ULUSLARARASI HUKUK II - Ünite 5: Uluslararası Hava ve Uzay Hukuku Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Uluslararası Hava ve Uzay Hukuku

Uluslararası Hava Hukuku

Uluslararası hava hukuku, hava hukukuna dair uluslararası kurumlar dâhil sivil havacılığa ilişkin uluslararası hukukun bir parçasıdır. Havacılık, bütün veçheleriyle hava araçlarının kullanımı ve işletimine karşılık gelir.

Devletin hava ülkesi, devletin kara ülkesi ve deniz ülkesi üzerindeki, hava sahasıdır. Deniz ülkesi iç sular ve karasularından oluşur. Genel olarak devletin hava sahası, ülke ile aynı hukuki statüye sahiptir. Ancak uzayla sınırı, hukuken belirsizdir. Hava sahasının dikey olarak genişliğine yani millî yetkiye tabi olmayan uzayla sınırına dair 30 km’den 160 km’ye kadar aralıktaki mesafede olması hususunda öneriler yapılsa da uluslararası bir anlaşma bulunmamaktadır. Günümüz hukuku, hava sahası üzerinde devletin egemenlik hakkını haiz olduğu ilkesine dayanır. Devletin egemenliğine getirilen sınırlamaların kaynağı, bu konuda akdedilen, iki veya çok taraflı andlaşmalardır. Ulusal hava sahası, karasularının dış sınırına kadar uzanır. Mamafih, yabancı uçaklar için karasularının üzerindeki hava sahasında zararsız geçiş hakkı yoktur.

Hava Ulaştırması

Uluslararası hava ulaştırmasını düzenleyen ilk çok taraflı andlaşma,1919 tarihli Hava Ulaştırmasının Düzenlenmesine Dair Paris Sözleşmesi’dir. Paris’te benimsenen yaklaşım, devletlerin ülkeleri ve karasuları üzerindeki hava sahasında egemenliklerinin tam olması gerektiğidir. Devletin egemenliğinin sınırsız bir mesafede yukarıya doğru genişlemesi bu görüşün egemenlik anlayışını tanımlar. Ulusal egemenliğe tabi olmayan açık denizler ve diğer alanların üstündeki hava sahasında ise tam bir geçiş serbestîsi olduğu kabul edilmiştir. Andlaşma, barış zamanında geçerli olan bir düzen getirir. Bu andlaşmayla âkid taraflar, diğer âkid tarafların sivil hava gemilerine, egemenliklerine tabi olan hava sahasında, zararsız geçiş hakkı tanıma yükümünü yüklenmişlerdir. Paris Sözleşmesi’nin en eksik ve sakıncalı yönü, uluslararası tarifeli hava seferlerini, bu düzenin dışında tutması olmuştur.

Hava ulaştırması ile ilgili mevcut rejim, 1944 Şikago Konferansı’nda geliştirilmiştir. Burada kabul edilen 1944 tarihli Uluslararası Sivil Havacılığa Dair Şikago Sözleşmesi, uluslararası sivil havacılığın hukuki çerçevesini çizmiştir. Bu Sözleşme, daha önce imzalanmış Paris ve Havana Sözleşmeleri’nin yerini almış ve kurumsal bir üst yapı oluşturmuştur. Andlaşma, sivil hava gemileri bakımından bir düzenleme getirir. Sözleşme ile her devlete kendi üzerindeki hava sahasında “kısıtlamasız ve tekelci bir egemenlik” tanınmıştır. Fakat taraflar, bu egemenliğin kullanımının yanında herhangi bir tarifeye bağlı olmayan uçaklara önceden izin almadan -sözleşmeye taraf devletin ülkesine veya ticari amaçlı inişler hariçsözleşmeye taraf ülkenin hava sahasından transit olarak geçebilme ve önceden izin almaksızın ticari olmayan amaçlarla yere inme hakkını açıkça tanımışlardır ve sivil havacılığı, andlaşma amaçları dışında kullanmama yükümünü yüklenmişlerdir. Tarifeli uçuşlar veya çarter seferlerinde ise o ülkenin izni gerekmektedir. Sözleşme, kabotaj hakkını ülke devletine tanımış ve güvenlik nedeniyle uçuşa yasak bölgeler kurulabilmesine izin vermiştir.

Askerî uçaklara ilişkin uluslararası hukuk ise açıktır. Askerî bir uçak (askeri nakliye uçağı hariç) tarafından hava sahasının ihlali, uyarı olmadan güç kullanımı ile karşılanabilir.

Sivil havacılığın güvenliğine karşı en sık rastlanan suçlar, uçak kaçırma, sabotaj ve uçağı başka bir devlete sığınmaya zorlamadır. Sivil havacılığa hukuka aykırı olarak müdahaleyi düzenleyen birçok uluslarararası andlaşma kabul edilmiştir. Birçok devlet tarafından onaylanan bu sözleşmeler, taraflardan sert cezalar ve birçok davada geniş kapsamlı yetki alanı teminini istemektedir. Ancak uçak kaçırma eylemlerinin ve uluslararası terörizmin bastırılmasında işbirliğini reddeden devletlere karşı zecri tedbirler öngören etkin bir uluslararası mekanizma tesis edilememiştir.

Terörizm ile mücadelede devletler arasında daha fazla bir işbirliğinin sağlanması amacıyla 11 Eylül olayları neticesinde iki yeni sözleşme daha yapılmıştır: 2010 tarihli Uluslararası Sivil Havacılığa İlişkin Hukuka Aykırı Eylemlerin Bastırılmasına Dair Pekin Sözleşmesi ve 2010 tarihli 1970 tarihli Uçakların Kanun Dışı Yollarla Ele Geçirilmesine Dair Lahey Sözleşmesi’nin Pekin Protokolü. Bu Sözleşmeler, sivil uçakların silâh olarak kullanılması ve tehlikeli maddelerin uçağa veya yerdeki diğer hedeflere saldırmak için kullanılması eylemini suç saymaktadır. Artık, biyolojik, kimyevî ve nükleer silahların ve bunlarla ilgili maddelerin hukuka aykırı nakli cezalandırılabilir hâle gelmiştir; havalimanlarına ve uçaklara karşı saldırıları örgütleyen ve yönetenler korunmayacaktır. Sivil havacılığın tehdidi, aynı zamanda cezai sorumluluğa yol açacaktır.

Haberleşme : Hava sahasının en önemli kullanım biçimlerinden biri haberleşmedir. Hava sahasının en önemli kullanım biçimlerinden biri haberleşmedir. Bu konu ile ilgili uluslararası teşkilat olan Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) 1865’te Paris’te Uluslararası Telgraf Birliği olarak kurulmuştur. Şu andaki ismini 1934’te almıştır ve 1947’de BM’nin uzman kuruluşu olmuştur. İlk uzmanlık alanı telgraf olmasına rağmen, şu anda ITU’nun çalışma alanı, dijital yayıncılıktan İnternete ve mobil teknolojilerden 3D televizyona kadar bütün bilişim ve iletişim teknolojileri sektörünü kapsar. Hem devletlerin hem özel sektör kuruluşlarının üye olabildiği bir teşkilattır. ITU’yu kuran ve birkaç kez tâdil edilmiş olan 9 Aralık 1932 tarihli Madrid Sözleşmesi ile âkid taraflar, uluslararası haberleşme hizmetlerinden yararlanmanın, toplum için bir hak olduğunu kabul etmişler ve aynı sınıfa giren haberleşmede, öncelikler tanımaksızın ve ücret ve hizmetlerde bir ayırım yapmaksızın, haberleşme serbestisini sağlama yükümünü yüklenmişlerdir. Sözleşme, bütün radyo istasyonlarının, diğer devletlerin veya yetkili kişi ve teşekküllerin radyo hizmetlerine ve telsiz haberleşmesine, “zararlı bir müdahale” teşkil etmeyecek bir şekilde kurulması ve frekansların tescil edilmesini öngörmüştür. Hava sahasının bu gibi ihlallerini, devletler, kendi olanakları ile gidermeğe çalışmak durumundadırlar.

Uzay Hukuku

Uzay hukuku, uzayın keşfiyle birlikte gelişmiş, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hız kazandırdığı en yeni hukuk dalı olarak ortaya çıkmıştır ve kısaca insanoğlunun uzaydaki faaliyetlerinden doğan sorunlara değinen hukuk olarak tanımlanabilmekle beraber, bu hukukun kaynakları hem ulusal ve hem de uluslararası hukukta bulunabilir.

Birleşmiş Milletler, uzayın barışçıl amaçlarla kullanılmasına ilişkin çeşitli alanlarda faaliyet gösterir. Uluslararası Telekomünikasyon Birliği, uluslararası sistem içinde Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul’dan ayrı olarak kullanılabilen uygulama ve teori alanındaki otoritenin benzersiz bir örneğini oluşturur. Asıl görevi, radyo frekanslarının tahsisidir. Bu sorumluluk, farklı amaçlar için elektromanyetik yelpazenin farklı kısımlarını kullanmak isteyen çok farklı ülkelerden haberleşme uydularının sayısını dikkate alırsak çok büyük bir önem taşımaktadır. Dünya İdari Radyo Konferansı (WARC) hem ulusal ve hem uluslararası olmak üzere yaklaşık bütün haberleşme şekilleri etkileyen bugünün çeşitlilik arz eden pazarında uzay haberleşmesine göndermede bulunulabilecek Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’nin bir koludur.

Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi, Genel Kurul için uzayla ilgili sorunların bütün yönlerini düzenlemek amacıyla uyumlaştırma komitesi olarak hareket eder ve üye devletlerarasında ilgili sorunların tartışılması için bir forum olarak hizmet görür.

Hukuki Rejim

Uzay hukuku, üzerinde egemenlik olmayan kâinattaki devletlerin ve özel kişilerin faaliyetlerini düzenleyen bir dizi uluslararası belgeden oluşur. 1967 tarihli Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dahil Olmak Üzere Uzayın Keşfi ve Kullanılmasında Devletlerin Faaliyetlerini Düzenleyen İlkeler Üzerinde Andlaşma’nın (Uzay Andlaşması) bu düzenleme içinde esaslı bir önemi vardır. Bazı yazarlarca uzayın Magna Carta’sı olarak da nitelendirilmiştir.

Uzay Andlaşması’nın esas kapsamı, kesin şekilde tanımlanmamıştır. Kuralların çoğu, uzaya ve ay dâhil gök cisimlerine ilişkindir. Bazı özel kurallar ise sadece ay ve diğer gök cisimleriyle ilgilidir. Bazıları ise sadece gök cisimleriyle ilgilidir. Uzay Andlaşması’nın özel hükmü, dünya çevresindeki yörüngeyle ilgilidir. Ay’ın ne anlama geldiği açık iken ne uzay, ne de gök cisimlerinin kapsamı hakkında anlaşma vardır. Gök cisimleri kavramı, ağırlıklı olarak insanların fırlattıkları dışında uzaydaki bütün doğal nesneleri kuşatan olarak anlaşılmaktadır.

Ay ve diğer gök cisimleri de dâhil olmak üzere uzay, işgal, kullanma ve diğer herhangi bir biçimde, herhangi bir devletin egemenliğine tâbi kılınamaz. Bu yerlerin keşfi ve kullanılması, iktisadi ve bilimsel gelişme derecesi ne olursa olsun, bütün devletlerin yararları ve çıkarları için yapılacak ve ayırım gözetilmeksizin bütün devletlere açık olacaktır.

Uzay ve gök cisimlerinde, araştırma serbestisi ilkesi geçerli olacak ve bilimsel araştırmada, uluslararası işbirliğinin teşvikine ve kolaylaştırılmasına çalışılacaktır. Ay ve diğer gök cisimleri, yalnız barışçıl amaçlarla kullanılabilir. Bu yüküm, uzayı kapsamına almaz. Gök cisimleri dışında uzay, askerî amaçlarda kullanılabilir. Andlaşmada, bu ilkenin anlamı, ayrıntılı bir biçimde açıklanmıştır. Gök cisimlerinde askerî üsler ve tesisler kurulması, silah denemeleri ve askerî manevralar yapılması, yasaktır. Fakat bilimsel araştırma ve diğer barışçıl amaçların gerçekleştirilmesi için, askerî personel kullanılabilir.

1968’de kabul edilen Astronotların Kurtarılması ve Dönüşüne ve Uzaya Fırlatılan Cisimlerin Dönüşüne Dair Andlaşma, acil durumda uluslararası yardım sağlanmasını amaçlar. 1972 tarihli Uzay Cisimlerince Sebep Olunan Zarar İçin Sorumluluğa Dair Uluslararası Sözleşme ilk defa sınırlanmamış uluslararası mutlak sorumluluğu öngörür. 1975 tarihli Uzaya Fırlatılan Cisimlerin Tesciline Dair Sözleşme bütün âkit devletlere bu gibi objelerin tescil edileceği bir sistem tesis etme ve sorumlulukla ilgili nihai sorunlar açısından pratik değer taşıyabilecek bir BM tescil numarası, fırlatma tarihi ve yeri, temel yörünge sınır ölçülerini bulundurma yükümünü getirir. 1979 tarihli Ay ve Diğer Gök Cisimlerinde Devletlerin Faaliyetlerini Yöneten Anlaşma (Ay Anlaşması), ay ve tabii kaynaklarının, insanlığın ortak mirası olduğunu ve teknik olarak mümkün olduğunda yalnızca uluslararası bir düzen temelinde araştırılabileceğini öngörür. Türkiye bu andlaşmaların hepsine taraf olmuştur. Bu andlaşmalar dışında bir dizi BM Genel Kurul Kararı da uzay hukuku külliyatına dâhildir.

1996 tarihli Özellikle Gelişmekte Olan Devletlerin İhtiyaçlarını Dikkate Alarak Bütün Devletlerin Yararına ve Menfaati İçin Uzayın Keşfinde ve Kullanımında Uluslararası İşbirliğine Dair Bildiri (U.N. Doc. A/RES/51/122,13 Aralık 1996), 1988’den beri süregelen Kuzey-Güney diyaloğunun bir sonucudur ve oy birliğine ulaşmadan önce bir süre sürtüşme konusu olmuştur. Bu bildiri, uzay güçlerini, uzayı herkesin ortak menfaatine olacak şekilde kullanmaya davet ederek Uzay Andlaşması’nda öngörüldüğü gibi katı bir şekilde işbirliği yükümleri kabul eder.

Kuzey-Güney Diyaloğu : 1970’li yılların başlarında gündeme gelen, mevcut uluslararası ekonomik düzenin az gelişmiş ülkelerin çıkarlarına hizmet etmediği, tersine gelişmiş ülkelerle aralarındaki uçurumu daha da derinleştirdiği görüşünden hareketle, az gelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarının başarıya ulaşması ve bu ülkelerdeki açlık, sefalet, yoksulluk, işsizlik ve bulaşıcı hastalık vb. sorunların çözülmesi amacıyla gelişmiş kuzey ülkeleri ile az gelişmiş güney ülkeleri arasında oluşturulması istenen diyalog ve işbirliği sürecidir.

Uzaydan Haberleşme

Uzayın kullanım teknikleri içinde en kullanışlı olanı, bir haberleşme ağının yaratılması olmuştur. Uzayın haberleşme alanında kullanılmasının hukuki çerçevesi, çeşitli uluslararası haberleşme uyduları hakkındaki anlaşmalar vasıtasıyla sağlanır. Uydular aracılığıyla haberleşmenin ekonomik faydalarının yanında teknolojik olanakları, devletleri dünya çapında haberleşmenin düzenlenmesi ve geliştirilmesi için uluslararası örgütlerin kurulmasına yöneltmiştir. Bunların en önemlilerinden birisi, Uluslararası Uydu Haberleşme Teşkilâtı (International Telecommunications Sattellite Organization-INTELSAT)’dır ki uydu ile iletişimde küresel sistemlere sahiptir ve bunları yönetir. Bu uyduların diğer kullanım alanlarının, denizcilik ve havacılık hizmetlerinde olduğu görülmüştür.

Söz konusu hukuki çerçevede iki ilke geçerlidir: Bilişim serbestisi, devletin egemenliği. Bu ikisini uzlaştırmak için çeşitli girişimler yapılmıştır. Dünyanın Uzaydan Uzaktan Algılanmasına Dair İlkeler kararı (U.N. Doc. A/RES/41/65,3 Aralık 1986) oy birliği ile kabul edilmiştir. Bu Karara göre söz konusu algılama, gözlem yapan devletin önceden rızasını gerektirir. Ancak bu ilkeler listesinin önemini azaltan eksiklikler mevcuttur. Mesela, ilkeler sadece sivil uzaktan algılamaya uygulanabilir. Dolayısıyla askerî uydular ilkeler kapsamından hariç tutulmuştur. Ayrıca ilkelere bağlılık kontrol edilemez.

Uyduların kullanımının artması, dünyaya sabit konumda olan yörünge üzerindeki yükü arttırmıştır. Bu yörünge, kabaca deniz seviyesinden yaklaşık olarak 35881 kilometre veya 22300 mil yukarıda ekvator üzerinde yer alan dairesel bir yörüngedir. Yer istasyonlarıyla tek bir uydu vasıtasıyla doğrudan teması olan yalnızca bu yörüngedir. Ancak 1976’da Brezilya, Kolombiya, Kongo, Ekvator, Endonezya, Kenya, Uganda ve Zaire (yeni adı Kongo Demokratik Cumhuriyeti), Bogota Bildirisi’ni imzalamışlardır. Bu Bildiride, yörüngenin eş zamanlı dilimlerinin ekvator devletlerinin ülkelerinin bir parçası olduğu belirtilmektedir. Diğer devletler bu Bildiriyi şiddetle protesto etmişlerdir ve bir iddia veya pazarlık aracı olmaktan öteye gidememiştir. Ancak uydu fırlatmanın artması ve dünyaya sabit konumda olan yörüngenin sınırlı niteliği kullanımına dair kabul edilebilir ilkelerin tesisi için acil eyleme ihtiyaç göstermiştir.