TÜRKİYE'DE SOSYOLOJİ - Ünite 1: 19. Asırda Osmanlı Türk Düşüncesi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: 19. Asırda Osmanlı Türk Düşüncesi
Batı İle İlişkiler Ve Yenilik Hareketleri
1453’ten sonra Avrupa’da başlayan Rönesans’tan, güzel sanatlar, bilim ve fen alanlarıyla toplumsal ve siyasal kuruluşlar etkilenmişlerdir. III. Ahmet devrine kadar, fikir ve sanat alanlarında doğurucu niteliklere sahip etkiler olmamıştır. Said Mehmet Efendi Paris seyahati sonrası İbrahim Müteferrikaya matbaa kurmasını emretmiştir. 1699’da imzalanan Karlofça antlaşmasıyla birlikte Batı’nın askerî, teknolojik ve eğitim yönünden üstünlüğü anlaşıldığından, III. Mustafa askeri alanda ordunun batı esasına göre düzenlenmesi üzerinde durur. Süratçi ocağının oluşturulması, yeni icat edilen topların kullanılması, tophanenin ıslahı ve mühendishane mektebinin kurulması, bu devrin yenilikleri arasında yer alır. III. Se1im (1789-1807)’in dönemi, yenileşme ve kuruluşları Avrupalılaştırma fikrinin yerleşme dönemidir. Yeniçeri ocağı II. Mahmut döneminde kaldırılmıştır ve yerine Asaker-i Mansure-i Muhammediye isimli yeni bir ordu kurulmuştur. Askerî Kâtipler mektebiyle Tıbhane mektebi açılmıştır. Sağlık alanında karantina yöntemine geçilmiştir. 1839’da II. Mahmut’un emriyle çiçek aşısı uygulamasına başlanmıştır.
19. asrın önemli yenilik hareketleri; Hükümet şurası, adliye işleri yüksek meclisi ve askeri şura dairesinden oluşan üç meclis kurulmuştur. Sadrazamlık, Başvekile dönüştürülmüştür. Bakanlıklar birbirlerinden ayrılmalarına rağmen, İç İşleri ve Maliye bakanlıkları dışındaki bakanlıklar, Milli Eğitim’e bağlanmıştır. Şeyhülislamlık, hükümet yönetimi dışında bırakılarak, İslam milletinin din görevlisi haline getirilmiştir. 1838’de ilkokullara öğretmen, tıbbiye ve harbiyeye okuryazar öğrenci yetiştirmek gayesiyle Rüştiye okulları açılmıştır. 1848’de kılık kıyafette yenilikler yapılmıştır. Böylece her derecedeki memurların mesai ve tatil günlerinde giyecekleri kıyafetler belirlenmiştir. Gaye devlet memurlarına şekil vermek olduğundan esnafların kıyafetleri hariç tutulmuştur. Memurların fes giymeleri kabul edilmiştir.
Felsefi Akımlar
19. asrın Türk fikir adamlarının metotları, kuralları, düşünüş ve ele alınış şekilleri belli olan felsefe sistemlerini kendilerine has yöntemlerle ortaya koyduklarını söylemek doğru ve isabetli olmayacağından, sadece rasyonalizm, pozitivizm ve materyalizm gibi felsefi akımların onlardaki yansımaları üzerinde durulacaktır.
Rasyonalizm
Rasyonalizm, doğru bilginin kaynağının akıl olduğunu, iyi ve doğru eylemin akılla belirleneceğini, insan hak ve hürriyetinin akılla sağlanacağını savunan felsefi görüştür. Türk düşüncesinde İbrahim Şinasi ve Hoca Tahsin’de rasyonalizmin yansımaları görülmektedir
İbrahim Şinasi adalet, hak ve hikmet kavramları yeni değerler dünyası olarak görmektedir. O, İslâmiyet’in bilgisizlik devrini kapattığı gibi yeni medeniyetin zulüm ve bilgisizlik devrini kapatarak, akıl ve adalet devrini açtığı düşüncesindedir. Rejim değişikliği düşüncesinde olmayan Şinasi, herkese eşit ölçüde yaklaşan bir hükümdar istemektedir. O, zulüm ve köleliğe karşıdır. Ona göre, zulmün ve köleliğin temelinde adaletsizlik ve bilgisizlik vardır. Bilgisizliğin ortadan kaldırılmasını akıl, zulmün ortadan kaldırılmasını adalet temin edecektir. Adalet aklın emrindedir. Dönemin insanı rasyonel insandır. Rasyonel insanın hedefi, insan ve insanlıktır. İnsanın nefsinin yenmesi akılla sağlanır. Batı medeniyeti, akıl, adalet, hak ve hikmet kavramlarına ağırlık verir. Akıl ve adalet, bilgisizliğin ve zulmün sona erdirilmesi demektir.
Hoca Tahsin Efendi duyularla elde edilen bilgiye inanmakla birlikte, insan aklının bu bilgileri oluşturmasında, genelleştirmesinde ve bütünü kavramada, duyulara üstünlüğünü kabul etmektedir. Akıl, duyumların gösterdikleri eşya ile bu eşyaların anlam ve keyfiyetlerine ait yüzeysel bilgilerle yetinmez, onların derinliklerine işleyerek, olayların bağlı olduğu veya bu olayların meydana gelmesine neden olan nedenlerin ötesinde ilişkiler ve gölge varlıkların arkasında hakikatler bulur. Bu dönemde felsefi anlamda akılcılık üzerinde en dikkate değer şekilde duran Hoca Tahsin Efendi’dir. O, duyularla elde edilen bilgiye inanmakla birlikte, insan aklının bu bilgileri oluşturmasında, genelleştirmesinde ve bütünü kavramada, duyulara üstünlüğünü kabul etmektedir. Çünkü ona göre, insan zihninin derinliklerinde, gittikçe gelişerek ortaya çıkan ve olgunlaşan, bir anlama kuvveti bulunmaktadır ki, insan, işte bu kuvvet sayesinde, eşyanın hakikatini keşfederek kavrar ve onların farklı derecelerdeki ilişkilerini idrak eder. Hoca Tahsin, akıl yürütme kavramının, duyum, istidâl, hüküm ve irade gibi ruhun bütününü içerdiğini belirtir. O, vicdanın, ruhun hiç değişmeyip etki edici olduğu, zıddının ise daima değişmek üzere bulunduğu düşüncesindedir. Tarih-i Tekvin Yahud Hilkat, Psikoloji Yahud İlm-i Ahval-i Ruh, Esas-ı İlm-i Heyet, Esrar-ı Abu Hava, Heyet-i Alem, Mürebbi-i Eyfal, Güliver Nam-ı Müellifin Seyahatnamesi (çeviri), Nevamis-i Tabiiye (çeviri) gibi eserleri vardır. Hoca Tahsin, bütün ilimlerin aletinin anlama kuvveti olduğu düşüncesindedir. O, aklın, daima hakikate ulaşmak istediğini, hakikatin ortaya çıkmasının da, edinilen bilginin, gerçekliğe uygun olmasına bağlı olduğunu belirtir. İnsanların bilgisi, genel olarak, ilişkiler ve izlenimlerden ibarettir. Ona göre, insan, ruh ve bedenin birleşmesinden meydana gelen bir varlık olduğundan, düşünen, algılayan bir varlıktır. Görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma olmak üzere beşe ayrılan dış duyularımız, bizim için dışarı ile ilişkimizi sağlayan beş kapı derecesindedir ki, bunlar vasıtasıyla elde edilen izlenimler anlama hazinemize dahil olurlar. İç duyumun ise, vicdan, şuur, dikkat, mülahaza, dışa ait his, hükmün verilmesi, hafızanın tereddütü, genelleme vb. leridir. İnsan, yaratılışı itibariyle öğreti halinde, düşünceden önce duyumlama, çok defa duygu ile birbirlerine benzeyen ruhsal eylemler ve kavram, genellikle kalp ile ilgili tesirler ve değişiklerle ifade edilen idrak olmak üzere üç türlü olaya yakındır.
Pozitivizm
Pozitivizm, olayları, olayların içinde kalarak, deney ve gözlem yoluyla elde edilen verilere dayanan bilgileri doğru bilgi olarak kabul eder. Deney ve gözlemle ilgisi olmayan her çeşit bilgiyi metafiziksel bilgiler olarak görür. Bu bağlamda bakıldığında pozitivistler, din ve metafiziksel bilgileri, bilgi olarak kabul etmezler. Pozitivizm, bilgide deney ve gözlemi esas alan felsefedir.
Beşir Fuad’ a göre Victor Hugo’nun matematik bilimine gerekli değeri vermemesinin nedeni, deney ve gözlem yerine hayale dayalı bilgilere yer vermesidir. Ona göre, realiteye bağlı bilgilere itibar edilmelidir. Hatta edebiyatın bile böyle olması gereklidir. O, bu konuda Ziya Paşa’nın Terci-i Bendi’nin dahi deney ve gözleme dayanması gerektiği üzerinde durur. O, bu konuda E. Zola ve C. Bernard’ı örnek olarak verir. Pozitivizmde, deney ve gözleme dayanmadığı ileri sürülen din ve metafiziğe pek itibar edilmemesi durumuna Beşir Fuad’da rastlanmaktadır.
Beşir Fuad’ın 19. Asır Türk aydınları üzerinde etkisi olduğunu söylemek biraz zordur. Fakat II. Meşrutiyet’ten sonraki yıllarda pozitivist ve materyalist düşünce dünyasına bağlı olduğu bilinen Baba Tevfik, Ahmet Nebil, Subhi Edhem, Dr. Abdullah Cevdet, Celal Nuri İleri gibi düşünürler onun takipçileri olduğu ileri sürülebilir
Materyalizm
Materyalizm, her şeyin yegâne sahibinin madde olduğunu, maddenin dışında zihinsel ve doğaüstü hiçbir gücün olmadığını kabul eden felsefe anlayışıdır. Medreselerin eski önemini kaybetmesi, devletin yenileşme gayesiyle yeni eğitim kurumlarını açmasına neden olmuştur. 1826’da, Avrupai nitelikte açılan Tıbhane Mektebi’nin Kütüphanesi, o sıraların fikrî modasına uygun olarak zamanla materyalist anlayıştaki kitapları içeren bir kütüphane haline gelmiştir.
Hoca Tahsin fikirlerini verirken, bazı yerlerde zaman zaman muğlak ve kaçamak ifadeler kullanarak, sanki materyalist anlayışa sahipmiş gibi bir izlenim bırakmaktadır. Beşir Fuad ve Ahmet Mithat Efendi materyalizmden esinlendiği gözlenmektedir.
Uzlaşımcı Bir Fikir Adamı Ahmet Cevdet Paşa
Cevdet Paşa, hem medrese ve hem de modern bilim yönünü temsil eder. Kurucu, yapıcı ve uzlaştırıcı bir kişiliğe sahiptir. Avrupa’ya hayran ve medeniyetçidir. Gelişmecidir, ancak örf ve adeti yok sayacak gelişmeciliğin karşısındadır. İlk adliye nazırı olarak hukuk mektebinin açıcısıdır. Ömrünü tarafsızlığa adamıştır. Yeni kanunların çoğunun; yani ceza, ticaret ve arazi kanunlarının yapıcısıdır. İdarede, teşkilatta, kanun hazırlamakta, araştırıcı özelliğe sahiptir. Onun tek gayesi, mevcudu bilmek ayıklamaktır. Onun en önemli özelliği ahlaklı olmak ve genelin çıkarını düşünmektir. Onun eserleri arasında en önemlisi Mecelle’dir. Kitap, Osmanlı imparatorluğunun hukuksal gereksinimlerini İslam imparatorluğunun evrimini göz önünde bulundurularak yazılmıştır.
Devrimci Bir Fikir Adamı Ali Suavi
O, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin, “Kur’an her milletin kendi dilinde okunabilir” sözünden hareketle Kur’an’ı Türkçe okumak gerektiğini ileri sürer. Hatta hutbelerin Arapça okunmasına karşı çıkar. Hilafet kurumunu kabul etmez. Ona göre, meşrutiyet yönetimi cumhuriyete doğru kazanılmış bir safhadır. Böylece o, dinsel kanunlara karşı laikliği, mutlak idareye karşı cumhuriyeti, Osmanlıcılığa karşı da Türkçülüğü savunur. O, tekkecilik ve dervişliğin İslam ülkelerini medeniyetçe, sanat ve ticaret bakımından geri bıraktığını belirtir. Aile ve ümmet olmak üzere iki toplum vardır. Bunların dayanağı maddi çıkarlar değil ilahî kuvvettir. Doğal hukuk denen şey, ilahî hukuktur. Meşru bir yönetim, bulunduğu yer ve zamanın gereksinimine, ahlakına, kabiliyetine uygun olmalıdır. Bu nedenle monarşi, oligarşi, cumhuriyet yönetimleri, meşruluk bakımından aynı şartlara bağlıdırlar. O, Batılıların cumhuriyet ve oligarşi Batı’ya, monarşi Doğu’ya aittir sözüne katılmaz. Ona göre İslam bilginleri başkan çokluğu demek olan oligarşiyi, tehlikelerinden dolayı beğenmemişlerdir. Onlar, cumhuriyete hükümetin borcu, kamunun çıkarı olduğundan iyi gözle bakmışlardır. İslam bilginleri ahlaksız bir hükümet olmayacağı konusunda hemfikirdir.
Muhafazakar Meşrutiyetçi Bir Fikir Adamı Namık Kemal
Namık Kemal, medeniyete bilinçli bir bakışın, dayanışmayı doğuracağını, dayanışmanın okullaşmaya götüreceğini, okullaşmanın bilgilendirmeyi, bilgilenmenin tezgâhları, tezgâhların fabrikayı, fabrikaların bankayı, bankanın ise refahı ve zenginliği getireceğini ileri sürer. Din, ırk, dil ayrılıklarına rağmen vatan birliğinin birleştirmeye yettiğini belirtir. Bir toplumda bireylerin derecelerine göre, yönetici ve memur olarak bulunmasının hakların korunması için olduğunu belirtiyor. Ona göre, yönetici ve memur sınıfları dışındaki bireylerin birbirlerine ve genele karşı sahip olduğu yapma gücünün manevi ifadesine kamu sansı denir. Dünyaya geldiğinde imkân bakımından bütün hayvanlardan eksik olan insan, sonradan medeniyet sayesinde geliştirdiği imkânlarla onların üstüne çıkıyor. insanın ortaya koyduğu gelişmeler medeniyet sayesinde olduğundan, medeniyet asla ihmal edilemez. Her şeyden önce insanın en önemli hakkı, hürriyetle yaşamaktır. Hürriyet ise medeniyetle korunur. Medeni toplumlarda görülen bazı ahlaksızlıkların nedeni, medeniyetin yanlış uygulanmasıdır. Ona göre, medeni gelişmelere ibretle bakmamak, gelişmelerden habersiz olmaktır. O, bizim toplum olarak her istediğimizin gerçekleşmesini önce hükümetten sonra eğer gerçekleşmezse Allah’tan beklediğimizi belirtir. Oysa hükümet, halkın ne babası, ne hocası, ne vasisidir. Eğer hükümet, bireylerin bilgisine, mülkün mamurluğuna, insanlığın olgunlaşmasına, medeniyetin ilerlemesine hizmet ederse, hem kendinin, hem halkının, hem bütün dünyanın yararına yardım etmiş olur.