TÜRKİYE'DE FELSEFENİN GELİŞİMİ I - Ünite 2: Ahmet Mithat Efendi-Filibeli Ahmet Hilmi-Ziya Gökalp-Hilmi Ziya Ülken Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Ahmet Mithat Efendi-Filibeli Ahmet Hilmi-Ziya Gökalp-Hilmi Ziya Ülken
Ahmet Mithat Efendi
Ahmet Mithat Efendi (1844-1912), Niş (bugün Sirbistan sınırları içindedir) Rüştiyesinde okumuş, Fransızca ve Farsça öğrenmiştir. Mithat Paşa’nın çevresinde yetişmiş, çok çeşitli idari görevler almış, ders kitapları yazmış, gazetecilik yapmıştır. Batıcı bir çizgide yer almış ve dilde sadeliği savunmuştur Hikaye ve romanlarıyla da tanınan Ahmet Mithat Efendi, iktisat, bilim, felsefe gibi çok çeşitli alanlarda ürünler vermiştir. Yoğun bir memuriyet ve yayın hayatından sonra 1908 sonrasında yazarlık hayatından çekilmiş, vekiller meclisinin özel kararıyla Darülfünun’da felsefe tarihi, dinler tarihi, umumi tarih dersleri vermiştir.
Felsefeyle ilgili yazıları: Felsefe ve Feylosoflar, Felsefenin Sergüzeşt-i Ahvali, Hürriyetin Mahiyeti, Duvardan Bir Sada, insan, Schopenhauer’ın Yeni Hikmeti Nevm ve Halat-ı Nevm (Uyku ve Haller), Voltaire Yirmi Yaşında ya da İlk Aşkı, Ekonomi Politik, Düğümlerin Çözümü (Hallu’l-Ukad), Paris’te otuz Bin Budist, Ben Neyim? Materyalist Hikmete Müdafaa’dır.
Ahmet Mithat Efendi’ye göre felsefe, yani hikmet, insan zihninin bir çeşit pusulasıdır ki, hangi konu ve meselede olursa olsun insanın ortaya koyacağı en doğru hüküm, felsefenin kılavuzluğuyla gerçekleşecektir. Felsefe en eski şeylerdendir. İnsan zihninin düşünmeye başladığı andan itibaren felsefenin başladığı söylenebilir. Felsefenin hayatı iyi ya da kötü şekilde yönlendirme şeklinde algılandığını göstermektedir.
Ona göre felsefe, eşyanın tabiatını araştırmadan ibaret değildir, fizik ve kimya da bu görevi yaparlar. Doğu ve Batı’da felsefe yani hikmet hakkında ileri sürülen tanımlar sentezlendiğinde, felsefe tanımının, “her şeyin, her hükmün doğrusu” olabileceği düşüncesine varmıştır. Felsefeyi, hikmet üzerinden tanımladığından, ahlak ve din temelli yaşama felsefesine taraftar olduğu izlenimi vermektedir.
Felsefe adı altında tarih felsefesi gibi disiplinlerin yer alması, felsefenin konu farklılıklarının göstergesidir. İlimlerin ilmi olarak felsefenin, matematik ve tabii ilimlerle ilişki kurulabildiğini, felsefenin bu türünün diğer felsefe alanlarından daha kesin ve doğru olacağını dile getirmiştir. Ona göre, felsefe denilince, akli sonuçlardan elde edilen zanları içeren, eski Yunanlıların övünç kaynağı, çağdaş gelişimleri çerçevesinde kemal mertebesine ulaşmış, belki de geçmiş bulunan ilim anlaşılır.
Felsefede, mutlak kesinlik veyahut kesin doğruluğun olmadığını, böyle bir özelliğe sahip olsa, bu işle uğraşanları birleştirmesi gerektiği, dolayısıyla filozof sayısı kadar düşünce akımı ortaya çıkamayacağını belirtmiştir.
Bilimleri kesin ve zanni olarak ikiye ayırmıştır. Matematik ve fizik kesin bilimler öbeğinde yer alırken, felsefe ile kültür bilimleri zanni alana dahildirler.
Ahmet Mithat, felsefe ve hikmeti ayrı anlamlarda kullanmış, felsefeyi, Batılıların birbirlerini nakzetme esasına dayanan bir takım düşünceler sistemi olarak görmüştür. Felsefenin barındırdığı farklılıkları ve diğer bilimlerle ilişkilerini göz önüne alarak, tartışmalı özelliklerinin olduğunu öne çıkarmıştır. Bununla birlikte felsefenin öğretilmesine karşı olmadığını hatta gerekli olduğunu bildirmiştir.
Hikmet ise, varlığın, kainatın mahiyetini Kur’an hükümlerinin ışığı altında araştırma ve düşünme olarak ele almıştır. Bununla birlikte şark hikmeti için, felsefe tabirini de kullanmıştır. Bu onun genel sentezci tavrına uygun bir davranıştır. Onun kendi felsefe tanımı şöyledir: Evrenin (bütün kısımlarının) birbirleriyle olan bağlantı ve münasebetleri üzerinde düşünmektir.
Ona göre, “nasıl felsefe her yerde hakikati ararsa, din için de aranan hakikattir”. Dinler bir toplumun fikrini bir noktada toplarken felsefe bu çabaya girmez. Bütün filozoflar, dünyada manevi kuvvetin hüküm sürdüğünü görmüş ve anlamışlardır; aralarındaki fark, manevi kuvvetin mahiyeti konusunda görülmektedir. Ahmet Mithat Efendi, metafizik sorunların hikmet sorunlarıyla ortak olduklarını göz önüne alarak, hikmet ile felsefenin birbirlerini dışlamadıklarını kabul etmektedir. Bununla birlikte, felsefe tarihinde ortaya çıkan farklı tutumların felsefeyi tartışmalı hale getirdiğini görmüştür. Felsefeyi insan zihninin düşünmeye başlamasıyla başladığının kabulü de, felsefe ile akıl yürütme ve mantık arasındaki ilişkiye dayandırmış olmasındandır. Felsefenin rehberliğinin gerekliliğini ileri sürmesi, felsefeyi önemsediği anlamına gelmektedir.
Ahmet Mithat, ilim ve fennin nasıl tanımlanması gerektiğini vermeye çalışmıştır. Ona göre fen bilgileri kanunlara dayalıdır ve kesindir. İlimde ise kanun aranmaz. Örneğin geometri fendir ancak şiir fen değildir. Fen ilimden daha güçlüdür çünkü hükümler değişmez.
İlimler, haberler üzerine kurulur. İlimleri oluşturan haberler ayrı ayrı araştırmalarla ortaya konur. Biriken haberler, konularına göre sonradan sınıflandırılır ve her sınıf bir ilim adıyla anılırlar. Buna ilimlerin sınıflandırılması denir.
Bu değerlendirmeler ilimlerin sınıflandırmalarının gerekliliğini ortaya koyar. Matematik, müspet ilimdir. Onun özellikleri hiçbir ilimde yoktur. Mantık da bu öbekte yer alır. Matematik hangi fenle ne oranda ilişkiliyse, o fen de o aranda müspettir. Kozmografya ve astronomi ise müspet ilimlerden değillerdir.
Matematik, ilimlere ve en büyük doğruluk tabii ilimlere özgü kalıp, bunların diğer ilimlerle ilişkileri ne oranda olur ise, diğer ilimlerdeki kesinlik ve doğruluğunda o aranı aşamayacağı esasen kabul olunduktan sonra, bunların dışında birçok ilimler ve onların kolu olan fenler de, “zanni ilimler” adında bir genel unvan altında toplanabilirler. Bunların en esaslısı, en kapsamlısı da “felsefedir”. Zan, “kesin bilgi” hükmü bulunmayan, bize kesin bilgi elde ettirecek bazı gözlemlerin zihnimizde yarattığı eksik hükümdür. Zanni ilimlerde keşif ve icat derecelerine varmış olan hakimleri “zihinleri yanıltmışlar” diye kınayamayız.
Felsefe, hukuk, ekonomi gibi zanni ilimler ile bunların dallarındaki yanlışlıklarından kurtulmak için, tarih ve coğrafyaya başvurulmazsa, irşada ulaşmamız mümkün olmaz. Bunların her biri (Felsefe, hukuk ve iktisat), birer zaman ve birer mekanda varlık bulduklarından, zaman ve mekanlara özgü olmak üzere, rast geldikleri kabul edilebilecek olan birçok şeyler zaman ve mekanın değişmesiyle değişebilirler. Bu ise “zamanın değişmesiyle bazı hükümler de değişir” şeklinde bir ilke oluşturmuştur.
Ahmet Mithat Efendi’ye göre teknik, matematiğin ve müspet ilimlerin, insan ihtiyaçlarına cevap vermek üzere tabiata tatbikidir. Başka bir ifadeyle, insanın tabiat kuvvetlerinden faydalanması veya tabiatı kendisine ram etmesidir.
Tekniğin bir ürünü olan makine ise insanın maddeye hayat kazandırması olarak değerlendirilmiştir. Müspet ilimler ve matematikle teknik arasında kurulan bağ, tekniğin doğaya hakim olmak için kullanılması, yeni bilim anlayışını önemli ölçüde kavrandığının bir göstergesidir.
Filibeli Ahmet Hilmi
Filibeli Ahmet Hilmi (1865-1914) Filibe’de doğmuş, ilk tahsilini Filibe’de almıştır. İstanbul’da Galatasaray Sultanisi’ni bitirdiği kabul edilmektedir. Memur olarak Beyrut’a gitmiş, Jön Türk hareketine eğiliminden dolayı Mısır’a kaçmış, Mısır’dan döndükten sonra 1901’de Fizan’a sürülmüş, II. Meşrutiyet’in ilanıyla İstanbul’a dönmüştür. 1908 sonrası Darülfünunda felsefe dersleri okutmuştur ve çeşitli gazeteler yayınlamıştır.
Eserleri: Tarih-i İslam, Allah’ı inkar Mümkün müdür? İlm-i Ahvali Kur’an, Hangi Felsefi Ekolü Kabul Etmeliyiz? Üss-i İslam, Huzur-i Akl ü Fende Maddiyun Meslek-i Delaleti, Tasavvuf-i İslami ve Funun-ı Cedide ve Felsefe, Amak-ı Hayal, Türk Ruhu Nasıl Yapılır, Müslümanlar Dinleyiniz, Üç Feylosof, Ahval ür-Ruh, Yeni Akaid, Şeyh Bedrettin, Bektaşiler.
Filibeli Ahmet Hilmi, “vatan ve milletimizi kalkındırmak için mevcut felsefe ekollerinden hangisini seçmenin uygun olduğu” sorusunu sormuştur. Bu da onun felsefe ile toplumsal sorunlar arasında güçlü ilişkiyi kabul ettiği görülür.
Yöntem sorunu üzerinde özellikle durmuş ve yöntemin felsefe açısından ne kadar önemli olduğunu sergilemiştir. Düşünme ile yöntem arasında bağlantı kuran Filibeli’ye göre medeni hayatta en çok lazım olan ve lüzumu zaruret derecesinde bulunan şey, düşünce ve uygulamada doğru bir yönteme uymaktır. Ona göre, en iyi, en sağlam ve en bilimsel yöntem, tahlildir. İslam dünyası ya da Doğu eleştirel bir şekilde incelendiğinde, en büyük eksikliğin yöntemsizlik olduğu görülür. Yöntemsizlik nedeniyle, Doğu, servet ve zekasını boşa harcamaktadır.
Ne yapacağımızı bilememenin adı ise “göçebeliktir”. Filibeli’ye göre bizde ûsul ve amaçla doğrudan ilişkili olan itimat, kudret, irade, toplumculuk, pratik düşünce yoktur; bencillik, kendini beğenme, karışık ve hileli nazariyeler ve safdillik vardır. Toplumsal sorunlar altında ezilmenin nedenini yöntemsizlikte görmesi, eleştirel tutumu, felsefi tavrını ortaya koymaktadır.
Kişisel olarak zararlı olduğu düşünülen sisteme eğilim gösterse de “en büyük felsefenin insanlara maddi ve manevi mutluluk kazandırmak olduğunu” düşünmeli ve tercih ettiği sistemi yaymaya kalkışmamalıdır.
Filibeli, felsefenin, düşünce aleminin hepsine şamil olduğunu ileri sürmüştür. Felsefe sistemleri birçok ekollere ayrılmaktadır. En yaygın ekoller, Tenkitçilik (Crititicsime), İspatçılık (Positivisme), Tekamülcülük (evolution) olmakla birlikte, filozoflar arasında ruhçuluk (spiritualisme) ve maddecilik de yaygındır. Ayrıca Ernest Heackel’in Fertçilik (Monisme), Schopenhauer ve Hartmann’ın bilinç dışılıkçılığı etkinlerdir. Filibeli’ye göre ekoller eksiktir ve sistem halini almamışlardır, bununla birlikte içlerinde bazı hakikatleri barındırmaktadırlar. Ancak hepsinde de gerçekliği sabit olmamış, bazı teoriler ve hipotezler yer almaktadırlar.
Her felsefenin hem hataları hem de gerçekleri içinde barındırdığını belirten Filibeli’ye göre, ekol seçme konusunda, sanayi iktisat, idare vs. gibi işlere ait hususlarda bilim ve tecrübenin gösterdiği esasları kabul etmeli; felsefi ve ahlaki konularda ise “her ekolün taşıdığı hakikatleri alma, ortaya çıkacak olan seçme ve ayıklama yöntemini tercih etmekten daha güvenli bir yol yoktur. Filibeli’ye göre felsefe, kendini akımlar halinde ifade eden ve onlardan birini kabul etmemiz gerektiğini izlenimini veren ve söz konusu felsefe akımlarının her birinin sorunları olan dünyaya bakış açılarıdır
Felsefenin alanını, ilimle karşılaştırmalı olarak ele almıştır. Filibeli’ye göre ilim, bir şeyin nasıl olduğunu incelerken, niçin öyle olduğunu inceleme görevi de felsefeye aittir. İlim olayı bilmektedir ve ikinci derecedeki sebepleri de görebilir, ancak en büyük sebebi, gayeyi, hikmeti göremez ve “niçin” sorusuna cevap veremez.
Bilim, bir olayın şekilleri ve görüntülerinde kalır. Felsefe ise, içine ve sebeplerine iner. Birinci nasıl olduğunu, ikinci ise niçin öyle olduğunu anlatmaya çalışır. Niçin sorusu gayeyi içerdiğinden, felsefenin temeline gaye sorunu yerleştirilmiştir. Gaye sorununun dinle ilişkisine dikkati çeten Filibeli, felsefeyi dinin yardımcı ve tamamlayıcısı olarak tanımlamıştır. Fakat, hiçbir zaman felsefe “din duygusunu” tatmin edemediği gibi, insanı da dinden uzaklaştıramaz ve dinin yerini tutamaz.
Ahmet Hilmi’ye göre ahlak da insanlık için en önemli unsurlar arasındır. “Ahlak, yani ahlaki faziletler insanlık için çok gereklidir” önermesine dayalı olarak, ahlakın insanlık için öneminin açıklanması yapılmıştır. Ona göre, insanlık ahlak ile diğer varlıklardan ayrılmış ve seçkinleşmiştir. Ahlakla din iç içedir. İslam ahlakının temeli sevgi olmasına rağmen, bizdeki ahlakın korku ve azarlama, emel ve fayda fikirleri üzerine kurulmuş olduğunu, bu sebeplerden dolayı İslam alemini ahlaksızlık kapladığını belirtmiştir.
Filibeli’ye göre din ile bilim arasında bir çatışma yoktur. Bilim kendi alanında kaldığı sürece en büyük otoritedir. Alanının dışına çıktığında bütün otoritesini kaybetmektedir. Gerçek bilim insanları bunu bildiklerinden, bilimi felsefe ve din alanına sokmazlar.
Ziya Gökalp (1876-1924)
Diyarbakır Askeri Rüştiyesi ve Diyarbakır İdadisi’nde okudu. Mülkiye Baytar Mektebi’nde meslek eğitimini yaptı. Genç yaşta Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Batı felsefesiyle tanışmış ve yoğun bir okumuştur. İttihat ve Terakki hareketinin önemli elamanlarından biri olmuştur. 1913’de Darülfünun’da Sosyoloji müderrisliğine getirilmiştir. İşgalciler tarafından 1919-1921 yılları arasında Malta’ya sürgün edilmiştir. 1921’de sürgünden dönmüş aynı yıl Diyarbakır’da Küçük Mecmua’yı çıkarmaya başlamıştır. Yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’na destek verdiği gibi devletin yeni şekli ve kültür politikaları üzerinde görüşler yayınladı. 1923 yılında Ankara’da Telif ve Tercüme Dairesi başkanı oldu, aynı yıl Diyarbakır milletvekili seçildi; kısa bir süre sonra hastalanarak öldü.
Eserleri
Önemli sayılan kitapları şunlardır: Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918) adlı kitap, 1912-1913 yıllarında Türk Yurdu dergisinde yayınlanan makalelerden oluşmuştur. Kitabın temel konusu başlıkta geçen unsurların tarihsel olarak nasıl ortaya çıktıkları ve ne türden anlamlar yüklenildiğinin tartışılmasıdır.
Türk Töresi (1923), Gökalp’ın milletin temellerini anlamak açısından Türk tarihinin kökenlerini araştırma denemelerinden biridir.
Türkçülüğün Esasları (1923) kitabında Türkçülük tarihi, Türkçülüğün tanımı, Turancılık, hars ve medeniyet, maddecilik, mefkurecilik, milli vicdan, dil, sanat, ahlak, hukuk, din, iktisat, siyaset ve felsefe gibi başlıklar Türkçülük çerçevesinde bütünlüklü bir yapı olarak ortaya konmuştur.
Felsefe ekolleri, belli bir problem alanını aynı ilkeden hareketle açıklayan farklı düşünürlerin düşünceleri bir ekol (okul) olarak adlandırılır. Örneğin, materyalizm, insan ve kültürel dünyası dahil, evrenin tamamı madde ilkesinden hareketle açıklandığından, materyalizm bir ekol olarak kabul edilir.
Felsefe Anlayışı
Ziya Gökalp, felsefe, ilim, mefkure, ahlak araştırma alanlarını tanımlamış ve alanların teorik özelliklerini ortaya koymakla birlikte, adı geçen unsurları daha çok toplumsal sorunlar bağlamında incelemiştir. felsefenin bir zamanlar ilimlerin anası olduğu, müspet ilimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte analık vazifesinden vazgeçip ilimlerin zabıtası haline geldiği ileri sürülmüştür.
Ona göre ilim, görünen varlıklar, metafizik ise gören ve görünen varlıklar üzerinde durmuştur Felsefeyi ilim ve metafizikten ayıran felsefenin yeni çalışma alanı kıymetlerdir. Felsefe, kendi hususi malikanesine çekilmiş, içtimai hayatı idare eden, siyasi, hukuki, ahlakî değerlerin takdiri ve insanlığı yüceltecek yeni değerlerin kurulmasıyla meşgul olmaya başlamıştır.
Gökalp, felsefenin özelliklerini bilimle karşılaştırarak, açıklamıştır. Ona göre felsefe, bilimden, konusu, gayesi, yöntemi ve sonuçları itibarıyla dört açıdan farklıdır. Konu, gaye, yöntem ve sonuçlar. Felsefe, bilime muhalif olmamalı, manevi ihtiyaçlarımızı tatmin etmelidir.
Gökalp, felsefenin bölümlerinden de bahsetmiştir. Ona göre, felsefe psikoloji, mantık, din, estetik ve metafizik bölümlerinden oluşur ve bölümler birbirleriyle ilişkilidir.
Ziya Gökalp, eski Türklerde dinden ayrı bir felsefenin olmadığını, din ile felsefenin aynı şey olduklarını belirtmiştir.
Ona göre ilim, nesnel ve müspet olduğu için milletlerarasıdır ve bundan dolayı ilimde Türkçülük olmaz. Fakat felsefe, ilme dayanmış olmakla birlikte ilmi düşünüşten başka türlü bir düşünüş tarzıdır. Felsefenin nesnel ve müspet unvanlarını alabilmesi, ancak bu sıfatları haiz olan ilimlere uygun olması sayesindedir. İlmin kabul etmediği hükümleri felsefe kabul edemez. İlmin ispat ettiği hükümleri felsefe ortadan kaldıramaz. Felsefe bu iki kayıt dışında tamamen hürdür. Bundan dolayıdır ki her milletin kendisine göre bir felsefesi vardır. Yine bundan dolayıdır ki, ahlakta, estetikte, ekonomide olduğu gibi, felsefede de Türkçülük olabilir.
Ona göre bizim toplumumuzda ne gerçek anlamda fenci ne de gerçek anlamda filozof bulunmamaktadır. Çünkü her iki çabamız da taklit içermektedir.
Mefkure: Gökalp’ın geliştirdiği bir anlayıştır. Toplumsal bir gaye doğrultusunda birlikte hareket etmek, sorunların üstesinden gelmek temeline dayanmaktadır. Belirlenen gaye yönünde ilerlerken ortaya çıkan değerler ile kurumlar gibi kültürel ürünler kültürel yapıyı zenginleştirmektedir. Ona göre, mefkure değişimlerine bağlı olarak kıymetler de değişmektedir Ayrıca, düşünürler mefkureyi farklı tanımladıkları gibi, mefkure toplumlara göre değişmektedir istikbalde vasıl olacağımız gaye, bir hedef demek değil, cemiyetin buhranlı dönemlerinde yaşanan bir hayat tarzıdır. Diğer dönemlerde, fertler ferdi hayatlarıyla meşgul olduklarından cemiyet hayatı gayet zayıftır. Fertlerin uyanık bulunduğu bu dönemlerde, cemiyet uykuya dalmış gibidir.
Ahlak: Gökalp’a göre, insana normali gösteren ilim, orijinali gösteren deha olduğu gibi, ideali mefkureyi tanıtan da ahlaktır. Ahlak ona göre en temel unsurlardan biridir. Ahlakın çeşitleri vatani ahlak, mesleki ahlak, aile ahlakı, cinsi ahlak, medeni ahlak, milletlerarası ahlaktır.
Çok sayıda eksiklik, hata ve yanlışlarına rağmen, Ziya Gökalp’in, 20. yüzyıl Türkiye’sinin en önemli düşünürü olduğu büyük ölçüde kabul edilmektedir. Uğraştığı konuların çeşitliliği, terimleri tanımlayarak yeniden anlamlandırması, gerektiği yerlerde yeni terimler üretmesi, konular arasında ilişkiler kurması, tarihsel verileri teorik olarak dönüştürmesi, uğraştığı sorunlarda eleştirel bir tutum izlemeye çalışması, konularla ilgili karşılaştırmalar yapması, bilim, tarih, sosyoloji, felsefe gibi alanlardan elde ettiği teorik yaklaşımları sorunların çözümünde kullanması, sosyolojinin Türkiye’de kuruluşunun gerçekleştirmesi, toplumsal sorunları omuzlaması göz önüne alındığında, Gökalp’in önemi daha da iyi anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle, Türk tarihi ve onun çeşitli unsurları hakkında, millet, devlet, din, kültür, medeniyet, sosyoloji, felsefe, tarih, partiler, yönetim tarzları, siyasi anlayışlar, Avrupa tarihine ilişkin çeşitli sorunlar ve daha onlarca konu hakkında görüş beyan etmiş ve bunların her birini, kendi kabulleri çerçevesinde, genel düşüncesiyle uyumlu hale getirmeye çalışmış ve sonraki dönemlerde de düşünce alanında çok etkili kişilerden biri olmuştur. Sergilediği bu özellikler nedeniyle Ziya Gökalp, felsefenin Türkiye’deki gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur.
Hilmi Ziya Ülken
Hilmi Ziya Ülken (1901-1974) 1901 yılında İstanbul’da doğan Ülken, Mülkiye Mektebi’nde okumuştur. Yaşamı boyunca coğrafya öğretmenliği, felsefe doçentliği, sosyoloji kürsüsü başkanlığı, felsefe profesörlüğü ve ordinaryüs profesörlük unvanlarını almıştır.
Felsefe Anlayışı
Ülken’e göre, insan kendisi ve alemin ötesi hakkında düşünmeye başlayalı beri felsefe vardır. Bu düşüncenin varlık derecelerinden her birinde ayrı metot ve ölçülerle derinleşmesi, pratik ihtiyaçlarımıza kadar inmesi ilimleri doğurduğu için, felsefe ve ilimler birbirlerinin gelişmesine karşılıklı yardım etmişlerdir. Bu anlayış, düşünce üretiminin köklerini ortaya koymasının yanında, felsefenin nasıl bir yapıya sahip olduğunun da ipuçlarını vermektedir.
Ülken’e göre felsefenin konusu, her şeyden önce ilk felsefedir. İlk felsefe, ilimler ve doktrinlerde ortaktır. İlimlerin teorilerinde de bazı fikir ayrılıkları doğarken ilk felsefede doğamaz. Çünkü düşünmek ve ortak metotlara göre ilimleri kurmak mümkün olmazdı. İlk felsefe düşünce tarihi boyunca insan aklının temeli olmuştur. İlk felsefeyi yöntem olarak kabul eden Ülken, onu varlık sorunuyla da ilişkilendirmiştir. Ona göre felsefenin konusu, gerçekte veya insan eliyle yapılmış olarak varolan her şey üzerinde, tahlilci ve tenkitçi düşüncedir. Bu tanıma göre felsefenin tanımı hem çok geniş hem de çok dardır.
Çok dardır; çünkü felsefenin esas rolü bir şey yapma değil, yapılmış ve var olan şeyleri eleştirme ve taramadan ibarettir. Kısaca, varlık için düşünmektir. Çok geniştir; çünkü tanıma göre felsefenin dokunmadığı konu yoktur. Mantıki düşüncenin eleştirdiği ve taradığı konular üç türlüdür: 1-Varlık üzerine düşünmek, varlık felsefesi 2-Bir varlık nevi olarak bilgi üzerine düşünmek, bilgi felsefesi. 3-Değerler üzerine düşünmek.
Bu üç alan felsefenin başlıca uğraşılarını ortaya koymaktadır. Felsefenin, bütün bilgilerimize dayanak olan ilk ilkelerin ve ilk olguların bilgisi olması gerekir. Böyle olmakla birlikte, ilimlerin ilmi veya üniversal ilim olarak anlaşılan felsefe de bütün bilgilerde olduğu gibi sürekli gerçeklerin getirdiği soruları sorar. İnsan bilgisini her devirde yeniden sistemleştirmek, bütün ilimler gibi felsefenin de kaderidir. Bu durumda felsefe ilerleyen doktrinlerin çatışması olduğu için, yaratıcıdır. Felsefenin ilerleyici bir bilgi olması, insan ruhu ve zekasının bütün eserleri üzerinde her devirde yeni lenen bir sentez olabilme gücü de buradan ileri gelir.
Ülken’e göre, felsefe, her düşünürün kendinden önceki görüşleri ortadan kaldırarak yeni bir sistem kurması demek olsaydı, filozoflar kadar çelişik sistemler olur ve buradan fikir anarşisi doğardı. Filozofların sistem kurma gayretleri eskiyi yıkıp kendine göre yeni bir bina yapmak için değil eskiyi tamamlamak, düzeltmek ve onu ilerletmek içindir. Ancak bilimlerdeki kadar başarılı olamamıştır. Felsefenin çeşitli sorunlarını tartışan Ülken, felsefeyi, bir hikmet, varlık, bilgi, ilk ilkeler, yöntem gibi temel değerleri kendine barındıran bir düşünme tarzı olarak gördüğü söylenebilir.