TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL MİRASI I - Ünite 2: Dünya Mirasında Türkiye: İstanbul’un Tarihi Katmanları ve Günümüze Ulaşan İzleri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Dünya Mirasında Türkiye: İstanbul’un Tarihi Katmanları ve Günümüze Ulaşan İzleri
Giriş
İstanbul, tarih boyunca birtakım güçlerin hükmettiği bir şehir olmasından dolayı çeşitli isimlere sahip olmuştur. Osmanlı Dönemi’ne kadar kullanılan Konstantiniyye bunlardan en önemlilerinden biridir. Bununla birlikte son döneme kadar İstanbul’un ilk olarak M.Ö 660 senesinde kurulduğuna inanılırken; Marmaray metro inşaatı sırasında yapılan çalışmalarda ortaya çıkan ayak izi ve mezarlar, bu tarihi M.Ö 6500’lü yıllara kadar götürmüştür.
İstanbul, hem Bizans ve Roma hem de Osmanlı döneminde birçok tarih eser yapılmıştır. Bu eserlerin bazıları dönüştürülmüş bazıları da meydana gelen deprem yangın gibi doğal olaylar yüzünden fazlasıyla zarar görmüştür.
İstanbul’un Osmanlı Uygarlığının Başkenti Olarak Gelişimi
Tarihi Yarımada’nın doğu ucuna konumlanan ve batı yönü Sur-u Sultani ile çevrelenen Topkapı Sarayı, XIX. yüzyıla kadar devletin idari merkezi olarak işlevini sürdürmüştür. 16.-19. yüzyıllarda yeni köşkler, mescit, kütüphane ve diğer eklerle büyüyen Saray, özel tasarımı ve barındırdığı özel eşya, ender kitap ve tarihi belgelerle evrensel düzeyde önem taşıyan bir mimari hazine durumundadır.
Konutların ahşaptan yapılması ve yangınlardan zarar görmesi sebebiyle günümüze sınırlı sayıda kentsel çevreye ait yapılar ulaşmıştır. Resimler ve gravürler, yok olan İstanbul evleri, sokakları, cumbalı, kafesli pencereleri olan ahşap konaklar hakkında bilgi sunmaktadır. İç mekânların zengin bezemeli duvar ve tavanları, dolap kapakları ile diğer mimari ayrıntıları birçok gravüre konu olmuştur. 20. yüzyıl başındaki yangınların ardından gelen yeni planlama anlayışı ile kentin organik yol dokusu değişime uğramıştır. Izgara planlı yeni XX. yüzyıl dokusu üzerinde, Batı etkileri tasıysan konut tipleri gelişmiştir.
XIX. yüzyılda, Batılılaşmayla birlikte kentte önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır. Yeni okullar, kamu binaları, bankalar, garlar ve kışlalar İstanbul’un görünümünü değiştirmiş, Batıdan alınan neoklasik, neo-barok ve diğer canlandırmacı üsluplar kullanılmaya başlanmıştır.
İstanbul’un Dünya Mirası Listesi’ne Girişi ve Gerekçesi
Dünya Mirası Listesi’ne aday olabilmek için anıt veya sitin ulusal düzeyde yasal koruma altında olması gerekmektedir. Tarihi Yarımada’nın surlarla çevrili bölgesinin tümünün bir sit olarak tescili ancak 1995 yılında gerçekleşebilmiştir. 1984 yılında İstanbul’un yasal koruma altına alınmış¸ olan sit alanları sınırlı sayıdaydı.
Tarihi Yarımada’da kentsel ve arkeolojik nitelikte 4 alan sit olarak tescil edilmiştir. Bunlardan ilki Topkapı Sarayı’ndan Sultanahmet’e uzanan ve güneyde Marmaraya kadar inen ve Arkeolojik Park olarak anılan alandır. İkincisi Süleymaniye ’dir; külliye ve çevresindeki ahşap evlerin bulunduğu kentsel alan dokusu ve anıtsal yapılarıyla önemlidir. Üçüncü sit alanı Zeyrek , Zeyrek Camii ve çevresindeki ahşap evleri kapsayan kentsel sit alanıdır. Dördüncü alan II. Theodosius Surları ve çevresindeki koruma bandını kapsayan Karasurları ’dır.
İstanbul’la ilgili olarak Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan başvuru dosyası 31 Aralık 1984’de UNESCO’ya sunulmuş dosya ICOMOS tarafından incelenmiş¸ ve olumlu bulunmuştur.
T.C. Kültür Bakanlığı, ICOMOS’a öneri sunmuştur. ICOMOS da öneriyi anlamlı ve olumlu olarak değerlendirmiş; Dünya Mirası olarak önerilen yerlerin niteliği, değerleri açıklanarak, önemleri vurgulanmıştır. Öneride dört alanın kapsanması istenmektedir:
- 1979 senesinde koruma altına alınan Zeyrek Mahallesi,
- Yarımadanın ucunda yer alan ve sınırları 1953 1956 yıllarında tanımlanan Arkeolojik Park,
- 1980 ve 1981 yıllarında koruma altına alınan Süleymaniye Mahallesi
- 1981 yılında koruma altına alınan Sur Bölgesi.
İstanbul’un Dünya Mirası Alanları ve Özellikleri
Arkeolojik Park
Arkeolojik Park, 1930’larda İstanbul’un imar planını yapmak üzere Türkiye’ye davet edilen H. Prost, tarafından düzenlenmesi öngörülmüştür. Bu alan, Topkapı Sarayı’nın doğu eteklerinden Sur-u Sultani’nin içinden başlayarak güneye doğru ilerleyen Ayasofya’nın doğusu ile kıyı arasında kalan Sultan Ahmet Camii’nin doğu ve güneyindeki bölgelerine de kapsamaktadır.
Ayasofya
Hristiyanlığın devlet dini olarak kabulüyle, Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti Konstantinopolis bu yeni dinin anıtlarıyla bezenmeye başlamıştır. 360 yılında yapılan ilk Ayasofya, kilisesinin bazilikal planlı bir yapı olduğu bilinmektedir.
İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya mihrap, minber ve minare eklenerek camiye çevrildi, kuzeyine bir medrese yapıldı. Fatih Sultan Mehmet, külliyenin bakım ve onarımı için büyük gelir kaynakları vakfetti. Osmanlı Dönemi’nde Ayasofya içine eklenen mihrapcık, kürsü, mahfil, antik yerlerden getirilen haznelerle zenginleştirildi.
Topkapı Sarayı
Yapımına 1459’da başlanan Topkapı Sarayı, Fatih’in 1481 deki ölümünden sonra da sürmüştür. Dünyada XV. yüzyıldan günümüze ulaşan ender saraylardan biri olan Topkapı Sarayı, içerdiği ünik yapılar topluluğunun yanı sıra, ender yazma eserler, porselen, mücevher, silah, kostüm ve diğer koleksiyonlarıyla eşsiz bir hazinedir
Saray, dört avludan oluşmaktadır. İlk avlu, halkın ve Yeniçerilerin maaşlarını almak ve törenler için girebildiği bir alan olan Alay meydanı, ikinci avlu, Büyük bir bahçe olan ikinci avlunun kuzey duvarı boyunca has ahırlar, Divan ve içhazine yan yana bulunmaktadır. Divan vezirlerin toplanıp devlet islerini görüştükleri mekândı. Üçüncü avlu, Enderun sultanın özel dairesinin bulunduğu alandı. Yabancı elçilerin kabul edildiği Arz Odası hemen kapının karşısında yer almaktadır. Arazinin doğuya doğru eğimli olması dolayısıyla bu noktadan itibaren avluda bir kademelenme yapılmıştır. Son avlu ise; önceleri bir bahçe, açık alan niteliğindeyken, XVII. yüzyılda eklenen Revan ve Bağdat Köşkleri ile dinlence seyir terası niteliği almıştır.
Aya İrini
Topkapı Sarayı içinde kalan kilise, yüzyıllar boyu silah deposu alarak kullanıldıktan sonra ilk askeri müzenin nüvesi, XIX. yüzyılda bu kilisede kurulmuş¸, Cumhuriyet Dönemi’nde Askeri Müze’nin kurulmasıyla buradaki koleksiyonlar taşınmıştır.
Çinili Köşk
Arkeoloji Müzesi’ne bağlı, Çini Müzesi olarak kullanılmaktadır. Eşsiz bir koleksiyona sahip olan müze 2004-2005 yılları arasında elden geçirilmiş¸, çinileri onarılmış¸, yeni bir sergileme düzeni getirilmiştir.
Arkeoloji Müzesi
Topkapı Sarayı’nın ilk avlusuna, Çinili Köşk’ün kuzeyine mimar Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen Arkeoloji Müzesi kompleksi, XIX. Yüzyılda Osmanlı topraklarında yapılan kazılardan elde edilen zengin buluntuların sergilenmesine yönelik bir yapıdır.
Gotlar Sütunu
Romalıların Gotları yenmesini kutlamak üzere dikilen bu anıt dördüncü yüzyıla tarihlenmektedir. On beş¸ metre yüksekliğindeki bir sütun üzerinde kartal kabartması olan bir başlık taşımaktadır.
Yerebatan ve Binbirdirek Sarnıçları
Tarihi Yarımada’nın doğal su kaynakları sınırlı olduğundan, Roma Dönemi’nden başlayarak su ihtiyacını karşılamak için çok sayıda sarnıç yapılmıştır. Kentin ana yolu olan Mese yakınında konumlanan Binbirdirek Sarnıcı Konstantin Dönemi’ne tarihlenmektedir.
Justinyen tarafından Ayasofya’nın batısında yaptırılan “Bazilika Sarnıcı”, günümüzde Yerebatan Sarnıcı olarak tanınmaktadır. Plan ölçüleri 138x64.6 m olan sarnıçta 336 sütun bulunmaktadır.
Hipodrom
Osmanlı Dönemi’nde “At Meydanı” adını alan açık alan çevresinde önce vezir sarayları yapılmış¸, daha sonra Sultan Ahmet Külliyesi için İbrahim Paşa dışındaki saraylar istimlak edilerek kaldırılmıştır. Bugün Hipodrom üzerine yapılan binalar dolayısıyla çok küçülmüştür
Sultan Ahmet Külliyesi
XVII. yüzyıl başında Sultan I. Ahmet tarafından yaptırılan külliye, cami, hünkâr kasrı, türbe, sıbyan mektebi, medrese, darülkurra, darüşşifa, imaret, sebiller, dükkanlar ve hamamdan oluşmaktadır.
Süleymaniye
XVI. yüzyılda Mimar Sinan tarafından yaptırılan Süleymaniye Camii ve Külliyesi çevresindeki semte adını vermiştir. Haliç’e hakim bir yamaca yapılan cami, kentin Haliç siluetinin en belirgin ögesi olarak belleklere kazınmıştır.
Süleymaniye Külliyesi
Süleymaniye Külliyesi Mimar Sinan’ın İstanbul’da gerçekleştirdiği en büyük projedir. Tarihi Yarımada’nın üçüncü tepesi üzerine, Haliç’e bakan bir konumda yerleşen külliyenin yapımı için gerekli alan kısmen bugünkü İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün bulunduğu alanda yer alan Eski Saray’ın bahçesinden verilmiş¸, geri kalanı ise istimlak yapılarak elde edilmiştir.
Külliyenin yapımı 1550-1559 yılları arasında gerçekleşmiştir. Arazinin kuzey ve batı yönünde eğimli olması dolayısıyla istinat duvarlarıyla cami çevresinde geniş¸ bir teras oluşturulmuştur. Külliyenin genel planlaması Fatih Külliyesi’ne benzemektedir. Cami kompozisyonun merkezinde yer alan Tahtakale ve Küçükpazar arasındaki yamaç üzerinde dağ gibi yükselerek kent siluetine katılmaktadır.
Türbeler
Kanuni Türbesi, imparatora yakışır biçimde anıtsal bir yapıdır. Sekizgen planlı ana yapının çevresinde alçak sütunlara oturan bir galeri yer almaktadır. Hürrem Sultan’ın türbesi de sekizgen planlıdır ancak daha mütevazi boyutlardadır.
Medreseler
Külliyede toplam altı medrese bulunmaktadır. Bunlardan ilk dördü normal medreselerdir. Beşincisi ise, yapıldığında imparatorluğun en üst düzey eğitim kurumu seviyesine çıkan Darülhadis Medresesi’dir. Altıncı medrese ise, tıp eğitimi için düzenlenmiştir. İlk dört medrese, 1. 2. 3. 4. anlamına gelen Evvel, Sani, Salis, Rabi olarak anılmaktadır. Bununla birlikte medreseler 1553 yılında kullanılmaya başlanmıştır.
Mektep
Mektep, Tiryaki Çarşısı’nın doğu ucundaki dükkanların üstünde, Evvel ve Sani Medreselerine bitişik konumdadır. Yan sokaktan giriş¸ basamaklarla avluya çıkışı sağlayan küçük bir kapı aracılığıyla sağlanır.
Darüşşifa
Darüşşifa revaklı iki avlu çevresinde gelişen büyük bir yapıdır. Burada hastalar muayene ediliyor, ayakta tedavi olanlara ilaç veriliyordu. İkincisi ise yatılı hastalar tarafından kullanılmaktaydı.
Hamam
Hamam son yapılan yapılardandır ve muhtemelen yer darlığından tek hamam olarak yapılmıştır. XIX. yüzyılda girişindeki kubbeyle örtülü üç açıklıklı bölüm yıkılarak, yerine iki katlı bir ek yapılmıştır.
Dükkanlar
Külliyenin eğimli bir arazi üzerinde olması dolayısıyla cami çevresinde oluşturulan dış¸ avlu ve zeminden yükseltilen medrese ile diğer yapıların altında kalan dar alanlar, dükkan dizileri için kullanılmıştır.
Zeyrek
II. Mahmut döneminde bu çevreyi yakan yangından sonra mahalle yeniden biçimlenmiş¸, iki ve üç katlı evleriyle güzel bir kompozisyon oluşturmuştur. Zeyrek koruma alanı doğuda Zeyrek Camii’nden başlayarak batıda Eski İmarete, kuzeyde Haydar Külliyesi’nden, güneyde Çinili Hamam’a kadar uzanmaktadır. Bu alanın içinde Ortaçağ ve Osmanlı yapıları yer almaktadır.
İstanbul’un fethinden sonra dönemin alimlerinden Molla Zeyrek‘in yönetiminde bir medrese olarak kullanılan ve daha sonra camiye dönüştürülen kiliseler sürekli bakım ve onarımla ayakta tutulmuş¸ ve yaşatılmıştır.
Kara Surları
Konstantin surlarının yapımından sonra kentin nüfusu artmaya devam etmiş¸ ve IV. yüzyıl sonunda surlarla sınırlanan alan ihtiyacı karşılayamaz duruma gelmiştir. Buna karşı II. Theodosius, surlarda bir öteleme yaparak, bugünkü Mermerkule, Yedikule, Altınkapı hizasından başlayan ve kuzeye doğru Begradkapı, Silivrikapı, Mevlevihanekapı, Topkapı, Sulukulekapı, Edirnekapı, Ayvansaray doğrultularını izleyen bir güzergah üzerine, yaklaşık 7 km uzunluğunda yeni bir savunma sistemi inşa ettirmiştir.
Yedikule
Yedikule Hisarı, Kara Surlarının dört kulesini kullanarak, doğusuna eklenen üç kuleyle oluşturulan bir iç kaledir. Altın Kapı’ya bitişik olarak kurulan Yedikule Hisarı oldukça düz bir alan üzerine yerleşmiştir. Giriş¸ kuzeydoğudan, kemerli bir geçitle sağlanmaktadır. Kabaca beşgen planlı olan yapının duvarları yaklaşık 12 metre yüksekliğindedir.
1895’de Yedikule Hisarı Müzeler İdaresi’ne verilmiştir. 1905’te çıkan bir yangında kalenin içindeki evler yanmış¸, geriye mescidin minaresi ile bir çeşme harabesi kalmıştır. 1950’lerde Y. Mimar C. Tamer tarafından onarılan hisar çeşitli etkinlikler için kullanılmaktadır.
Dünya Mirasını Koruma Çalışmaları
1985 yılından günümüze kadar geçen sürede UNESCO’nun tarihi alanlarla ilgili kararlarında belli ek ve değişiklikler yapılmış¸, tarihi alanların çevresinde, onların olası değişmelerden zarar görmesini engellemek üzere tampon bölgeler oluşturulmasına gerek duyulmuştur. 1995 yılında tüm Suriçi bölgesinin sit olarak ilan edilmesi bu işlemi kolaylaştırmış¸ ve anılan bölge Dünya Mirası statüsündeki Tarihi Alanların tampon bölgesi olarak nitelendirilmiştir.