ULUSLARARASI HUKUK I - Ünite 5: Uluslararası Teşkilatlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Uluslararası Teşkilatlar

Ünite 5: Uluslararası Teşkilatlar

Giriş

Uluslararası hukuk kişileri arasında devletlerden sonra ikinci sırada Uluslararası Teşkilatlar yer almaktadır. Bu teşkilatlar her ne kadar devletler gibi tam hukuk kişiliğine ve buna bağlı hak ve yetkilere haiz olmasalar da günümüzdeki uluslararası ilişkilerde yaşanan artışın meydana getirdiği ihtiyaçlara cevap vermek üzere sayıları giderek artmaktadır. Bu nedenle uluslararası teşkilatların uluslararası hukuk tarafından nasıl muhatap alındığı ve bunların kendilerine özgü kişiliklerinden kaynaklanan meselelerin hangi hukuki esas ve yöntemlerle çözüldüğü önemlidir.

Uluslararası Teşkilatların Tarihsel Gelişimi ve Hukuk Kişiliği

On dokuzuncu yüzyıldan itibaren devletler, aralarındaki siyasi, ekonomik, sosyal ve teknik konularla ilgili artan ilişkilerinde işbirliğini ve koordinasyonu sağlamak üzere uluslararası alanda faaliyet gösteren teşkilatlar kurmaya başlamışlardır. Yirminci yüzyılda bu tür yapılar sayıca ve nitelik olarak artış göstermiştir. Günümüzde uluslararası teşkilatlar uluslararası ilişkilerin önemli bir unsuru haline gelmiştir.Uluslararası hukuk açısından uluslararası teşkilatların bir hukuk öznesi sayılabilmesi için öncelikle halledilmesi gereken sorun uluslararası teşkilatların hukuk kişiliği meselesidir.

Tarihsel Gelişim ve Uluslararası Teşkilat Türleri

On dokuzuncu yüzyıla kadar devletlerin aralarındaki ilişkileri genellikle yürütme organı ve bu organa bağlı diplomasi ve güvenlik bürokrasisi aracılığıyla sürdürmeye yönelik anlayış, bu yüzyıldan itibaren devletlerarasındaki ilişkilerin ticari ve teknolojik gelişmelerin artışına paralel bir şekilde artması ve karmaşıklaşmasıyla değişmeye başlamıştır. Devletler başlangıçta bu yeni gelişmeleri yönlendirmek ve yönetebilmek amacıyla egemenliklerine fazla müdahale hakkı vermeyen daha çok teknik ve idari konularda iş birliğini gerçekleştirmeyi amaçlayan uluslararası teşkilatlar kurma yoluna gitmişlerdir.

Yirminci yüzyıla girildiğinde devletlerin aralarındaki ilişkileri mutlak egemenlik anlayışına dayalı bir biçimde sürdürme politikaları iki dünya savaşı yaşanması sonucunu doğurmuş ve bu durumun sürdürülemez olması nedeniyle uluslararası ilişkilerin yönetilmesine ilişkin yeni yöntemlerin arayışı başlamıştır. Bu arayışın ilk meyvesi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Versay Antlaşması (1919) ile kurulmuş olan Milletler Cemiyeti’dir. Bu teşkilatla amaçlanan, uluslararası barış ve güvenliği ilgilendiren sorunları Cemiyet’in örgüt yapısı içinde ele almak suretiyle devletlerin tek başlarına karar vermelerinin önüne geçmek olmuştur. Ancak Cemiyet kararlarının yalnızca tavsiye niteliğinde olduğu kabul edildiğinden bu yapı devletlerarasındaki ilişkilerde alınan kararlarda etkin olamamış ve ikinci büyük savaşın yaşanmasına engel olamamıştır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ilişkilerin başka savaşlara kurban edilmesini önleyecek bir sisteme oturtulması konusunda devletlerarasında bir ortak görüş oluşmuş ve bu amaçla San Fransisko Konferansı (1945) ile başlayan müzakereler aynı yıl imzalanan Birleşmiş Milletler (BM) Şartı ile hedefine ulaşmıştır. Bu teşkilatın yapısı Cemiyet’inkinden farklı bir biçimde oluşturulmuş ve uluslararası barış ve güvenliği, insan haklarını ilgilendiren meselelerin devletlerin yürütme organlarının dışında faaliyet gösteren bir uluslararası bürokratik yapı tarafından da izlenmesine ve yönlendirilmesine imkân tanınmıştır. San Fransisko Konferansına katılan Türkiye bundan ötürü örgütün asli üyesi sıfatına haizdir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin soğuk savaş ortamının etkisiyle siyasi ve askeri alanlarda kamplaşan devletlerin savunma alanında BM çatısı altında kurulması planlanmış olan ortak askeri güç yerine ortak meşru müdafaa hakkına dayalı NATO ve Varşova Paktı adı verilen iki farklı bölgesel güvenlik teşkilatı kurulmuştur. Bu durum, uluslararası barış ve güvenliğe ilişkin meselelerin ortak bir çatı altında ele alınması imkânını zayıflatıcı bir faktör olmuştur. Bu kamplaşmayı aşmak üzere 1975 yılında başlayan düzenli aralıklarla toplanan uluslararası konferanslar şeklinde ortaya çıkan ve 1994 yılında bir uluslararası teşkilat hâline gelen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı faklı iki kampa mensup devletlerin güvenlik sorunlarını barışçıl yöntemlerle çözmelerine yönelik bir ortam yaratmaya çalışmıştır. Özellikle silahlanma yarışının durdurulmasında oldukça başarılı sonuçlar vermiştir. Yine bu dönemde Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 1993 yılında yapılan bir antlaşma ile Baltık devletleri hariç bütün eski Sovyet cumhuriyetlerinin üye olduğu Bağımsız Devletler Topluluğu kurulmuştur. 2000 yılında Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Belarus aralarında imzaladıkları bir antlaşma ile Avrasya Ekonomik Topluluğu’nu kurmuşlardır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan bir başka teşkilatlanma alanı uluslararası ekonomik ilişkilerdir. Devletlerin teknolojik imkânlarla artan ekonomik ilişkilerini devletin egemenliği prensibine oturtan korumacı anlayış yalnızca ekonomik bir mesele olmayıp kimi hâllerde savaşa da yol açabilen bir güvenlik meselesi de olduğundan bu konuyu da bir uluslararası bürokratik yapı içinde ele alma lüzumu ortaya çıkmıştır. Bu amaçla ilk olarak 1944 yılında yapılan anlaşmalarla Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası adı verilen iki teşkilat kurulmuştur. Bu teşkilatlar vasıtasıyla devletlerin mali yapıları kontrol altına alınarak devletlerin finansal konularda tek başlarına karar almaları nedeniyle ortaya çıkabilecek uluslararası parasal dengesizlikler önlenmeye ve gelişmekte olan devletlerin alt yapı sorunlarını çözmeye yönelik projelere dış finansal destek bulmada karşılaşabilecekleri problemler giderilmeye çalışılmıştır.

Uluslararası ekonomik ilişkileri serbest hâle getirecek düzenlemeler getiren diğer bir yapı 1948 yılında GATT adıyla kurulan ve 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü adını alan uluslararası teşkilattır. Bu teşkilat vasıtasıyla uluslararası ticarette devletlerin tek başlarına kendi pazarlarını (özellikle gümrük tarifeleri ve kotalar yoluyla) korumaya yönelik kararlar almasının önlenmesi ve aralarındaki ekonomik meseleleri kendi mahkemeleri yerine bir uluslararası hakem mahkemesi önüne getirmek suretiyle çözmeleri amaçlanmıştır. 1945 sonrası dönemde devletlerin kendi başlarına çözmekte zorlandıkları diğer bazı sorunları uluslararası teşkilatlar yoluyla düzenledikleri göze çarpmaktadır. Bu teşkilatlar uzman oldukları alanla ilgili sorunları, organları vasıtasıyla ya da kurdukları komisyon ve komiteler aracılığıyla ele alarak hukuki ve teknik çözümler üretmektedirler. Uzmanlaşılan konular arasında yer alan gıda, eğitim, sağlık, çevre, kültür, taşımacılık ve kalkınma gibi geniş uluslararası işbirliğini gerektiren konular özellikle Birleşmiş Milletler Teşkilatı çatısı altında faaliyet gösteren bir takım teşkilatlar tarafından düzenlenmektedir. Bunlara; FAO,UNICEF,WHO, UNEP, UNESCO, IMO, ICAO, UNDP örnek gösterilebilir. Bunların yanında savaşta önce kurulmuş olan ve 1945’den sonra BM bünyesine katılan Evrensel Posta Birliği, Uluslararası Komünikasyon Birliği ve çalışanların hakları ve güvenliğine ilişkin konularda faaliyet gösteren ILO gibi teşkilatlar da mevcuttur.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ilişkiler alanını devletlerin tekelinden almaya yönelik anlayış sadece dünya çapında değil bölgesel düzeyde de etkili olmuştur. Bölgesel açıdan en etkin yapılar arasında Avrupa kıtasında oluşturulan iki teşkilat öne çıkmaktadır. Bunlardan birincisi 1949 yılında kurulmuş olan Avrupa Konseyi adını taşıyan ve Avrupa’da demokrasi ve insan haklarını devletlerin üstünde bir denetime tabi kılmayı amaçlayan teşkilattır. Bu teşkilat özellikle kendi bünyesi içinde 1950 yılında imzalanmış Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşmeye devletlerin uymasını denetleyen 1959 yılında kurulmuş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aracılığıyla Avrupa kıtasında yaşayanların insan haklarını koruma görevini yerine getirmektedir. Türkiye Avrupa Konseyi’ne kuruluşundan beri üyedir.

Avrupa’da bölgesel ekonomik ilişkilerin bir uluslararası yapının kontrolünde sürdürülmesine yönelik ortak kanaatin oluşumuna imkân tanıdığı bir başka teşkilat 1957 Roma Antlaşması ile kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’dur. Bu yapı ile üye devletler aralarındaki ekonomik ilişkileri Avrupa çapında organize edecek bir uluslararası bürokratik teşkilatın kontrolüne bırakmayı ve bu suretle ekonomileri birbirine entegre ederek tek bir Avrupa ekonomik pazarının kurulmasını amaçlamışlardır. Bu teşkilatın başarısı üye devletleri aralarında 1992 yılında Avrupa Birliği (AB) adını verdikleri yeni bir yapılanmayla dış işleri politikaları ile göç, uyuşturucu ve terör gibi uluslararası adli konularda iş birliği yapmaya ve 1999 yılında ortak para kullanmaya yöneltmiştir.

Uluslararası hukukta teşkilatlar arasında bunların bir takım özellikleri ele alınarak yapılmış sınıflandırmalarbulunmaktadır. Ancak bu sınıflandırmalar teşkilatları birbirinden kesin çizgilerle ayırmayıp bazen bir teşkilat bir kaç farklı özelliği içinde barındırabilmektedir.

·Teşkilatlar açısından yapılan ilk ayrım açık ve kapalı teşkilatlar ayrımıdır. Teşkilatlarda üyelik ve üyeliğin getirdiği hak ve yükümlülükler konuları genellikle teşkilatın kurucu antlaşmasında ayrıntılı olarak düzenlenir. Şayet buna ilişkin düzenleme yapılmamışsa üyelik kurucu antlaşmanın değiştirilmesi usulüne tabi olur. Açık teşkilatlarda üyeliğe kabul sadece müracaat ve üyelerin çoğunluğunun kabulü üzerine mümkündür. Bu tür teşkilatlara örnek olarak BM çatısı altında faaliyet gösteren uzmanlık teşkilatları gösterilebilir. Buna karşı kapalı teşkilatlarda üyelik sıkı şartlara bağlanmıştır. Kimi teşkilatlarda ise üyelik belli bir coğrafyada bulunan ya da belli bir dine mensup olan devletlere açık tutulmuştur

·Teşkilatların niteliklerine göre yapılan ayrımlardan bir diğeri teşkilatın faaliyet gösterdiği alanların çeşitliliğine göre yapılan ayrımdır. Bu açıdan bazı teşkilatlar uluslararası toplumu ilgilendiren pek çok konuda faaliyet göstermekte olduklarından genel amaçlı teşkilat olarak adlandırılırlar. Bu tür teşkilatlara örnek olarak barış ve güvenlik, demokrasi, insan hakları, ekonomik kalkınma gibi konularda faaliyet gösteren BM, Avrupa Konseyi ve AGİT gösterilebilir. Buna karşı yine uluslararası toplumu ilgilendiren belli bir konuda faaliyet gösteren özel amaçlı teşkilatlar bulunur. Bu teşkilatlar uluslararası ilişkilerin bir düzen gerektirdiği ekonomik, sosyal ve teknik alanlarda faaliyet gösterirler.

·Teşkilatlar arasında yapılan bir başka ayrım ise teşkilata tanınan karar alma yetkisinin niteliğine göre yapılmaktadır. Bu açıdan teşkilatlar üye devletler açısından sadece tavsiye niteliğinde kararlar alabilenler ve üye devletleri bağlayıcı kararlar alabilenler olarak ikiye ayrılmaktadır. Bunun yanında bağlayıcı kararlar alabilen teşkilatların bazıları söz konusu kararı teşkilatın karar alma organındaki temsilcilerin oy çokluğu ile alabiliyorsa bu tür teşkilatlara supranasyonel teşkilatlar adı verilmektedir.

Uluslararası Teşkilat Tanımı ve Teşkilatların Hukuki Kişiliği

Uluslararası teşkilatların tanımı konusunda teşkilatların hukukunu düzenlemek üzere hazırlanmış milletlerarası antlaşmalarda açık bir tanım vermekten kaçınıldığı göze çarpmaktadır. Bu antlaşmalar uluslararası teşkilatları tanımlarken sadece “hükümetlerarası teşkilat” demekle yetinmiştir. Buna karşın Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından hazırlanmakta olan fakat henüz devletler tarafından kabul edilmediğinden sadece bir antlaşma taslağı niteliği taşıyan Uluslararası Teşkilatların Sorumluluğuna dair Konvansiyon’un ikinci maddesi daha ayrıntılı bir tanım içermektedir. Bu maddeye göre uluslararası teşkilat “bir antlaşma ya da uluslararası hukuka tabi bir başka enstrümanla kurulmuş olan ve kendine ait uluslararası hukuki kişiliği olan bir organizasyondur”.

Uluslararası hukukun kişilerinden biri olan uluslararası teşkilatların bir uluslararası antlaşma veya bir başka uluslararası hukuk enstrümanı ile kurulabileceğini söylemek mümkündür. Örneğin, BM Endüstriyel Gelişme Teşkilatı ile BM Ticaret ve Gelişme Teşkilatı birer BM Genel Kurul kararı ile kurulmuştur. Yine uluslararası teşkilatların üyeleri bakımından günümüzde karşılaştığımız bir başka önemli husus artık teşkilatlara devletlerin yanında başka teşkilatların da üye olarak katılabilmesidir. Ayrıca kimi uluslararası teşkilatların üye olmayan devletler, hükümet dışı sivil toplum kuruluşları veya ulusal kurtuluş hareketlerinin organlarının çalışmalarına farklı statülerde katılabilmelerine izin verdikleri görülmektedir. Bu statüler katılımcıya oy hakkı vermese de gündemi takip etme ve görüş sunma gibi haklar tanımaktadır.

Uluslararası teşkilatların tanımına ilişkin kaynaklarda bu tanımda yer alan bir başka unsur söz konusu teşkilatın hukuki kişiliğinin (burada söz konusu edilen bir teşkilatın uluslararası hukuktaki kişiliği olup üye devletlerin iç hukuklarında haiz oldukları kişilik ilgili devletin düzenlemelerine tabidir) varlığıdır. Uluslararası hukukun kişileri olarak kabul edilen devletlerin yanısıra uluslararası teşkilatların da hukuki kişiliğe haiz olduğunun kabulü onların da uluslararası alanda bir takım hak ve borçlara ehil olmaları sonucunu doğurur. Ancak uluslararası teşkilatların devletlerden farklı bir siyasi yapıya haiz olmaları ve devletler tarafından genellikle bir antlaşma ile kurulmaları bunlara tanınan uluslararası kişiliğin farklı olması gerektiğine işaret eder. Bu farkların neler olduğu konusunda bize yol gösteren yine BM Adalet Divanı’nın 1949 tarihli “Tazminatlar” kararıdır. Divan’a göre uluslararası teşkilatlar, devletlerin hukuka uygun amaçlarını yerine getirmek üzere daimi olarak bir araya gelerek oluşturdukları, bu amaçları gerçekleştirmek için bir takım organlarla donattıkları, hukuki yetki ve sorumluluklar bakımından teşkilat ve üyeleri arasında bir ayrım bulunan ve bir uluslararası antlaşma ile kurulmuş olan uluslararası hukuk kişileridir. Divan bu tanımdan yola çıkarak bir örgütün hukuk kişiliğinin mevcudiyeti için söz konusu örgütün kurucu antlaşmasında bazı unsurların bulunması gerektiğine yönelik bir ölçüt ortaya koymuştur. Buna göre bir teşkilatın kendine ait bir hukuki kişiliğinin kabul edilebilmesi için kurucu antlaşmada ona ait bir takım organların (genellikle bir genel kurul, bir idare organı ve bir sekreterya) oluşturulmuş olması ve teşkilatın bu organlar vasıtasıyla kullandığı kendisine ait birtakım yetkilerinin bulunması önem taşır. Diğer bir ifadeyle bir teşkilatın hukuki kişiliği onun kendisini kuran devletlerden bağımsız bir şekilde hareket edebilecek teşkilat ve yetki yapısına sahip olduğu ölçüde mevcut olabilir.

Bu konuda dikkate alınması gereken bir başka husus da söz konusu teşkilatın kendisine ait bir bütçesinin olup olmadığıdır. Uluslararası teşkilatların bütçeleri genellikle üye devletlerin katkı payları ve bazı durumlarda da teşkilatların muhtelif faaliyetlerinden elde edilen kazançlardan oluşmaktadır. Ancak bir bütçenin teşkilatın amaçları doğrultusunda gerçekleştirilen faaliyetlerden doğan giderleri karşılamak üzere teşkilatın yetkili organı tarafından alınan kararlar uyarınca kullanılması teşkilatın bağımsız kişiliğinin tespitinde önemli bir unsurdur. Divan’ın söz konusu kararda teşkilatların uluslararası kişiliğine dair yaptığı bir başka tespit bu kişiliğin teşkilata üye olmayan devletler açısından tanınması gerekip gerekmediğine ilişkindir. Bu konuda Divan’ın getirdiği ölçüt uluslararası toplumun çoğunluğunu temsil eden çok sayıda devletin biraraya gelerek oluşturduğu bu yapının üye olmayan devletler açısından bir “objektif uluslararası kişiliğe” haiz olabileceği yönündedir.

Uluslararası Teşkilatlarla İlgili Hukuki Sorunlar

Uluslararası teşkilatların çok taraflı yapısı ve bu teşkilatların hukuki zeminin henüz gelişmekte olması nedeniyle uluslararası teşkilatlarla ilgili çıkacak hukuki sorunların çözümünün nasıl olacağı da üzerinde durulması gereken bir konudur.

Uluslararası Teşkilatların Kurucu Antlaşmalarının Yorumu ve Teşkilatların Yetkileri ve Sorumluluğu Meseleler

Bir teşkilatın yetkilerinin neler olduğu ve bu yetkileri hangi organlar vasıtasıyla kullanacağı teşkilatın kurucu antlaşmasında tanımlanır. Ancak teşkilat organları bu yetkilerini kullanırlarken zaman zaman alınan kararların kurucu antlaşmada belirlenen yetki sınırları içinde kalıp kalmadığı bir hukuki sorun olarak ortaya çıkar. Kalmadığı tespit edilirse ya karar geçersiz olur ya da kurucu antlaşmanın değiştirilmesi yoluna gidilerek kararın alınması meşrulaştırılır.Bu tür hukuki sorunları çözme yeri genellikle teşkilatın kendi organları olmaktadır. Ancak pek çok teşkilatta sorunu çözen organ yine tartışmalı kararı veren ya da bunu icra eden organ olduğundan hukuki bir mesele olan yetki meselesinin yargısal usullerle ele alınması mümkün olmamaktadır. Bu durumda hukuka aykırılığı iddia eden devlet açısından karara uymak ya da teşkilattan ayrılmaktan başka çare bulunmamaktadır.Kimi gelişmiş teşkilatlarda yetki ile ilgili uyuşmazlıklar teşkilatın yargı organına bırakılmıştır. Bu takdirde ilgili mahkeme kurucu antlaşmaya uluslararası antlaşmaların yorumuna ilişkin hukuk kurallarını uygulamak suretiyle sorunu hukuki yoldan gidermeye çalışır.

Uluslararası teşkilatların kullandığı yetkiler ve uluslararası sorumluluğu bakımından devletlerle aralarında bir paralellik kurmak yanlış olup bu konuda kurucu antlaşmaya bakarak karar vermek gerekmektedir. Bununla beraber bugün uluslararası alanda faaliyet gösteren teşkilatların çoğunluğu açısından şu aşağıda yer alan yetkilerin ve sorumlulukların mevcudiyetinden söz edilebilir:

·Antlaşma yapma yetkisi

·Uluslararası talepte bulunma yetkisi

·Misyon gönderme ve imtiyaz ve muafiyetler kullanma

·Teşkilatın uluslararası alanda sorumluluğu

Uluslararası Teşkilatların Üye Olan ve Olmayan Devletler ve Özel Hukuk Kişileri ile İlişkilerine Uygulanacak Hukuk

Uluslararası teşkilatların üye olan devletlerle girdikleri ilişkiye kurucu antlaşma ve uluslararasıhukukun diğer ilgili kural ve prensipleri uygulanırken, üye olmayandevletlerle ilişkilerinde aralarında mevcut antlaşma veuluslararası hukukun diğer kuralları uygulanmaktadır.

Uluslararası teşkilatların üye devletlerle ilişkilerinin hangi hukuka tabi olacağı sorunu zaman zaman tartışılan bir meseledir. Bu konuda kabul gören görüş bu ilişkinin kurucu antlaşmada belirlenen esaslar çerçevesinde yürüyeceği yönündedir. Ancak uluslararası teşkilatların faaliyete geçtikten sonra organları vasıtasıyla hukuk yapma olanağına sahip oldukları da bir gerçektir. Bu açıdan teşkilatın yetkili organının aldığı kurucu antlaşmanın uygulanmasına ve yorumlamasına ilişkin kararlar ile yine teşkilatın antlaşma yapma yetkisine dayanarak yaptığı uluslararası antlaşmalarda yer alan hususlar teşkilatın üye devletlerle ilişkisine etki edecektir. Bunun yanında teşkilatın kendi iç işleyişi ve çalışanları hakkında aldığı kararlar da üye devletlere karşı ileri sürülebilir. Teşkilat organlarının eylem ve işlemlerinin kurucu antlaşmaya uygunluğunun denetimi meselesi ise ya bu tür uyuşmazlıklara bakmak üzere teşkilat bünyesinde kurulmuş bir mahkemede ya da teşkilat ile üye devletlerarasında yapılacak diplomatik müzakereler yoluyla ele alınmaktadır

Teşkilat ile üye devletlerarasındaki ilişki konusunda uluslararası hukukun genel kural ve prensiplerinin de uygulanıp uygulanmayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı hukukçular kurucu antlaşmayı kapalı bir sistem olarak düşünmekte ve uluslararası hukuka bu ilişkide hiç yer vermemekteyken diğer bazıları kurucu antlaşmanın da bir uluslararası antlaşma olarak uluslararası hukukun bir parçası olduğunu kabul etmektedirler. Bu ikinci görüşe göre kurucu antlaşmanın yorumu ve uygulanmasında ilgili uluslararası hukuk kurallarına antlaşmanın açık hükümleri ile ters düşmedikleriölçüde başvurulabilir.

Genellikle bir uluslararası teşkilatı kuran antlaşma üye devletlerin iç hukuklarını düzenlemeye yönelik hükümler taşımaz. Bu nedenle kurucu antlaşmada yer alan ortak amaçların gerçekleştirilmesi için teşkilat organlarının aldıkları kararların üye devletlerin iç hukuklarını ilgilendiren kısımlarının yerine getirilmesi o devletlerin iradesine bırakılmıştır.

Teşkilatların üye olmayan devletlerle aralarındaki ilişkilere uygulanacak hukuk konusunda ilk hatırlanması gereken teşkilat kurucu antlaşmasının buna taraf olmayan devletler açısından bir hak ve borç doğurmayacağı hususudur. Teşkilatların günlük işlerinde özel hukuk kişileri ile ilişkiye geçmelerinden kaynaklanan sorunlardır. Bu konuda uluslararası teşkilatların kendi bünyelerinde çalışanların çalışma hayatına ilişkin özel düzenlemeler yaptıkları ve bu konuda çıkabilecek uyuşmazlıklarla ilgilenen idari mahkemeler kurdukları görülmektedir.