ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMLARI I - Ünite 1: Realizm ve Neorealizm (Gerçekçilik ve Yeni Gerçekçilik) Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Realizm ve Neorealizm (Gerçekçilik ve Yeni Gerçekçilik)

Giriş

Realizm I. Dünya savaşı sonrası idealizmin boşluğunu doldurmak için ortaya çıkmıştır. II. Dünya savaşı sonrası güvenliğin iyice ön plana çıkması ile beraber çok daha çekici hale gelmiştir. Dolayısı ile soğuk savaş döneminin açıklanmasında ele alınan temel bir teorik çerçevedir.

Realizmin Varsayımları ve Temel Özellikleri

Realizm uluslararası ilişkilerde güç ve çıkar odaklı bir yaklaşımı benimseyen yaklaşımdır. Bu anlamda siyasi gerçekçiliğin ilk ve temel varsayımıdır.

Siyasal gerçekçilik adı verilen realist yaklaşım devletler arası ilişkilere dayalı sorunların çözümünde devletlerin kapasiteleri büyük önem taşımaktadır. Bu kapasite ile kastedilen askeri kapasiteden ziyade, askeri olmayan kapasitedir. Realist teorilere göre, uluslararası sorunların çözümünde güç en temel araçtır.

Realizmin ikinci varsayımına göre, uluslararası ilişkilerin temel aktörü egemen ulus devletlerdir. Çok uluslu şirketler yada diğer bir çok örgüt, mesela NATO ve BM, bu bağlamda aktör olarak görülmemektedir. Uluslararası ilişkilerde devletlerin tek aktör olarak görülmesinin sebebi, politika yapma noktasında otonom, egemen ve bağımsız olma yeteneğine sahip olmalarıdır.

Realizmin üçüncü varsayımı ise, devletlerin uluslararası ilişkilerde rasyonel davranma eğiliminde olmalarıdır. Bu varsayıma göre, devletler sahip oldukları kapasitelerinin bilincinde olarak uygun amaçların peşinde koşmaktadırlar. Realistlere göre, uluslararası ilişkilerin ana gündemi güvenliktir. Bu görüşe göre, devletin varlığının devamı için şart olan ulusal güvenlikle ilgili konular yüksek politika (high politics), ticari, mal, ve sağlıkla ilgili konulara alçak politika (low politics) olarak tanımlanmaktadır.

Realistlere göre, bir teorinin doğruluğu yada yanlışlığı tartışılmamalıdır. Tartışılması gereken bu gerçek dünyada sınanma için uygun olup olmadığıdır. Öte yandan, davranışsalcılar, klasik realizmi bilimsel yönden yetersiz bulmaktadırlar. Bu eleştiriyi dikkate alan Kenneth Waltz, 1979 yılındaki çalışmasında, neorealizm’i ortaya çıkarmıştır. Waltz bu çalışmasıyla, realizmin daha bilimsel (davranışsal) bir teorisini geliştirmeye çalışmıştır.

Realizmin önemli bir varsayımı ise, uluslararası yapının anarşik olduğu ve güvenliği sağlayacak bir otoritenin mevcut olmadığıdır. Realistler her devletin kendi güvenliğini kendisinin sağlaması gerektiği prensibinden hareketle, her devletin kendi çıkarı doğrultusunda harekete edeceğini ileri sürmüşlerdir. Realistlere göre, devletler tehditlere karşı ortak hareket etmeyi gerektiren anlaşmalar imzalayabilirler. Bu anlaşmalara rağmen, her devletin maksimum güce ulaşmak amacıyla hareket edeceğini ileri sürerler. Böylece bir güç dengesinin oluştuğunu ve istikrarın bu şekilde temin edildiğini savunmaktadırlar.

Liberaller ise, devletler her konuda işbirliğine gidebilirler, ama diğer tarafın işbirliğinde kaçınabileceği şüphesi ile daima işbirliğini bozma riskini göze almaktadırlar. Böyle bir durumda işbirliğinin getirileri anlatılarak veya işbirliğini bozmanın yaptırımlarından bahsederek işbirliğinin devamı sağlanabilir. Realistler bu tarz çözümleri işe yarar bulmamaktadırlar.

Tüm realistler iç politika ile uluslararası politikayı bir birinden ayırmaktadır. Fakat, klasik realistler uluslararası mücadeleyi güç mücadelesi ile açıklarken, neorealistler ise anarşi kavramı ile açıklamaktadırlar.

Vasquez, realizmin varsayımlarını üç başlık altında toplamaktadır.

  1. Devlet uluslararası politikanın temel aktörüdür
  2. İç politika ve uluslararası politika ayrıdır
  3. Uluslararası ilişkiler bir güç mücadelesidir

Keohane’de realizmin varsayımlarını üç noktada özetlemektedir.

  1. Devlet merkezcilik varsayımı
  2. Rasyonellik varsayımı
  3. Güç varsayımıdır

Morgenthau politikayı güç mücadelesi olarak tanımlamaktadır. Bir başka yerde ise güç kavramının bir ilişki biçimi olduğunu ve belli bir amacın gerçekleştirilmesinde bir araç olarak tanımlayabilmektedir. Kenneth Waltz (1992:36) ise gücü bir araç olarak görmekte ve devletler için esas olan güç değil güvenliktir diye ifade etmektedir.

Morgenthau’ ya göre güç bir devleti diğer devletlerden farklı kılan nicel ve nitel unsurlardan oluşmaktadır. Burada bahsedilen nicel unsurlar coğrafya, doğal kaynaklar, endüstriyel kapasite, askeri hazırlık derecesi ve nüfustur. Nitel undurlar ise ulusal moral, ulusal karakter, diplomasi niteliği ve hükümetin niteliğidir (Morgenthau, 1970:130-94)

Realistler genelde gücün tanımı noktasında birleşememektedir ama Morgenthau ve Niebuhr gibi klasik realistler ise gücü bir devletin sahip olduğu askeri ve ekonomik kapasitenin toplamı olarak tanımlamaktadır. Waltz gibi neorealistler askeri ve ekonomik gücün diğer unsurlardan ayrılamayacağını savunur ve gücün sürekli değişen dinamik bir yapıya sahip olduğunu ifade ederler. Kısaca ifade etmek gerekirse, güç unsuru hem klasik realizmde hem neorealizm’de ana unsur olmaya devam etmektedir.

Realizmin Felsefi Kökenleri

Realizmin tarihçesi eski Yunana kadar gitmektedir. Platonla aynı dönemde yaşayan bir Atina kent devleti generali olan Thucydides Atina ile Sparta kent devletleri arasındaki savaş sonrası gözlemlerde bulunmuş ve savaşın nedenlerini, tarafların motivasyonlarını, liderlerin politikalarını incelemiş ve geleceğe aktarma maksatlı notlar almıştır. Thucydides’ e göre savaşın nedeni güçlenen Atina’nın Sparta’da yarattığı kuşkudur. Sparta’nın Atina’ya saldırmasını Atina’nın güçlenmesine bağlamış ve ortaya çıkan kuşku ve korkunun saldırıyı kaçınılmaz kıldığını ifade etmiştir. Bu durumda, Thucydides göre, Sparta anlaşmayı ihlal etmeye zorlanmıştı. Çünkü adalet ve insanlık gibi kavramlar, devletin çıkarı, zorunluluklar karşısında gereksiz kalmaktaydı.

Yaklaşımları ile realizmin düşünsel temelinde önemli bir yere sahip olan İtalyan felsefeci Niccolo Machiavelli, iktidarın sürdürülebilmesi için içten ve dıştan gelecek tehditlere karşı koyabilecek güce sahip olması gerektiğini savunmaktadır. Machiavelli iki tür ahlak anlayışı üzerinde durmaktadır. Bunlar bireysel ahlak ve diğeriyse prensin devletin çıkarlarını ve ulusal güvenliğini korumasına ilişkin ahlaki sorumluluğudur. Tercih etmek gerekirse, ikincisini tercih etmek sorumluluğun bir gereğidir.

Machiavelli ’ye göre bir prens iyi yürekli, sadık, insancıl, namuslu ve dindar görünebilir, fakat gerektiğinde tam tersini yapmaya hazır olmalıdır. Machiavelli ‘ye göre, devletin varlığını sürdürme ve hayatta kalma amacı diğer tüm amaçların önünde gelir.

Thomas Hobbes’un ünlü eseri Leviathan, siyaset alanında ilk genel teori olarak kabul edilmektedir. Kendisine göre insan yapısı oldukça çıkarcıdır. Bundan dolayı insanlar birbirlerinin düşmanı olabilmektedir. Hobbes’un ilkeleri, her ne kadar iç politika üzerinde durmuş olsa da, uluslararası politikalara uygulanabilecek niteliktedir. Hobbes’a göre, insanlar bir toplum haline gelmeden önce doğa durumunda yaşamaktaydı. Doğa durumu herkesin herkesle savaştığı, kuşku, korku ve şiddetin söz konusu olduğu oldukça güvensiz bir ortamdır. İnsanlar sürekli korku içinde yaşadıkları bu doğa durumundan kurtulmak için aralarında ki bir sözleşmeyle tüm yetkilerinden vazgeçerler ve Commonwealth oluştururlar. Commonwealth, tüm yetkileri kullanan egemenin (leviathan) bu konuda kimseye hesap vermek durumunda olmadığı ve sınırsız, mutlak egemenliğe sahip olduğu bir duruma işaret etmektedir. Bir toplumsal sözleşme bir tür yurttaşlar yasası olarak, karşılıklı anlaşma yoluyla tüm kişilerin özgürlüklerini sınırlar. Bir şekilde, devletin olmaması yada herhangi bir şekilde ortadan kalkması durumunda toplum yeniden savaş durumu olan doğa durumuna geri döner.

Her devlet dış dünyadan izoledir. Niyetlerinden emin olmadığı diğer devletlere karşı kuşkuyla yaklaşmakta ve kararlarını kendi mantığına göre vermektedir

Klasik Realizm

Yukarıda kısaca bahsi geçen varsayımlar aslında hem realizm hem de neorealizm için geçerlidir. Ama bazıları sadece klasik realizme diğer bazıları ise neorealizm’e özgüdür. Güç ve çıkarı politikalarının merkezine yerleştiren realizmde gücün bir amaç haline geldiğini ifade etmemiz faydalı olacaktır. Ama öte neorealizm’de ise güç, amaç değil, güvenliğe ulaşmak için bir araçtır.

Klasik realizm, devletlerin doğasını, insanlar tarafından kurulmuş ve şekillendirilmiş olmalarından dolayı insanlara benzetmektedir. Devletleri anlamak için insan doğasını anlamak çok önemlidir.

Realizme göre, devlet adamını yönlendiren faktörler korku, kuşku, güvensizlik, güvenlik ikilemi, üne kavuşma, saygınlık ve çıkar gibi unsurlardır. Özellikle korku ve bunun yol açtığı güvenlik ikilemi devletleri savaşa zorlayan nedenlerdir. Ki zaten, realistlere göre bir devletin diğer bir devletin güçlenmesine seyirci kalmaktansa savaşa başvurması meşru sayılmaktadır. Burada yukarıda bahsi geçen Thurcydides’in Atina örneği akla gelmektedir. Ay noktayı Machiavelli’de değinmekte ve olaya haklı ve haksız savaş olarak yaklaşmaktadır. Ulusal çıkar için savaş gerekli ise yapılmalıdır. Bu bağlamda, kendini savunma kavramı çok geniş manada tanımlandığı için, realizm ’de emperyalizme meşruluk tanınmaktadır. Eğer bir tehdit varsa, karşı taraftan önce harekete geçmek meşrudur.

Realizme göre politikacılar, ahlaki ölçütlerden ziyade çıkar ve güç odaklı hareket ederler. Ama öte yandan idealistler ise politikacıların ahlaki değerlere uymaları gerektiğini savunmaktadırlar. Bu anlayışa göre, uluslararası alanda geçerli standartlar, ulusal düzeyde bireylerin ilişkilerde uydukları standartlardan çoğu zaman farklıdır.

Morgenthau’ya göre, devlet, ulusal çıkarların korunmasında bireysel ilişkilerde geçerli kuralları ve normları dikkate almaz. Devletlerin birincil görevleri varlıklarını devam ettirmektir ve bu uğurda bireysel ilişkiler için geçerli bir çok ahlaki değer görmezden gelinebilir. Yani ahlakçılar için aykırı olan bir çok uygulama devlet adamı için devletlerarası ilişkilerde geçerli değildir. Morgenthau’ ya göre ahlak ve siyaset ayrı alanlarda olan olgulardır.

Edward H. Carr’a göre, politika etiğin değil, etik politikanın bir fonksiyonudur. Etiği daha öncelikli gören idealistlere (liberallere) göre, bireye düşen görev toplumun yararına olan durumlarda kendi çıkarlarından fedakarlıkta bulunmaktır. Liberallerin ve idealistlerin “çıkarların uyumu” doktrinini eleştiren Carr’a göre, idealistler kendi çıkarlarını evrensel çıkarların arkasına saklamaktadır. İnsan doğası gereği kendi çıkarına olan bir durumun aynı zamanda, diğerlerinin çıkarına da olduğunu düşünmektedir. Carr’a göre, idealistler mutlak bir standart yaratmanın peşindedirler ve kendi menfaatlerini bu standartların içine gizlemektedirler.

İdealizmi ütopya olarak niteleyen ve eleştiren Carr’ın açtığı yoldan ilerleyen Hans J. Morgenthau realizmin asıl babası kabul edilmektedir. Morgenthau’ ya göre, dünya rasyonel bir bakışa göre kusurlu ve noksandır ve bunun sebebini insan doğasında aramak gerekmektedir. Morgenthau, realist yaklaşımın ve siyasal gerçekçiliğinin altı ilkesi üzerinde durmaktadır. Bu ilkeler şunlardır;

  1. Genel olarak toplum gibi, politikanın da kökleri insan doğasında bulunan objektif yasalarca yönetildiğine inanılması
  2. Siyasal gerçekçiliğin hareket noktasını güç olarak tanımlanan çıkar kavramının oluşturduğu
  3. Siyasal gerçekçiliğe göre, çıkar kavramı gerçekten de politikanın özüdür ve zaman ve mekana bağlı değildir
  4. Morgenthau, evrensel moral prensiplerin devletlerin dış politikadaki eylemlerine aynen uygulanmasının mümkün olmadığını belirtmektedir
  5. Siyasal gerçekçilik bir devletin siyasal eylemlerini, yani ahlaki hareket edip etmediğini evrensel ahlaki prensiplerle ölçmeye kalkmaz.
  6. Siyasal eylemlerin siyasal kriterlerle değerlendirilmesi gerektiği

Morgenthau, devletin sahip olduğu kapasitenin devletin dış politikası üzerinde belirleyici olduğunu savunmaktadır. Yine aynı şekilde güç dengesinin uluslararası barışın korunmasında etkin bir teknik olduğunu savunmaktadır.

Realizmin gelişmesinde önemli katkıları olan Reinhold Niebuhr da, Morgenthau gibi uluslararası politikayı insan doğasına benzeterek açıklamaya çalışmaktadır. Yine aynı şekilde istikrarın güç dengesi ile sağlandığına inanmaktadır. Düzen sağlayıcı bir unsur olarak görülen güç dengesi, Adam Smith’in görünmez el teoremi gibi, devletler arasında, devletler arası düzeni sağlayıcı görünmez bir mekanizma vardır.

Neorealizm ve Kenneth Waltz

Kenneth Waltz’in 1979 yılında basılan “Uluslararası Politika Kuramı” isimli eseri, 1980 sonrası döneme hakim bir tartışma başlatmıştır. Waltz güç kavramına yeni anlamlar yüklemiştir. Farklı ideolojilere sahip olan devletlerin benzer davranışlar ve politikalar benimsemesinin nedenini açıklamaya çalışmıştır. Kendisine göre bunun sebebi yapıdır. Waltz’e göre hem klasik realistler hem de Marksistlerin ortak yanıldıkları nokta, dış politika ile devletlerin oluşturdukları sistemi bir birinden ayırmamalarıdır. Waltz’e göre uluslararası sistemin temel kuralı anarşidir ama iç siyasal sistemde ise hiyerarşidir.

Waltz’e göre, güç dengesi süreklilik göstermekte, bir şekilde bozulsa bile yeni bir dengede devam etmektedir. Hem iki kutuplu hem çok kutuplu yapılarda güç dengesi önemlidir. Ama iki kutupluluk çok kutupluluğa göre daha istikrarlıdır. İki kutuplu yapılarda savaş çıkma ihtimali bir çok sebepten daha azdır.

Waltz’e göre, Morgenthau devletler arası ilişkileri ve devletin dış politikasını açıklamaya yarayacak kendince bir perspektif ve belki de bu anlamda kendi zamanındaki olaylara anlamlı açıklamalar getiren bir teorik çerçeve çizmeye çalışmıştır. Ama öte yandan, Raymond Aron, Hans Morgenthau gibi geleneksel realistler devletlerin davranış ve etkileşimlerine bakarak buradan uluslararası sonuçlar çıkarmaya çalışmaktadır.

Uluslararası politika, geleneksel realizmin birim düzeyindeki açıklamalarına yapının etkisini de ekleyince tam olarak anlaşılabilir. Waltz’e göre neorealizm bunu başarmıştır. Neorealizm etkileşen birimlerle uluslararası sonuçlar arasında ki nedensellik ilişkisini kurmuştur.

Öte yandan, klasik realistlere göre, güç elde etme insan doğasının bir gereğidir. Morgenthau’ya göre, uluslararası ortamda eğer bir hakem söz konusu değilse, devletler rekabeti sürdürmekte, onları tek engelleyici faktör ise diğer devletlerinde aynı doğrultuda hareket etmeleridir. Morgenthau sürekli güç peşinde koşan devlet adamlarının rasyonel davrandıklarını kabul etmektedir. Bu bakış açısına göre güç bir amaçtır. Bu sebepten devletlerin maksimum güç elde etme amaçlarının sebebini insan doğasında aramak gerekmektedir.

Neorealist düşünce okuluna göre güç bir amaç değil araçtır. Zayıf olmak güçlü devletlerin saldırısına davetiye çıkarabileceği gibi, güçlü olmaya çalışmak da karşı grupta ittifak arayışlarına kapı aralamaktadır.

Devletler hükümet biçimleri, idari yapıları, ideolojileri gibi bir çok açıdan bir birlerinden farklıdırlar, ama neorealistlere göre uluslararası yapının şekillendirici etkisinin bir sonucu olarak ortak davranışlar sergileyebilirler. Bu noktada içsel ve dışsal durumlardaki değişim bu davranışları değiştirmektedir.

Diğer realistler gibi, Waltz’de uluslararası yapıyı anarşik olarak nitelemektedir. Bunun sebebi uluslararası düzeyde merkezi otoritenin, bireylerin ve kurumların ne yapmaları gerektiği noktasında düzenleyen metinlerin mevcut olmamasıdır .

Genel olarak tüm realistlere göre, uluslararası ilişkilerin temel aktörü olan devletler bütüncül ve yekpare yapılardır. Morgenthau’ya göre rasyonel bir dış politika, riskin minimize edilmesi, kazancın maksimum kılınmasıdır.

Klasik realizmin temel özelliklerinden olan “moral unsurların siyaset dışı tutulması ve etikten arındırılmış bir siyaset anlayışı” neorealizmde yeterince vurgulanmamaktadır. Klasik realizmde önemli olan onu idealizmden ayıran en önemli unsur olan moral unsurun dikkate alınmaması, neorealizm’de gözardı edilmiştir. Bu sebeple, bir taraftan bilimsellik kaygısı ile hareket ederken diğer taraftan pozitivizmin önemli ilkelerinden biri olan “değerden arındırılmış bilim” ilkesini yadsıması neorealizme yöneltilen önemli bir eleştiridir.

İdealistlerden ve liberallerden farklı olarak, realistler için devletler arasındaki çatışmalar, kötü liderlikten, bilgi eksikliğinden, yanlış algılamadan, eğitimsizlikten, sosyo politik yapıdan ve tarihsel nedenlerden kaynaklanan bir durum olmayıp, tamamıyla doğal ve olağan bir durumdur.

Neorealizmin varsayımları kabul edildiğinde de sonuç yine uluslararası güç mücadelesi, kendine güvenme (selfhelp) ve güvensizliktir. Yani hem klasik realizm hem de neorealizm dış politikaya kötümser yaklaşmaktadır.