TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ VE PARLEMENTO TARİHİ - Ünite 6: Çok Partili Dönem Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Çok Partili Dönem

Tek Parti Yönetiminden Çok Partili Döneme Geçiş

Türkiye II. Dünya Savaşına katılmamasına rağmen, etrafını saran bu büyük savaşın etkilerini her alanda hissetti. Siyasette tek parti idaresi tam anlamıyla kendisini hissettirirken, savaş, Türkiye’yi en fazla ekonomik alanda etkiledi. Savaş esnasında bir milyona yakın askerini silâh altına alan Türkiye, bütçesinin %55’ini milli savunmaya ayırarak her an savaşa girecekmiş gibi hazırlık yaptı. Genç nüfusun askere alınması üretimi düşürdü, yokluk başladı, enflasyon ortaya çıktı ve karaborsacılık yayıldı. Ekmek ve diğer temel tüketim malzemeleri karneyle dağıtılmaya başlandı. Hükümetin ekonomik sorunları çözmek için; Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi gibi kanunlarla çözüm arama çabaları, ekonomik sorunları sona erdirmediği gibi yeni sosyal ve ekonomik sorunlara sebep oldu. Ülkede siyasal idareye karşı memnuniyetsizlik ve sisteme karşı muhalefet iyice belirginleşti. Toplumda büyük oranda bir değişim ve dönüşüm talebi mevcuttu.

Zor şartlar altında kalan Türkiye, tek parti yönetiminden çok partili hayata geçiş hazırlıklarına hızlı başladı. Türkiye’deki değişimin ilk işaretleri, Birleşmiş Milletler’in kurulması için toplanan San Francisco Konferansı’na katılan Türk Heyeti’nce verildi. Konferansta Batılı ülkelere Türkiye’de kısa sürede çok partili hayata geçileceğine ilişkin açık mesajlar iletildi.

Demokrat Parti’nin Kurulması ve Programı

CHP, tek parti idaresini bilinen tek parti yönetimlerinden farklı kılacak samimi çabalar gösterdi. Örneğin parlamentoyu sağlıklı çalıştıracak ve iktidarı denetleyebilecek bir ara çözüm üretildi. İktidar partisi içerisinde oluşturulan bağımsız grup ya da müstakil grubun iktidara karşı Mecliste muhalefet yapması ve hükümeti takip ederek denetlemesi planlandı. Müstakil Grup; parti başkanlığına bağlı çalışacak, fakat hükümetin faaliyetlerini açıkça eleştirebilecekti. Ne var ki tek parti döneminde Müstakil Grup, hiçbir zaman planlandığı gibi hareket edemedi ve Meclis içerisinde iktidara karşı denetim yapma gücünü gösteremedi. Oysa parlamentonun sağlıklı çalışması ve Cumhuriyet idaresinde demokratik bir yönetimin tesis edilebilmesi güçlü bir muhalefete bağlıydı.

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve Bütçe Kanunu görüşmeleri CHP’de tek parti yönetiminden farklı gerekçelerle rahatsız olan bir grubun daha da belirginleşmesini sağladı. Bu grubun birlikte ve ortak bir şekilde hükümete yönelik ilk talebi hak ve hürriyetlerin genişletilmesi isteği yani “Dörtlü Takrir” ile oldu. Haziran 1945’te Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü’nün imzaladığı bu önerge, CHP Meclis Grup Başkanlığı’na verildi. Kısaca “Dörtlü Takrir” olarak bilinen önergeyle; 1924 Anayasası’nın demokratik ruhuna vurgu yapılarak, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 19 Mayıs konuşması referans gösterilerek, bireysel siyasi hak ve hürriyetlerin genişletilmesi talep ediliyordu. Grupta tartışılan Dörtlü Takrir, CHP yönetimi tarafından uygun görülmedi. Bir yanda daha fazla demokrasi vaat edilirken, diğer yanda siyasi hak ve hürriyetlerin genişletilmesi taleplerinin reddedilmesi bir çelişki gibi gözüküyordu.

Dörtlü Takrir’in reddedilmesi parti içi muhalefetin çalışmalarını engellemedi. Adnan Menderes ve Fuat Köprülü basın üzerinden; Anayasanın demokratik ruhuna uygun, temel insan hak ve özgürlüklerini genişletecek düzenlemeleri talep etmeyi sürdürdüler. Her iki milletvekilinin hükümete yönelik basın üzerinden eleştirilerine devam etmeleri CHP tarafından Parti disiplinin ihlali olarak görüldü ve Menderes ile Köprülü 21 Eylül 1945’de partiden ihraç edildiler. Partinin ihraç kararını ağır bularak eleştiren Refik Koraltan da 2 Ekim’de aynı sonuçla karşılaşırken, Celal Bayar da bu duruma tepki olarak milletvekilliğinden istifa etti.

CHP’den uzaklaşan dört milletvekili, sürekli toplantılar yaparak, yeni bir siyasi hareket için çalışmalara başladılar. 4 Aralık’ta Çankaya’ya çıkan Celal Bayar, yeni partinin tüzük ve programını Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye sundu. Bu gelişmelerin ardından Demokrat Parti (DP), Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan tarafından 7 Ocak 1946’da İçişleri Bakanlığı’na yapılan müracaatla kuruldu. Kurucular, Celal Bayar’ı partinin ilk Genel Başkanı seçtiler.

DP Programı, CHP’nin programına çok benziyordu. Laiklik başta olmak üzere CHP’nin altı oku DP’nin programında da aynen yer almaktaydı. Fakat DP’nin programında; sıklıkla demokrasiye vurgu yapılması, temel hak ve hürriyetlere geniş yer ayrılması dikkati çekiyordu. Ayrıca Atatürk ilkeleri yeniden yorumlanarak laikliğin, din ile devletin birbirinden tamamen ayrılması olduğu, dinsizlik olmadığı, din hürriyetinin de diğer hürriyetler kadar insanlığın önemli haklarından biri olduğu belirtilmişti. Devletçiliğin yeniden tanımlandığı programda, özel teşebbüs ve sermayenin teşvik edilerek korunacağı açıklanmıştı.

1946 Genel Seçimleri

Demokrat Parti, kuruluş ve ilk örgütlenme sürecinde CHP iktidarının yardımını fazlasıyla gördü. Fakat DP’nin kısa sürede halkın ilgi odağı haline gelmesi, CHP iktidarını halkın beğenisini sağlayacak ve halk desteğini artıracak bir takım adımlar atmaya zorladı. Hükümet, 1946 Şubat ayından başlayarak sosyal ve siyasal hayatta halkı rahatlatacak olumlu adımlar attı. Bu çerçevede öğrencilere örgütlenme hakkı tanındı, üniversite özerkliği genişletildi, basit suçlar affedildi, köylüyü rahatlatacak vergi düzenlemesi yapıldı, işçilere sigorta güvencesi getirildi, basın hürriyeti genişletildi. Ardında CHP’yi kurultaya götüren CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, değişmez genel başkanlık unvanını kaldırdı. Böylece tek parti rejiminden sonra tek şefli parti yönetimi de sona ermiş oldu. Kurultayda İsmet İnönü’nün, Seçim Kanunu’nun değiştirilmesinden bahsederek erken seçimden söz etmesi, siyasette büyük bir sürpriz olarak karşılandı.

Muhalefetin yeni teşkilatlanmaya başladığı bir zamanda CHP, öncelikle yerel seçimleri öne alarak erken seçime gitti. DP, 26 Mayıs 1946’da yapılan erken yerel seçimlere girmedi. Bu nedenle halkın seçimlere katılımı da çok düşük oldu. CHP, 5 Haziran’da Seçim Kanunu’nda önemli değişiklikler yaparak; seçimlerin tek dereceli yapılmasını yani milletvekillerinin doğrudan halkın tercihiyle seçilmesini kararlaştırdı.

Yerel seçimler sonrası CHP, erken genel seçim kararı aldı. DP’liler, henüz tam anlamıyla teşkilatlanma imkânı bulamadan iktidarın erken genel seçime gitmesini şiddetle eleştirdi ve siyasi fırsatçılık yapıldığını iddia ettiyse de sonuç değişmedi. Seçimleri bir kez daha protesto ederek katılmamayı düşünen DP’liler, çok partili hayatın önemi, gereği ve geleceğini düşünerek seçimlere katılma kararı aldılar. CHP, çok partili hayatın ilk genel seçimlerinin 21 Temmuz 1946’da yapılmasına karar verdi ve bu seçimde CHP ezici bir çoğunlukla zafer kazandı.

Demokrasi açısından ilk kez tek dereceli bir seçim olması yönünden olumlu bir adım olan 1946 Genel Seçimleri, DP muhalefetinin seçimlerde usulsüzlükler yapıldığı yönündeki şiddetli itirazları nedeniyle Cumhuriyet tarihinin en çok tartışılan seçimi oldu.

12 Temmuz Beyannamesi

21 Temmuz 1946 seçimlerinden başlayarak, 12 Temmuz 1947 yılına kadar iktidar-muhalefet ilişkileri oldukça sıkıntılı geçti. Bu süre içinde CHP ile DP arasında seçimlerle başlayan gergin ilişkiler karşılıklı suçlamalar, ithamlar ve güvensizliklerden kaynaklanan çatışmalar öyle bir aşamaya geldi ki rejimin bir çıkmaza sürüklenme ihtimali belirdi. Başbakan Recep Peker de DP muhalefetine karşı hoşgörülü davranmıyordu. DP’nin ise, özellikle Hürriyet Misakından sonra geri adım atma ihtimali kalmamıştı. Böylece her iki parti kıyasıya bir çatışmanın içine sürükleniyordu.

CHP ile DP arasında, var olan sorunları çözmek, siyasi gerginlikleri sona erdirmek ve sağlıklı bir iktidarmuhalefet ilişkisi geliştirmek için görüşmeler yapıldı. Cumhurbaşkanı İnönü, yaklaşık bir ay sürdürdüğü görüşmelerle her iki lider arasındaki anlaşmazlık konularını belirlemeye çalıştı. Zira Cumhurbaşkanına göre her şeyden evvel iki siyasi partinin nasıl ortak çalışabileceğini belirlemek önemliydi. Siyasetin durumu ve siyasi partilerin tavrını belirleyen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bir beyanname hazırlayarak Başbakan Peker ve Muhalefet lideri Bayar’a da gösterdikten sonra 12 Temmuz 1947’de yayınladı. Beyannamede; meşru bir muhalefetin önemine dikkat çekilerek, iktidarın muhalefete hiçbir şekilde baskı yapamayacağı vurgulanıyordu. Ayrıca, Bayar’ın iddiaları makul görülerek, muhalefete sahip çıkılırken, Başbakan Peker’in iddiaları karşılıksız kalıyordu. Cumhurbaşkanı demokrasiye geçişte kararlı tutumla tavrını ortaya koyarken, iktidar ve muhalefet ilişkilerine de yeni boyut kazandırdı. Böylece Cumhurbaşkanı İnönü tavrını ortaya koymuş, siyasetin yeniden yapılandırılmasına yol açacak yeni bir süreci başlatmış oldu.

12 Temmuz Beyannamesi, siyasette büyük yankı buldu. Beyannamede açıkça bir hedef gösterilmese de CHP içerisinde sertlik yanlısı grubun öncüsü Başbakan Recep Peker’e yönelik bir eleştiri vardı. 12 Temmuz Beyannamesi’nin oluşturduğu hava ile CHP içerisindeki ılımlılardan oluşan 35’ler grubu harekete geçti. Önce 9 Eylül 1947’de Recep Peker Başbakanlık görevinden istifa etti, ardından 17 Kasım 1947’de, CHP VII. Büyük Kurultayı’nda Recep Peker ve ekibi tasfiye edildi. Böylece CHP, Cumhurbaşkanının yol göstericiliği ile yeni dönemin ruhunu kavramakta zorlanan kadroyu devre dışı bırakmış oldu. 12 Temmuz Beyannamesi çok partili hayatın devamında son derece önemli bir yere sahiptir. Beyanname ile Cumhurbaşkanı İsmet İnönü CHP’yi, Celal Bayar DP’yi çok partili hayatın anlayışına uygun bir şekilde yeniden yapılandırmıştır. Böylece çok partili hayatın yaşaması için önemli bir aşama başarıyla geçilmiş oldu.

Yeni Seçim Kanunu

1946 Seçimlerinde yapıldığı iddia edilen yolsuzluklar, muhalefet tarafından sıklıkla gündeme getirildi ve hükümet bu durumdan fazlasıyla rahatsız oldu. Muhalefet; eleştirilerini özellikle seçim yasasına yönelterek yasanın suiistimale son derece açık olduğunu iddia ediyordu. Demokratikleşme ve çok partili hayatın geleceği konusunda kararlı olan Hasan Saka Hükümeti, yeni bir seçim kanunu için hazırlıklara başladı. Hatta 9 Temmuz 1948’de Seçim Yasası’nda bazı düzenlemeler gerçekleştirdiyse de muhalefetin seçimlerin sağlıklı yapılabileceğine yönelik kaygılarını tamamen ortadan kaldıramadı.

Yeni Seçim Yasa taslağı, muhalefeti tatmin edecek şekilde geniş bir katılımla hazırlandığı ve kamuoyunda uzun bir tartışma süreci geçirdiği için toplumun büyük bir kısmının desteğini de aldı. Seçim Yasa taslağı 16 Şubat 1950’de Meclis Genel Kurulu’nda görüşüldü, Millet Partisi’nin olumsuz oy kullanmasına karşın CHP ve DP’nin oylarıyla kabul edildi. Böylece çok partili hayatın gereğine ve olgun bir demokrasi anlayışına uygun bir şekilde CHP ve DP’nin desteğiyle kabul edilen seçim yasası yürürlüğe girdi.

Yeni Seçim Yasası, temel ilkeleri bakımdan oldukça demokratikti. Yasa; gizli oy-açık sayım ve yargı denetimini getiriyordu. Seçim, Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşan Yüksek Seçim Kurulu’nun kontrolü altında yapılacaktı. Siyasi partilerin sandık başında gözlemci bulundurmalarına imkân tanıyordu. Dönemi için oldukça ileri bir çalışma olan yeni Seçim Yasası’nın, siyasi istikrarı korumak adına çoğunluk sistemini kabul etmesi ise çeşitli sakıncalara kapı aralıyordu.

Demokrat Parti İktidarı (1950-1960)

14 Mayıs 1950 Seçimleri ve Demokrat Parti’nin İktidara Gelişi

Siyasi partilerin 14 Mayıs 1950 Genel Seçimlerine hazırlık süreci son derece sakin geçti. 14 Mayıs gece yarısına doğru gayri resmi sonuçlar açıklanmaya başlandığında siyasette büyük bir sürpriz yaşandı. DP, büyük bir zafer kazanmıştı. En iyimser tahminlerde bile kimse DP’nin bu kadar büyük başarı kazanacağını beklemiyordu.

DP’nin böyle büyük bir zafer kazanmasında; tek parti döneminde II. Dünya Savaşı’nın da tetiklediği ekonomik ve siyasi sıkıntıların hafızalarda canlı olması ve CHP’nin uzun süredir ülkeyi tek başına yönetmesinden kaynaklanan iktidar yorgunluğu etkili oldu. Ayrıca DP’nin daha evvelki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası örneklerinden aldığı dersler ile halkın nabzını iyi tutarak başarılı bir seçim stratejisi izlemesinin de kazandığı zaferde önemli payı oldu.

14 Mayıs seçimleriyle 27 yıldır iktidarda olan CHP’nin yerini DP’ye bırakması son derece önemli bir olaydı. DP kurucusu Refik Koraltan’a göre “Tam bir beyaz ihtilal”di. Halide Edip Adıvar da 14 Mayıs seçim sonuçlarından oldukça etkilendi, 14 Mayıs’ın “Demokrasi Bayramı” olarak kutlanmasını istedi. Kimi aydınlar da 14 Mayıs’ı; “Beyaz ihtilal”, “Kansız ihtilal”, “Demokrasi Bayramı” olarak tanımladılar.

Demokrat Parti’nin Yükselişi (1950-1954)

İsmet İnönü’nün çok partili hayata geçişte aldığı cesur karar ve demokratik bir seçim sonrası iktidarı muhalefete devretmesi son derece büyük bir başarıydı. 1946- 1950 yıllarında siyasal hak ve hürriyetlerin genişletilmesi yönünde de birçok adım atan CHP, çok partili hayatın kurumsallaşarak sürekliliğini ve muhalefete sağlıklı çalışma imkânını sağlayacak yasal düzenlemeleri tam anlamıyla gerçekleştirememişti. Ülkede siyasal değişim gerçekleşmişti ama hukuki değişimde hala eksiklikler vardı.

Siyasetteki gücünü pekiştiren DP, CHP üzerine daha katı ve kararlı bir şekilde gitmeye başladı. Öncelikle CHP’nin kontrolündeki Halkevleri 1951’de kapatıldı ve gayrimenkulleri hazineye devredildi. Parti, devlete ait pek çok gayrimenkulü ve devlet olanaklarını sınırsızca kullanıyordu.

DP iktidarı, en büyük başarısını ekonomik alanda gösterdi. DP, tek parti döneminde kullanılmayan CHP’nin biriktirdiği altınlar ve dış yardımların da katkısıyla, ülkeyi baştanbaşa adeta bir şantiyeye dönüştürdü, alt yapı faaliyetlerine önem verdi. Tarım sektörü teşvik edilerek kredi kolaylıkları sağlandı ve makinalaşmaya öncelik tanındı. Büyük sanayi yatırımlarına girişilerek fabrikalar, barajlar ve madencilik alanında pek çok girişimde bulunuldu. On yıllık iktidarın özellikle ilk yarısında, sağlanan ekonomik büyüme halkın yaşam standardını yükselttiği gibi ülkede büyük bir rahatlama sağladı.

Ülke 2 Mayıs 1954 yeniden seçimlere gitti. CHP, DP’ye karşı muhalefet partilerini birleştirerek ortak bir cephe oluşturma gayretine girdi, fakat başarılı olamadı. DP, ekonomik yatırımlarını ön plana çıkararak oy talep ederken, CHP yaşandığını iddia ettiği siyasi huzursuzluk ve laiklikten duyduğu endişelerini dillendirdi. Genel Seçimlere, yasal hiçbir zorunluluk bulunmamasına karşın katılım oldukça yüksek (% 88,63) oldu. Son derece sakin bir ortamda, başarılı bir seçim gerçekleştirildi.

DP’nin ulaştığı tarihi oy oranlarının Meclis’e yansıması da tarihi oldu. %58 oy alan DP, uygulanan çoğunluk sistemiyle Meclis’in %93’ünü kontrol ederek adeta fiili bir tek parti yönetimi oluşturdu. Bu durum Muhalefetin siyaseten iyice etkisizleşmesine/etkisizleştirilmesine zemin hazırladı.

Demokrat Parti’nin Siyasi Güç Kaybetmesi (1954- 1957)

DP’nin X. Dönem Meclis çalışmalarında bir yandan otoriter eğilim gösteren yasalara ağırlık vermesi, her fırsatta muhalefeti eleştirmesi ülkede gerginliği sürekli egemen kılarken, diğer yandan DP’ye karşı muhalefeti daha da güçlendirdi. DP’nin pervasız ve umursamaz politikaları nedeniyle, her geçen gün DP’ye karşı muhalefet edenlerin sayısı arttı. Basının ülkede yaşanan sorunları yoğun olarak sütunlarına taşıması karşısında hükümet basına yönelik baskısını da artırdı. Uygulanan bu baskı politikası basının giderek hükümetten uzaklaşmasına ve muhalefete yanaşmasına neden oldu.

Adnan Menderes Hükümeti için 1955 yılı oldukça zor bir yıl oldu. 1954 seçimleriyle Meclis’teki gücü oldukça zayıf olan muhalefet partilerinin, hükümeti denetleme görevini DP Meclis Grubu üstlendi. Parti içi taleplerin dikkate alınmaması ise partideki huzursuzluğu artırdı. 15 Ekim 1955’de on milletvekili DP’den istifa etti. Bu milletvekilleriyle birlikte hareket eden dokuz milletvekili de DP Haysiyet Divanı tarafından partiden uzaklaştırıldı. Böylece DP bir kez daha parçalandı ve Hürriyet Partisi kuruldu.

Demokrat Parti ve İhtilal

Seçimlerden arzu ettiği sonucu alamayan Hürriyet Partisi CHP’ye katıldı. DP’ye karşı muhalif bütün unsurlarla işbirliğine giden CHP, özgürlüğün ve hürriyetin bayraktarı oldu. 1959 Kurultayı’nda ilk Hedefler Beyannamesi’ni kabul eden CHP, Anayasa’nın değiştirilmesinden, seçim sistemine, basın özgürlüğünden, üniversite özerkliğine kadar birçok konuda daha fazla hak ve özgürlük talep etmeye başladı.

Ülkedeki siyasi tıkanıklık ve iktidar-muhalefet çatışması sokaklarda karşılık bulmaya başladı. Devlet adamları sağduyulu bir şekilde hareket ederek gerginliği azaltmak yerine daha da tırmandırmayı tercih ettiler.

1950-1960 DP iktidarı döneminde, pek çok muhalefet partisi faaliyet gösterdi. Bunlar; Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Millet Partisi (MP), Köylü Partisi (KP), Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ve Hürriyet Partisi’ydi. DP, bu partilerden CHP dışında kalanları muhatap alarak iletişim bile kurmadı. Zira DP yöneticileri, CHP dışında kalan partilerin tamamının bir şekilde DP’den ayrılan kişilerce kurulmuş olmasını hoş görmedi. Kendilerinden ayrılarak farklı bir çatı altında siyaset yapan eski arkadaşlarını hiçbir zaman kabullenmedi.

27 Mayıs İhtilali ve Demokrasiye Ara Verilmesi

On yıllık DP iktidarında yaşanan en önemli kırılma 1955 yılında oldu. 1955’te daha önce yaşanmaya başlanan siyasi ve mali sorunlar DP yönetimini sıkıntıya düşürecek kadar arttı. Bu yıldan itibaren Türkiye’nin ekonomisi iyice bozularak kontrolden çıkmaya başladı. Ekonomik sorunların gün geçtikçe çoğalması DP’nin, 4 Ağustos 1958 Kararları’nı almasına neden oldu. Bu kararlarla ekonomiye büyük bir neşter vuruldu. Hükümet devalüasyon yaptı. Dolar 3 liradan yaklaşık 9 liraya yükseldi. DP, gün geçtikçe halk desteğini yitirerek siyasette güç kaybına uğruyordu.

Ordunun DP’ye karşı ilk hayal kırıklığı; Demokrat Parti’nin güvenoyu aldıktan sonra bir ihbarla ordunun zirvesinden başlayarak alt kadrolara kadar büyük bir tasfiyeye girişmesiyle yaşanmıştı. Bu durum askerler arasında DP’nin kendilerine karşı güvensizliği olarak algılanmıştı.

DP ile ordu arasındaki bağların kopmasına neden olan bir başka konu; laiklik ve Atatürkçülük’tü. Menderes’in bir grup toplantısında (29 Kasım 1955) milletvekillerine, “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” şeklindeki sözleri özellikle tepki çekti. Askerler arasında DP’nin laiklikten uzaklaşarak irticanın gelişmesine imkân sağladığı fikri yaygın bir şekilde kabul görmeye başladı.

27 Mayıs’ı gerçekleştiren darbe yapılanmalarının birbirini fark ederek birleşmeleri ve darbe komitesinin oluşumu 1957’de olmuştur. Komite tabandan tavana doğru örgütlenmiş, birbirinden habersiz hücrelerden oluşmuştur. Kamuoyu tarafından ordunun askeri müdahale yapabileceği ihtimali ilk kez 1958 yılının ilk günlerinde yaşanan 9 Subay Hadisesi’yle belirdi. Yarbay Samet Kuşçu, 9 subayın ismini vererek hükümeti değiştirmeye yönelik askeri bir darbe yapılacağı ihbarında bulundu. Kuşçu’nun ihbar ettiği bu subaylar hükümete karşı darbeye teşebbüsten tutuklanarak Askeri Mahkeme’de yargılandılar. DP Hükümeti’nin ihbarı yeterince ciddiye almayıp, tahkikatı derinleştirmemesi, 9 subayın delil yetersizliğinden beraat ettirilmesine ve Yarbay Kuşçu’nun iftira atmaktan cezalandırılmasına sebep oldu. Oysa 27 Mayıs’ta ihbarın doğru olduğu anlaşılacaktı.

Ülkede ağır ekonomik sorunlar, siyasi krizler, parti içi kavgalar yaşanıyordu. İktidar ile muhalefet arasındaki çatışma; gerginliği, huzursuzluğu ve kutuplaşmayı daha da artırdı. Bu arada DP’nin Tahkikat Komisyonu’nu kurması İstanbul Üniversitesi’nde öğrenciler tarafından protesto edildi. Öğrencilerin protestolarına polisin sert müdahalesi olayların kısa sürede daha da büyümesine sebep oldu. Olaylar İstanbul’dan Ankara’ya sıçradı. Büyük şehirlerde DP iktidarına yönelik protesto mitingleri düzenlenmeye başlandı. “555K” yani 5. ayın 5’inde saat 5’te Kızılay’da toplanan kalabalıklar DP Hükümeti’nin istifa etmesini istediler. Halk, ilk kez bu kadar kalabalık bir şekilde hükümete yönelik protesto yapıyordu. Hükümet; askerin verdiği mesajdan ziyade, Harbiyelilerin tahrik edilip edilmediğiyle ilgilendi. Hükümet, Harb Okulu’nun ve askeri birliklerin Ankara’dan ayrılmasına Konya ve Adapazarı’ndaki askerlerle yer değiştirmelerine karar verdi.

Askeri müdahale için bütün riskleri alan ordu, Tümgeneral Cemal Madanoğlu komutasında sabaha karşı 27 Mayıs 1960 tarihinde 03.30’da harekete geçti. Bir direnişle karşılaşmayan asker, kısa sürede ülkedeki kontrolü ele geçirdi, önce Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı, sonra bakanları ve en son Başbakan Menderes’i tutuklayarak sivil yönetimi devirdi. Org. Cemal Gürsel askeri müdahalenin başına geçti. Kısa sürede Org. Cemal Gürsel başkanlığında 38 kişilik bir Milli Birlik Komitesi oluşturularak ülke yönetimini eline aldı.

Askeri müdahaleyle DP’liler tutuklandılar ve yargılanmak üzere Yassıada’ya gönderildiler. On bir aylık bir mahkeme neticesinde DP’nin önde gelen 15 ismi hakkında idam kararı çıkarken 402 sanık da çeşitli cezalara çarptırıldı. Milli Birlik Komitesi 15 kişilik idam kararından Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun idam kararlarını onayladı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın da içinde yer aldığı 12 kişinin idam kararı da ömür boyu hapse dönüştürüldü. Milli Birlik Komitesinin kararları hızla yerine getirilerek Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun cezaları 16 Eylül’de ve Başbakan Adnan Menderes’in cezası ise 17 Eylül 1961’de infaz edildi. Darbe sonrası Demokrat Parti kapatıldı.