ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMLARI I - Ünite 7: Karar Verme Teorisi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 7: Karar Verme Teorisi
Giriş
Bireylerin ekonomik ve siyasal tercihlerinin nasıl oluştuğunu inceleyen yaklaşıma uluslararası ilişkilerde karar verme yaklaşımı denir. Siyasal bilimcilerin bu yaklaşıma ilgisi II. Dünya Savaşı’ndan sonra artmıştır. Bugün siyasal bilimciler karar verme yaklaşımı ile seçmenlerin, parlamenterlerin, yürütmenin, siyasal parti liderlerinin ve çıkar grubu önderlerinin davranışları üzerinde durmaktadır. Uluslararası ilişkilerde karar verme teorisi bir analiz çerçevesi olarak kullanılmakta ve özellikle kriz çözümlemelerinde ve mikro analizlerde kullanılmaktadır.
Karar Verme Teorisinin Temel Varsayımları
Uluslararası politika dendiğinde hükümetlerin karşılıklı olarak yürüttükleri politikalar kastedilse de uluslararası politika süreç analizinde devletlerin siyasal açıdan örgütleniş biçimleri, karar alma süreçleri, bu süreçleri etkileyen bireyler, onların siyasal tutum ve davranışları da dikkate alınmaktadır. Bu sayede devletler arası karşılaştırma yapmak ve devlet davranışlarını daha sağlıklı bir şekilde analiz etmek mümkündür.
Karar verme teorisi, uluslararası sistemde yaşanan tüm olayların bireylerin eylemlerine indirgenebileceğini öne sürmekte ve bunun da bireylerin görüş ve davranışlarından ayrı tutulamayacağı varsayımından hareket etmektedir. Oysa uluslararası sistem modelleri, bireylerin ve karar vericilerin devletlerin dış politikasındaki rollerini yok sayarlar. Karar verme yaklaşımı ise bu yok sayma haline karşı çıkarak devlet dış politikalarını incelerken birey davranışlarından yola çıkar ve bu davranışların uluslararası sisteme etkilerini göz önünde bulundurur.
Karar verme teorisinde bireyler (individuals) kavramı;
- Hükümetsel olan (governmental) tüm birey ve topluluklar ile
- Hükümetsel olmayan (non-governmental) tüm birey ve toplulukları (seçkinler / elit kesim) dâhil etmektedir.
Davranış (behaviours) kavramı ile de uluslararası sistemi etkileyen ve uluslararası bir durumda ortaya konan görüşlerden hükümetin kararlarının alınmasında doğrudan rol alan bireylerin tutumlarına kadar geniş bir alan ele alınmaktadır.
Karar verme teorisi, realist teoride olduğu gibi devleti yekpare bir aktör olarak görmez. Bireyleri de sürece dâhil eder. Bu nedenle neorealistlerin (yeni realistlerin) belirttiği gibi sadece uluslararası sistemin anarşik yapısına bakmak yeterli olmayacaktır. Çünkü devlet adına hareket eden bireyler, gruplar ve örgütlenmeler de devlet kararlarını etkileyebilir ya da kısıtlayabilirler.
Karar verme teorisinde dikkate alınması gereken öğeler şunlardır:
- Kamuoyu,
- Baskı grupları,
- İdeolojik tercihler,
- Seçim sistemleri,
- Siyasal atmosfer,
- Bürokratik süreçler.
Ayrıca karar verme teorisi “ulusal çıkar” kavramını sadece uluslararası sistemle değil; devletin içsel özelliklerini de dikkate alarak açıklamaya çalışır. Devleti realistler ya da sistem teorisyenleri gibi “bilardo topu” ya da “kara kutu” olarak betimlemez. Karar verme teorisi, dış politikayı anlamak için devlet adına hareket eden karar vericilerin ve karar verme sürecinin analiz edilmesi gerektiğini savunur.
Karar Verme Sürecinde Rasyonellik
Karar verme teorisinde kararın algılanış biçimi de dikkate alınmaktadır. Politika ve kararlardaki farklılık, algılama farkından kaynaklamakta ve bunun yanı sıra algılamayı farklılaştıran esas faktör, karar vericilerin kişisel özellikleri olarak görülmektedir. Karar verme teorisini savunanlar, bireylerin mevcut tüm alternatifleri araştıracağını, doğru ve faydalı bir tercih yapmak için olasılıklar üzerinde düşüneceğini ve karar verici olarak en uygun tercihi yapacağını öne sürmektedir. Ancak mutlak anlamda rasyonelliğin sağlanması mümkün değildir. Karar vericilerin rasyonel davranacağını varsayan model, rasyonel fayda modelidir. Ancak bu model benimsendiğinde karar vermek oldukça zor olacaktır. Çünkü farklı alternatiflerin değerini ve tüm olasılıkları hesaplamak zordur. Ayrıca bu modelde, karar vericiler üzerindeki değişik baskı ve etkiler olması durumu görmezden gelinmektedir.
Karar verme teorisinin önemli yazarlarından Snyder ve arkadaşları, kararların rasyonelliğine kuşkuyla yaklaşmaktadır. Onlara göre karar vericilerin rasyonel davranacağını varsaymak yerine olgulardan hareket ederek karar vermek gerekir. Max Weber’in bürokrasi teorisinden etkilenen modern karar verme kuramcıları rasyonellik varsayımını kabul etmemektedir. Bu kuramcılar, kişinin kompleksleri gibi irrasyonel öğelerin kişinin rasyonelliğini etkileyebileceğini belirtmektedir. Braybrook ve Lindblom ise kararların rasyonel ya da irrasyonel olarak tek bir kavramla genelleştirilmesini sakıncalı bulmaktadır. Zaman baskısı, kişisel sorun çözme yeteneği, karar vericiye ulaşan bilgi ve benzeri faktörlerin hesaba katılarak değerlendirme yapılması gerektiğini savunmaktadır.
Bazı kuramcılar, karar vericilerin daima rasyonel davrandığını ileri sürmekte ve uluslararası olaylar karşısında soğukkanlı davranıp, neden-sonuç ilişkisi kurarak karar verdiklerini öne sürmektedir. Karar vericinin rasyonel davrandığını savunan yazarlar, tüm karar vericileri aynı kabul eder ve onların karar verirken belli kurallar çerçevesinde hareket ettiğini savunur. Bu kurallar; karar vericinin ne tür bilgileri kullanacağını, daha ne kadar bilgiye gereksinimi olduğunu, izlenecek yöntemi ve verilecek kararı belirler.
Karar vericilerin her zaman rasyonel davranmadığını belirten yazarlar, bireyin davranışında etkili olan ama kendilerinin de hesap etmediği ve açıkça belli olmayan etkilerin söz konusu olduğu düşüncesinden hareket etmektedirler. Dolayısıyla dış politika her zaman bir olaya tepki olarak ortaya çıkmamaktadır. Uluslararası sistem yarım kalmış hesapların ve halledilmemiş kişisel sorunların yansıtıldığı bir arena olabilir.
Karar Vermede Kişisel Özelliklerin Etkisi
Karar vericinin kişisel özellikleri, olayların algılanmasından kararın verilmesine kadar geçen bütün süreci etkileyen önemli bir faktördür. Diğer tüm faktörlerin aynı kaldığı varsayıldığında dâhi farklı karar vericilere göre devletin karar ve politikaları değişebilir. Bu nedenle karar verici ve onun kişisel özellikleri, karar verme teorisi açısından temel değişken (bağımsız değişken) olarak alınmaktadır. Karar verme yaklaşımları içsel ve dışsal gelişmeleri tamamen yok saymaz; ancak son noktada kararı verenin birey olduğunu savunur. Bu nedenle karar verme teorisine göre aynı durum ve aynı koşul karşısında farklı karar vericiler, farklı kararlar alabilirler.
Kişinin karakteri, doğuştan sahip olduğu özellikler, olayları yorumlama kabiliyeti, inanç sistemi vb. pek çok unsur etkili olabilmektedir. Bu öznel unsurların her biri kişinin sübjektif ve rasyonel olmayan kararlar almasına yol açabilir.
Karar verme teorisi üzerine çalışan araştırmacılar, kişinin sahip olduğu öznel unsurların hangi durumlarda ne gibi etkiler yaratacağı üzerine çalışmalar yürütmektedir. Sidney Verba, karar vericinin kişisel özelliklerinin uluslararası ilişkiler konusundaki kararlarını hangi koşullarda ve nasıl etkileyeceğine ilişkin bazı varsayımlarda bulunmaktadır:
Birinci varsayım: Bireyin konuya ne kadar ilgi duyduğuna ilişkindir.
İkinci varsayım: Kişinin söz konusu uluslararası olay hakkındaki bilgi birikimine ilişkindir.
Üçüncü varsayım: Kişinin uluslararası sorun çözme yeteneğine ilişkindir.
Dördüncü varsayım: Kişinin konuyu ne derece rasyonel değerlendirmeye tabi tutarsa bireysel özelliklerinin karara etkisinin o derece azalacağına ilişkindir.
Beşinci varsayım: Kişinin olayı etkileme gücünün fazla olduğunu bilmesi ölçüsünde kişisel özelliklerinin karara etkisinin azalacağına ilişkindir.
Altıncı varsayım: Kişinin kararlarının sonuçlarından sorumlu olması ölçüsünde kişisel özelliklerinin karara etkisinin azalacağına ilişkindir.
Verba, konu belirsizleştikçe ve değerlendirme için sunulan bilgi azaldıkça kararın sübjektifleştiğini; ancak konu detaylandıkça kişisel özelliklerin sübjektif etkisinin azalacağını öne sürmektedir. Bunun yanı sıra grup tarafından verilen kararlarda kişisel özelliklerin etkisinin azaldığını savunmaktadır.
Karar Verme Sürecinde Algılamanın Rolü
İnsanların aynı olay karşısında aynı davranışı göstermemelerinin ardında yatan neden algılama farklılığıdır. Karar vericilerin inanç, imaj gibi sübjektif yaklaşımlarını görmezden gelerek karar ve politikaları açıklamak mümkün değildir.
“Uluslararası Politikada Algılama ve Yanlış Algılama” adlı eserin yazarı Prof. Dr. Robert Jervis’in algılama ya da yanlış algılamaya ilişkin on dört yaklaşımı bulunmaktadır:
(1) Karar vericilerin yaklaşım ve imajları, edindikleri bilgileri belirler ve etkiler.
(2) Karar vericiler kendi tezlerinin değişmesine yol açacak yeni bilgilere karşı kapalı davranma eğilimindedir.
(3) Aktörler, bilgilerin toplu değil de parça parça gelmesi halinde kendi yaklaşımlarıyla çatışsa bile özümseyebilir.
(4) Karar vericinin imajı siyasal sistemin kazandırdığı deneyimlerden, kendi deneyimlerinden ya da dünya tarihi ile ilgili öğrendiklerinden etkilenir.
(5) Aynı olay farklı karar vericilere tarafından farklı algılanır, çünkü her birinin başından geçen farklı olayları çağrıştırabilir.
(6) Politika belirleme konumundaki bir karar verici, konunun karşı tarafça kendi istediği şekilde anlaşıldığını varsayar.
(7) Karar vericiler, kararların karşı taraf üzerinde öngörülen etkiyi yapamayacağının farkında olmayabilir.
(8) Diğer ülkelerin, kendilerine yönelik düşmanlıklarını olduğundan biraz fazla abartırlar.
(9) Diğer ülkelerin davranışlarının daha planlı, daha disiplinli ve daha koordineli olduğunu sanırlar.
(10) Diğer ülkenin büyükelçisinin tutum ve davranışının, o ülkenin politikasını tamamen yansıttığını düşünür.
(11) Diğer ülkelerin davranış ve tepkilerini, kendi politikalarının şekillendirdiği yönünde abartılı yaklaşımlar benimseyebilir.
(12) Karar vericiler, kendi ülkeleri hakkındaki imajları ile diğerlerinin kendisi hakkındaki imajlarının aynı olduğunu sanır.
(13) Kendileri için çok önemli bir olayın, diğer ülke karar vericileri için de aynı derecede önemli olduğunu varsayar.
(14) Kendi yaklaşımlarına uyan ve destekleyen verilerin ve kanıtların, diğer bakış açısı ve yaklaşımlar için de uygun kanıtlar olduğunu düşünerek yanılgıya düşebilir.
Karar Verme Teorisinin Modelleri
Bilgi, karar vericiye farklı şekillerde ulaşabileceği gibi karar vericinin karar vermesi de farklı şekillerde olabilir. Buradan hareketle farklı karar verme modelleri geliştirilmiştir. Bu modellerden bazıları aşağıda özetlendiği gibidir:
Küçük Değişiklikler Modeli- İki Adım İleri, Bir Adım Geri: Roger Hilsman, küçük değişiklikler modelinin dış politika kararlarının verilmesinde sıkça kullanıldığını öne sürmektedir. Buna göre bir karar verici, baştan verdiği kararları zaman içinde ve ileriki aşamalarda revize ederek genişletmekte ve geliştirmektedir.
Rastgele Adımlar- Sarhoş Yürüyüşü Modeli: Rastgele adımlar modeli, devletlerin dış politikalarındaki öngörülemeyen değişiklikleri açıklamada zaman zaman kullanılmaktadır. Devletlerin dış politikası kaldırımda yürüyen bir sarhoş gibi zikzaklar çiziyorsa ve bir sarhoşun adımları gibi bir sonraki adımı tahmin edilemiyorsa; karar vericilerin aldığı kararlarda ve politikalarda da bir rastgelelik söz konusu olabilir.
Risk ve Başarının Hesaplanması – Kumarbazın İflası Modeli: Uluslararası politika bazı açılardan bir kumar oyununa benzer. Kumarbazın iflası terimi ile anlatılmak istenen karar vericinin karar alma aşamasında matematiksel hesaplar yaptığıdır. Eğer karar verici, uzun süren şans oyunlarında fazla kaynağa sahip olmayan oyuncu gibi kartlarının durumunda dalgalanmalar olursa kaybeder. Bir oyunda şansı ters gittiğinde oyunu kaybeder ve sonraki oyunlarda uygun kartlar gelse bile oyunu kazanma şansı düşük olur. Oysa zengin ve güçlü bir oyuncu, oyunun bazı anlarında şansı yaver gitmese bile oyunu kendi lehine çevirebilir ve uzun vadeli bir oyunda kazançlı çıkabilir. Bu genel kural uluslararası ilişkilerde de geçerlidir ve tek istisnası nükleer savaş olasılığının devreye girmesidir. Nükleer savaş ya da nükleer silahların kullanılacağı bir genel savaşta büyük devletlerin fazla nüfus ve kaynağa sahip olmaları, avantaj olmaktan çıkar.
Küçük Gruplarla Karar Verme: Uluslararası kriz durumlarında, kararlar küçük bir lider grubu tarafından verilebilir. Küçük gruplarla karar almada bireysel çıkarların öne çıkması eğilimi yerine işbirliği yapma eğilimi ön plandadır. Zamanın azlığı ve olaydan kaynaklı stres, karar vericilerin verimlilik ve üretkenliğini arttırır ve moral yükseltip problem çözme yeteneğini geliştirir. Zaman kısıtı yüzünden bireyler daha çabuk uzlaşır. Stalin döneminde Sovyet bürokratları ve Senatör McCarthy döneminde Amerikan Dışişleri Bakanlığı bürokratlarının durumu bir ölçüde bu modele benzemekteydi.
Standart Uygulama Prosedürleri: Her bir örgüt ve devlet için birtakım standart davranış kuralları ve programlar bulunur. Bu kural ve programlar her devlet için ayrı olabilir; ancak örgüt ve hükümetlerin davranışları bu davranış kurallarına uygun hareket eder. Rutin sorunlarda genellikle standart kurallar uygulanır. Bu tür yerleşik kuralların olması, sürekli tekrarlanan sorunların çözümünde büyük kolaylık sağlar.
Rasyonel Politika Modeli: Graham Allison, üç karar verme modeli üzerinde durmaktadır. Bunlardan biri örgütsel süreç modeli, diğeri bürokratik model ve üçüncüsü de rasyonel politika modelidir. Rasyonel politika modeline göre karar vericilerin devlet adına karar alırken rasyonel davrandıkları varsayılır. Allison, Sovyetlerin Küba’ya füze yerleştirmesini rasyonel bir davranış olarak görmüş ve bu sayede ABD’nin nükleer üstünlüğünü sona erdirmeye çalıştıklarını savunmuştur. Thomas Shelling’in “çatışma analizi” modelinde de devletlerin rasyonel davrandıkları kabul edilir. Terör ya da dehşet dengesi ortamındaki istikrar, devletlerin rasyonel davranacakları varsayımıyla açıklanır. Rasyonel modelde devlet temel aktördür ve belirlediği hedeflere iyi tasarlanmış bilinçli eylemlerle ulaşmaya çalışacağı varsayılmaktadır.
Örgütsel Süreç Modeli: Devletler her zaman tek başına rasyonel karar verecek kadar bütünsel bir yapı içinde olamayabilir. Devlet politikası her zaman liderlerin davranışlarının sonucu olmayıp belli davranış kalıplarına göre hareket eden örgütlerin çıktıları olabilir. Devletler, her biri belli bir alanda faaliyet gösteren çok sayıda örgütten oluşmuş yapılardır. Siyasi liderler diğer örgütlerin çıkarlarını da dikkate alan kararlar verir ve oluşan politikanın herhangi tek bir örgütün çıkarına olmamasını sağlar.
Bürokratik Politika Modeli: Bu modele göre devletin tepe örgütünün başında bulunan liderlerin her birinin rekabetçi bir yapı içinde kendini merkezde gördüğü ve kendi düşüncelerini tek doğru olarak kabul ettiği düşünülmektedir. Bu oyunun adına bürokratik politika denilmiştir. Buna göre hükümetin hiyerarşik yapısı içinde belli bir pozisyonda olan oyuncular arasında sürekli bir pazarlık süreci yaşanmaktadır. Uygulamalara bakıldığında birçok dış politika kararının hükümet içindeki siyasal örgütlenmeler tarafından rekabet ve ittifak ilişkilerinin sonunda alındıkları görülmektedir. Bürokratlar arasındaki güç dağılımı kararları etkilemektedir. Zaman varsa bürokratik örgütlenmeler arasında koalisyonlar oluşabilir.
Şelale Modeli: Karl Deutsch’a ait olan şelale modeline (cascade model) göre ülke içinde kararlar, karmaşık, karşılıklı bağımlılık içeren ve yukarıdan aşağı doğru beş ana grup arasında işleyen bir iletişim ağıyla belirlenmektedir.
Bu gruplar arasında sürekli iletişim ve etkileşim bulunmakta; ancak her grup kendi içinde kara kutu benzeri bir kapalı sistem oluşturmaktadır. Bu gruplar kendi değer sisteminin yanı sıra dışarıdan gelen girdileri değerlendirir ve dışarıya bir çıktı olarak verir. Bu çıktılar, geribildirim olarak nitelendirilir ve hem kendisine hem de diğer grupların sistemlerine girdi olarak iletilir.
Söz konusu beş ana grubun yapısı aşağıdaki gibi özetlenebilir:
- Sosyo Ekonomik Seçkinler: Beş ana grubun en üstünde yer alır ve nüfusa oranları %2 ya da %3’ü geçmez. Büyük fabrikatörler, sermaye sahipleri, borsa yatırımcıları, işverenler ve büyük şirketlerin üst düzey yöneticileri bu grupta yer alırlar. Benzer düşüncelere, deneyimlere, tercihlere, yöntemlere, alışkanlıklara, çıkar ve davranış biçimlerine sahip oldukları; birbirleriyle sık temas içinde oldukları gözlemlenir.
- Siyasal ve Hükümetsel Seçkinler: Yukarıdan aşağıya ikinci grubu oluştururlar. Yürütme bürokrasisi personeli, yasama üyeleri, yargı üyeleri, seçimle gelmiş üst düzey yöneticiler ve üst düzey sivil ve askeri bürokratlar gibi alt gruplara ayrılırlar. Bu seçkinler, hükümet içinde olan ya da dışarıdan kararları etkileyebilecek, hükümete en yakın duran siyasal seçkinlerdir. Kendi içlerinde bir iletişim ağı ve karar alma mekanizmaları bulunur.
- Kitle Haberleşme Seçkinleri: Yukarıdan aşağıya üçüncü düzeydeki gruptur. Gazeteciler, magazin habercileri, televizyon, radyo çalışanları, reklam şirketleri, ajansları ve yayıncılık sektörü ile bu sektördeki kuruluşlardan oluşur.
- Yerel Kanaat Önderleri: Yukarıdan aşağıya dördüncü düzeyde yer alan bu grup ülkeden ülkeye değişmekle beraber nüfusun %5-10’unu oluşturur. Yerel kanaat önderleri kitle iletişim araçlarını takip eden, dış politika konularına yakın ilgileri sebebiyle bu haber ve bilgileri yorumlama yeteneğine sahip olan kişilerdir. Kendi yorumlarını komşu ve çevrelerine yayarak onların da kendisine benzer bir kanı ve görüşe sahip olmalarını sağlar.
- Halk: Beşinci düzeydeki grupta siyasal konulara ilgi duyan geniş bir halk yığını yer almaktadır. Bu grup politik konulara ilgi duyan, etkileme kabiliyeti bulunan, bu özellikleri çevresince benimsenmiş olan ve genelde yetişkin kişilerden oluşur. Politik bilinç sahibi seçmen kitlesi olan bu grup, kendi karar verme alışkanlıklarına sahiptir.
Enformasyon akışı, ilk dört düzeyden aşağıya oluşur. Sosyo ekonomik seçkinler, hükûmetsel ve siyasal seçkinleri doğrudan etkileyebilirken; kitle haberleşme seçkinleri grubu yerel kanaat önderlerini ve halkı etkileme kapasitesine sahiptir (S:143, Şekil 7.1).
İletişim ağı içinde yer alan ve karşılıklı bağımlılık içinde olan gruplar arasında çapraz gruplaşmalar ve koalisyonlar oluşabilmektedir. Bu da çıkarların gereği olarak meydana gelmektedir. Bu tür koalisyonlar siyasal liderler, medya grupları, yerel kanaat önderleri ya da seçmenler arasında söz konusu olabilir. Bunlar da dış politika konusunda sertlik yanlıları ya da ılımlılar olarak adlandırılabilir.