TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI - Ünite 2: Türkiye’de Kentleşme Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Türkiye’de Kentleşme

Kentleşme: Kısa Bir Sosyolojik ve Tarihsel Arka Plan

İnsanlık tarihinde farklı tanımlamalar bulunsa da yaşanan aşamaları tarım, sanayi ve sanayi sonrası/ bilgi toplumları olarak tanımlamak mümkün. Tarım toplumlarının toplumsal yaşam içindeki ağırlığı sanayileşmenin yaygınlık kazanmaya başladığı 1800’lü yıllara kadar devam eder. Nüfusun daha düşük bir bölümünün yaşadığı kentlerde ise yönetim kademesinde bulunanlar yanında geçimini ticaret ve zanaatla sağlayan kesimler yaşamaktadır. Tarım toplumlarında genelde hâkim olan yapı imparatorluklardır.

Sanayileşme sürecinde imparatorluklar zayıflamaya, ellerindeki topraklar sermayedarların/ iş adamlarının elinde toplanmaya başlar. Değişen toprak sahipliği sonunda yerlerinden edilen ve tarımsal yapı dışında çok da fazla bilgi ve becerisi olmayan insanlar iş bulma umuduyla kitleler hâlinde fabrikaların olduğu kentlere göç ederler. Sanayileşme ile birlikte kentler, yaşamın yeni merkezleri hâline gelir. Köy ve kentin sosyolojik gerçekliği ise birbirinden çok farklıdır.

Köy ve kasaba nüfus sayısının az olduğu yerlerdir. Geçim kaynağı tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Köy/ kasabanın sosyolojik olarak tanımlanabilecek belirli özellikleri vardır:

  • Köylerde nüfus az olduğu için herkes birbirini tanır ve dayanışma unsuru da fazladır.
  • Köyler, kişi üzerinde toplumsal kontrolün çok güçlü olduğu yerleşim yerleridir. Normlara uymayan davranışlar karşısında toplumsal baskı çok güçlüdür.
  • Köylerde grup normlarına uyma büyük önem taşır. Bu bağlamda bireysellik, farklılık hoş görülmez.
  • Köyler, hayatın daha statik, durağan yaşandığı yerlerdir. Toplumsal değişme daha yavaş gerçekleşir.
  • Köylerde, örgütlenme, farklılık, çeşitlilik zayıftır. Benzeşmeye, homojenliğe dayalı yapılardır.
  • Köylerde, üretim genellikle tarım ve hayvancılık üzerinden şekillenir. Üretim anlamında çeşitlilik yaygın değildir.
  • Köyler zamanın yavaş aktığı, kültürel ve sosyal faaliyetlerin sınırlı olduğu yapılardır.

Kentlere göç etme sanayileşme süreci ile başlar.

Sanayileşmenin ilk döneminde kente göç eden insanların önemli ortak noktaları bulunmaktadır. Bu özelliklerden bazıları şunlardır:

  • Ekonomik açıdan son derece zor durumda, çoğu açlık sınırında bulunan, herhangi bir birikimi olmayan kişilerden oluşmaktadır.
  • Geniş kitleler ilk defa onbinlerce/yüzbinlerce insanın yaşadığı yerleşim birimlerinde hayata tutunmaya çalışmaktadır. Kente yönelik ortak bir yaşam kültürü yoktur.
  • Çoğunun herhangi bir mesleği yoktur.
  • Geniş aileyle birlikte var olmaya çalışmaktadır.

Büyük yoksulluk ve işsizlik içerisinde yaşayan geniş kitlelerin bulunduğu, kentlerde sanayileşme sürecinin ilk döneminde büyük bir kaos hakimdir ve suç oranları çok yüksek artış gösterir. Bir arada yaşama kültürü olmayan yüzbinlerce insana köylerdeki gibi düzen sağlamak mümkün değildir. Sanayileşmenin ilk döneminde düzeni sağlama, hayatın bütün alanlarında öne çıkan bir olgudur ve bunun için suça yönelik son derece ağır cezalar, katı şekilde gözetim/ denetim/ disiplin mekanizmaları konulur.

Sanayileşme sürecinde kentlerde işsizlik çok yaygın, ücretler çok düşük ve çalışma şartları kötüdür. Aileden tek kişinin çalışması geçimi sağlamaya yetmemektedir. Dolayısıyla kadınların da çalışma hayatına girmesi gerekmektedir. Fabrika düzenindeki standartlaşma ve iş bölümü, tarım toplumunda çalışma hayatında gerekli olan fiziki güce ihtiyacı ortadan kaldırır. Kadınların çalışma hayatında daha fazla yer alması, toplumsal alanda da daha fazla rol almalarını beraberinde getirir. Aile ekonomisine katkı sağladıkça, ailedeki erkek otoritesi zayıflar, ailede eşitlikçi roller ön plana çıkar.

Sanayi toplumlarında kentlerde, bireycilik giderek öne çıkmaktadır. Geniş ailenin zayıflaması, kişilerin kendi ayakları üzerinde durabilmesi, kişi üzerindeki aile baskısını da zayıflatmaktadır.

Kentler, köylerden farklı olarak örgütlenmenin öne çıktığı yapılardır. Sendikalara, siyasal partilere, kulüplere, sivil toplum örgütlerine katılım yüksektir. Az sayıda insanın yaşadığı köylerden farklı olarak, kentlerde her türlü çeşitlilik artar. Köyler benzeşmeye, kentler farklılaşmaya/ heterojenleşmeye dayalıdır.

Sanayileşmeyle birlikte yüzbinlerce insanın yaşadığı kentlerde hem çalışma sürecinde hem de toplumsal hayatın her alanında zaman bilinci ve dakiklik önemli değerler olarak öne çıkar. Köyde, zaman kavramı çok önemli değildir. Çalışma disiplini yoktur. Kentler zamanın, hayatın her alanında merkezi önem kazandığı yapılardır. Sanayi toplumlarında insanlara zamanı hatırlatmak amacıyla kentin görünür bölgelerine saat kuleleri konulur.

Kentlerde kitle eğitimi öne çıkar. Toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda geniş kitlelerin zorunlu eğitimi söz konusudur.

Kentler, kitle iletişim araçlarının yaygınlık kazandığı, ulaşımın geliştiği, zamanla kurallara dayalı ortak yaşam kültürünün oluştuğu yerlerdir.

Kentler, tarım ve hayvancılık dışında üretimin farklılaştığı/ çeşitlendiği, imalat ve hizmet sektörünün yaygınlaştığı yerlerdir.

İlk aşamada düzensiz olarak başlayan kentleşme, sonraki süreçte son derece planlı ve rasyonel şekilde düzenlenir. Kentler ise değerler ve yaşama alışkanlıkları bakımından son derece farklı özelliklere sahip yerleşim birimleridir ve kentlerde:

  • Hukuk,
  • Rekabet,
  • Örgütlenme,
  • Zaman bilinci,
  • Eğitim,
  • Farklılık,
  • Bireycilik,
  • Eşitlikçi roller,
  • Akılcılık önemli değerler

olarak ön plana çıkar.

Türkiye’de Kentleşmenin Özellikleri ve Nedenleri

Toplumsal tabakalaşma açısından bakıldığında temel ayrım, yöneten yönetilen ayırımıdır. Yönetenler ve yönetilenler şu kesimlerden oluşmaktadır:

Yönetenler:

  • Saray Halkı : Padişah, eşrafı ve sarayda görevli değişik mesleklere sahip çalışanlardan oluşmaktaydı.
  • İlmiye : Medrese eğitiminden geçmiş yönetim, yargı ve öğretimle görevli kişilerdir.
  • Seyfiye: İmparatorluğun askerî kanadıdır. Düzenli askerleri oluşturan kapıkulu askerleri ve temel görevi tımarları korumak olan geçici askerleri oluşturan tımarlı sipahilerden oluşur.
  • Kalemiye : İdari görevleri gerçekleştiren memurlardır.

Yönetilenler, yöneten kesimler dışında kalan temel geçim kaynakları tarım, hayvancılık, zanaat ve ticaret olan kesimlerdir.

Avrupa’da 1770’li yıllarda yükselişe geçen sanayileşme, imparatorluklarda önemli güç değişimini de beraberinde getirdi. Geçmişte, ağırlıklı olarak tarıma, fetihlere ve bağlı yerlerden gelen gelirlere dayalı güç odağı, sanayileşme ile birlikte tamamen değişti. Gücü belirleyen unsur artık tarımsal üretim değildi. Sanayileşme, çok daha güçlü araç gereçler yaratıyor, bu güçlü silahlar sanayileşmiş ülkelere diğer ülkeler karşısında büyük güç sağlıyordu. Tarımsal üretim yerine imalat üretimi öne geçiyordu. Sanayileşme, dünyada yeni güç odağı olarak sanayileşmiş Avrupa ülkelerinin geçmesine neden oldu.

Batıda imparatorlukların güç kaybetmesi, toprak düzeninde yaşanan değişmeler, kırsalda/ köylerde yaşayan insanların akın akın kentlere göç etmesini beraberinde getirmişti. Yani Batıda sanayileşme ile birlikte büyüyen/ gelişen bir kentleşme söz konusuydu. Sanayileşmenin ilk döneminde düzensiz bir özellik gösteren kentleşme, rasyonel düşüncenin merkezi önem kazanmasıyla birlikte planlı/ düzenli yapılanmanın hâkim olduğu bir özellik kazandı.

Türkiye’de Kentleşmenin Nedenleri

Türkiye’de kentleşmenin çok sayıda nedeni bulunmaktadır. Bu nedenleri belirli başlıklar altında toplamak mümkündür.

İtici Nedenler

İtici nedenler, köyden kaynaklanmaktadır. Köy, artık insanlara yeterli yaşama imkânı sunmamaktadır. Yoksulluğu kıracak imkânlar azalmakta, ekonomik açıdan kötü durumda bulunan kişiler, o durumu aşacak imkânları köyde bulamamaktadır. Köy, içinde yaşayan insanları kente doğru itmektedir. İtici nedenleri birkaç başlık altında toplamak mümkündür.

Tarımda Makineleşme: Çok uzun süre köyde toprağı işleme basit araçlar ve fiziki güçle gerçekleşmiştir. Tarımsal işlerde kadınlar ve çocuklar da yoğun olarak çalışma sürecinde yer almıştır. Fiziki güce dayalı çalışma hava koşulları, mevsimsel etkilerden etkilenmekte ve fiziki kuvvete dayalı çalışma, fiziksel yorgunluktan dolayı düzensiz özellik göstermektedir.

Türkiye’de tarımda makineleşme denildiğinde ilk akla traktörlerin kullanılmasıdır. Bu sürecin hızlanması 2. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın galip ülkelerinden ABD savaştan yıkımla çıkmış, ekonomik durumu kötü ülkelere ve savaşa katılmamış olsa bile müttefiklerine ekonomik kalkınmalarını sağlamak adına ekonomik yardımda bulunma kararı alır. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda ülkeye 1948-1951 tarihleri arasında ekonomik yardımda bulunur. Yardımlarda bulunurken ülkelere yardımların kullanılması konusunda önemli şartlar/ sınırlamalar koyar. Yapılan yardımların sanayileşme yerine tarımda kullanılması, demiryolları yerine karayollarının öne çıkarılması, ithal makine araç gereç alımına öncelik verilmesi gibi şartlar nedeniyle 1950’li yıllarda tarımda traktör sayısında âdeta patlama yaşanır.

“Tarımda kullanılan makine, özellikle traktör sayısında olduğu kadar, traktörle işlenen tarım alanında da önemli artış gözlemlenmiştir.

Traktörün kullanılması, toprağın zaman koşullarına bağlı kalınmadan sürekli işlenebilmesini, işlerin hızlı yapılmasını da beraberinde getirir. Tarımda makineleşmenin etkilerin bazıları şunlardır:

  • Tarımda insan gücüne duyulan ihtiyacın azalması ve işsizliğin artması,
  • İşsiz kalan insanların geçinmek için kentlere göç etmesi,
  • Kentlere yaşanan iç göç ile birlikte kentlerde önemli toplumsal sorunların ortaya çıkması, çarpık kentleşmenin hız kazanması,
  • Kentlerde yerel yönetimlerin kaynaklarını üretken yatırımlar yerine, kente göç eden kitlelerin eğitim, sağlık, altyapı hizmetlerine harcaması,
  • Tarımda işlenen alanların ve verimliliğin artması ile birlikte köylerde zenginleşen bir kesimin ortaya çıkması.

Hızlı Nüfus Artışı ve Toprakların Bölünmesi: Nüfus artış oranları her zaman kırsal alanlarda köylerden çok daha yüksektir. Özellikle doğum kontrol konusundaki bilgilendirmenin yaygınlaşmadığı köylerde nüfus daha hızlı artmaktadır. Artan nüfusla birlikte, miras yoluyla toprakların paylaşılması, kişilerin elindeki toprakların küçülmesini de beraberinde getirmektedir. Sahip olunan topraklar, köylerdeki geniş kesimler için yetersiz hâle gelmektedir.

Toprakların Büyük Sermaye Sahiplerinin Elinde Toplanması: İklim koşullarının olumsuz seyrettiği dönemlerde, kuraklık döneminde üretilen ürünün yetersiz kalması ve ekonomik sıkıntıların artması, borçlanma ve borçların ödenememesi nedeniyle toprakların elden çıkartılması, düşük verimlilik nedeniyle zarar edilmesi, ürün fiyatlarında büyük sermayedarlarla rekabet edilememesi ve bu bağlamda sıkıntıya düşülmesi sonrasında küçük ve orta ölçekli toprak sahipleri topraklarını satarlar. Dolayısıyla topraklar, bölgedeki büyük sermaye sahiplerinin elinde toplanır. Topraklarını satan kişiler için ise yaşamak için kentlere göç etmek öncelikli bir tercih hâline gelir.

Yatırım, Güvenlik vb. Nedenlerle Köylerin Boşaltılması: Türkiye’de iktidarlar, zaman zaman kırsal alanlara baraj, termik santral, sanayi tesisi vb. büyük ölçekli yatırımlarda bulunurlar. Bu yatırımların yapılacağı alanlarda bulunan köylerin boşaltılması, bu nüfusun özellikle büyük kentlere göç etmesi belirli dönemlerde görülen bir durumdur. Özellikle terörle mücadelenin yoğunlaştığı dönemlerde, belirli yerlerin terörle mücadele için boşaltılmasının uygun görülmesi ve bu yerlerde yaşayan insanların büyük şehirlere göç etmesi de belirli dönemlerde yaşanmıştır.

Çekici Nedenler

Kentlerden kaynaklanan ve insanları, kente çeken nedenlerdir. Kentleşmede çok sayıda çekici neden bulunmaktadır.

Daha Fazla İş Olanakları Sağlaması: Kentin çekici nedenleri arasında öne çıkan daha fazla iş olanaklarını barındırmasıdır. Köyde yoksulluk yaygınlaştığında, bu yoksulluğu kıracak fırsatları bulmak güçtür. Özellikle tarımda makineleşme sonrası işsiz kalındığında kırsalda yeni iş bulma imkânı neredeyse yok gibidir. Kent, içinde sayısız iş olanaklarını barındıran bir fırsatlar diyarı olarak görülür. Kentleşme sürecinde insanların kitleler halinde göç ettiği İstanbul için tanımlanan “Taşı toprağı altın” sözü bu durumu çok iyi yansıtmaktadır. Kırsaldan kente göç edenlerin önemli bir özelliği bu kişilerin çok büyük bir bölümünün vasıfsız/ mesleksiz olmasıdır. Bu durum özellikle kente göç eden ilk iki kuşaktaki kişilerin formel, sigortalı olan işlerde vasıf gerektirmeyen çaycılık, güvenlik işleri, temizlik işleri, kapıcılık, vb. gibi görevlerde çalışmalarını beraberinde getirmiştir. Kente göç edenlerin önemli bir bölümü kayıt dışı işlerde yoğun olarak çalışmaktadırlar.

Yoksulluğu Kırma İmkânları Sağlaması: Kente göç eden insanların çok büyük bir bölümü vasıfsız olduğu için bu kişilerin büyük bir bölümünün vasıflı işlerde iş bulma imkânı yoktur. Bu insanların çok büyük bir bölümü resmi olmayan işlerde kayıt dışı olarak çalışmakta ya da kendi başına yoksulluğu kıracak faaliyetlerde bulunmaktadır.

Köyde kalındığında yoksulluğun kırılma imkânı yoktur. Kentte hiçbir becerisi/ yeteneği/ mesleği olmayan kişiler bile yeri geldiğinde bir kasa limon alıp satmak gibi çok farklı yollarda kayıt dışı çalışarak gündelik geçimlerini sağlayan geniş bir kitle bulunmaktadır. Kent, hiçbir mesleği bulunmayan kişilere bile yoksulluklarını kırma fırsatı sağlamaktadır.

İyi Eğitim Fırsatlarına Ulaşma: Türkiye coğrafi açıdan çok geniş bir alanı kapsamaktadır. İçerisinde çok dağınık yerleşim tarzlarını da barındırmaktadır. Bazı bölgelerde merkeze uzak, yerleşim açısından birbirleriyle mesafeli köyler bulunmaktadır. Bazı köylerde birleştirilmiş sınıflar uygulaması görülmektedir. Bu tür yerleşim yerlerinde yaşayanların ilçelerindeki okullara uzun süre yürüyerek, özellikle karlı/ soğuk havalarda güçlükler yaşayarak ulaştıkları da bilinmektedir. Kent, her türlü eğitim olanağına ulaşmada geniş bir çeşitlilik sunar, daha zengin eğitim olanaklarına ulaşmak mümkündür. Köyden, kente göç eden insanların önemli bir bölümünde eğitim seviyesi düşüklüğü/ mesleksizlik vb. nedenlerle kendi koşullarını değiştirme olanağının zayıf olduğunu bilmesine rağmen, gelecekte çocuklarının iyi bir eğitim alarak içinde bulundukları statüden çok daha yüksek statüye geçeceklerine yönelik önemli bir iyimserlik/ gelecek umudu bulunmaktaydı.

Daha Zengin Kültürel ve Sportif İmkânlar: Köy, kültürel aktiviteler açısından kentlerle karşılaştırılamayacak sınırlılıklara sahiptir. Sadece köyler değil, birçok ilçe için de benzer şeyler söylenebilir. Tiyatro salonu, sinema salonu olmayan kentler söz konusudur. Birçok köy ve ilçe de kitabevi yoktur ve kitap satışı, içinde farklı tüketim malzemeleri satılan yerlerde bir iki rafta gerçekleşmektedir. Benzer şekilde, sportif açıdan da sınırlı imkânlar söz konusudur.

Kent, kültürel aktiviteler açısından geniş fırsatlar sunmaktadır. Sportif alan açısından da hem spor yapma hem köyde asla yapma imkânı olmayan çok farklı branşlarda sportif eğitim alma imkânı sağlamaktadır. Kültürel ve sportif anlamda kentte, özellikle büyük kentlerde öne çıkan bazı fırsatlar şu şekilde belirtilebilir:

  • Kentlerde çok daha fazla sinema salonu bulunmaktadır ve çok farklı filmlere ulaşmak mümkündür.
  • Tiyatro severler açısından farklı alternatiflere ulaşmak mümkündür.
  • Kitap fuarları, konserler, festivaller açısından zengin imkânlar sunmaktadır.
  • Spor yapma anlamında, çok daha geniş sportif alanlara sahiptir. Futboldan tenise, jimnastikten voleybola, basketboldan güreşe kadar çok farklı branşlarda çocukluktan itibaren uzman kişilerden eğitim alma imkânı bulunmaktadır.
  • Sportif anlamda büyük organizasyonları izlemek mümkündür.
  • Kültür ve sanatın her alanında söyleşi, imza günleri, eğitim atölyeleri, kurslara ulaşma/ katılma imkânı bulunmaktadır.

Daha İyi Sağlık Olanaklarına Sahip Olma: Kent, sağlık imkânlarına ulaşma, sağlık hizmetlerinin çeşitliliği gibi nedenlerle çok daha geniş alternatif sunmaktadır.

İletici Nedenler

Ulaşım Alanındaki Gelişmeler: 1940’lı yıllar değerlendirildiğinde bir şehirden diğerine gitme, özellikle büyük miktarda eşya taşımada söz konusuysa, uzun zaman almaktadır. Yollar gelişmemiştir ve taşımacılık ise ağır işleyen bir sektördür. 1950’li yıllardan itibaren alınan dış kredi/ yardımların da dayatmasıyla otoyol yapımı gelişmeye başlamıştır. “Ulaşım alanındaki gelişmeler kentleşmeyi iki yönden etkilemiştir. Birinci olarak, taşıma araçlarının ve karayollarının gelişimi, insanların kolay yer değiştirebilme olanaklarını arttırmıştır. Bulundukları yerlerde yaşama ve geçinme güçlükleri çeken insanlar, çalışma koşullarının daha fazla olduğu kent merkezlerine doğru hareketlenmişlerdir. Ulaşım kolaylıklarının kentleşme üzerindeki bir diğer etkisi de ekonomik açıdan pazara açılmayı kolaylaştırıcı bir nitelik taşıması olarak belirlenebilir. Yeni teknolojik girdiler tarımsal alanda ortaya çıkan artı ürünün pazarlanması gereğini yaratmıştır. Ayrıca yalnız çevresi için üretimde bulunan küçük sanayi kuruluşları, yerel ticaretle uğraşanlar ulaşım olanaklarının gelişmesiyle çevreye açılma, yeni pazarlar arama fırsatını ele geçirmişlerdir”.

Haberleşme ve İletişim Alanında Yaşanan Gelişmeler: Kentin çekiciliğinin, kentteki iş, yaşam olanakları zenginliğinin kırsal açısından cazibe merkezi hâline gelmesi, bu olanakların en ücra yerlere ulaşmasını sağlayan haberleşme ve iletişim araçlarının önemli etkisi bulunmaktadır. Bu bağlamda tarihsel süreçte kentleşmeyi arttıran haberleşme ve iletişim araçları şunlardır:

  • Gazeteler: Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki süreçte gazeteler, modern Türkiye’nin yaratılmasında yaratılmak istenen insan prototipinin duyurulmasında önemli işlev görmüşlerdir. Gazeteler en ücra köylere, köylerdeki ortak mekânlara kadar ulaşan iletişim aracıdır. Kentteki imkânların/ fırsatların/ çeşitliliğin/ yaşam tarzlarının en ücra yerlere kadar ulaşması ve kentleşmenin cazibe merkezi hâline gelmesinde gazetelerin önemli rolü vardır.
  • Dergiler: Cumhuriyetten sonraki süreçte dergilerin de kültür aktarımında önemli işlevleri bulunmaktadır. Özellikle 1960 ve 1970’li yıllar Türkiye’de magazin dergiciliğinin de öne çıktığı yıllardır. Dergilerde ekonomik olarak üst gelir grubunun, sanatçıların, film yıldızlarının gösterişli hayatları yansıtılmakta, bu durum kentli yaşam tarzına yönelik cazibeyi arttırmaktadır. 1980’li yıllardan itibaren magazinden modaya, spordan televizyona kadar dergi çeşitliliği büyük artış göstermiş, yabancı kökenli birçok derginin yerli versiyonları yayına başlamıştır.
  • Televizyonlar: Türkiye’de 1970’li yıllarda televizyonlar hayata girmeye başlasa da 70’li yıllar köylerde çok az insanın televizyon sahibi olduğu ve televizyon sahibi olmanın sahibine önemli bir prestij sağladığı yıllardır. Dönemin popüler dizilerinin yayınlandığı günlerde köyde ya da mahalle kültürünün yaygın olduğu yerlerde çok sayıda ailenin televizyon sahibi olan eve misafirliğe gittiği belirtilmektedir. Televizyonların eve girmesi ise 1980’li yıllarda olmuştur. 1980’li yıllar televizyon yayıncılığında da önemli gelişmelerin yaşandığı yıllardır. 1980’li yılların ikinci yarısında ise TRT2 yayın hayatına başlamış, özel televizyonlar kurulmuştur. Köylerde/ ilçelerde dar çerçevede hayatını geçiren kitleler açısından televizyonlarda izledikleri gösterişli yaşamlar, kente yönelik göçü tetikleyen unsurlardan olmuştur.

Sosyo-psikolojik Nedenler

Tarihsel süreç açısından değerlendirildiğinde Türkiye’de kentli olmak toplumsal tabakalaşmada daha üst bir statü simgesini temsil etmektedir. Toplumsal gerçekliği farklı boyutlarıyla yansıtan sinema örneklerinde de bu durumu görmek mümkündür. Özellikle 1960 ve 1970 yıllarında çok sayıda Türk filminde o dönemin modern kişiliğini sembolize eden şık giyinen, kentli bir konuşma üslubuna sahip kişi karşısında köylü olmak giyim, konuşma, davranış açısından bir utanma duygusu yaratmaktadır. Kültürel bağlam değerlendirildiğinde hiçbir kültürün diğerine astlık-üstlük içermeyeceği, her kültürün kendi bağlamında önemli ve anlamlı olduğu bilinmektedir.

Dış Nedenler

Dış nedenler, uluslararası konjonktürün etkisiyle kentleşmeyi etkileyen nedenleri kapsamaktadır. Bu nedenlerin etkisi, 1948 yılında Marshall yardımıyla başlayan ve 1950’li yıllar ve sonrasında yabancı ülkelerle/ kurumlarla etkileşimin artması sürecinde alınan dış borçlar/ kredileri kapsamaktadır. Türkiye bu borçlanma sürecinde, borç alınan ülkelerin yönlendirmelerine maruz kalmıştır. Borç veren ülkeler, bu borçların hangi alanlarda kullanılıp, kullanılmayacağı noktalarında da dayatmalarda bulunmuş ve bu dayatmalar Türkiye’de sanayi ve ekonominin şekillenmesinde önemli etkilerde bulunmuştur. Dış yardımlar ekseninde kentleşme sürecini etkileyen birkaç boyut şunlardır:

Alınan yardımların sanayide kullanılmaması, tarımda makineleşmeye ve gelişmeye ağırlık verecek alanlarda kullanılmasının dayatılması nedeniyle 1950’li yıllar sonrasında tarımda traktör sayısındaki artış ve işsiz kalan kitlelerin geçim için kente göç etmesi söz konusudur.

Alınan dış borçların/ yardımların otoyolların yapımında kullanılmasının dayatılması, Türkiye’de demiryolları yapımının ve havacılık sektörüne yapılan yatırımların iptal edilmesini beraberinde getirdi. Sanayileşme sürecinde 1800’lü yılların ikinci yarısında Avrupa’da sanayileşmiş birçok ülke arasında demiryolu iletişimi sağlanmışken, günümüzde Türkiye’nin birçok şehrinde demiryolu bulunmamaktadır. Otoyolların gelişmesi iletici nedenlerde de belirtildiği şekilde kırsaldan kente göçü kolaylaştırıp hızlandırmıştır.

Türkiye’de Kentleşmenin Sorunları

Konut ve Arsa Sorunu

1950’li yıllardan itibaren insanlar geniş kitleler halinde kentlere göç etmeye başladılar. Bu durum kentlerde çarpık yapılaşmayı da beraberinde getirdi. Özellikle İstanbul’a bazı dönemlerde 300 bin kişiyi aşan iç göç gerçekleşti. Bu durum konut ve arsa alanında önemli sorunları da beraberinde getirdi. Konut alanında yaşanan gelişmeler kenti ikiye böldü. Özellikle kent merkezlerinde konut fiyatları ve kiraları aşırı artış gösterdi. Kentlerde belirli yerler sadece üst ekonomik gelir grubunun yaşayabileceği alanlar hâline geldi. Göç eden geniş kitleler, şehrin merkezine uzak, çevre alanlarda yeni yerleşim alanları oluşturdular. Bu durum 1980’li yıllardan günümüze artarak devam etmektedir.

Hızlı kentleşme sürecinde konut alanında yaşanan bir başka gelişme ise, Türkiye’de parası olan geniş kitleler için konut almanın önemli bir yatırım aracı hâline gelmesidir. Sahip olunan önemli miktarda para, üretken yatırımlara değil, bir yatırım aracı olarak konut alımına harcanmıştır.

Kentleşme sürecinde, geniş kitlelerin barınma sorunu bulunması arsa değerlerini önemli ölçüde arttırmıştır. Hızlı iç göç ve çarpık kentleşme sürecinde insanların kitleler halinde kentlere göç etmesi, tarihsel süreçten çok farklı mimari yapılanmanın ortaya çıkmasına da neden olmuştur. Türkiye’de kentleşme sürecinde yatay mimari, yerini dikey mimariye bıraktı.

Kentlerde ortaya çıkan arsa sorununa yönelik olarak kentsel dönüşüm sürecinde TOKİ tarafından toplu konutlar yapıldı.

1970’li ve 1980’li yıllar, küçük yaştaki çocukların mahalle kültürüyle de sosyalleştiği yıllardır.

Mahalle, sokak çocuk için bir toplumsallaşma aracısını oluşturmaktaydı. 1980’li yıllardan sonra hızlı kentleşmenin de etkisiyle mahallelerdeki arsalar, boş alanlar hızla beton yığınlarıyla kaplandı, çocukların oyun alanları ortadan kalktı. Yaşamın doğallığı yerini 1990’lı yıllarla birlikte belirli yerlerde kurulan halı sahalarla ticari bir yapaylığa bıraktı. Hayatın bütün alanlarının ticarileşmesi, hızlı kentleşmeyle birlikte büyük bir yaygınlık kazandı.

Kayıt Dışı Ekonominin/Çalışmanın Artışı

1950’li yıllardan itibaren kentlere göç eden kitlelerin önemli bir özelliği, herhangi bir mesleğe, beceriye, vasfa sahip olmamalarıdır. Göç edenlerin önemli bir bölümü resmi işlerde, sigortalı olarak çalışabilecek beceriye sahip değildir. Göç edenlerin, geçimlerini sağlayabilecekleri alan olarak informel, kayıt dışı işler öne çıkmaktadır. Erkeğin çalışması çoğu zaman aile geçindirmeye yetmemektedir. Kentlerde çok fazla işsiz olması nedeniyle, kayıt dışı da olsa uzun süreli iş bulmak mümkün olamamaktadır. Bu durum aile geçimine yardımcı olma adına herhangi bir vasfı olmayan kadınların da kayıt dışı işlerde düşük ücretle çalışmasını beraberinde getirmektedir. Yine kentleşme sürecinde aile bütçesine katkı sağlamak için küçük yaşlardan itibaren çocukların da kaçak olarak çalıştıkları bilinen bir gerçektir.

Ulaşım ve Alt yapı Sorunu

Küreselleşme sürecinde özellikle 1980’li yıllardan itibaren sadece Türkiye’de değil bütün dünyada finans ve ticaret merkezleri hâline gelen metropol kentlere hızlı bir iç göç yaşanmıştır. Yaşanan süreçte bütün metropol kentlerinde trafik sorunu, kentlerin en temel sorunlarından biri hâline gelmiştir. Trafik sorununun önemli hâle gelmesinde birkaç faktör etkili olmuştur:

  • Yaşanan hızlı iç göçler sonrasında büyük şehirlerde araç sayısı büyük oranlarda artmıştır.
  • Araç sayısındaki artışa rağmen, çarpık ve plansız kentleşme nedeniyle trafiğin sorunlu olduğu birçok yerde yol genişletilmesi yapılamamaktadır. Bu durum trafik tıkanıklığını arttırmaktadır.
  • Günümüzde trafikte yol yapımı çalışmaları, kentlerde aylarca trafik tıkanıklığını önemli bir sorun olarak ortaya çıkarmaktadır.
  • Çarpık kentleşme ve yerleşim alanlarının plansızlığı nedeniyle trafiği rahatlatabilecek metro vb. araçların yapılması ve belirli hatlara ulaşması oldukça fazla zaman almaktadır.
  • Birçok gelişmiş ülkede trafiği rahatlama aracı olarak özellikle şehir içi alanlarda bisiklet/ mobilet kullanımı teşvik edilmekte, bisiklet yolları yapılmakta ve bu araçlardan yaygın olarak faydalanılmaktadır. Türkiye’de ise araç yoğunluğu olan yerlerde trafik kültürü eksikliği nedeniyle bisikletle trafiğe çıkma, önemli kaza riskini/ can güvenliği sorununu da beraberinde getirmektedir.

Altyapı açısından ise tarihsel süreçte özellikle ekonomik ve siyasal istikrarsızlığın yoğun olduğu yıllarda, kentlere göç eden yüzbinlerce insana hizmet götürmede sıkıntılar yaşanmıştır. Hızlı kentleşme yerel yönetimler açısından da önemli sorunlara yol açmıştır. Planlanan bütçeyle şehre yönelik yatırımlar hesaplanırken, önemli bütçe sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Yine çarpık kentleşme ve plansız iç göç hem merkezî hükümetlerin hem de yerel yönetimlerin eldeki kıt kaynakları üretken/ verimli yatırımlar yerine altyapı yatırımlarına harcamalarına neden olmuştur.

Kentte Ama Kentli Değil: Kenti Yaşayamama, Kentle Bütünleşememe Sorunu

Türkiye’de kentleşme sürecinde kentle bütünleşememe sorunu önemlidir. İnsanlar, kitleler hâlinde köyden/ kırsaldan kente göç ederken, sosyolojik olarak ilk yaptıkları şey kendilerini güvende hissettikleri tanıdıklarıyla bir araya gelmeleridir. Türkiye’de göç edenler ilk olarak akrabaları, tanıdıkları, köylüleri, hemşerileriyle bir araya gelmişlerdir. Tanıdıklar, yabancı olunan uzak diyarlarda kişilere sığınılacak, yardım alınacak bir liman işlevi sağlamıştır. Bu bağlamda Türkiye’de her ilde görülen hemşeri dernekleri, kentlileşme sürecinde önemli bir dayanışma/ yardımlaşma/ rehberlik etme işlevi görmüştür.

Kente göç edildiğinde benzerleri/ yakınları/ tanıdıklarıyla beraber olmanın önemli sosyolojik sonuçları da olmuştur. Avrupa’da sanayileşme sürecinde, sanayileşme ile paralel gelişen kentlerde köyden çok farklı değerler ön plana çıkmıştı. Türkiye’de ise kente göç edenlerin kentlileşmesi kadar, köydeki birçok değerin/ zihniyetin kentlerde de etkisini yoğun olarak hissettirmesi söz konusudur.

Kentle bütünleşememe konusunda önemli bir sorun da maddi olanaksızlıklardan kaynaklanır. Kente göç edenlerin önemli bir bölümü ekonomik olarak son derece kötü durumdadır ve kazanılan paralar asgari ihtiyaçları karşılamaya yetecek kadardır. Bu bağlamda kültürel, sosyal vb. faaliyetlere katılma, gönüllü sivil toplum organizasyonlarda yer alma, geniş kitleler açısından söz konusu bile değildir. Türkiye’de kentleşme sürecinde kentte yaşayan ama kenti yaşayamayan geniş kitlelerin çaresizliği söz konusudur…

Gecekondu Sorunu

Türkiye’de çarpık kentleşme ve yoğun iç göçün büyük şehirlerde ortaya çıkardığı en önemli sorunlardandır. 1950’li yıllardan itibaren köyden kente göç olgusu yaşanmaya başlanmıştı. Bu olgu, 1970’li yılların ikinci yarısı ve özellikle 1980’li yıllarda büyük hız kazandı.

Göç edenlerin büyük bir bölümü, ilk göç sürecinde akraba/ tanıdık/köylü/ hemşeri/ asker arkadaşı vb. bir tanıdığının evine kısa süreli barınma için geldiler. Kentte ev alacak birikime de sahip değildiler. Köyden kente göç edenlerin önemli bir bölümü barınmak için boşta olan devlet arazilerine devlet denetiminden kaçmak için birkaç gecede çoğu 30-35 metrekare civarı olan, bir oda tuvalet ve banyodan oluşan altyapısız, sağlıksız binalar yaptılar. Bu binalara çok kısa bir sürede gece başlandığı için gecekondu adı verildi. İzinsiz, ruhsatsız olan bu binalardan devlet tarafından kaçak olduğu için yıkılanlar, başka yerde birkaç gecede tekrar yapılıyordu. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi şehirlerde gecekondu olarak tanımlanan binalar çok hızla yaygınlaşıyordu. Bu süreçte arazi mafyaları da ortaya çıktı, devlete ait arazilere gecekondu yapıyorlar, devlete ait arazileri gecekondu yapımı için kente yeni göç etmiş kişilere satıyorlardı. Gecekondular, kentin yapısını bozan plansız, sağlıksız yapıları oluşturuyordu.

Devletin gecekonduları yıkıp yeni gelenlerin barınabileceği ucuz alanları yapması, planlı kentleşme için önem arz ediyordu. 1970’li yıllar Türkiye’de siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın zirve yaptığı dönemlerdir. 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında siyasi istikrar bozulmuş, 1971-1980 yılları arasında 9 yılda 11 hükümet kurulmuştur. 1970’li yıllarda hızlı gecekondulaşma ve çarpık kentleşme konusunda istikrarlı bir politika izlenebilecek siyasal yapı söz konusu değildi. 1980’li yıllarda gecekondulaşmayı arttıracak siyasal kararlar öne çıktı. Popülist bir amaçla hükümetler tarafından gecekonduda yaşayan nüfusun oylarını alma amacıyla gecekondu afları çıkarıldı. Devlet, kaçak olarak devlet arazisine yapılan gecekondulara imar affı getirdi. Yapıldıkları arazileri, uzun döneme yayılmış düşük bedellerle gecekondu sahiplerine sattı. Bu Türkiye’de gecekondu patlaması yaşanmasını da beraberinde getirdi.

Keleş, Türkiye’de gecekondulaşma tarihinin birkaç döneme ayrılabileceğini belirtmektedir:

  • Birinci dönem, 1960’ a gelinceye kadarki dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde gecekondular yoksul ailelerin barınma gereksinimlerinin kendi imkânlarıyla, ufak yardımlarla karşılamaya çaba gösterdikleri dönemdir. Aileler yaptıkları gecekondularda kendileri oturur, gecekondu kiralanmasına ender rastlanır.
  • İkinci dönem, 1960-1970 arasıdır. Bu dönemde gecekondular genellikle sahibinin emeğinden yapılmaktadır, ancak gecekonduların kiraya verilme oranı yükselmektedir. Gecekonducu, birçok gecekondu yapmakta, ihtiyacından fazlasını kiraya vermektedir.
  • 1970 ve 1980’lerden sonraki üçüncü dönemde ise, gecekondu yapım süreci tümüyle ticarileşmiş, yoksul kitle için arsa sağlayıp yapı ve gereçlerini bulan ve gecekondu yapısını yaparak bunları satışa çıkaran “gecekondu firmaları” türemiştir.
  • 2000’li yıllarda ise gecekondu, özellikle büyük kentlerin doğal karşılanan bir parçası durumuna gelmiş gibidir. Gecekondu sahipleri, gecekondularından en yüksek kârı elde etme çabasındadır. Devlet ve belediyeler ise, kentsel dönüşüm adı altında gecekondu alanlarında yaratılan rantın paylaşımına öncülük etmeye çalışmaktadır. Gecekondu alanlarına çok yüksek apartman blokları yapılmaktadır.

Gecekondulaşma açısından önemli bir boyut, göçlerin yapıldığı büyük kentlerdeki gecekondu nüfusunun kentsel nüfus içerisindeki oranıdır. Son yıllarda devletin kentsel dönüşüm adı altında önemli değişimler yapmasının nedenlerinden biri gecekondu olarak tanımlanan binalarda yaşayan nüfus sayısını azaltma, barınma imkânlarını iyileştirme çabasıdır.

Gecekonduda doğan, büyüyen geniş bir genç nüfus bulunmaktadır. Bu nüfus kentte yaşamasına rağmen, kentin çoğu imkânından faydalanamamakta, toplumsal alanda adaletsizliğe uğradığını düşünmektedir. Bu genç nüfus yaşanan eşitsizlik karşısında daha öfkeli/ kızgındır. Bütün dünyada gelişmiş ülkelerde son dönemde yaşanan toplumsal eylemlere bakıldığında bu hareketlerin arkasında değişik nedenlerle ayrımcılığa/ eşitsizliğe uğradığını, toplumsal fırsatlardan eşit olarak yararlanamadığını düşünen kesimler bulunmaktadır.

Türkiye’de Hızlı Kentleşmeye Yönelik Çözüm Arayışları

Türkiye’de tarihsel süreçte hızlı kentleşmeye yönelik öne çıkan üç temel yaklaşım bulunmaktadır.

Köylerin/Kırsalın Şartlarının Düzenlenmesi

Türkiye’de 1950’li yıllardan itibaren köylerden büyük kentlere yoğun iç göç yaşanmıştır. Belirli dönemlerde hükümetler göçün kaynaklandığı yerler olarak köylerin şartlarının ekonomik/ sportif/ kültürel olarak geliştirilmesini hedeflemişlerdir. Bu yaklaşımlardan en öne çıkanı Bülent Ecevit tarafından ortaya konulan “köykent projesi”dir. Kentlerdeki çekici imkânların köylerde de oluşturulması hedeflenmiştir. Bu proje ile

  • Kooperatifler köylülerin dayanışma içinde ürünlerini değerlendirip pazarlamalarını amaçlanmıştır. Devlet, kooperatifçiliği desteklemiştir.
  • Köylere sportif alanların kurulması amaçlanmıştır.
  • Köylerin kentlerle bağlantısı karayollarıyla geliştirilerek, üretilen ürünlerin kent pazarlarında satılması amaçlanmıştır.

Köy-kent projesi özellikle 1970’li yıllarda gündeme gelmiştir. Coğrafi yapının dağınıklığı nedeniyle böyle bir yapılanmanın gerçekleştirilmesinin kolay olmaması, dönemin ekonomik ve siyasal krizlerin yoğun yaşandığı bir dönem olması ve Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle böyle bir projenin maliyetini karşılayamayacak olması nedeniyle proje başarılı olamamıştır.

Her dönem hükümetler, ekonomik olarak geri kalmış, dezavantajlı bölgelere doğrudan ve dolaylı teşviklerde/ ekonomik yardımlarda bulunmakta, bu amaçla özel sektörü desteklemektedir. Hükümetlerce sağlanan çok sayıda teşvike rağmen, Türkiye’de kırsal alanlara yönelik özel sektörce gerçekleştirilen yatırımlar çok düşüktür.

Kentlerin İmkânlarının Geliştirilmesi

Çarpık kentleşmenin etkilerinin azaltılmasına yönelik önemli önerilerden birisi de göç edilen belirli kentlere, göç eden kitleleri uyumlaştıracak ölçüde ekonomik/ alt yapı/ kültürel/ sportif yatırımların yapılmasıdır. Bu durum için göç edilen yerlerdeki yerel yönetim gelirlerinin önemli ölçüde arttırılması ve istihdam artırıcı çok sayıda yatırımın yapılması gerekmektedir. 1950’li yıllardan sonraki ekonomik yapı analiz edildiğinde Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığının ve dış borçlarının sürekli arttığı, yabancı ekonomik kuruluşlara bağımlı politikalar izlendiği görülür. Kentleşmenin yoğun yaşandığı 2000’li yıllara kadar Türkiye çok sayıda ekonomik kriz yaşamıştır.

Yerel Yönetimlere Daha Fazla Yetki Verilmesi

Bir ilin yerel yönetimlerini ilgilendiren kararlar bile çoğu zaman Ankara’dan alınmaktadır. Kentleşme sürecinde ortaya çıkan sorunların hızlı çözümü ise, bu sorunları en iyi bilen yerel yönetimlerin çözüm sürecinde daha aktif rol alması, yetki ve sorumluluklarının artırılmasıyla mümkündür. Tarihsel süreçte, merkezi hükümetlerin yerel yönetimlere yönelik çok sayıda kararda belirleyici oldukları söylenebilir. Bu bağlamda Türkiye’de yerel yönetimlerin yetkileri ve gelirleri çarpık kentleşmeyle başa çıkabilecek kadar fazla değildir.