TÜRKİYE'DE FELSEFENİN GELİŞİMİ I - Ünite 3: Macit Gökberk-Takiyettin Mengüşoğlu-Nermi Uygur-İsmail Tunalı Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Macit Gökberk-Takiyettin Mengüşoğlu-Nermi Uygur-İsmail Tunalı

Macit Gökberk

Macit Gökberk (1908-1993), 1929-1930 öğretim yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne öğrenci olarak girmiş, bitirdikten sonra Felsefe Bölümü’nün ilk asistanı olmuştur. Doktorasını Almanya’da “Hegel’de ve Auguste Comte’da Toplum Kavramı adı altında Edward Spranger’le birlikte yapmıştır. 1978’de emekli olan Gökberk, öğrenciliğinden itibaren 48 yıl, asistanlığından itibaren de 44 yıl bölümde çalışmış, felsefenin Türkiye’de yerleşmesi için öğrenci yetiştirmiş ve yayınlar yapmıştır.

Gökberk, Kant ve Herder’in Tarih Anlayışları adlı çalışmasının önsözünde, Tanzimat’tan itibaren etkili olan aydınlanmacı ve romantik kültürün köklerini ortaya koyarak, Avrupalı kültür dokumuzun çözümlemesi yolunda küçük bir adım atmak istediğini bildirmiştir. Ona göre Batıcılık kesin bir gidiştir.

Gökberk’in kabulleri şöyle sıralanabilir:

  1. Türkiye’nin, iyileşmesine ihtiyaç var ve bu iyileşme çabaları, Tanzimat’tan itibaren doğru olarak sürdürülmektedir.
  2. Türkiye’nin iyileşmesi Aydınlanma değerlerinin tam olarak kabul edilmesiyle gerçekleşecektir.
  3. Doğu ile Batı arasında kültür çatışması yoktur çağların çatışması vardır, Yani Ortaçağ değerleri ile Yeniçağ değerleri çatışmaktadır.
  4. Ona göre adı ne olursa olsun, değişmenin amacı, hep bildiğimiz gibi, Batı uygarlığıdır, bu uygarlığın yapı ve tutumunu benimsemedir.
  5. Dinden boşalan yeri, felsefenin doldurmasından başka çare yoktur. Felsefe, lüks değil, gerekliliktir.
  6. Felsefenin başlıca işlerinden biri, çağın kültürüne bilincini duyurmak, bu bilinci sistemli bir aydınlığa ulaştırıp kültürün gücünü artırmaktır.

Eserleri

Felsefe Bölümü’nde geçirdiği kırk yılı aşkın sürede, 3 telif kitap, 18 makale yayınlamış, 5 çeviri yapmıştır.

Kant ve Herder’in Tarih Anlayışları (1948) adlı ilk kitabında, esas olarak Aydınlanma dönemi özellikleri çerçevesinde, tarih felsefesinin önemini göstermeyi ve sahip olduğu nitelikleri tanıtmayı hedeflemiştir.

Felsefe Tarihi (1961) adlı ikinci kitabının amacı, Önsöz’de, “felsefe problemlerini çözmenin sürecini anlatan felsefe tarihinin standartlaşmış bilgilerini öğrenciye tanıtmak” şeklinde ifade edilmiştir.

Macit Gökberk’in 18 makalesinden felsefi yanları ağırlıklı olanlar şunlardır: Hegel’in Devlet Felsefesi (1946), Leibniz’in Alman Dili Üzerine Görüşleri (1947), Pozi tivism ve GeistFelsefesi (1961), Nicolai Hartmann’m Problemler Tarihi (1963), Hegel’in Felsefesi- Yaşayan Yönleriyle (1972).

Adı anılan bu makalelerde ele alınan sorunlar, felsefi bağlam çerçevesinde incelenmiş ve değerlendirilmiştir.

Diğer makaleler çoğunlukla, Türkiye’de Cumhuriyet’le birlikte yerleştirilmeye çalışılan aydınlanma değerlerinin felsefi bir tutumla anlatılmasıdır.

Felsefe Anlayışı

1947’de yayınladığı Leibniz’in Alman Dili Üzerine Görüşleri adlı yazısında, felsefenin başlıca işlerinden biri, çağın kültürüne bilincini duyurmak, bu bilinci sistemli bir aydınlığa ulaştırıp kültürün gücünü artırmak olduğunu bildirmiştir. Ona göre felsefe hayata kılavuzluk etmelidir.

Felsefe ile çağ arasındaki ilişkiyi, 1948’de yayınlanan Kant ve Herder’in Tarih Anlayışları adlı çalışmasında da kurmuştur. Ona göre felsefe, çağın bilincini açığa çıkarmak ve hayata rehberlik etmekle görevlendirilmiştir.

Gökberk’in ilk çalışmalarında, felsefeden ne anladığına ilişkin görüşleri şu şekilde özetlenebilir: Felsefe, çağın kültürüne bilinci duyurmak, kültürün gücünü artırmak, bunalım dönemlerinde bütün varlığımızı kucaklamak, sadece teorik aydınlanma değil pratik düzenin ışığına açılan yolları göstermek, hayata rehberlik etmek, karanlık bir anlama sahip hayatı aydınlatmak, din yeterli olmadığından hayatı anlamlandırmak, bugünün insanına ışığını kendi bulmasında yardımcı olmak için kültürel yapı içinde oluşan, ferdin belirlenmesi görevlerini yerine getirmektedir.

Gökberk, Batı Anadolu’nun Yetiştirdiği Filozoflar adlı 1960 yılında yayınladığı yazıda, felsefeyi başlatan unsurun tutum ve yol olduğunu belirtmiştir. Gökberk’e göre felsefeyi başlattığı kabul edilen Thales öncesi, mit temelli şemayı insan kendisi düşünüp meydana getirmemiş, onu hazır bulmuştur. Thales’le ortaya çıkan, insanın dünya karşısındaki durumunu düşünce ile belirlemek, dünya içindeki tutumunu değişmez bir şema diye anlamayıp bu tutumu düşünme ile bulup temellendirmektir. İnsanın, dünyasını, buradaki yerini, rolünü kendi aklıyla bulup aydınlanmasıdır. Bununla da insanoğlu hürlüğe ulaşmıştır. Felsefenin Evrimi (1979) adlı kitabın Önsözünde felsefe anlayışına ilişkin ipuçları vermiştir. “Felsefe tarihi neden gerekli?” sorusunu cevaplamak için, “felsefe nedir?” sorusunu öne çıkarmış ve bu sorunun yanıtının kolay olmadığını belirtmiştir. Felsefe tarihinde belki bir gelişme yoktur; fakat Platon, Augustinus, Descartes, Kant gibi doruklar vardır. Bunlar felsefe yapmış, yaratmış olan doruklardır; ancak bunları bilerek felsefe özgün olabilir. Felsefe kolektif bir çalışmadır. Özgünlük bağlamında felsefe, felsefenin doruklarıyla ilişkilendirilmiş, doruktakilerin takip edilmesi ve aklı işletme alışkanlığı temeline dayandırılmıştır.

Felsefede özgünlüğün şartları: Gökberk’e göre, yaratıcı ulusal felsefenin sınırlarını çizmek zordur. Türkiye de çağdaş felsefe bakımından özgünlük yoktur. Özgün felsefe üretebilmek için, özgün felsefeleri yaratmış olan tutumu bizde de yinelemek, yani özgün felsefeler okuluna gitmek, onların okulundan yetişmek, birikimlerine sahip olmak gerektiğinin altını çizmiştir. Ona göre özgürlük Cumhuriyetle gelmiştir.

Felsefenin, yaşamın kılavuzu olması gerektiğini savunan Gökberk’e göre, Türkiye Aydınlanma çağına giriyor bu anlamda da Batılılaşmaktadır. Batı’nın geçirdiği aşamayı geçirmek zorundadır. Gökberk’e göre aydınlanma, düşünme ve değerlendirmenin geleneklere bağlı olmaktan kurtulup insanın kendi aklı ile kendisinin yapmış olduğu denemeler ve gözlemler ile hayatını aydınlatmaya girişmesidir.

Aydınlanmanın devlet anlayışı, doğal hukuk esasına göre yorumlanmıştır. Doğal hukuk, tarihin gidişine göre değişen pozitif hukukun tersine hiç değişmeden kalan, insanların akıllarına ve gönüllerine kazılmış olan, doğadan ve doğuştan hakların bulunduğunu iddia eden sistemdir. Gökberk, Aydınlanmanın genel özelliklerini Felsefe Tarihi adlı kitabında açıklamıştır.

Gökberk’e göre, Avrupa kültür çevresinin ortaya koyduğu düşüncelerden biri bireyselliktir. Bölünmezlik anlamına gelen bireysellik, ulusçuluğun kökünü oluşturur.

Toplumların hayat planları, tarih içinde bazı dönemlerde değişirler ve bu değişmelere devrim denir. Avrupa toplumları, Rönesans sürecinden başlayarak dünyaya yönelik yaşamayı tercih etmişler, yeni anlayışa göre değerlerini belirlemişler. Aydınlanmanın bu dünyaya dönük olmasının iki nedeni, ulus ve dünyaya yayılmasıdır. Bu iki ilke imparatorluğun yapısı gereği uluslar üstü olması nedeniyle, Türklere yabancıdır. Ortaçağda toplumsal birlik, ümmet esaslıdır. Tanzimat, Avrupa’da olduğu gibi, ümmet birliğinden ayrılıp millet birliği olarak gelişmemizin başlangıcıdır. İmparatorluğu taşıyan toplum olarak, millet olma isteği ağırdan alınmış, Atatürk işi hızlandırmıştır.

Takiyettin Mengüşoğlu

Takiyettin Mengüşoğlu (1905-1983), felsefe eğitimi alan ve felsefe doktorası yapan ilk kuşak felsefecilerimizdendir. Malatya’nın Hekimhan kazasında 1905 yılında doğmuştur. 1928 yılında Sivas Lisesi’ni bitirmiştir. Aynı yıl Avrupa’da eğitim göreceklerin katıldığı sınavda başarılı olarak Almanya gitmiştir. 1929 yılında Göttingen Üniversitesinde Geiger rehberliğinde Fizik ve kimya dersleri almıştır. Berlin’de Nicolai Hartmann’ın yanında bilgi teorisi, mantık (umumi felsefe ve mantık; kendi ifadesi) dersleri okumağa karar vermiştir. Nicolai Hartmann’ın yanında çalışırken aynı zamanda psikolog Prof. Köhler, diğer bir mantıkçı olan Prof. Maier, kültür felsefecisi Prof. Spranger’in derslerini de takip etmiştir.

1933 yılında, Über die Grenzen der Erkennbarkeit bei Husserll und Scheller (Husserl ve Scheler’de Bilginin Hududu) adlı doktora çalışmasına başlamıştır. 1937 yılında tez bitmiş, doktora sınavına genel felsefe ve mantık ile yardımcı disiplin olarak da fizik ve kimyadan girmiştir. Bu çalışma Berlin Üniversitesi tarafından yayınlanmıştır. 1937 de Umumi Felsefe ve Mantık asistanı olarak İÜ: Edebiyat Fakültesi’ne girmiştir. Ernest von Aster’in tercümanlığını yaptığı gibi onunla birlikte seminerler düzenlemiştir. Bilgi teorisi, etik, felsefi antropoloji ve ontoloji gibi konularda dersler vermiştir. 1942 yılında “Nicolai Hartmann’m 20. Asır Felsefesindeki Yeri’ adlı çalışmayla doçent, 1953 yılında profesör olmuştur. 1959 yılında İÜ. Edebiyat Fakültesi Dekanı seçilmiştir. 1978 yılında emekli olmuştur.

Eserleri

Kant ve Scheler’de İnsan Problemi (1949) adlı çalışmada, adından da anlaşıldığı gibi iki filozofta insan sorunu ele alınmaktadır. Mengüşoğlu, Kant ve Scheler’in konuyla ilgili görüşlerini inceleyerek elde ettiği verileri, temel sorunu olan felsefi antropoloji açısından değerlendirmiştir.

Felsefeye Giriş (1958.) kitap, felsefenin temel sorunlarını tanıtmakta ve bu konular çerçevesinde, eski ve yeni felsefe anlayışlarının farkına dikkat çekmektedir. Mengüşoğlu, söz konusu çalışmada bir yandan felsefe sorunlarını tanıtırken bir yandan da kendisinin de dahil olduğu ve hocası N. Hartmann tarafından kurulan yeni ontoloji açısından yorumlamaktadır.

Değişmez Değerler, Değişen Davranışlar (1965) adlı kısa çalışmayı Mengüşoğlu, felsefi etik için eleştirel bir hazırlık olarak tanıtmıştır. Söz konusu çalışmada, değerin tanımı, değerlerin sınıflandırılması ve değişip değişmeme sorunları incelenmiştir. Yazıda, etiğin fenomen ve problemleri antropolojik -ontolojik bir esastan hareket edilerek ele alınmaktadır.

Felsefi Antropoloji (1971) adlı çalışma, adından da anlaşılacağı gibi, antropolojinin felsefi açıdan temellendirme çabasıdır. Kitabın alt başlığı olan insanın varlık yapısı ve nitelikleri ifadesi çalışmanın genel çerçevesini çizmektedir.

Fenomenoloji ve Nicolai Hartmann (1976) adlı çalışma, Husserl’in geliştirmiş olduğu fenomenoloji ile Hartmann’ın geliştirdiği yeni ontoloji arasındaki ilişkileri konu edinmiş ve ağırlıklı olarak Hartmann’ın düşüncelerini tanıtmıştır.

İnsan ve Hayvan, Dünya ve Çevre (1979) adlı kitapta, Mengüşoğlu, insan ile hayvan arasındaki farkları ve benzerlikleri ortaya koyarken aynı zamanda insanın yaşadığı dünya ile hayvanın yaşadığı çevre arasındaki farklar da incelenmiştir.

İnsan ve Hayvan Dünya ve Çevre adlı kitapta, hayvan dünyasında yapılan ampirik araştırmaları antropoloji bakımından değerlendirmiş ve insan ile hayvanın varlık bütününde ortaya çıkan zıt fenomenler temellendirilmiştir. Çalışma Uexküll’ün çevre araştırmalarına dayandırılmıştır.

Felsefe Anlayışı

Takiyettin Mengüşoğlu, felsefeyi çeşitli yönlerden ele alıp tartışmıştır. Değişmez Değerler Değişen Davranışlar adlı yazısında, Felsefenin başlangıcından, bilhassa Aristoteles’ten beri felsefenin uğraştığı ve uğraşması gerektiği sahaları dört sorunun belirlediğini dile getirmiştir:

  1. Ne biliriz?
  2. Ne yapmamız lazım.
  3. Şimdiki hayatımızda sonraki hayatımız için ne umut edebiliriz.
  4. Kant’ın eklediği İnsan nedir?

Ona göre felsefe, hem kendisi, hem de ilim hakkında hesap vermek, her durumla hesaplaşmak, bunlarla ilgili bütün fenomen gruplarını açıklamak, açığa çıkarmak, anlamak zorunda olduğundan, sırtında ağır bir yük taşır. Felsefeye Giriş adlı kitabında, felsefe ile insan, felsefe ile insan faaliyetleri, insan başarıları arasında sıkı bir münasebetin bulunduğu göstermek için, felsefenin on dört alanını tanıtmaya çalışmıştır (Mengüşoğlu 1968, VII). Çalışmada, Batı’da yapılan benzerlerinden farklı olarak “felsefe nedir?’’ sorusunu sormadığını, bunun yerine felsefe sorunlarını tahlil ve tasvir ettiğini belirtmiştir.

Mengüşoğlu’nun felsefe anlayışını Felsefeye Giriş kitabında ele aldığı disiplinleri tanımladığı şekliyle ortaya koymak mümkündür. Adı geçen kitapta, ilim, bilgi, mantık, ontoloji, tabiat, sanat, dil, felsefi antropoloji, etik, hukuk-devlet, din, metafizik, felsefe tarihi olmak üzere, on dört felsefe disiplini tanımlamış ve bu alanların özelliklerini sergilemiştir. Mengüşoğlu’na göre, bütün insan bilgisinin var olan bir şeyin bilgisi olması nedeniyle, felsefi bilgi ile bilimsel bilgiyi birbirine bağlamakta, hatta onları birleştirmektedir.

Nermi Uygur

Nermi Uygur (1925-2005) İstanbul doğumludur, 1936’da Büyükada İlkokulu’nu bitirmiş, 1944’te Galatasaray Lisesi’nin Latince bölümünden mezun olmuştur. 1948’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden pekiyi derecisiyle diploma almış, 1950’de ayın bölüme Asistan olmuştur. 1952’de Heimsoeth’in yönetiminde “Wilhelm Dilthey’a Göre Konuca Temellenmesi Bakımından Manevi Bilimler Öbeğinin Meydana Getirdiği Bilgi Bağlamı' adlı çalışmayla doktorasını tamamlamıştır. 1952-1954 arasında Almanya ve Fransa’da fenomenoloji çalışmaları yapmış ve bu çalışmalar “Edmund Husserl’de Başkasının Beni Sorunu” başlıklı doçentlik tezinin gerçekleşmesini sağlamıştır. 1954’te doçent, 1964’te profesör olmuştur. Genellikle, mantık, düşünce tarihi, Antik ve Çağdaş Felsefe tarihi, dil, kültür, bilim felsefesi dersleri vermiştir. Yazı ve kitaplarının başlıca konuları olarak, dil, insan, sanat, toplum, ahlak, uygarlık, edebiyat denemeleri şeklinde sıralanmıştır.

Eserleri

Edmund Husserl’de Başkasının Beni Sorunu (1958) başlıklı kitabının amacını Uygur şöyle açıklamıştır: Başkasının beni sorunuyla ilgili olarak Husserl’in ileri sürdüğü savları, arka planlarından kalkarak, taşıdıkları güçlüklerin altını çözerekten, yeniden kurmak, objektif bakımdan bağlı bulundukları -çok kez kuşatıcı- başka savların içine yerleştirmek, çepeçevre yorumlamaktır.

Dilin Gücü (1962). Ona göre, dilin güçlü etkisi kültür varlığının her yanında kendini duyurur. Toplum, din, edebiyat, tarih, bilim, eğitim, gibi kültürün her yöresi, en iç öğelerine dek zorunlulukla dilin damgasını taşır.

Felsefenin Çağrısı (1962) çalışma Uygur’un başyapıtı sayılır. Uygur, kitabın ilk baskısına Önsöz’de şunları söylemektedir: Kitap, felsefenin felsefesi üzerine beş denemeyi kapsamaktadır. “Felsefe Nedir?” sorusuna belli bir aydınlık getirme savaşımındadır. Dünya Görüşü (1963) adlı küçük kitapçıkta, dünya görüşünün ne türden temellere oturduğu ve nasıl bir yapıya sahip olduğun tartışmıştır. Güneşle (1969) adlı kitap, Uygur’un denemeci yanını ortaya çıkardığı çalışmalardan biridir. Çeşitli konuları felsefi bir yorumla edebi tarzda yazmaktır.

İnsan Açısından Edebiyat (1969) adlı çalışmanın başında, Uygur edebiyatı şöyle dile getirmektedir: Edebiyat yazarlığı, zamanla edebiyatı sorgulaya yöneleceğine inanmaktadır. Ona göre edebiyat, evrene insan açısından bakmak, evreni dille yorumlamaktır. 100 Soruda Türk Felsefesinin Boyutları (1974) adlı kitap, Türkiye’de felsefe yapmanın şartlarını ve felsefeyle uğraşanların durumlarını sorgulamaktadır.

Kuram Eylem Bağlamı Çözümleyici Bir Felsefe Denemesi (1975) adlı kitabın amacı, Uygur’un bildirdiğine göre, kavramsal bir araştırmadır. Bir kavram olarak kuram ile bir kavram olarak eylem arasındaki kavramsal ilişkileri incelemektir. Dil Yönünden Fizik Felsefesi (1979) Kitabın amacı, fizik bilimini bir felsefe konusu olarak işlemek, bunu yaparken de dikkati daha çok dilde toplamaktır.

Yaşama Felsefesi. (1981) adlı kitap, Uygur tarafından şöyle tanıtılmaktadır: Yaşama felsefesi, somut soyut tüm boyutlarıyla insan yaşamının içine dağ yarıklarından iner gibi inmektedir. İnsan yaşar. Bitkiler ve hayvanlarsa sadece canlıdırlar. İnsan niçin, neye göre, nasıl yaşadığını araştıran bir varlıktır. Bir bakıma herkes yaşama filozofudur. Kültür Kuramı (1984) adlı kitap çeşitli makalelerin bir araya getirilmesinden oluşmuştur. Uygur kitabını şöyle tanıtmaktadır: Bu kitapta, insanın kültür varlığına ilişkin yazılarımdan bir tutam sunuyorum. Çağdaş bir kültür kuramına doğru uzanışlarımın göstergeleri bunlar.

Uygur denemeleri çok vakit ayırmış ve düşüncelerinin önemli bir kısmını denemeler üzerinden ortaya koymuştur. Güneşle (1969), Yaşama Felsefesi (1981 ), Bunalımdan Yaşama Kültürü (1989), Çağdaş Ortamda Teknik (1989), İçi Dışıyla Batı’nm Kültür Dünyası (1992), Tadı Damağımda. (1995) başlıklı kitaplarda toplanan denemelerin içerikleri çok çeşitlidir.

Felsefe Anlayışı

“Felsefe nedir?” sorusuna cevap vermeyi deneyeceğini, bu görevi de felsefeye özgü soruların yapısını aydınlatarak yerine getireceğinin altını çizmiştir. Sorunun cevabı, başkaları tarafından değil, soran tarafından verilmesi gerekir. Felsefede herkes, gidebileceği yere kendi ayağıyla (sorularıyla) gider.

Uygur’a göre, nedir, felsefe sorularının kuruluşunu belirler. Felsefe sorularını felsefe sorusu yapan ölçüyü verir. Felsefe sorularındaki nedir dışa ilişkin bir ek değil, felsefe sorusunu var eden bir temeldir. Nermi Uygur, felsefede temellendirmelerin de felsefenin yapısına ilişkin olduğu görüşündedir. Felsefedeki cevapların mantıkça kuruluşu üzerinde yoğunlaşmak istediğini bildirmiştir. Felsefe temellendirmeleri, her türlü kestirmeyi dışarıda bırakırlar. Felsefede kestirmeden gitmek, felsefeyi kapar. Nedirli sorularda soru konusu şey üzerinde derinleşmek esastır.

Temellendirme, felsefede bir denemedir. Felsefe temellendirmesi bitmemişliktir (Uygur 1971, 48). Bu anlayışın en iyi göstergesi, tarih boyunca ortaya konulmuş felsefelerdir. Yeniden tartışma konusu yapılmayan bir tek felsefe temellendirmesi gösterilemez. Bir felsefe temellendirmesi, incelediği kavramları, işledikleri gibi gösterebiliyorsa, başarılı bir temellendirmedir; bunu yapamıyorsa, başarıya ulaşamamıştır.

Nermi Uygur, metafiziği felsefeden ayrı bir düşünce biçimi olarak kabul etmektedir. Metafizik ile felsefe birbirlerinden başka etkenlik alanlarıdırlar. Gerek soruları gerekse cevap denemeleri başkadır. Metafiziğin baş sorusu, “özüyle evren nasıl kurulmuştur?” felsefeye girmez. Uygur’a göre, metafizik olmayan felsefenin en belli başlı niteliklerinden biri, başarılarını bölük-pörçük bir kılıkta ortaya koymasıdır.

Nermi Uygur, analitik felsefe anlayışını benimseyip sürdürmüştür. Felsefenin tarihsel disiplinlerindeki sorun yumakları üzerine çalışmak yerine, felsefe yapmanın şartları, felsefi tutumun özellikleri üzerinde yoğunlaşmıştır.

İsmail Tunalı

İsmail Tunalı, 1923 yılında Silistre’de (Romanya) doğdu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Viyana Üniversitesi’nde felsefe, psikoloji, sanat tarihi doktorası yaptı. İstanbul Üniversitesi’nde felsefe profesörü oldu. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin kuruluşunda 1959-1962 yılları arasında öğretim üyesi olarak görev aldı. 1987-1988 yıllarında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’nde bulundu. 1989 yılında yaş nedeniyle İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü başkanlığından emekli oldu.

Eserleri

Bütün çalışmaları estetikle ilgilidir: Grek Estetik’i (1963), Sanat Ontolojisi (1966), B.Croce Estetik’ine Giriş (1973), Felsefe (1966), Marksist Estetik (1977), Estetik (1978), Felsefenin Işığında Modern Resim (1962), Denemeler (1980), Estetik Beğeni (1983), Sanat Ontolojisi Temelinde Yeni Bir Resim Anlayışı (1983), Çağdaş Filozoflar (1984), Tasarım Felsefesine Giriş (2002), Tasarım Felsefesi (2009), Modern Resimden Avangart Resme (2009), Felsefeye Giriş (2009).

Felsefenin Işığında Modern Resim (1962) adlı kitap, resim örneğinden hareketle modern sanatın felsefi temellerini sergileyen bir çalışmadır. Grek Estetik’i (1962) adlı çalışması, Eskiçağ Yunan dünyasında ortaya çıkan estetik sorunların felsefe açısından ele almışını temellendirmek kaygısını taşımaktadır.

Sanat Ontolojisi (1965) adlı çalışma Tunalı tarafından şöyle tanıtılmıştır: Çağdaş sanat felsefelerinden biri olan sanat ontolojisi, sanat eseri denilen varolanı somut bir varlık olarak ele alıp çözümlemek ister. Nasıl maddi, organik ve ruhi var olanlar varsa, aynı şekilde bir şiir, bir resim, bir heykel, bir yapı ve bir müzik parçası gibi sanat eseri dediğimiz var olanlar da vardır. İşte bu sanat eserini, var olan bir şey olarak inceleyecek felsefe, sanat ontolojisi olacaktır.

B. Croce Estetiğine Giriş (1973) adlı kitap, adından da anlaşıldığı gibi ünlü İtalyan düşünür Benedetto Croce’nin (1866-1952) estetik anlayışına ilişkin bir çalışmadır. Marksist Estetik (1976) adlı kitap, Marksizmin yaygın olarak tartışıldığı bir dönemde, onu siyasi bir yapı olarak değil de felsefi bir temelde ele almayı amaçlamaktadır. Estetik (1979) adlı kitabın girişinde, estetik (aisthesis), duyulur algının, duyusallığın sağladığı bilgi ile ilgili bir bilim olarak düşünüldüğü belirtilmiştir.

Estetik Beğeni (1983) adlı çalışma, makalelerden oluşmaktadır. İsmail Tunalı kitaba ilişkin şunları bildirmektedir: Çok farklı zamanlarda yazılmış olan bu yazılar, çeşitli estetik sorunlara eğiliyor ve onlara çağdaş bir çözüm getirmek amacını güdüyor. Tasarım Felsefesi (2002) adlı çalışma, Tunalı tarafından, kırk yıllık felsefe çalışmalarının son halkası olarak tanıtılmaktadır. Ona göre Tasarını Felsefesi, doğaya alternatif varlık anlayışını sanat üzerinden geliştirme çabasıdır. Felsefeye Giriş (2010) başlıklı kitap adından da anlaşılacağı gibi felsefeyi tanıtmak amacıyla yazılmış giriş kitabıdır. Tunalı’ya göre felsefe, farklı varlık alanlarını kuşatan, var olanın varlığını ele alır. Bu anlamda felsefe, tümel yani evrensel bir bilgidir.

Felsefe Anlayışı

İsmail Tunalı, çalışmalarının hemen hepsini estetik konusunda yapmış ve bu alanın kaynak eserlerini üretmiştir. Çalışmalarının tamamı estetik olduğundan, felsefe anlayışı da bu çerçevede şekillenmiştir. Onun felsefe anlayışı, Felsefeye Giriş kitabında kısaca ele alınmaktadır. Bir bilgi türü olarak tanıtılan felsefe, farklı varlık alanlarını inceleyen ve homojen bir yapısı olan bilimsel bilgiden, tümelin bilgisi olması nedeniyle ayrılır. Ona göre felsefede sorulara cevap vermekten çok, soru sormak ve problemi görmek mümkündür. Dolayısıyla felsefe etkinliği soru sormakla başlamaktadır.

Tunalı’ya göre felsefe konusu olan var olanın varlığını farklı varlık alanlarında araştırdığından, farklı felsefe disiplinleri ortaya çıkmaktadır. Eskiçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ gibi çağlar arasındaki farklılıklar yeni felsefe disiplinlerinin ortaya çıkmasıyla yakından ilişkilidir.

Felsefenin gerekliliğini vurgulayan Tunalı’ya göre felsefe, varlığı araştırırken varlığın anlamını da kavramak ister. Bu anlamı da hakikat, iyi ve güzel gibi değerlerin oluşturduğuna inanır. Bu değerleri araştırma isteği, insanın özünde bulunan bir istektir. İnsan yalnız var olanın ve hayatın anlamını sormakla yetinmez, varlık hakkındaki bilgimiz ile birlikte bilimin de anlam ve değerini sorar.