullanımına bir örnek İzmir’e yönelik ortak proje kapsamında ‘Örgütleşmeyen Kent’ adlı çalışmasıdır. 1967-1968 yılları arasında tamamlanan ve 1972’de yayınlanan araştırmanın konusu İzmir’de iş hayatının yapısı ve yerleşme düzenidir. Çalışma, o yıllarda sanayi ve ticaret alanında sınırlı bir örgütleşme içinde bulunan sanayi öncesi İzmir’in, nasıl bugünkü az gelişmiş bir metropoliten kent haline geldiğini gösterir.

Kıray’ın Ereğli çalışması ise Ereğli’de kurulacak demirçelik tesisleri öncesinde sosyal hayatı analiz etmeyi amaçlayan bir araştırmadır. Kıray bu çalışmanın Türkiye’de yapılan ve yayımlanan ilk kent araştırması olduğunu belirtir. Araştırma, Ereğli kasabasının 1962’deki sosyal yapısını, bu yapıyla ilgili insan ilişkilerini ve sosyal değerleri birbirine bağımlı ve bağlı bir düzende görmeyi amaçlamıştır.

Cahit Tanyol

Edebiyatçı, felsefeci ve sosyolog olan Cahit Tanyol, sosyal bilimlerin farklı alanlarında yazan çok yönlü bir fikir adamıdır.

Hayatı

Tanyol, 1914 yılında Gaziantep’in Nizip ilçesinde doğar. Doğum yılı Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarını yaşadığı bir döneme rastlar. Cahit Tanyol, 1926 yılında girdiği Adana Muallim Mektebi’nden sonra Gazi Eğitim Enstitüsü’nün sınavlarını kazanarak Ankara’ya gider. Şiir ve edebiyat, Tanyol’un hem eğitim hayatında hem de yaşamında önemli bir yer tutar. Yozgat, Çorum ve İzmir’de öğretmenlik yapan Cahit Tanyol, 1940 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünde eğitime başlar ve 1944 yılında tamamlar. 1949 yılında tamamladığı “Ahlakta Haz ve Elemin Rolü” başlıklı teziyle doktorasını tamamlar. 1950’li yıllarda yaptığı çalışmalarda Durkheim, Ziya Gökalp ve Prens Sabahattin’in sosyoloji ve metot anlayışını benimseyen Tanyol’da 1960-1990 yıllar arasında Marksist metodolojinin hakim olduğu görülür. Tanyol, 1990’lı yıllardan sonra kendisini etkileyen en önemli fikir adamının Max Weber ile onun bürokrasi anlayışı olduğunu belirtir. 1990’lı yıllardan sonra ise dünyada ve Türkiye’de meydana gelen değişimlere bağlı olarak görüşlerinin ortak noktasını Kemalizm ve ordu oluşturmuştur.

Din Olgusu ve İslamiyet Öncesi

Din büyüyü reddeder, büyü de dine karşıdır. Büyücünün hareketlerinde dine aykırı bir yan vardır. Ne kadar benzer görünseler de aralarındaki çatışma önlenemez. Büyücü ile müşterisi arasındaki bağlantı gevşektir ve müşterilerin de kendi aralarında bir birlik bulunmaz.

Bir din olarak İslamiyeti incelemeden önce din olgusunun sınırlarını araştırmak ve tanımını yapmak gerekir. İlkel toplumlarda semavi dinlerin ortaya çıkışına kadar farklı dinler görülür. Bütün dinlerde farkları yanında ortak özellikler bulunur. Bazı dinlerde Tanrı fikri, bazılarında olağanüstülük, bazılarından ise tanrısızlık egemendir.

Semavi dinlerin ortak ve farklı yanları bulunur. Her din olgusunda içeriği ve farklılıkları ne olursa olsun şu üç öge yer alır:

  • Her dinde bir inanç sistemi bulunur.
  • Her dinin kendine özgü bir ibadeti ve töreni vardır, törensiz din olmaz.
  • Her dinin bir kutsal yeri, bir tapınağı bulunur.

Cahit Tanyol, Durkheim’ın kutsal ve kutsal dışı ayırımından hareketle din ve laik yaşam arasındaki koşutluk üzerinde durur. Tanyol’a göre Durkheim’ın din sosyolojisi ile ilgili görüşlerinin çoğu eskimiştir. Buna karşın, din konusunda öne sürdüğü pek çok tanım halen geçerliliğini korumaktadır. Tanyol’a göre ayrıca Durkheim’ın din ve büyü üzerinde öne sürdüklerinin bizim için özel bir anlamı bulunmaktadır. Dinle büyü arasındaki bağlantı henüz kesin olarak çözümlenmemesine karşın, Durkheim’ın ileri sürdüğü gibi birbirine karşıt iki alan da değildirler. Durkheim hem kuram hem amaç açısından dinle büyünün alanlarını ayırmanın güç olduğunu belirtiyor.

Tanyol’a göre Durkheim’ın din ve büyü üzerinde öne sürdüğü görüşlerin bizim için özel anlamı Şamanizm’den kaynaklanmaktadır. Din ve büyünün iç içe olduğunu en iyi kanıtlayan, Türklerin Müslümanlıktan önceki dini olan Şamanizm’dir. Türk toplumsal ve siyasi hayatında önemli bir yeri bulunan Şamanizm, Türk toplumuna yepyeni bir ideoloji ve devlet felsefesi getirmekte rol oynamıştır. Buna karşın Durkheim’ın din olarak kabul etmediği büyünün bir evren görüşü ve mitolojsi bulunmamaktadır. Şamanizm bu niteliğiyle büyü içerikli diğer ilkel inançlardan farklılık gösterir ve Türklere özgü bir inanç sistemi ve evren görüşü ortaya koyar.

Türklerin Evrensel Devlet Anlayışı

Türklerin tarih sahnesine çıkmalarından bu yana kurdukları imparatorlukların ortak noktası evrensel bir devlet fikrini içermeleridir. Bu bir tür dünya devleti olarak adlandırılabilir. Türk toplumunun kurduğu devletlerin temelinde ortak bir devlet felsefesi ve dünya görüşü bulunur. Doğu’nun ve Batı’nın toplum yapıları ve devlet türleri birbirlerinden tamamen farklıdır. Buna bağlı olarak devlet felsefeleri de farklı dünya görüşlerine dayanır. Batı uygarlığı denilen kültür ve devletler topluluğu kendi sosyal, ekonomik ve kültürel tarih görüşünü tüm insanlığın evrim şeması gibi ele almıştır. Bu uygarlığın dışında kalan İslam ve Asya uygarlığı yok sayılmış ya da Batı’ya etkisi açısından düşünülmüştür. Buna karşın Asya toplumları içinde, özellikle Türk toplumunun kendine özgü bir dünya görüşü ve devlet felsefesi vardır. Evrene ve insana bakış açısı çok başkadır.

Türk devlet felsefesinin kaynağı mitolojidir. Doğu-Batı dünya görüşünün arkasında daha önce İslamiyet’le ilişkisi bakımında durulan iki mitoloji vardır: Biri Antik Çağ yani Yunan mitolojisi, diğeri Şamanist mitolojisi. Türk devlet felsefesinin kaynağı bu mitolojide aranmalıdır.

Türk mitolojisinde tanrılar devletin hakimiyet aracıdır ve onun emrine boyun eğerler. Şamanlar büyüyle, tüm üstün güçlere sahip varlıkları ve ruhları devletin çevresinde toplama yeteneğine sahiptirler. Hükümdarlarla tanrılar arasındaki ilişki bir baba-oğul, bir soyluk ilişkisi şeklindedir. Yunan mitolojisinde tanrılar bir site tanrısı iken Türk mitolojisinde tanrılar devlet tanrısıdır. Bir başka deyişle birisinde doğa, diğerinde ise devlet-toplum-insan ağırlığı görülür.

Türk Devlet Felsefesinin Batıdan Farkı

Türk devlet felsefesinin Batı’dan temel farkı, devletin topluma biçim verme geleneğidir. Devlet gücünü kaybeder ve çözülürse, toplum bir yığın ve sürü haline gelmektedir. Batı toplumları bireycilikten sosyal devlete doğru bir yol izlerken, bizde devlet anlayışı sosyal devletten bireyciliğe doğru kaymaya başlamıştır. Devletin ağırlık kazandığı bir sosyal devlet yapısı ile toplumun ağır bastığı devlet anlayışı birbirine zıttır. İçimizdeki Doğu-Batı çelişkisinin gerisinde bu sosyo-politik neden yatmaktadır. Bir başka deyişle Batı burjuva demokrasileri ve kalıpları bizim yapımıza uymamaktadır. Cahit Tanyol’a göre toplum ve devlet ilişkisinde her toplumun kendine özgü bir yapısı ve geleneği bulunur.

Kültür

Bireyin doğuşta hazır bulduğu ve içinde yetiştiği değerlerdir. Bu değerler çeşit çeşittir. Tanyol, kültürde bulunan değerleri üç grupta toplar. 1. Bireyin hareketiyle ilgili değerler. 2. Bireyin düşüncesiyle ilgili değerler. 3. Bireyin yaratmasıyla ilgili değerler. Bu ayrımı kültürün karakteristiğini belirtmek için yapar. Tanyol, bizim Batı medeniyeti karşısında özel durumumuz ne olursa olsun kültür ve medeniyeti birbirinden ayıramayız, der. Din gibi, dil gibi, teknik de belli bir kültürün malıdır ve bir ahenk teşkil eder. Daha açık ifadeyle manevi değerlerle maddi değerler arasında bir uyuşma bir benzeşme vardır.

Sosyal Ahlak Laik Ahlak

Cahit Tanyol için ahlakın temel kavramlarını sosyolojik bir açıklamaya kavuşturmak amaçtır. Ahlak bir takım hareket kurallarının toplamıdır. Bunlar iyi, kötü, insani olabilir, hepsi ahlak kavramının içine girer. Ahlak kuralları toplumdan topluma değişir ve bu değişikliklerde din değil töre ve adetler rol oynar. Ahlakta, kaide değil, kaideyi uygulayan bireyin tavrı önem taşır. Dinde esas olan emir iken ahlakta esas olan tavırdır.

Tanyol’a göre rejimde yaptığımız inkılabı ahlakta yapamadık. Her şeyden önce bir şahsiyet inkılabına ihtiyacımız vardı. Rejimin gerektirdiği şahsiyet yaratılmadan hiç bir şey değiştirilemezdi. Dünden, bugüne ahlaki şahsiyetimizde eksik olan yön neydi?

  • Medeni cesaret,
  • İnsanın kendi kendisini, hareketlerinden sorumlu tutması
  • Kendi kendisiyle tutarlı olmak ve bunu gerek birey gerekse devlet hayatında gerçekleştirmek
  • Sosyal faydayı bireysel faydadan üstün tutmak.

Tanyol’a göre bunların bireysel tavırda belirlenemediği hiç bir yerde ne ahlak ne de ahlaklı adam vardır. Sosyal ahlakın amacı birtakım normlar inşa etmek değildir.

Cahit Tanyol, ilkel topluluklara doğru gidildikçe, ahlaki otoritenin örf ve adetlerdeki otorite ile karıştığını belirtir. İnsan hareketlerini yaptırımlı ve yaptırımsız olarak ikiye ayırır. Tanyol’a göre hareketlerimize hukuki müeyyide, dini müeyyide, örf ve adet müeyyidesi, moda ve ahlaki müeyyide yaptırım koyar.

Otoritenin kaynağı ahlaki şuur ya da vicdan denilen kaynaktır. Tanyol’a göre laik ahlak dine dayanmayan, emir ve otoritelerini dinden almayan ahiretsiz bir ahlak demektir. Tanyol’a göre modern vatandaş ahlakının temeli laik ahlaktır.

Vatandaşlık Kavramı ve Laik Ahlak Eğitimi

Batı’da eğitim, ister liberal isterse sosyalist olsun ortak bilim ve evren görüşlerine dayanır. Bilim aracı ve özü bakımından laiktir. Orta Çağ’da öncü değer din olduğu için sosyal, ekonomik ve kültürel değerler ile yeni kuşaklara verilecek eğitim dinsel bir etki alanındadır. Günümüzde ise öncü değer bilim ve tekniktir. Bilim ve teknik laik niteliğe sahiptir. Bu yüzden eğitim ve öğretimin laik temellere dayandırılması zorlama değil zorunluluktur.

Tanyol’a göre bir ülkede vatandaşlık eğitiminin amacı iki noktada toplanabilir:

  • Geleceği temsil eden çocuklara ulaşmak ve gerçekleştirilmesi gerekli amaçları göstermek,
  • Toplumun önceden var olan saygıdeğer kurallarını ve geleneklerini yeni kuşaklara aktarmak.

Cahit Tanyol’a göre bunlardan birincisi geleceğe ilişkin umutları ve idealleri içerirken ikincisi hareketlerimize düzen ve disiplin getirir. Toplumda sürekliliği sağlar ve kuşaklar arasında uyuşma ve kaynaşma meydana getirir. Bu amaçların bütününe vatandaşlık eğitimi diyoruz.