TÜRK VERGİ SİSTEMİ - Ünite 1: Türk Vergi Sistemine Genel Bakış, Gelir Vergisi: Tarihçe, Gelir Kavramı, Mükellefiyet, Ticari Kazançlar (Bilanço Esası) Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Türk Vergi Sistemine Genel Bakış, Gelir Vergisi: Tarihçe, Gelir Kavramı, Mükellefiyet, Ticari Kazançlar (Bilanço Esası)
Giriş
Kamu harcamalarının finansmanında kullanılan en önemli gelir vergilerdir.
Bu bölümde gerçek kişilerin elde ettikleri gelir üzerinden devlete gelir vergisi adı altında yapmış oldukları ekonomik aktarımın yasal çerçevesi incelenecektir. Bu çerçevede öncelikle Türk vergi sisteminin tarihsel gelişim süreci hakkında genel bilgiler verilecek, gelir kavramı teorik açıdan incelenerek vergiye tabi ilk gelir unsuru olan ticari kazanç üzerinde durulacaktır.
Türk Vergi Sisteminin Tarihsel Sürecine Genel Bir Bakış
Osmanlı İmparatorluğu’nda vergiler şer’i ve örfi vergilerden oluşmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda, Şer’i vergilerden sonra konulan ve ikinci Beyazıt Dönemi’nde “Hudusu Avarız” vergisiyle başlayan ve sayıları 100’e yaklaşan örfi vergiler, vergi sisteminin ağırlık merkezini oluşturmuştur. Şer’i vergiler grubu içerisinde zekat, aşar, haraç ve cizye yer almaktadır. Örfi vergiler grubu içerisinde yer alan vergilere ise avarız vergileri, Gümrük vergileri, Ağnam vergisi, Ancemattin vergisi, Emlak vergisi Musakkafat vergisi, Temettü vergisi, Bedel-i Asker, Bedel-i Nakdi, Bedel-i Tarik, Baş vergisi örnek verilebilir.
Cumhuriyet’in kabul edildiği 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan öşür, temettü, musakkafat, ağnam gibi vergilerden oluşan basit ve ihtiyaçları karşılamayan bir vergi sistemi yürürlükte idi.
Aşar vergisindeki azalmayı telafi etmek için 1926 yılında 735 ve 737 sayılı Kanunlarla Umumi İstihlak Vergisi ile Eğlence ve Hususi İstihlak Vergisi yürürlüğe girmiştir. Umumi İstihlak Vergisi esas olarak satışları vergilendirdiğinden ayrıca hizmetleri hedef alan hususi istihlak ve eğlence vergisi kabul edilmiştir. Umumi istihlak vergisi, kapsamı oldukça geniş tutulmak istenen bir yayılı muamele vergisi niteliğindeydi. Günümüzde uygulanan katma değer vergisinin Türkiye’deki ilk şekli olarak kabul edilebilir.
Gelir üzerinden alınan vergilere ilişkin olarak 1926 yılında gelir sağlama düzeyi düşük olan temettü vergisi kaldırılmış, yerine hem de daha fazla gelir sağlayacak hem daha modern bir vergi uygulaması sağlayacak kazanç vergisi yürürlüğe konmuştur. 1926 yılında kazanç vergisi çıkarılmıştır. Kazanç Vergisi, temettü vergisine nazaran daha geniş kapsamlı ve gerçek geliri kavramaya yönelik bir vergi olup günümüz gelir vergisine daha yakın bir yapı göstermektedir. İlk kazanç vergisi 1934 yılında kaldırılmış yerine 1950 yılına kadar yürürlükte kalan yeni kazanç vergisi getirilmiştir. Kazanç vergisi kaldırılarak 1949 yılında yerine Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi ve Esnaf Vergisi Kanunları kabul edilmiştir. Bu kanunlarla birlikte Vergi Usul Kanunu da aynı yıl kabul edilmiş, vergiler 1950 yılında yürürlüğe konulmuşlardır.
1950 yılında yürürlüğe giren KVK, 56 yıl gibi yarım yüzyılı aşkın bir süre boyunca yapılan birçok değişiklikle tanınamaz ve uygulanamaz hâle gelmiş, bu durum yeni bir kanun yapılma ihtiyacını doğurmuştur. 1950 yılında yürürlüğe giren 5422 sayılı Kanun yerine 2006 yılında yeni 5520 sayılı KVK yürürlüğe girmiştir.
Anayasa’nın Vergi Ödevi başlıklı 73 maddesinde “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.” denilmektedir.
Türk vergi sisteminde yer alan vergileri toplu halde görebilmek için sayfa 5’deki Şekil 1.1’e bakınız.
Gelir Vergisi: Gelir Kavramı, Tanımı, Gelir Vergisi Türleri, Mükellefiyet
Gelir Kavramı
Vergilendirilebilir gelirle bir dönem içerisinde kendi mal varlığını tüketmeksizin veya borçlanmaksızın ne çeşit iktisadi güce sahip olduğu ve elinde bulundurduğu imkânlar kastolunmaktadır. Bu hususun tespitinde iki teori geliştirilmiştir; kaynak teorisi ve safi artış teorisi (net artış) teorisi.
Kaynak Teorisi (Dar Anlamda Gelir): Gelir, kişilerin sahip oldukları üretim faktörlerinin üretim faaliyetlerinde kullanılması sonucu düzenli olarak elde edilen ekonomik değerlerdir. Örneğin; emek sahiplerinin elde ettikleri ücretler, teşebbüs sahiplerinin ticari faaliyetlerinden sağladıkları karlar gibi.
Safi Artış Teorisi (Geniş Anlamda Gelir): Gelir, kaynak teorisine göre açıklanan gelir kavramını da içine alacak biçimde, bir kişinin belirli bir dönem sonundaki tüm varlıklarının değerinde, aynı dönemin başındaki varlık değerine göre meydana gelen net artıştan ibarettir.
Gelir = Dönem Tüketimi – (Dönem sonu servet – Dönem başı servet)
Bu teoriye göre tüketilen ya da servete katılan unsurların nasıl elde edildiği üzerinde durulmamaktadır.
Gelir Vergisi Türleri
Gelir vergisinin sedüler ve üniter olmak üzere iki türü bulunmaktadır. Sedüler gelir vergisinde gerçek kişilerin çeşitli kaynaklardan elde ettikleri gelirler ayrı ayrı vergilendirilmektedir. Üniter gelir vergisinde, gerçek kişilerin çeşitli kaynaklardan elde ettiği gelirler toplanmakta varsa zararların mahsubu yapıldıktan sonra bulunan safi tutara artan oranlı tarife uygulanmak suretiyle vergi borcu hesaplanmaktadır.
Gelir Vergisi Kanunu’na Göre Gelirin Tanımı ve Özellikleri
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun verginin mevzuu başlıklı 1. maddesinde gerçek kişilerin gelirlerinin gelir vergisine tâbi olduğu ifade edildikten sonra gelirin tanımının yapıldığı görülmektedir. İlgili madde de gelir “bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır” şeklinde tanımlanmaktadır.
Gelirin kanundaki tanımını irdelediğimizde, vergiye tabi gelirin özelliklerinin şunlar olduğu görülmektedir;
- Gelir vergisine tabi gelir gerçek kişiler tarafından elde edilen gelirdir.
- Gelir vergisine tabi gelir bir takvim yılı içinde elde edilen gelirdir.
- Gelir vergisine tabi gelir elde edilmiş olmalıdır.
- Gelir vergisine tabi gelir kazanç ve iratlardan oluşmaktadır.
- Gelir vergisine tabi gelir safi gelirdir.
- Gelir vergisine tabi gelir gerçek gelirdir.
- Gelir geneldir.
Gelir Vergisinde Mükellefiyet
193 sayılı GVK’nin 3. maddesinde gelir vergisinin mükellefinin gerçek kişiler olduğu ifade edilmektedir.
Gelir vergisinde tam ve dar mükellef olmak üzere iki türlü mükellefiyet söz konusudur. Tam mükellefiyete tabi olanlar Türkiye içinde ve dışında elde ettikleri kazanç ve iratların tamamı üzerinden Türkiye’de vergilendirilirler. Dar mükellefiyete tabi olanların ise sadece Türkiye içinde elde ettikleri kazanç ve iratlar Türkiye’de vergiye tabi iken, Türkiye dışında elde ettikleri kazanç ve iratlar Türkiye’de vergiye tabi tutulmamaktadır.
Kimlerin tam mükellef sayılacağı hususunda iki kriter ölçü göz önünde bulundurulmuştur; birincisi yerleşme, ikincisi ise vatandaşlıktır.
Türkiye’de yerleşmiş veya yerleşmiş sayılanlar;
- İkametgâhı Türkiye’de bulunanlar. Medeni Kanun’da yerleşim yeri bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yer olarak tanımlanmaktadır (madde 19). Buna göre sürekli kalma niyetiyle Türkiye’de oturanlar Türkiye’ye yerleşmiş sayılırlar.
- Bir takvim yılı içinde Türkiye’de devamlı olarak altı aydan fazla oturanlar. Geçici ayrılmalar Türkiye’de oturma süresini kesmemektedir.
Takvim yılı içerisinde Türkiye’yi terk ederek ikametgâhını yabancı ülkelere taşıyan tam mükellef gerçek kişiler açısından vergilendirme, terk tarihinden önceki 15 gün içerisinde yapılacaktır.
Türkiye’de yerleşmiş olmayan gerçek kişiler dar mükelleftir. Dar mükellefler sadece Türkiye’de elde ettikleri kazanç ve iratlar üzerinden vergilendirilmektedir.
Çalışma veya oturma izni alarak altı aydan daha fazla bir süredir yurt dışında yaşayan Türk vatandaşları Türkiye’de elde ettikleri kazanç ve iratları bakımından dar mükellefiyet esasında vergilendirilmektedirler.
Dar mükelleflerin Türkiye’de kazanç ve iradları elde etme şartları GVK’nin 7. maddesinde düzenlenmiştir.
Gelir Unsurları ve Vergilendirilmesi
Gerçek kişilerin sahip oldukları üretim faktörlerini üretim sürecine sokmaları karşılığında kazanç ve irat şeklinde elde etmiş oldukları gelirler GVK 2. maddesinde yedi başlık altında sıralanmıştır. Bunlar;
- Ticari kazançlar,
- Zirai kazançlar,
- Ücretler,
- Serbest meslek kazançları,
- Gayrimenkul sermaye iratları,
- Menkul sermaye iratları,
- Diğer kazanç ve iratlar
Ticari Kazançlar
Ticari kazancının tanımı GVK’nin 37. maddesinde yapılmıştır. İlgili maddede ticari kazanç “Her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançlar ticari kazançtır” şeklinde tanımlanmıştır.
Ticari ve sınai faaliyetin ticari kazancın kapsamına girebilmesi için, bu faaliyetin;
- Bir işletme organizasyonu çerçevesinde yapılıyor olması (objektif ölçüt). Örneğin, iş yeri açma, işçi çalıştırılması, ticaret siciline kaydolunması gibi.
- Süreklilik arz ediyor olması (subjektif ölçüt).
- Bağımsız olarak yapılıyor olması, gerekir.
Kanun’da çeşitli tartışmaların önüne geçmek amacıyla aşağıdaki faaliyetlerden elde edilen kazançlar da ticari kazanç olarak sayılmıştır;
- Maden, taş ve kireç ocakları, kum ve çakıl istihsal yerleri ile tuğla ve kiremit harmanlarının işletilmesinden,
- Coberlik işlerinden,
- Özel okul ve hastanelerle benzeri yerlerin işletilmesinden,
- Gayrimenkullerin alım, satım ve inşa işleriyle devamlı olarak uğraşanların bu işlerinden,
- Kendi nam ve hesaplarına menkul kıymet alım satımı ile devamlı olarak uğraşanların bu faaliyetlerinden,
- Satın alınan veya trampa suretiyle iktisap olunan arazinin iktisap tarihinden itibaren 5 yıl içinde parsellenerek bu müddet içinde veya daha sonraki yıllarda kısmen veya tamamen satılmasından,
- Diş protezciliğinden elde edilen kazançlar.
Zirai alanda faaliyette bulunan kolektif ve adi komandit şirketin ortaklarının ortaklıktan elde ettikleri kazanç zirai kazanç değil ticari kazançtır.
Ticari Kazancın Vergilendirilmesi
Ticari kazanç, gerçek veya basit usule göre tespit edilir. Bazı gerçek kişiler ticari faaliyetlerden ticari kazanç elde etmiş olmalarına karşın esnaf muaflığı kapsamında gelir vergisi mükellefiyetlikleri söz konusu olmamaktadır. Ticari faaliyetlerden elde edilen bazı gelirler de gelir vergisinden istisna edilmiştir.
Ticari Kazancın Gerçek Usulde Tespiti
Ticari kazancın gerçek usulde tespit yöntemleri bilanço esası ya da işletme hesabı esasıdır. I. sınıf tüccarların, bilanço esasına göre, II. sınıf tüccarların işletme hesabı esasına göre defter tutacakları hüküm altına alınmıştır.
Birinci sınıf tüccarların ticari kazançları bilanço esasına göre tespit edilir. Kimlerin I. Sınıf tüccar sayılacağının cevabını VUK madde 177’de bulmak mümkündür. VUK 177. maddesi hükmü gereği aşağıda sayılanlar I. sınıf tüccar sayılmaktır;
- Satın aldıkları malları olduğu gibi veya işledikten sonra satan ve yıllık alımlarının tutarı 230.000 TL’yi veya satışlarının tutarı 320.000 TL’yi aşanlar;
- Birinci bentte yazılı olanların dışındaki işlerle uğraşıp da bir yıl içinde elde ettikleri gayrisafi iş hasılatı 120.000 TL’yi aşanlar;
- 1 ve 2 numaralı bentlerde yazılı, işlerin birlikte yapılması hâlinde 2 numaralı bentte yazılı iş hasılatının beş katı ile yıllık satış tutarının toplamı 230.000 TL’yi aşanlar;
- Her türlü ticaret şirketleri;
- Kurumlar vergisine tabi olan diğer tüzel kişiler;
- İhtiyari olarak bilanço esasına göre defter tutmayı tercih edenler.
Bilanço Esasında Tutulacak Defterler
Bilanço esasına göre ticari kazançları tespit edilen birinci sınıf tüccarlar yevmiye defteri, defterikebir, envanter defteri tutmak zorundadırlar. Bu defterler ticari faaliyetin türü ne olursa olsun tüm I. sınıf tüccarların tutmak zorunda oldukları defterlerdir.
Yevmiye defteri, kayda geçirilmesi icabeden muamelelerin tarih sırasıyla ve madde hâlinde tertipli olarak yazıldığı defterdir. Defterikebir, yevmiye defterine geçirilmiş olan muameleleri buradan alarak usulüne göre hesaplara dağıtan ve tasnifli olarak bu hesaplarda toplayan defterdir. Envanter defteri ve bilanço günü, envanter defterine işe başlama tarihinde ve müteakiben her hesap döneminin sonunda çıkarılan envanterler ve bilançolar kaydolunur ve bu tarihe “bilanço günü” denir. Envanter defteri ciltli ve sayfaları müteselsil sıra numaralı olur.
Ticari Kazancın Tespiti
Birinci sınıf tüccarların ticari kazançları bilanço esasına göre tespit edilir. Bilanço esasına göre ticari kazanç, teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müspet farktır. Bu dönem zarfında sahip veya sahiplerce:
- İşletmeye ilave olunan değerler bu farktan indirilir;
- İşletmeden çekilen değerler ise farka ilave olunur.
Ticari Kazanç = Dönemsonu öz sermaye - Dönembaşı öz sermaye + çekilen değerler - ilave değerler
Ticari Kazancın Tespitinde İndirilebilecek ve İndirilemeyecek Giderler
İndirilecek ve indirilemeyecek olan bu giderler ticari kazancın safi miktarını tespit etmek için ister bilanço ister işletme hesabı esasında olsun dikkate alınacak giderlerdir.
İndirilmesine izin verilen ve GVK 40. maddesinde sayılan giderler şunlardır:
- Ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderler.
- Hizmetli ve işçilerin iş yerinde veya iş yerinin müştemilatında iaşe ve ibate giderleri, tedavi ve ilaç giderleri, sigorta primleri ve emekli aidatı, demirbaş olarak verilen giyim eşyası.
- İşle ilgili olmak şartıyla, mukavelenameye veya ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminatlar.
- İşle ilgili ve yapılan işin ehemmiyeti ve genişliği ile mütenasip seyahat ve ikamet giderleri.
- Kiralama yoluyla edinilen veya işletmeye dahil olan ve işte kullanılan taşıtların giderleri.
- İşletme ile ilgili olmak şartıyla bina, arazi, gider, istihlak, damga, belediye vergileri, harçlar ve kaydiyeler gibi ayni vergi, resim ve harçlar ticari kazancın tespitinde gider olarak yazılabilir…
Yukarıda sayılan bu giderlerin indirilebilmesinin altı temel koşulu vardır: Birincisi, işle ilgili olmalıdır. İkincisi yapılan giderin ticari kazancın elde edilmesine ve sürekliliğinin sağlanmasına yönelik olması gerekir. Üçüncüsü, yapılan giderin belgelendirilebilmesi (VUK hükümleri çerçevesinde) gerekir. Dördüncüsü, yapılan giderin yasalarla yasaklanmış olmayan bir gider olması gerekir (rakip firmalara ihaleye katılmama karşılığı ödenen paralar). Beşincisi, yapılan giderin tahakkuk etmiş olması gerekir. Altıncısı, yapılan giderin dönemsellik ilkesi çerçevesinde cari döneme isabet eden kısmının gider olarak kaydedilmesi.
GVK 41. maddesinde sayılan ve indirilmesine izin verilmeyen giderler şunlardır:
- Teşebbüs sahibi ile eşinin ve çocuklarının işletmeden çektikleri paralar veya aynen aldıkları sair değerler.
- Teşebbüs sahibinin kendisine, eşine, küçük çocuklarına işletmeden ödenen aylıklar, ücretler, ikramiyeler, komisyonlar ve tazminatlar.
- Teşebbüs sahibinin işletmeye koyduğu sermaye için yürütülecek faizler.
- Transfer yoluyla dağıtılan örtülü kazançlar.
- Her türlü para cezaları ve vergi cezaları ile teşebbüs sahibinin suçlarından doğan tazminatlar.
- Her türlü alkol ve alkollü içkiler ile tütün ve tütün mamullerine ait ilan ve reklam giderleri….
Değerleme, Amortisman ve Enflasyon Düzeltmesi
Mükellefler vergi matrahlarını tespit ederken, vergi kanunlarında belirtilen şekli ödevlerinin yanı sıra VUK’un değerleme, amortisman, reeskont, enflasyon düzeltmesine ilişkin hükümlerine uyarak vergi matrahlarını tespit etmek zorundadırlar.
Değerleme
Ticari kazancın tespitini öz sermaye karşılaştırmasına bağlayan sistemlerde vergi matrahı, dönem sonu ve dönem başında işletmeye dahil iktisadi kıymetlerin değerleri esas alınmak suretiyle belirlenir. Zira, mükelleflerin sahip oldukları varlıkların değeri zaman içerisinde değişebilmekte, bu değişimin de vergi matrahının tespitinde dikkate alınması gerekmektedir. Böylece, vergi matrahı objektif esaslara göre tespit edilmekte ve mükellefiyette eşitlik sağlanmış olmaktadır.
Türk vergi sisteminde matrahın belirlenmesinde bazı istisnalar haricinde parasal değer esası benimsenmiştir. Bu durum doğal olarak değerleme yani iktisadi kıymetlerin değerlerinin doğru biçimde saptanması gereksinimini ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle iktisadi kıymetlerin değerlemesi vergi hukukunun önemli bir konusunu oluşturmuştur.
Amortisman
Amortisman bir varlığın maliyetinin yıllara yayılmak suretiyle yok edilmesi olarak açıklanabilir. Finansal açıdan amortisman, bir duran varlığın kullanımı ya da zaman geçmesi sebebiyle aşınması, eskimesi ve yıpranmasını ifade etmektedir.
Amortisman konusuyla ilgili düzenlemeler VUK’ta yer almaktadır. Bu hükümlere göre işletmeye kayıtlı olan iktisadi kıymetlerin amortismanları gider yazılabilir. Bu şekilde vergi matrahı ayrılan amortisman tutarı kadar azalmış olacaktır.
Bir iktisadi kıymet için amortisman ayırabilmenin şartları şunlardır;
- İşletmenin aktifinde kayıtlı olması,
- Eskimeye, aşınmaya veya değer kaybına maruz kalması,
- İşletmede bir yılı aşan süredir kullanılıyor olması,
- Değerinin belli tutarı aşması (2019 yılı için KDV hariç 1.200 TL).
Amortisman süresi, kıymetlerin aktife girdiği yıldan başlar. Bu sürenin yıl olarak hesaplanması için (1) rakamı mükellefçe uygulanan nispete bölünür.
Vergi Usul Kanunu’na göre, mükellefler amortismana tabi iktisadi kıymetlerin itfasında normal amortisman ya da azalan bakiyeler usulüyle amortisman yöntemlerinden birini seçebilirler.
Normal amortisman yönteminde mükellefler amortismana tâbi iktisadi kıymetlerini Hazine ve Maliye Bakanlığının tespit ve ilan edeceği oranlar üzerinden itfa ederler. İlan edilecek oranların tespitinde iktisadi kıymetlerin faydalı ömürleri dikkate alınır.
Azalan bakiyeler usulüyle amortisman yönteminden sadece bilanço esasına göre defter tutan mükellefler yararlanabilmektedirler.
Enflasyon Düzeltmesi
Enflasyonu kısaca fiyatlar genel seviyesindeki sürekli artış olarak tanımlamak mümkündür. Fiyatlar genel seviyesindeki bu artış mali tabloları da gerçek olmaktan uzaklaştırmakta, beraberinde vergi matrahının oluşmasında bazı mükelleflerin lehine, bazı mükelleflerin de aleyhine sonuçlar doğurmaktadır.
Enflasyon düzeltmesinin amacı, enflasyonun yol açtığı ve mali tablolarda yarattığı tahribatı düzeltmek yani, mali tablonun ait olduğu tarihteki satın alma gücünü yansıtır hâle getirmek dolayısıyla, işletmelerin öz sermayelerinin gerçek boyutları ile değerlendirilmesine olanak sağlamaktır.
Enflasyon düzeltmesi, mali tablolarda yer alan kıymetlerin Türk Lirası değerlerinin tablonun ait olduğu tarihteki değerine yükseltilmesinden ibaret bir işlemdir. Düzeltme, parasal olmayan kıymetlerin enflasyon düzeltmesinde dikkate alınacak tutarlarının düzeltme katsayıları ile çarpılması suretiyle gerçekleştirilmektedir. Mükelleflerin enflasyon düzeltmesinden yararlanabilmeleri için aşağıdaki iki şartın aynı anda gerçekleşmesi şarttır. Bunlar;
- Ticari kazancı bilanço esasına göre tespit ediliyor olmak.
- Fiyat endeksindeki artışın, içinde bulunulan dönem dâhil son üç hesap döneminde %100’den ve içinde bulunulan hesap döneminde %10’dan fazla olması.
Bu şartları taşıyan mükellefler aşağıda belirtilen hususları sırasıyla yerine getirecektir;
- Mali tabloda yer alan kıymetlerden hangilerinin parasal olmayan kıymet olduğu tespit edilmesi,
- Tespit edilmiş parasal olmayan kıymetlerin enflasyon düzeltmesinde dikkate alınacak tutarlarının bulunması,
- Bulunan bu tutarların ait oldukları düzeltme katsayılarıyla çarpılması,
- Parasal olmayan kıymetler düzeltilmiş değerleriyle, parasal kıymetler ise düzeltmeye tabi tutulmaksızın mali tabloda gösterilmesi.
Değerleme, amortisman, enflasyon düzeltmesi müesseseleri yanında, vergi matrahını etkileyebilecek başka bazı düzenlemeler daha bulunmaktadır.