TÜRKİYE CUMHURİYETİ İKTİSAT TARİHİ - Ünite 1: II. Meşrutiyet ve Milli Mücadele Dönemlerinde Ekonomik Yapı Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: II. Meşrutiyet ve Milli Mücadele Dönemlerinde Ekonomik Yapı

Giriş

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 23 Temmuz 1908’de meşruti düzeni ikinci kez ilan etti. Bu dönemde başlıca düşünce akımları, Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık, Meslek-i İçtimacılık ve Sosyalizmdi.

II. Meşrutiyet’in İlan Edilmesi

Yeni Osmanlılar Hareketi’nin mücadelesi sonucu 1876’da ilan edilen Kanun-ı Esasi, iki yıl sonra II. Abdülhamit tarafından rafa kaldırıldı ve Meclis-i Mebusan kapatıldı. II. Abdülhamit’in mutlakiyetçi rejimi önce düşünsel daha sonra da eylemsel olarak muhalefetle karşılaşmaya başladı.

1889’da İttihad-ı Osmanî Cemiyeti kuruldu. Örgüt kısa sürede Mekteb-i Tıbbiye ve Mekteb-i Mülkiye’de taraftar buldu. 1895’te Paris’te Ahmet Rıza ile görüşüldü ve Cemiyet’in adı “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak değiştirildi. 1895’te Ermeni olaylarının artması üzerine “Müslüman ve Yurtsever Türklere” yönelik bir bildiri yayınlamasıyla İttihatçı (Jön Türk) hareket ivme kazandı. Padişah üyelerini tutuklattırarak, sürgüne göndererek bu hareketi sindirmeye çalıştı. Cemiyet’in temel görevinin, Meşrutiyeti geri getirmek ve korumak, genel eğitimin ilerlemesine, bütün insanlık ve uygarlığa hizmet etmek olduğu açıklandı.

II. Abdülhamit’e karşı mücadele veren gruplar, 1902’de Paris’te bir araya gelerek I. Liberaller Kongresi’ni düzenledi. Bu girişim, güç birliği yerine ayrılığı daha da derinleştirdi. Prens Sabahattin’in başını çektiği grup “Teşebbüs-i Şahsi ve Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti”, Ahmet Rıza Bey grubu ise “Terakki ve İttihat Cemiyeti” olarak yollarına devam etti.

1906’da yapılan toplantıda Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu. Bu Cemiyet, Paris’teki Cemiyet’ten tamamen bağımsızdı. Bu örgütün önemli özelliklerinden birisi II. ve III. Ordu mensupları arasında yayılmış olmasıydı. 1907 yılında Ahmet Rıza’nın başkanlığındaki Terakki ve İttihat Cemiyeti ile Selanik’te bulunan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti karşılıklı görüşmelere başladı. 26 Eylül 1907’de bu iki cemiyetin “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adı altında birleştirildiği açıklandı.

1907 tarihlerinde Paris’te bir kongre daha düzenlendi. II. Abdülhamit rejiminin yıkılması için “baskılara karşı silahlı direnme, grev, vergi ödememe ve gerekirse toptan ayaklanma” gibi eylemlere başvurulacağı ilan edildi.

İttihatçılar, Makedonya’da bir isyan başlattılar. İsyanı bastırmada II. Abdülhamit başarılı olamadı. İttihatçılar 23 Temmuz 1908’de Makedonya’da çeşitli şehir ve kasabalarda “hürriyeti” ilan ettiklerini duyurdular. Bu durum karşısında II. Abdülhamit de 24 Temmuz 1908’de ikinci kez Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı.

Dönemin metinlerinde “hürriyetin ilanı” olarak, günümüzde ise birçok araştırmacı tarafından 1908 Devrimi olarak değerlendirilen siyasal olay gerçekleştirildi.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, pek çok ideolojinin tartışıldığı 1908 sonrasında, milliyetçilik/Türkçülük ideolojisini biçimlendirmeye, benimsemeye çalıştı

Milli İktisat Politikasının Benimsenmesi

Osmanlı toplumunda 1908 Devrimi sıralarında iki iktisadi ekolün tartışması yapılıyordu:

  • Birincisi serbest ticaret,
  • İkincisi de usul-ü himaye idi

Halkın, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun BosnaHersek’i egemenliği altına alması nedeniyle bu ülkeye karşı düzenlediği boykot, iktisadi bağımsızlığı gündeme getirmiştir. Özellikle Girit Milli Meclisi’nin, Ada’nın Yunanistan’a bağlı olduğunu ilan etmesinden sonra Yunanistan’a uygulanan boykotla sermeyenin millileştirilmesi arasında ciddi bir bağ kurulmuştur.

Boykot, Balkan Savaşı’ndan sonra 1913-1914’te Osmanlı vatandaşı Rum girişimci sınıfını da kapsayacak şekilde genişledi. Sermayenin millileştirilmesi ve Türk girişimci sınıfının yaratılması ve desteklenmesi ile milli iktisat politikasının uygulanmasının ideolojik ortamını oluştu.

Milli iktisat politikasına geçişte iki temel neden öne çıkmaktadır:

  • Birincisi, başta Ziya Gökalp olmak üzere bazı İttihatçı ideologların Alman modelinin etkisinde kalmalarıdır.
  • İkinci etken ise, Birinci Dünya Savaşı koşullarıydı.

Sermayenin yabancıların ve ülkede yaşayan gayri Müslimlerin elinden alınarak Müslüman-Türk girişimci sınıfına verilmesiyle Milli iktisat politikası oluşturulmaya çalışılmıştır.

Milli İktisat Politikasının Uygulanması

Milli iktisat politikasının uygulanması için şu alanda çalışmalar yapılmıştır:

  • Milli şirketlerin kurulması,
  • Milli sanayi politikası,
  • Milli bankaların kurulması,
  • Milli iktisatta dış ticaret politikası ve
  • Kambiyo muamelatı merkez komisyonu kurulması.

Milli Şirketlerin Kurulması

1908 Devrimi’ne kadar yerli sermaye ile kurulan sadece Şirket-i Hayriyye ve Ziraat Bankası vardı. Yerli sermayenin yetersiz olması, devletin iç ve dış krizlerle karşı karşıya kalmış bulunması sonucu, Müslüman-Türk girişimci şirketleşme yoluna gidememiştir.

İttihatçı çevrelerin ve bazı düşünürlerin Müslüman-Türk girişimcileri şirket kurmaya yöneltmesi sonucu, bu yıllarda anonim şirketlerin sayısında büyük artış oldu. 1849’dan 1907 yılına kadar 97 anonim şirket kurulurken 1908’den 1920’ye kadar da 272 aynı nitelikte şirket kurulmuştu.

Milli Sanayi Politikası

Osmanlı yöneticileri 19. yüzyıl ortalarında ülkenin kalkınması için sanayi ve ticaret alanında bazı düzenlemeler yapmışlardır. 1838’de Hariciye Nezâreti’ne bağlı Ziraat ve Sanayi Meclisi’ni kurdular. 1840’larda, esas olarak ordunun, saray ve devlet kesiminin talebini karşılamak amacıyla, devlet mülkiyetinde bir dizi sanayi tesisleri kurdular. Hükûmetin sanayinin geliştirilmesi için attığı adımlardan biri de Londra ve Paris’teki uluslararası sergilere katılmasıdır. Bu sergilerde çoğunlukla tarım, dokumacılık ve dericilik alanlarına ait ürünler sergilendi. Yöneticilerin diğer girişimi ise sanayileşme yolunda bazı tedbirler alarak, 1860’lı yıllarda esnaf ve sanatkârların sorunlarını çözmek üzere Islah-ı Sanayi Komisyonu’nu oluşturmalarıdır.

Osmanlı yöneticileri sanayileşmeyi teşvik edici birtakım çabalar içine girmişlerdi. Avrupa’dan getirtilecek makine, araç ve gereçlerin gümrük rüsumu ödenmeksizin ithaline izin verilmiştir. Bu fabrikalarda üretilen ürünler, içerideki ve dışarıdaki gümrüklerden muaf tutulmuştu. Ancak bunlar yeterli olmamış ve Avrupa menşeli mallar ülkenin en ücra köşelerine kadar girmeye devam etmiştir. Loncalar da yeni fabrika kurma çabasına direniş göstermiştir. Ayrıca Mekteb-i Mülkiye’de dersler veren Sakızlı Ohannes Paşa ve Portakal Mihail Paşa da Osmanlı Devleti’nin sanayileşmesini kaynak israfı olarak değerlendirmişlerdir. Buna rağmen Osmanlı Devleti’nde sanayileşmenin gerekliliğini savunan aydınlar da mevcuttu.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1912 kongresinde sözü edilen Teşvik-i Sanayi Kanunu, 14 Aralık 1913’te Kanunu Muvakkat olarak yayımlanmıştır. Osmanlı Hükûmeti, bu kanunla o tarihe kadar imalat sanayi alanında dağınık bir biçimde izlenmekte olan teşvik politikasına belirli bir düzenleme getirmiştir. Ticaret ve Ziraat Nezareti, 1913 ve 1915 yıllarında bir sanayi sayımı yapmıştır.

Milli Bankaların Kurulması

Osmanlı Devleti’nde para piyasası Ermeni, Yahudi ve Rum sarrafların tekelindeydi. 19. yüzyılın başlarından itibaren sarraflar çoğu kez banker olarak adlandırılmaya başlandı. Modern anlamda ilk banka kurma girişimi İngilizler’den geldi. Osmanlı yönetimi tarafından reddedildi. Alleon ve Baltazzi isimli iki Galata bankeri, Osmanlı Hükûmeti’nin desteğini alarak Bank-ı Dersaadet (Banque de Constantinople) adlı bankayı kurdu. Banka, Osmanlı Hükûmeti’nin aldığı krediyi zamanında ödeyememesi üzerine itibar kaybetti. Banka 1852’de tasfiye edildi.

Kırım Savaşı’ndan sonra bir grup İngiliz girişimci, 1856’da The Ottoman Bank (Bank-ı Osmanî) adıyla bir banka kurmuştur. Banka ödeme ve iskonto işleri Milli Bankaların Kurulması Osmanlı Devleti’nde para piyasası Ermeni, Yahudi ve Rum sarrafların tekelindeydi. 19. yüzyılın başlarından itibaren sarraflar çoğu kez banker olarak adlandırılmaya başlandı. Modern anlamda ilk banka kurma girişimi İngilizler’den geldi. Osmanlı yönetimi tarafından reddedildi. Alleon ve Baltazzi isimli iki Galata bankeri, Osmanlı Hükûmeti’nin desteğini alarak Bank-ı Dersaadet (Banque de Constantinople) adlı bankayı kurdu. Banka, Osmanlı Hükûmeti’nin aldığı krediyi zamanında ödeyememesi üzerine itibar kaybetti. Banka 1852’de tasfiye edildi. Kırım Savaşı’ndan sonra bir grup İngiliz girişimci, 1856’da The Ottoman Bank (Bank-ı Osmanî) adıyla bir banka kurmuştur. Banka ödeme ve iskonto işleri yürütmüştür. Ayrıca hazineye avans vermiş, dış borç akitlerine aracılık etmiştir. Banka kurucuları, zamanla bankayı bir devlet bankasına dönüştürmeyi amaçlamışlardır. Dış ticaretin geliştiği İzmir, Selanik, Beyrut ve Galata’da şubeleri açılmıştır.

Osmanlı yöneticileri 19. Yüzyılın ortalarında iç ve dış ticaret hacminin genişlemesi, Avrupa kapitalizmiyle bütünleşmenin artması ve parasal sorunların yaşanması üzerine bir devlet bankasının kurulmasını gündeme getirmişlerdir. Yerli sermayenin yetersizliği nedeniyle İngiliz-Fransız ortaklığıyla 4 Şubat 1863’te Bank-ı Osmanî-i Şâhane (Osmanlı Bankası) kuruldu. Banka, banknot ya da kağıt para ihraç etme imtiyazına sahip olmuştur. Osmanlı Bankası’nın kurulmasından sonra Milli olmaktan uzak ve Osmanlı Devleti’nin sömürülmesine aracılık eden çeşitli bankalar kuruldu.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin öncülüğünde gerçekleştirilen 1908 Devrimi’nin ilk yıllarında yabancı, azınlık ve Türkler eliyle merkezi İstanbul olan yeni bankalar faaliyete geçirildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti öncülüğünde milli bir bankanın kuruluşu için halk seferberliğe davet edildi. Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası’nın kuruluş hazırlıkları tamamlandıktan sonra 11 Mart 1917’de kesin olarak kuruldu. Banka, planlandığı gibi milli bir devlet bankasına dönüşemedi ve 29 Haziran 1927’de Türkiye İş Bankası ile birleştirilmiştir. Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası’nın dışında İstanbul’da ve Anadolu kentlerinde milli nitelikli bankalar kuruldu.

1908-1918 yılları milli bankaların kurulması ve gelişimi açısından verimli olmuştur. Ekonominin millileştirilmesi ve devletin himayesinde Müslüman-Türk burjuvazisinin oluşturulması doğal olarak milli bankacılığı da etkilemişti. İttihat ve Terakki Cemiyeti, özellikle Anadolu kentlerinde milli bankacıların kurulmasına öncülük yapmıştır.

Milli İktisatta Dış Ticaret Politikası

Osmanlı Devleti, 1838’de İngiltere ile imzaladığı Balta Limanı Antlaşması’ndan başlayarak, çeşitli Avrupa ülkeleriyle yaptığı serbest ticaret antlaşmalarıyla dış ticaret politikası açısından bağımsızlığını kaybetmişti.

Birinci Dünya Savaşı sırasında İttihatçıların etkisi ile Osmanlı Hükûmeti, tek taraflı olarak kapitülasyonları kaldırdıktan sonra iki önemli adım attı:

  • Birincisi, ad valorem yöntemini kaldırdı, onun yerine zamanla değiştirilebilecek yeni bir gümrük tarifesi benimsedi.
  • İkincisi ise dış borçların ödemelerinin durdurulmasıdır.

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı ekonomisine ağır bir darbe vurdu. Dış ticaret durma noktasına geldi. Savaş sırasında, Müttefik olan Almanya ve Avusturya-Macaristan’la sınırlı miktarda dış ticaret yapılabilmiştir. Buğday, un, şeker gibi temel gıda maddeleri ile çeşitli mamul mallarda savaş süresince darlıklar ve kıtlıklar yaşandı. Savaş yıllarında orduda kullanılmak üzere çift hayvanlarına el konulması, tarımsal üretimin olağanüstü düşmesine yol açtı. Osmanlı Hükûmeti, savaş yıllarında ihtiyaç duyulan bazı tahıl ve stratejik ürünlerin ihracatını yasakladı. Bunun sonucunda hem ülke içinde ithal malların tedarik edilmesinde sıkıntılar yaşandı hem de döviz sağlanmasında güçlüklerle karşılaşıldı.

Kambiyo Muamelatı Merkez Komisyonu

Hükûmet, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı lirasının dış değerini korumak amacıyla kambiyo işlemlerine müdahale etmiştir. Kambiyo Muamelatı Merkez Komisyonu adı verilen bir kurum oluşturmuştur. Komisyon’un faaliyetleri sonucu servet transferleri kısmen önlenebilmiş ve Osmanlı lirası tarafsız ülke piyasalarında değerini koruyabilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı ve Bazı Ekonomik Düzenlemeler

Kapitülasyonların Kaldırılması

Osmanlı Devleti’nde 1352’ler de başlayan kapitülasyonlar her padişah değişikliğinde yenilenen imtiyazlar ile 1740’tan sonra sürekli hale dönüştürüldü. Osmanlı Devleti, kapitülasyonları kaldırmak için birçok girişimde bulundu. Avrupalı devletler Osmanlı kanunlarının yetersizliği ve Avrupalı devletlerin kanunlarından farklı olması gibi gerekçeler ile her defasında bu girişimleri engellemişlerdir. Osmanlı Devleti, kapitülasyonları kaldırmak için ilk girişim 1713 Sadrazam Ali Paşa tarafından gerçekleştirilmişti

Osmanlı Hükümeti 1914’te kapitülasyonların kaldırılması kararını aldı ve ilgili devletlerin elçilerine tebliğ etti. Devletler ise uluslararası antlaşmaların Osmanlı Hükûmeti’nce değiştirilmesi ve ortadan kaldırılmasının ancak ilgili (akit) devletlerle anlaşılarak mümkün olabileceğini bildirerek red edildi.

Osmanlı Hükûmeti, kapitülasyonların kaldırılması kararından sonra mevzuatta birtakım değişiklikler yaptı. İlk olarak gümrük resmini düzenleyen arkasından temettü vergisinin yabancılara uygulanmasını düzenleyen bir kanun çıkardı. Sonrasında kanunla, Osmanlı kanunlarında kapitülasyonlardan kaynaklanan tüm hükümlerin feshedildiği açıklandı.

Hükûmet, kaldırılmış olan kapitülasyonların yerine konulacak rejimi ve ülkedeki yabancıların konumunu belirlemek amacıyla 8 Mart 1915’te “Memalik-i Osmaniye’de Bulunan Ecnebilerin Hukuk ve Vezaifine Dair Kanun-u Muvakkatı” yayımladı. Bu düzenleme ile yabancıların Osmanlı topraklarındaki statüleri belirlendi.

Kapitülasyonların kaldırılmasından sonra yabancılarla, devletler özel hukuku ilkeleri çerçevesinde ikamet, konsolosluk ve ticaret sözleşmeleri imzalanması gerekiyordu. Önce Almanya sonra da AvusturyaMacaristan İmparartorluğu ile anlaşmalar yapıldı.

Gümrüklerin Düzenlenmesi

Kapitülasyonların kaldırılmasından hemen sonra çıkarılan kanunla 20 Eylül 1914’te, gümrük oranı %11’den %15’e yükseltildi. Bu düzenlemeye Fransa, İngiltere ve Rusya gibi devletler tepki gösterdi. Hükûmet, 31 Mayıs 1915’te bir adım daha atarak, savaş süresince ithal mallardan alınan %5 oranındaki gümrük vergisini %30’a çıkartmıştır. Ad valorem (değer) üzerinden vergi alınması yerine spesifik tarife üzerinden vergi alınması için bir çalışma başlattı. Böylece gümrük vergisi eşyanın ağırlığı üzerinden alınmaya başlandı. Hükûmet, 30 Eylül 1916’da bir adım daha atarak, savaş sonuna kadar, savaş halinde olunan devletlerden gelecek eşyadan %100 gümrük resmi alınmasını kararlaştırmıştır.

13 Aralık 1914 tarihli “Temettü Vergisi Hakkında Kanunu Muvakkat”tır. Bu yasal düzenleme sonucu ülkedeki tüm yerli ve yabancı şirketler gelir vergisine tabi tutulmuşlardı. Diğer bir anlatımla, yabancılar ve yabancı şirketler, Osmanlı serbest meslek sahipleriyle ve şirketleriyle aynı oranda vergi vereceklerdi.

Yabancı Şirketlere Türkçe Kullanma Zorunluluğunun Getirilmesi

Kapitülasyonların kaldırılmasından sonra yabancılara ait eğitim, ticaret ve ulaştırma kurumlarının değişik faaliyetlerinde Türkçe kullanılması söz konusu edilmişti. Yabancı okullarda eğitim ve öğretimde Türkçe’nin kullanılması zorunluluğu getirilmişti. Bütün ticari kuruluşlar ve seyrüsefain idareleriyle yaptıkları yazışmalarda Türkçe’nin kullanılacağını açıklamıştı.

Yabancı şirketler, yeni ortam karşısında Müslüman-Türk personel çalıştırmak zorunda kalmışlardı.

Birinci Dünya Savaşı ve Savaş Ekonomisi

Topal çift metal mikyas sisteminden altın sistemine geçildi. Yeni sistem altın üzerine kurulu olmasına rağmen, tedavüle sürülen kâğıt paraydı.

Osmanlı Hükûmeti savaşın giderlerini karşılamak için sık sık Almanya’dan borç almak zorunda kaldı. Savaş sırasında gittikçe artan giderleri karşılamak için başvurulan yöntemlerden biri de iç borçlanmaydı. Osmanlı Hükûmeti, 18 milyon Osmanlı lirası borç tahvili satarak, iç borçlanmada önemli bir başarı kazanmıştı.

İaşe Sorunu ve Fiyat Spekülasyonu

Savaş yıllarında; un, şeker, gaz, bulgur gibi temel tüketim maddelerinin temininde zorluk çekiliyordu. Satın alma gücü düşmüş ve temel tüketim maddelerinin fiyatı birkaç kat artmıştı. Özellikle istifçilik, karaborsa, haksız kazanç döneme damgasını vurmuştu. Hükûmet yapay fiyat artışlarının önüne geçmek, haksız kazançları önlemek ve istifçiliği ortadan kaldırmak çeşitli örgütler kurmuştur.

Milli Mücadele Döneminde Savaş Ekonomisi

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın (30 Ekim 1918) imzalanmasından sonra işgaller başladı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’ya geçmesi ile Milli Mücadele başladı. İlk direnişler, toplumun farklı kesimlerinin oluşturduğu “Kuvay-ı Milliye” birlikleriyle durdurulmaya çalışıldı. Kuvay-ı Milliye birliklerinin iaşesi, silah ve cephanesi ve nakliye ile ilgili sorunları genel olarak halktan sağlanan bağışlarla karşılanmıştır.

1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından sonra ele alınan en önemli konulardan biri, ordunun tamamen düzenli hale getirilmesiydi. Ancak bu adım için hem insan hem de maddi kaynak sorununu çözmek gerekmişti. Askere alınanların silahlarıyla beraber kaçmasını önlemek için 11 Eylül 1920’de “Firariler Hakkında Kanun” çıkarıldı ve değişik şehirlerde İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Meclis, egemenliği altındaki bölgelerde iktidarını pekiştirmek için de zaman kaybetmeden önlemler almaya başladı. Ve önceliği vergileri toplamaya verdi.

Milli Mücadele sırasında ülkenin en önemli ekonomik sektörü olan tarımda da üretimin düşmemesi adına çalışmalar yapılmıştı. 11 Aralık 1920 tarihli ve 410 sayılı kararname ile yoksul çiftçilere belirli şartlar altında tohumluk ve çift hayvanı verilmesi kararlaştırılmıştı.

Her çift hayvan başına sahibi, yazlık ve kışlık olmak üzere en az 40 dönüm araziyi ekmekle yükümlü kılınmıştı. Ayrıca askerde bulunanların ve dul ile yetimlerin arazilerinin boş kalmaması için halkın haftada bir gün imece yöntemiyle ekip biçmesi sağlanacaktı. Yine Ziraat Bankası şubelerindeki depolarda yer alan tarım araç ve gerekçeleri tarım yükümlülüğü kurullarının gözetimi ve aracılığında çiftçilerin kullanımına sunulacaktı.

Ekonomik alanda alınan önlemlerden bir başkası ise dışsatımla ilgili önlemlerdi. Kararnameyle dışsatımın koşulsuz serbest bırakıldığı, bu serbestliğin ancak Bakanlar Kurulu kararıyla sınırlandırılabileceği açıklandı.

Ulaştırma ve süvari birlikleri için yararlı olabilecek bütün hayvanların dışsatımı yasaklanmıştı. Zonguldak ve Ereğli maden ocaklarında çalışan işçilerin askerlikten geri çekilmeleri sağlanmıştı. Milli Mücadele, topyekûn bir direnişe sahne olduğu için ülkenin yöneticileri açısından maddi kaygılar oldukça önemliydi. Bu bağlamda tasarrufa gidilmesi zorunluydu. yasayla her türlü alkollü içkinin yapımı, ithali ve kullanılması yasaklanmıştır. Buna aykırı davrananlar için de ağır cezalar getirilmişti Tüm bunların dışında ağnam vergisinin, damga vergisinin, tuz resminin gemilerden alınan sağlık vergisinin, vergi karnesi bedellerinin arttırılması ve nüfuz cüzdanlarından harç alınması gibi ekonomik önlemler alınmıştı.

Dış Yardımlar

Milli Mücadele boyunca dış yardımların önemli bir bölümü Sovyetler Birliği’nden gelmişti. Bu yardımlar, hibe niteliğinde yani karşılıksız yardımlardı. Milli Mücadele sırasında yardım edenler arasında Hint Müslümanları da yer almıştı.

Savaş sırasında yardım alınan tek Batılı ülke Fransa’ydı. İlk zamanlar İtilaf Devletleri ile Anadolu’nun paylaşılmasına katılan Fransa, zamanla bu tür bir işgalin kendi çıkarlarına uygun olmadığını düşünmüştü. Nitekim Fransa, Ankara Hükümeti’ni resmen tanıyan ilk Batılı devlet olmuş ve 20 Ekim 1921 Ankara’da Türk-Fransız Antlaşmasını imzalamıştı.