ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMLARI II - Ünite 5: Feminizm Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Feminizm

Giriş

1980’lerin sonlarından itibaren uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde yer edinmeye başlayan feminist yaklaşımlar, genel olarak, disiplinin temelinde gizli bir erkek bakışının yer aldığını, kadınların düşüncelerinin, sorunlarının, yaşadıkları değişimlerin göz ardı edildiğini ileri sürmekte ve uluslararası ilişkilerin geleneksel yaklaşımlarını, evrensel ve objektif olmamaları noktasında eleştirmektedir.

Feministler kadınların tüm alanlarda ezildiği, dışlandığı ve bununla mücadele edilmesi gerektiği konularında hemfikir olmakla birlikte, bunların nedenleri ve mücadelenin nasıl gerçekleştirileceği noktasında farklı görüşlere sahiplerdir. Bu farklı yaklaşımların belli başlıcaları liberal feminizm, anarşist feminizm, Marksist feminizm, radikal feminizm, sosyalist feminizm, varoluşçu feminizm, postyapısalcı feminizm ve postmodern feminizmdir.

Feminizm: Anlamı, Ortaya Çıkışı ve Gelişimi

Feminizm, Latince kadın anlamına gelen femine sözcüğünden türetilen, kadınların toplum içindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören, kadın-erkek ayrımcılığına karşı çıkarak cinsel arasındaki siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan ve kadınların, yalnızca kadın olmaktan dolayı karşı karşıya oldukları baskı ve ezilmeyle ilişkisini inceleyen bilim alanıdır.

Feminist yaklaşımı, feminist düşüncenin ortaya çıkışından ve tarihsel gelişiminden bağımsız düşünmek olanaksızdır. Feminizm, kadın sorunlarını yalnızca erkek-kadın eşitsizliği açısından ele almamakta, sorunların ekonomik, ideolojik ve psikolojik yönlerini de irdelemektedir. 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başlarında belirginleşmeye başlayan feminizm, daha çok kadınların oy kullanma, eğitimde fırsat eşitliği gibi haklardan yararlanması talepleri temelinde yükselmiştir. Bu süreç Birinci Dalga Feminizm olarak adlandırılmıştır. 1960’lı yıllardan itibaren ABD ve Avrupa ülkelerinde gelişen İkinci Dalga Feminizmin etkileri ise özellikler 1970’li yıllarda kadın haklarının iç hukuktaki düzenlemelerle garanti altına alınmasıyla birlikte, toplumun her alanında görülmeye başlamıştır.

1980’li yılların sonlarında uluslararası sistemde meydana gelen değişikliklerle birlikte tanımların, kavramların ve kuramların yeniden ele alındığı bir döneme girilmiştir. 1980’li yıllardan günümüze kadarki bu dönem de Üçüncü Dalga Feminizm olarak adlandırılmıştır. Bu dönemdeki tartışmaların temel amacı kadın hareketlerinin daha geniş bir tabana yayılmasını sağlamaktır. Üç dalga halinde gelişen feminist hareket içerisinde feministler, düşüncelerini çeşitli kuramlarla ortaya koymuşlardır.

Feminizmin Uluslararası İlişkiler Alanında Yer Almaya Başlaması

1980’ler uluslararası ilişkiler kuramlarında “üçüncü tartışma” (third debate) olarak adlandırılan bir dizi kırılmanın yaşandığı bir dönemdir. Üçüncü Tartışma (third debate);1980’lerde pozitivistler ve post-pozitivistler arasında uluslararası ilişkilerin geleneksel kuramlarının sorgulanmaya başlandığı tartışmalardır.

1980’lerin sonlarından itibaren uluslararası ilişkiler disiplini içinde yer edinmeye başlayan feminist yaklaşımlar genel olarak, disiplinin temelinde gizli bir erkek bakışının yer aldığını, kadınların düşüncelerinin sorunlarının, yaşadıkları değişimlerin göz ardı edildiğini ileri sürmekte ve uluslararası ilişkilerin geleneksel yaklaşımlarını, evrensel ve objektif olmamaları noktasında eleştirmektedirler. Bu eleştirilerin temelinde iktidarın erkeklerin elinde bulunması yatmaktadır. Bu nedenle feminist yaklaşım toplum ve devlet içinde kadının rolünün sınırlı kaldığını ileri sürmektedir.

Geleneksel uluslararası ilişkiler yaklaşımlarına yönelik eleştiriler üç ana grup tarafından yönetilmiştir: Feministler, eleştirel kuramcılar ve post-modernistler. Feministler bu üç grup içerisinde en geri planda kalan gruptur. Bunun nedeni uluslararası ilişkiler disiplininin, sosyal bilimlerin diğer alanlarına oranla toplumsal cinsiyet konularına yönelik ilgisiz tutumu ve bu tartışmaların dışında kalmasıdır. Diğer yandan kadınlar belirli istisnalar dışında, daha çok erkeklerin alanı olarak görülen yüksek politikanın dışında kalmıştır.

1990’lı yıllardan itibaren feminizm yalnızca kadın sorunlarının uluslararası alanda ifade edilmesiyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda uluslararası ilişkilerin temel kavram ve kuramlarını sorgulamaya başlamıştır.

Özel alanın bir aktörü olarak görülen kadının, bu yöndeki algılamanın değişmesiyle birlikte, kamusal alanda da yer almaya başladığı ve bunun sonucunda da uluslararası platformlardan uzak kalamadığı görülmektedir. Günümüzde kadınların bürokrasi ya da uluslararası politika alanlarında, temsil oranları ne kadar düşük de olsa, eskiye oranla daha fazla yer aldıklarını söylemek mümkündür.

Kamusal alan; toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanıdır. Bürokrasi ise; bir toplumda tabandan yukarıya doğru çıktıkça daralan bir yapı içinde örgütlenmiş olan, genel kural ve ilkelere göre çalışan profesyonel atanmış görevliler topluluğu ve devlet idaresinde bir işi yapabilmek için alınması gereken izin, onay, imza ve uyulması gereken kurallar bütünüdür.

Bu süreçte feminist düşünce kadınları uluslararası ilişkiler alanında güçlendirirken, uluslararası ilişkiler alanındaki etkin çalışmalar da feminizmi güçlendirmiştir. Bu gelişmeler devletler ve uluslararası örgütleri, feminist düşünceyi daha fazla dikkate almaya zorlamaktadır.

Feminizmin Uluslararası İlişkilerin Temel Kavram ve Kuramlarına Eleştirileri

Uluslararası ilişkilere yönelik feminist yaklaşımların odağındaki temel tartışma, uluslararası ilişkilerin kadınları içermiyor oluşudur. Bu nedenle geleneksel yaklaşımlar, feministler tarafından, evrensel ve objektif olmamaları ve kadınları görmezden gelmeleri noktasında eleştirilmektedir. Diğer yandan feministler uluslararası ilişkilerde ifade edilen görüşlerde açıkça erkek egemen bir bakış açısının hakim olduğunun altını çizmektedir. Feministler, uluslararası ilişkilerde objektiflik kılıfı altında kadınlar yerine erkeklere özgü deneyimlere yer verildiğini de belirtmektedir.

Bunun yanı sıra disiplinin temel aktörlerinden birisi olan devletin bağımsızlık, güç, özerklik, kendi kendine yetme gibi özelliklerinin güçlü erkeğin karakterlerine benzetilmesini de eleştirmektedirler. Örneğin; uluslararası ilişkilerin temel kuramlarından birisi olan realizmin (gerçekçilik) öncü isimlerinden Hobbes’un, doğal devlet içindeki insan davranışlarını tarif ederken kullanıldığı verilerin, açıkça orta yaş erkeklerin davranışları ile ilgili olduğu belirtilmektedir. Ayrıca feministler, Morgenthau’nun ve Hobbes’un görüşlerinde kullandığı “insan insanın kurdudur”, “insan, doğası gereği kötüdür” şeklindeki varsayımların da aslında erkek doğası temel alınarak oluşturulduğunu belirtmektedir. Diğer bir çok görüşte de bunlara benzer maskülen tanımlamaların ve kavramsallaştırmaların yapıldığı görülmektedir. Dolayısıyla feministler eleştirilerini gücü elinde tutanın sürekli erkek olması ya da o şekilde tasvir edilmesi üzerine kurmuştur.

Feministler bu eleştiriler temelinde, uluslararası ilişkiler alanında kadınların deneyimlerinin yeniden yazılması, yani toplumsal cinsiyet temelinde tüm uluslararası ekonomik, askeri, politik, ideolojik süreçlerin tekrar analiz edilmesi, kavram ve kuramların yeniden oluşturulması gerektiğinin altını çizmektedir. Feminist yaklaşımın eleştirileri genel olarak geleneksel kuramlardan birisi olan realizm üzerinedir. Feministlerin eleştirileri çeşitlilik arz etmekle birlikte genel olarak güvenlik, şiddet, savaş-barış ve insan hakları gibi konular üzerine yoğunlaşmıştır.

Feminizm ve Güvenlik

Feministler, güvenlik konusunda iki nokta üzerinde durmaktadır. Birincisi kadınların durumu ve mevcut güvenliklerinin ihlali, ikincisi ise kadınları bir meta olarak gören ve şiddet uygulayan davranışların arkasındaki ataerkil felsefe ve bunun güvenlikle ilişkisidir. Feministler, güvenliğin yalnızca askeri ve siyasi kimlikle ilişkili olmadığını, aynı zamanda sosyal bir boyutunun da olduğunu ileri sürmektedir. Ataerkil, soyda temel olarak babayı alan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden topluluktur.

Uluslararası ilişkilerde feminist düşünce çerçevesinde güvenliğin, bireylerle devlet ya da toplum arasındaki bir ilişki biçimi olarak algılandığı görülmektedir. Devletler için güvenlik algılaması egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunması iken bireyler ve gruplar için özellikle kimliğin (etnik, dinsel, cinsel...) güvenli kılınmasıdır. Bu çerçevede feministlerin güvenlik konusundaki temel yaklaşımları, kadının yaşamıyla güvenlik arasında güçlü bir bağım olduğunun kabul edilmesi, ulusal güvenlik temelli hakim devlet anlayışının reddi ve realist düşünce içinde şiddetin yapısal olduğunun ve bunun da kadının güvenliğine olumsuz etkileri olduğunun kabul edilmesidir.

Feminizm ve Şiddet

Feministler, çalışmalarında özellikle doğrudan (fiziksel) ve dolaylı (yapısal) şiddet üzerinde durmaktadır. Feministler şiddetin yalnızca fiziksel boyutla sınırlı kalmadığını ileri sürmektedir. Diğer yandan doğrudan şiddetin önlenmesine yönelik somut adımlar atılabilirken, dolaylı şiddetin ortadan kaldırılmasına yönelik somut adımlar bu kadar güçlü atılmamaktadır.

Feministler, dolaylı şiddetin ekonomik, kültürel ve hukuki yapıdaki eksikliklerden kaynaklı nedenlerini ulusal ve uluslararası bazda inceledikleri çalışmalarda ortaya koymuşlardır. Buna göre her devlette doğrudan ve yapısal şiddetin yaşanmakta ve bu, bireysel kadın güvenliğini olumsuz etkilemektedir. İkinci olarak feministler, şiddetin gerek ailesel, gerek ulusal ve gerekse de uluslararası boyutlarının birbiriyle bağlantılı olduğunu belirtmektedir.

Feminizm ve Savaş-Barış

Uluslararası ilişkiler literatürüne bakıldığında maskülen ve feminen kavramlarının tanımında erkeklerin hep koruyucu, kadınların ise korunan olarak betimlendiği görülmektedir. Özellikle savaş söz konusu olduğunda ise erkeklerin savaşa giden taraf, kadınların ve çocukların ise savunmasız, korunmaya ihtiyaç duyan taraf olduğu görülmektedir. Ancak savaşların sonuçları bu söylemlerin yanlış olduğunu göstermektedir. Kadın ve çocuk ölüm oranları yıldan yıla artış göstermektedir. Feministler bu çerçevede, savaşın nedenlerinden çok, onun sonuçlarına ve sivil toplum üzerindeki etkilerine odaklanmıştır. Savaşın yalnızca silahlı çatışma olmadığı, ekonomik ve yapısal bir boyutunun da olduğu göze çarpmaktadır.

Erkekler genel olarak savaşla birlikte anılırken, kadınlar daha çok barış ve annelikle birlikte değerlendirilmektedir. Bu çerçevede feministler barışın, “ulusal ve uluslararası alanda savaşın, şiddetin ve düşmanlıkların olmaması, ayrıca bir toplumda sosyal ve ekonomik adaletin, eşitliğin ve insan hakları ve temel özgürlüklerin güvence altında alınmış olma hali” gibi geniş bir çerçevede tanımlanması gerektiğini savunmaktadırlar. Feministlere göre bunun sağlanması içinse özellikle karar alma mekanizmalarında kadınların düşüncelerini özgürce ifade etmelerinin desteklenmesi, barış tesisi ve korunması düşüncelerinin yerleşmesi gerekmektedir.

Savaşların yalnızca savaş meydanıyla sınırlı kalmadığı feministler tarafından özellikle vurgulanmaktadır. Savaşın etkili düşünüldüğünde özellikle savaşların evlerde, topluluklar içinde ve hatta kadınların vücutları üzerinde yaşandığı da görülmektedir. Kadınlar, savaş sırasında yaşanan sexüel şiddetin de en büyük kurbanlarıdır. Günümüzde kadın asker sayısı artsa da, özellikle savaş kararının verilmesi hala erkeklerin tekelindedir.

Feministler, eğer kadınların bu yapılara eşit katılımı sağlanırsa, gücün meşru kullanımı üzerindeki erkeklerin mutlak kontrolüne karşı bir direnmenin sağlanabileceğini savunmaktadır. Dolayısıyla savaş konusundaki maskülen etkiler de azalacaktır. Ancak tüm bunlara rağmen kadınların bu alanlara müdahale olması bir güvenlik riski olarak görülmeye devam etmektedir.

Feminizm ve İnsan Hakları

Bireysel, toplumsal, ulusal ve uluslararası ölçekte insan hakları ihlallerine en çok maruz kalan grubun kadınlar olduğu bir gerçektir. Kadınların yaşadığı bu şiddetin ve hak ihlallerinin önlenmesi için çok eski tarihlerden itibaren çaba harcandığı ancak somut adımların 20. Yüzyılın ortalarından itibaren BM çerçevesinde atıldığı görülmektedir.

Feministlerin insan haklarına ilişkin eleştirdikleri en temel noktalardan birisi, insan hakları kavramının yalnızca erkeklerin haklarıymış gibi algılanmasıdır. Bu nedenle feministler tanımlara feminist bakış açısını içerecek, kadınları da vurgulayacak kalıpların yerleşmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Ayrıca feministleri uluslararası ilişkiler alanında diğer konulara göre yeni olan insan hakları konusunda toplumsal cinsiyeti içeren çalışmaların da yetersiz olduğunu vurgulamaktadır. Bu durum beraberinde kadın haklarının yeterinde gelişmemesini ve koruma altına alınmamasını getirmektedir. Bu anlamda feministler içerisinde insan hakları konusunda en somut çalışmaları liberal feministlerin ortaya koyduğunu görmek mümkündür. Liberaller, ırk, milliyet, sınıf, din, etnik köken ve cinsiyet farklılıklarına bakılmaksızın tüm insanların temel insan haklarına sahip olduğunun ve global düzeyde kapsayıcı bir güvenliğin sağlanabilmesi için de öncelikle güvenliğin temelde bir insan hakları sorun olarak tanımlanması gerektiğinin altını çizmektedirler.

Uluslararası İlişkilere Yönelik Farklı Feminist Yaklaşımlar

Liberal feministler , kadınların erkeklerle aynı hak ve yeterliliklerden yararlanabilmelerinin, bu konudaki hukuki ve diğer engellerin ortadan kalkmasıyla mümkün olabileceğini ifade etmektedirler. Liberal feministler, toplumsal cinsiyet kavramını dış politika analizlerinde açıklayıcı bir öğe olarak kullanmaktadır. Örneğin; bu konudaki çalışmalarda, cinsiyet eşitliği ile devletlerin uluslararası alandaki güç kullanımı arasında temel bir ilişki olduğu ileri sürülmekte ve cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıyla birlikte, uluslararası alandaki uyuşmazlıklarda devletlerin şiddete başvurma oranlarının azalacağını savunmaktadırlar.

Marksist/Sosyalist feministlerden özellikle Marksist feministler, sınıfsız toplumu temel aldıklarından, kadın ve erkek gibi kategorilere yer vermemekte ancak kadının maruz kaldığı eşitsiz muamelelerin, kadının kapitalist sistemde üretim alanında karşılaştığı ayrımcılıktan kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Sosyalistler ise sosyalizmin tüm ezilen ve sömürülen insanların sorunlarıyla ilgilendiğini, kadın sorunlarının bu nedenle merkezi bir öneme sahip olduğunu vurgulamakta, ataerkillik ve kapitalizm arasında karşılıklı bir bağımlılık olduğunu kabul etmektedir. Buna göre, kadınlar erkeklere, ekonomiye ve devlete sadece çocuk doğurarak hizmet eden yapılar olarak algılandığı sürece ekonomik ve siyasi alanlardan uzak kalacaklardır.

Radikal feministler, ataerkil yapıya, toplumsal cinsiyet temelli iş bölümüne karşı çıkarak, asıl mücadelenin cinsiyet rollerinin değişmesi üzerine olması gerektiğini savunmaktadırlar. Cinsiyet rollerinin değişmesinin sağlanması noktasında da kadının üremedeki rolünün değişimine yönelik çabaların artırılması gerektiği üzerinde durmaktadırlar.

Postmodern feminizm, modern bilim anlayışının, aydınlanmacı geleneğin temelde erkek merkezli olduğunu belirtmektedir. Post-modern feministler, toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf gibi toplumsal kategorilerin belirleyiciliğini sorgular ve toplumsal cinsiyetin doğuştan var olmadığını, sonradan oluşturulduğunu ifade ederler. Totalitarizme, evrenselciliğe ve düalizme de karşı çıkan postmodernistlerin, akıl ve bilimle erkeğin, duygu ve mantıksızlıkla da kadının özdeşleştirilmesini eleştirdikleri görülmektedir. Düalizm; herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki karşıt ilkenin varlığını ileri sürme, ikiciliktir.

İnşacı feminizm, uluslararası ilişkilerin güç, güvenlik, ulusal çıkar, devlet, politika ve egemenlik gibi kavramların birer toplumsal yapı olduğunu ileri sürmekte ve bu çerçevede gelişen, uluslararası ilişkiler analizlerine toplumsal yapıyı da ekleyerek, uluslararası politikaların tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini savunurlar. Postkolonyal feminizm, çoğunun post-yapısalcı olduğu ve emperyalizm altında kurulan kolonyal düzendeki kadınların ikincil konumunu eleştirdikleri görülmektedir.

Post-kolonyal feministler, özellikle Batılı kadınların deneyimleri ile üçüncü dünya kadınlarının deneyimlerinin aynı olamayacağını ve Batılıların üçüncü dünyadaki kadınları fakir, eğitimsiz, suça eğilimli olarak resmetmelerinin kabul edilemez olduğunu belirtmektedirler.

Postyapısalcı feminizm ise dil içerisinde kodlanmış anlamlar üzerinde odaklanmıştır. Post-yapısalcı feministler bizim gerçekliği anlamamızın dili kullanımımızla bağlantılı olduğunu ileri sürmekte, güçlü/zayıf, kamu/özel, rasyonel/duygusal gibi dilsel yapıların erilliğin dişillik üzerindeki yetkisine hizmet ettiğini belirtmektedirler. Uluslararası ilişkilerde de bu durum yurttaş/yurttaş olmayan, düzen/anarşi, gelişmiş/gelişmemiş gibi yapıların dünyanın dilsel olarak bölündüğünde ilişkin önemli veriler olduğunu ifade etmektedirler.

Uluslararası İlişkilerde Feminist Yaklaşımların Sorunları ve Disipline Katkıları

1990’lı yıllardan itibaren uluslararası ilişkiler disiplininde etkili olmaya başlayan feminizmin, marjinal bir yaklaşım olarak kabul edildiği görülmektedir. Bunun en temel nedeni feminizmin herkesçe kabul edilen bir tanımına ulaşılamamış olmasıdır. Ayrıca cinsiyet kavramı da benzer şekilde tek bir tanıma sahip değildir. Kendi içinde farklı yaklaşımların olması da bu marjinallik söylemini tetiklemektedir. Diğer yandan mevcut uluslararası ilişkiler kuramlarındaki cinsiyetçi önyargı nedeniyle bu durumla mücadele etmek de çok zordur.

Yaşanılan bu zorluklara rağmen, feminist yaklaşımın uluslararası ilişkiler alanına önemli katkıları olmuştur. İlk olarak eleştirel bir yaklaşım olarak ortaya çıkmış ve geleneksel kuramlara yönelik bir sorgulamayı mecbur kılmıştır. İkinci olarak kavramların, kuramların ve yaklaşımların kadın bakış açısıyla tekrardan ele alınması gerektiğini vurgulamışlardır. Bu sayede daha barışçıl, yaşanabilir bir dünya tasavvuru kurmuşlardır. Feminist yaklaşımla birlikte uluslararası alandaki kadın aktör sayısında önemli gelişmeler olmuştur. Diğer yandan feministler sorunların yalnızca etnik ve kimlik temelli olmadığını, cinsel farklılık temelli olduğunu iddia ederek önemli bir açılım gerçekleştirmişlerdir. Feminist uluslararası ilişkiler, sadece kadınlarla ilgili bilgi vermemekte, aynı zamanda erkeklere ilişkin değişmez nitelikteki bilgilerin, maskülen düşünüş ve uygulamaların değerlendirilmesini de sağlamaktadır. Feminist yaklaşımın temel amacı önceden oluşturulmuş yapılara eklemlenmek değil, bu yapıları eleştirmek ve yeniden kurmak ve bu yapılara dair eleştirel bakış açısını oluşturmaktır.

Günümüzde feminist bakış açısından çalışmaların arttığını, feminizmin bu alana dinamizm kattığını ve yerinin artık yadsınamayacağını söylemek mümkündür.