ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMLARI II - Ünite 2: Uluslararası Rejim Kuramları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Uluslararası Rejim Kuramları

Giriş

Rejim teorileri, uluslararası ilişkilerin en temel sorunu olan güvenliğin sağlanması ve barışın korunmasında çok önemli bir işlevi olan işbirliğinin anarşik bir ortamda da mümkün olduğunu göstermeye odaklanmaktadır. Kural koyucu ve uygulayıcı merkezî bir otoritenin bulunmadığı uluslararası sistemde devletler arası işbirliği mümkün müdür? Bu soru uluslararası ilişkilerde işbirliği sorunsalı olarak tanımlana gelmiştir.

Sorunsalın temeli, ulusal ve uluslararası toplumlar arasındaki otorite farklılığına dayanmaktadır. Buna göre, ulusal düzeyde devlet, kendisi ve yönettiği topluluk arasında güce ve/veya rızaya dayalı hiyerarşik bir düzen tesis ederek topluluk üyeleri arasında hukuk norm ve kurallarına dayalı ilişkilerin tesis edilmesine ve uygulanmasına olanak sağlarken benzer bir merkezî otoritenin uluslararası sistemdeki yokluğu devletler arasındaki işbirliğini imkânsız kılmasa bile en azından çok zorlaştırmaktadır.

Eğer dünya hükûmeti veya benzer bir merkezî otoritenin yokluğu devletler arası işbirliğini mümkün kılmıyorsa veya zora sokuyorsa, o zaman şimdiye dek kurulmuş ve kurulmaya devam eden işbirliği örneklerini nasıl açıklayabiliriz? Radyo ve televizyon kanallarını belirli frekanslarda dinleyebilmemiz; yurt dışından posta ve kargoların sorunsuz bir şekilde elimize ulaşması; yoğun hava trafiğine rağmen uluslararası hava uçuşlarının belli bir düzen içinde gerçekleşmesi; kimyasal ve biyolojik silâhların ve kara mayınlarının yasaklanması; serbest ticaret bölgelerinin kurulması; yok olmaya yüz tutmuş canlı türlerinin koruma altına alınması; çevre kirliliğine yol açan kimi teknolojilerin yasaklanması; ve daha nice örnek, devletler arasında belli kurallara bağlı olarak yürütülen işbirlikleri sayesinde gerçekleşmektedir. Uluslararası alanda, küresel, bölgesel veya daha sınırlı düzeyde ve ortak bir sorunu çözmek üzere tesis edilmiş çok sayıda uluslararası rejim (kurum) ve\veya örgüt mevcuttur.

Uluslararası Rejim Kavramı

Varlıkların siyasi, ekonomi ve gündelik hayatta değişik şekillerde hissettiğimiz uluslararası rejimleri nasıl tanımlayabiliriz? Rejim analizinin önde gelen öğrencilerinden (scholar) Oran R. Young, sosyal kurumların bir parçası olarak gördüğü rejimleri, kendilerine rol atfedilen birimlerin (devletler) belli bir alanda eylemlerini düzenleyen kurallar ve anlaşmalar bütünü olarak tanımlamıştır. Kurumsal bakış açısının temelinde haklar ve sorumluluklar yer almakta olup her uluslararası rejimin ortaya koyduğu değişik haklar (örneğin, okyanus dibinde maden arama hakkı; uluslararası boğazlardan geçiş hakkı; kendini savunma hakkı; imtiyazlı ticaret yapma hakkı vb.) ve haklara karşılık gelen ve onları düzenleyen kurallar (örneğin, belli bir mülkiyeti veya kaynağı kullanmayı sınırlandıran; tazminat vermeyi öngören; veya anlaşmazlıkların çözümünü hedefleyen kurallar) mevcuttur.

Rejim analizinde Stephen D. Krasner tarafından ortaya konmuş ve standart olarak kabul gören tanım ise Young’un kurumsal bakış açısıyla kimi yönlerden örtüşmekle beraber daha ayrıntılı ögeler içermektedir. Bu tanıma göre, rejimler, uluslararası ilişkilerin belli bir alanına yönelik olarak aktörlerin beklentilerinin örtüştüğü bir dizi açık veya ima edilen ilke, norm, kural ve karar alma prosedürlerine verilen addır.

Kimi rejim kuramcılarına göre, bir rejimin varlığından söz edebilmek için üyelerin rejim kurallarına uygun hareket etmesi gerekmektedir. Yani kuralların çiğnendiği veya göz ardı edildiği bir rejim her ne kadar Young veya Krasner’ın belirttiği ögeleri içerse de gerçek bir rejim olarak kabul edilemez. Özellikle kimi Alman akademisyenlerin benimsediği bu anlayış, Young tarafından paylaşılmamıştır. Young, bütün sosyal kurumlarda olduğu gibi uluslararası rejimlerde de hak ve kural ihlâllerinin olabileceğini ve daha da önemlisi söz konusu hak ve kuralları meşru kabul etmeyip bunları sorgulayan ve değiştirmeye çalışan aktörler olabileceğini belirtmiştir.

Uluslararası Rejimler ve Örgütler

Uluslararası rejim veya kurumlar, yukarıda da belirtildiği gibi uluslararası ilişkilerin herhangi bir alanına yönelik olarak roller, haklar, sorumluluklar ve bunları düzenleyen ilke, norm ve kurallardan oluşmaktadır. Diğer taraftan örgütler ise kendilerine konuşlanma yeri, ofisi, personeli, araç-gereci ve bütçesi olan maddi varlıklardır.

Ayrıca, örgütlerin, kurumlardan farklı olarak, sözleşme yapma, mülkiyete sahip olma, dava açma veya açılma gibi hukuki şahsiyete sahip olduklarını gösteren yetkileri mevcuttur. Diğer önemli bir fark ise rejimler belli bir alana yönelik düzenlemeler yaparken örgütler, Birleşmiş Milletler örneğinde olduğu gibi, birden fazla alan ve sorunla ilgilenebilirler.

Uluslararası örgütler, yasama faaliyetinden (kural koyma, örneğin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi) yargı faaliyetine (örneğin, Uluslararası Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kadar çok değişik işlevler üstlenebilirler.

Kuramsal Yaklaşımlar

Devletlerin işbirliği sorunsalını nasıl algıladıkları ve rejimlerin bu sorunsalı aşmakta oynadıkları roller, uluslararası ilişkiler kuramları tarafından farklı şekillerde ele alınıp açıklanmıştır. İşbirliği sorunsalının temelini teşkil eden anarşik sistemin varlığı hemen hemen tüm kuramlar tarafından kabul görmekle beraber, kurala dayalı işbirliğinin önündeki engellerin neler olduğu ve nasıl aşılabileceği değişik kuramlar tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır.

Neoliberal Yaklaşım

Neoliberal Kurumsalcılık, Realist kuramın uluslararası sistemin anarşik yapıya sahip olması ve ana aktörlerin devletler olması gibi bazı temel varsayımlarını paylaşsa da bu kuramdan rejimlerin uluslararası politikada oynadığı rol ve öneme dair görüşleriyle ayrılır. Neoliberallere göre uluslararası rejim ve örgütler devletlerin ortak çıkarlarını gerçekleştirmede önemli bir rol oynarlar.

Aldatılma Korkusu, Şöhret Faktörü ve Rejimler:

Neoliberaller, devletlerin işbirliğine açık olduklarını, çünkü rasyonel egoist oldukları için her birinin işbirliğinden doğacak mutlak kazancı önemsediğini savunurlar. Yani, eğer herhangi bir işbirliğinden elde edilecek tahmini getiri, bir devleti önceki durumuna göre daha kazançlı bir duruma sokacaksa bu devletin bu işbirliğine girmesi beklenir.

Neoliberal düşünürler, uluslararası sistemde devletler arası işbirliğinin önündeki engelleri açıklamada “oyun teori”lerine başvurmaktadırlar. Bu oyunların uluslararası ilişkilere uyarlanmış olanlarından başlıcası “Mahkûmun İkilemi”dir (Prisoner’s Dilemma). Bu oyunda, aynı suçu işlediği (örneğin adam öldürme) şüphesiyle tutuklanmış iki mahkûmun iletişim imkânı bulamadığı şartlarda birbirine güvenip ortak hareket etmeleri veya güvenmeyip tek başına hareket etmeleri durumlarında karşı karşıya kalacakları seçenekler yer almaktadır. Mahkûmlar ayrı ayrı sorguya alındıklarında kendilerine çeşitli seçenekler sunulur:

  • birisinin suçu itiraf edip diğerinin bunu reddetmesi ve itiraf edenin diğerini suça ortak etmesi durumunda, itiraf eden serbest kalacak, etmeyen uzun hapis cezası alacaktır (örneğin 20 yıl);
  • eğer ikisi de itiraf ederse ikisinin de cezası uzun hapis cezası olmasa da yine uzun sayılabilecek bir süre hapiste kalacaklar (örneğin, 5 yıl);
  • her ikisi de itiraf etmezse ceza kanıtlanamadığı için ikisi de en düşük cezaya (örneğin, 1 ay) çarptırılacaktır.

Burada her bir mahkûm açısından en kazançlı durum, diğerinin ne söylediğinden bağımsız olarak, itirafta bulunmasıdır. Bu durumda ya serbest kalacak (itiraf etmeyen mahkûmun en uzun hapis cezası almasına yol açarak) ya da en kötü ihtimalle daha kısa bir hapis cezası alacaktır. Yani sadece kendisini düşünerek davrandığı takdirde öyle ya da böyle nispeten kazançlı çıkacaktır. Ancak mahkûmların her ikisi için birden en kazançlı durum itirafta bulunmayıp sembolik bir ceza (1 ay) almalarıdır. Bu durumda ortak bir kazanç ( pareto optimumu ) söz konusu olacağı gibi, bu işbirliği gelecekteki ortaklık ilişkilerini de olumlu olarak etkileyebilir. Ancak optimum kazancın gerçekleşmesi için mahkûmların birbirine, aynı doğrultuda ifade vereceklerine dair güven duymaları gereklidir.

Ekonomi teorisinde kullanılan Pareto verimliliği (Pareto efficient) veya Pareto optimumu kavramı, bireysel değil kollektif (topluluk) için optimum refah noktasını belirtir. Eğer en az bir oyuncunun kazancını arttırmak diğer oyuncuların kazancında bir eksilmeye yol açmadan mümkün olmuyorsa Pareto verimliliği noktasına ulaşıldığı söylenir.

Neoliberallere göre, bir rejime taraf olduğu halde kurallara uymayarak haksız kazanç sağlamaya eğilimi olan bir ülke üzerinde ilgili rejimin denetim mekanizmaları caydırıcı bir rol oynayacaktır. Uluslararası rejimlerin işbirliğini kolaylaştırıcı sebeplerinden birisi de sözleşme maliyetlerini azaltmasıdır.

Sözleşme maliyetleri (transaction costs) anlaşmaların müzakere edilmesi, izlenmesi ve uygulanmasından doğan maliyetlerdir.

Hegemonik Güç ve Rejimler:

Neoliberallere göre, rejimlerin kurulmasında uluslararası sistemin hegemonik gücü veya güçleri kilit bir rol oynarlar. Yani rejimler, uluslararası sistemdeki güç dağılımından bağımsız olarak ortaya çıkmazlar; tam tersine bu sistemdeki güç ve çıkar dağılımını yansıtırlar. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, sistemin hegemonik güçlerinden olan Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) savunduğu serbest Pazar ekonomisinin ilkeleri, bu devlet tarafından oluşturulmuş uluslararası ticaret ve finans rejimlerinde hayat bulmuştur. Yine Kyoto Protokolü ABD’nin önemli katkıları ile hazırlanmasına rağmen kendisi bu protokole imza atmamıştır. Halbuki sözleşme karbon emisyonları azaltılsın diye imzalanmış ancak ABD’nin tek başına dünyadaki karbon emisyonunun ¼’ünü oluşturduğu gözden kaçırılmıştır.

Realist Yaklaşım

Uluslararası işbirliği sorunsalına, yukarıda da bahsedildiği üzere, en çekimser ve hatta kötümser yaklaşan uluslararası ilişkiler kuramı Realizmdir (Gerçekçilik). Neoliberal kuram, ana aktörleri devlet ve yapısı anarşik olan uluslararası sistemde işbirliğinin rejimler sayesinde mümkün olabileceğini savunurken Realist düşünürler aynı şartlar altında rejimlerin oluşmasının ya çok zor ya da oluşsa bile, işlevlerinin farklı olacağını iddia etmişlerdir. Güç bazlı bir kuram olan realizm okulunda rejimlere farklı açılardan yaklaşan düşünürler olsa da hepsinin analizlerinin ortak noktası, devletlerin güç kazanımı ve kaybıyla ilgili hesaplarının ve bununla ilgili olarak, uluslararası sistemdeki güç dağılımının rejimlerle ilgili konularda belirleyici rol oynadığıdır.

Göreceli Kazanç Kaygısı ve Rejimler:

Realizm kuramına göre uluslararası sistemdeki belirsizlik hâli işbirliğini zorlaştırmaktadır ve bu zorluğu aşmada uluslararası rejimlerin oynayabileceği önemli bir rol yoktur. Yukarıda açıklanan Neoliberal mantığa göre, belirsizlik ortamında işbirliği yapılması durumunda ortaya çıkan aldatılma korkusu, rejimlerin bünyesinde oluşturulan kontrol ve denetim mekanizmaları sayesinde büyük ölçüde aşılabilmektedir. Bu mekanizmalar ‘şöhret faktörü’nü birebir etkileyerek devletlerin ortak çıkarları doğrultusunda kısa dönemli kazançlarından vazgeçerek uzun döneme birlikte yatırım yapmalarını, yani kurala dayalı işbirliğini kolaylaştırmaktadır. Realistler ise kural ihlaline bağlı olarak sömürülme veya aldatılma durumuna düşmenin devletlerin işbirliğine soğuk bakmalarının tek veya en önemli sebebi olmadığını savunurlar. Onlara göre, Neoliberaller resmin sadece bir tarafına bakıp, en önemli kısmını göz ardı etmektedir. En önemli kısım ise devletlerin anarşik ortamda mutlak kazançlarından (absolute gains) ziyâde göreceli (nisbi) kazançlarını (relative gains) önemsemesidir.

Koordinasyon Sorunu ve Rejimler:

Hâlihazırda kurulmuş kimi rejimleri inceleyen kimi realist düşünürler, bu rejimlerin, neoliberallerin iddia ettiğinin aksine, devletlerin bireysel suboptimum kazançlarını kolektif olarak optimum kazanca dönüştürmek amacıyla değil, çoğunlukla bölüşüm sorunu doğuran koordinasyon sorunlarını güçlü aktörlerin çıkarları doğrultusunda çözüme kavuşturmak için (bu aktörler tarafından) kurulduğunu savunmaktadır. Koordinasyon sorunlarını çözüme kavuşturmak amacıyla kurulmuş rejimlere, komünikasyon ve ulaşım rejimleri ile sanayi, sağlık ve işçi güvenliği standartlarını belirlemek üzere kurulmuş rejimler örnek olarak verilmektedir.

Bir tür komünikasyon rejimi olan uluslararası elektromanyetik alan rejimini inceleyen Stephen D. Krasner, bu rejimi kurma ihtiyacının devletlerin bu alandaki farklı uygulamalarını koordine etme zorunluluğundan kaynaklandığını belirtip, söz konusu koordinasyon sorununu yine bir oyun teorisi olan Cinsiyetler Savaşı (Battle of the Sexes) ile açıklamıştır. Cinsiyetler Savaşı’nda, birlikte vakit geçirmek isteyen, ancak bu konuda farklı tercihleri olan (örneğin, deniz kıyısında mı yoksa yaylada mı tatil yapsak?) aktörlerin karşı karşıya kaldığı koordinasyon sorunu söz konusudur. Bu oyunla kurgulanan durumda, aktörlerin tercihlerinin birbirinden üstün bir tarafı yoktur, ancak birisinin seçilmesi durumunda diğer tercih sahiplerinin arzusu tam olarak yerine getirilememiş olacaktır. Aktörlerin bağımsız olarak tercihlerini yerine getirmelerinde ise ana amaç olan birlikte hareket etmek mümkün olmayacaktır. Krasner’ın incelediği uluslararası elektromanyetik alan rejimi, sınırlı sayıdaki yayın frekansının devletler arasında paylaşımını sağlamak amacıyla kurulmuştur. Böyle bir paylaşımın birtakım norm ve kurallara göre yapılmasını zorunlu kılan durum, aynı frekans üzerinden birden fazla devletin yayın yapması hâlinde yayının gerçekleşmemesi ve dolayısıyla bundan ilgili devletlerin zarar görmesi hâlidir. Krasner, bu rejimin üye devletleri en kötü durumdan (yani koordinasyonsuzluğa bağlı olarak frekansların birbirine karışması) kurtardığını, ancak frekansların bölüşümünde uygulanan tercihlerin bazı aktörleri diğerlerinden daha kazançlı kıldığı sonucuna ulaşmıştır.

Kognitif (Bilişsel) Yaklaşım

Bu kuramlar esas olarak, neoliberal ve realist kuramların genelde uluslararası politikayı, özelde ise uluslararası kurumları açıklarken özellikle devletlerin kimlik ve çıkarlarına ilişkin öne sürdükleri kimi temel varsayımlarının eleştirisi üzerine kuruludur. Neo-liberal ve realist kuramların devlet çıkarlarının oluşum sürecini göz ardı etmesi, bu çıkarları hiç değişmeyen ve sadece maddi çıkarlar üstüne kurulu veriler şeklinde algılaması ve böyle bir algılamanın hiçbir şekilde ‘öğrenme’ ve ‘değişim’ olasılıklarına yer vermemesi, kognitif kuramın başlıca eleştiri konusunu oluşturmuştur.

Zayıf Kognitivistler:

Zayıf kognitivistlerin odaklandığı konular, neoliberal ve realist kuramların göz ardı ettiği devlet çıkarlarının oluşum süreci ve bu süreçte bilgi, yorumlama ve öğrenmenin oynadığı rollerdir. Bu grubu ‘zayıf’ kılan, yaptıkları analizin diğer iki kuramın varsayımlarını temelden eleştirme yerine bunları tamamlayıcı karakterde oluşudur. Bu kuramın öğrencilerine göre, uluslararası işbirliği ve devamında da rejim kurma yolunda, bilgi ve bunun devlet adamları tarafından yorumlanması en önemli ilk adımı oluşturur. Öncelikle devletler içinde bulundukları şartları gözden geçirip çıkarlarını tanımlamak durumundadırlar.

Ortak güvenlik fikri geleneksel ulusal güvenlik anlayışından farklı bir mantığa sahiptir. Geleneksel anlayış uluslararası sistemin anarşik yapısından hareketle bir devletin güvenliğini sağlamak için kendisinden başka kimseye güvenemeyeceği ve bu sebeple askerî açıdan sürekli diğer devletlere karşı güçlü olması gerektiği fikri üzerine kuruludur. Ortak güvenlik fikri ise devletlerin birbirine karşı değil birlikte hareket ettikleri zaman gerçek anlamda güvenli olacağını ve bunu gerçekleştirmenin yolunun da gerçek veya potansiyel anlamda tehdit oluşturan devletlerle işbirliği yapmaktan geçtiğini savunur.

Kuvvetli Kognitivistler (Sosyal İnşâcılar):

Literatürde daha çok sosyal inşâcılar olarak bilinen ve kendi içinde oldukça farklı eğilimleri barındıran bu grubun uluslararası rejimlere yaklaşımı, zayıf kognitivistlerden farklı olarak realist ve neoliberallerin bireyselci rasyonel varsayımlarını temelden eleştiren niteliktedir. Kuvvetli kognitivistlere göre bu son iki kuramın öğrencileri, rejimlerin intersubjektif ontolojisine aykırı bir pozitivist epistemoloji kullanarak bu sosyal olguyu gereği gibi inceleyememişlerdir. Söz konusu intersubjektif bilgi, öznelerin/ aktörlerin karşılıklı anlaşarak üstünde uzlaştıkları bilgi olup, bunun Newton kanunlarına benzer bir sebep-sonuç ilişkisi içeren pozitivist yöntemle ele alınması ortaya sağlıklı olmayan analizler çıkarmıştır.

Kuvvetli kognitivistlerin veya en azından içlerinden önemli sayıda düşünürün, pozitivist epistemoloji yerine önerdiği yöntem ise yorumlamadır (interpretive epistemology). Bu düşünürlere göre, rejimlerin intersubjektif yapısı gerek Krasner’ın tanımındaki ‘ilkeler ve normlar etrafında aktörlerin örtüşen beklentileri’ ifadesinde gerekse Young’un sosyal kurum vurgusunda zaten belirgindir. Rejimlerin kuruluşu, devamlılığı, etkinliği ve sona ermesi gibi konular bu intersubjektif yapı göz önünde bulundurularak yoruma dayalı yöntemlerle incelenmelidir.

Sosyal bilimlerde neyin (geçerli) ‘bilgi’ olarak kabul edilmesi gerektiğine dair birbiri ile rekabet hâlinde olan iki temel paradigma vardır: bunlardan biri Pozitif diğeri ise Yorumsamacı (hermenötik) paradigmadır. Pozitif paradigma, sosyal dünyanın doğal âlemden farksız olarak sadece gözlemlenebilene odaklanarak, sosyal olgunun sebep-sonuç ilişkilerini keşfetmeye yönelik olarak kontrol, standartlaştırma ve objektiflik içeren bilimsel yöntem ve metodlarla araştırılması gerektiğini savunurken, yorumsamacı paradigma sosyal ve doğa bilimleri arasında ayırım yaparak ikisinin benzer yöntemlerle incelenemeyeceğini öne sürer.