ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - Ünite 1: Uluslararası İlişkilere Giriş Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Uluslararası İlişkilere Giriş
Uluslararası İlişkilere Giriş
Uluslararası ilişkiler, dünyamızda ülke içi değil, ülkeler arası ilişkileri anlamaya çalışır, bunu yaparken, ağırlığı devletlerarası ilişkilere verir. Siyaset Bilimi bölümü, ülke içinde, devlet-toplum-birey ilişkilerini anlamaya çalışan bir bilim dalıysa, Uluslararası ilişkiler, devletlerarası ilişkileri anlamaya çalışan bir bilim dalıdır. Uluslararası ilişkiler, devletlerarası ilişkileri anlamaya ve açıklamaya çalışırken, devlet üstü ve devlet altı örgütlenmeleri, gelişmeleri ve değişimleri de çözümleme sürecine sokan bir bilim dalıdır. Uluslararası ilişkiler üç noktada açıklanmak istenirse şöyle özetlenebilir:
- Birincisi, uluslararası ilişkiler devletler hükümetleri temsil ettiğinden dış politika ile karşılaştırılabilir. Uluslararası ilişkiler, aynı zamanda, siyasi, ekonomik, kültürel ve bireysel boyutlarda, dünyayı anlama, devletlerin yapmış olduğu tercihleri ve kararları anlama ve bu temelde oluşan devletlerarası ilişkileri ve bu ilişkilerin tarihsel süreç içinde değişimini ya da sürekliliğini anlama çabasını içerir.
- İkincisi, uluslararası ilişkiler, uluslararası ekonomi ve uluslararası hukuk alanlarını da içermektedir. Uluslararası hukuk; başta bağımsız devletler olmak üzere, uluslararası toplum üyelerinin birbirleri ile olan ilişkilerinde uymak zorunda oldukları hukuk kurallarının tümüdür.
- Üçüncüsü, devletler, ekonomiler, kültürler arasında karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin artmasına anlam veren “küreselleşme” dir.
Küreselleşen dünyada ulus devletler önemlerini ve temel aktör olma konumlarını devam ettiriyorlar. Ulus devlet, ilk adımları Fransız Devrimi ile atılmış olan ulus devlet, belirlenmiş yasal sınırları olan, bu sınırlar içerisinde yaşayan tüm vatandaşların ortak dil, tarih, kültür ve değerleri paylaştığı, meşruiyetini bu sınırlar içerisinde yaşayan ulusun egemenliğinden alan devlet şeklidir. Fransız devrimi, en kısa tanımı ile Fransız İhtilali, 1789’da Fransa’daki mutlak monarşinin ayaklanma ile devrilmesi sonucu, cumhuriyet rejiminin kurulması olarak kabul edilmektedir. Fransız İhtilali sonucunda milliyetçilik akımlarının ortaya çıkması ve ulus devlet kavramının çıkış noktası olması bakımından uluslararası ilişkiler çerçevesinde en önemli olaylardan biri olarak kabul edilmektedir.
Devlet, ülkesi içindeki ordusu ve polisiyle, diğer bir deyişle, silahlı güvenlik güçleriyle, ülke içi düzen ve güvenliği sağlayan, ülkesinin alansal bütünlüğünü güvence altına alan ve temelde savaşa bile gidebilen, hukuk ve yargı kurumlarıyla da düzeni ve güveni hukuk temelinde de gerçekleştiren bir kurumdur. Devletin, diğer örgütlerden farklı olarak, uygulaması ve sınırları hukuk temelinde çizilmiş “meşru güç kullanma kapasitesi ve hakkı” vardır. Ulusal ya da ülke içi ilişkiler; dikey olarak örgütlenmiş, hem devlet egemenliği, hem de bu egemenliğin hukuksal sınırlarını belirleyen insan ve bireysel haklar ve özgürlükler ilişkisine dayanan ve bu ilişkinin anayasa tarafından düzenlendiği ilişkilerdir.
Siyaset Bilimi, ülke içinde, dikey ve belli bir merkezi olan örgütlenmiş ilişkilerle ilgilenirken uluslararası ilişkiler, yatay olarak örgütlenmiş bir ilişkiler alanıdır. Uluslararası İlişkiler, devlet gibi bir merkezi güç odağı ve hukuksal yaptırım gücüne sahip kurumsal bir örgütlenmeyi içermeye, bu anlamda da merkezi otoritesi olmayan yatay ilişkiler ağını anlamaya ve açıklamaya çalışan bilim dalıdır.
Kapsam, İçerik ve Aktörler
Kapsam
Uluslararası ilişkilerde merkezi otorite olmadığı için, devletler kendi ülkelerinin alansal güvenliğini korumayı genelde birinci plana çıkartırlar. Güvenlik, devletlerin birincil amaçlarının başında gelir. Uluslararası güvenlik, uluslararası güvenlik, uluslararası kuruluşların ve devletlerin karşılıklı güvenlik ve koruma sebebiyle ortaya koyduğu tüm önemleri içeren, oldukça geniş bir içeriği olan ve önemli bir kavramdır. 1648 yılında Avrupa devletleri arasında yapılan Westphalia (Vestfalya) Antlaşması, modern ve ulus devlet temelli uluslararası ilişkilerin başlangıcı olmuştur.
1980’lerde ekonomide, bir taraftan refah devletinin zayıflaması, diğer taraftan serbest Pazar ekonomisine geçiş ile birlikte başlayan ve özellikle 1990’lardan bugünü, dolayısıyla Soğuk Savaş sonrası dünyada pekişen ekonomik güç ve iktidar ilişkilerine küreselleşme denmektedir. Serbest pazar ekonomisi, serbest piyasa ekonomisi olarak bilinen bu gelişme, ekonomik faaliyetlerin rekabet şartları içerisinde serbestçe yapılabildiği, devlet müdahalesinin olmadığı, ekonomik sorunların çözümünün fiyat mekanizması ile gerçekleştiği ekonomik model olarak tanımlanmaktadır. 1648-1990 dönemin uluslararası ilişkilerde, ekonomik güç ve iktidar ilişkileri sömürgecilik ve emperyalizm dönemidir. 1945 yılında II. Dünya Savaşı’nın bitimine kadar, Batı ülkelerinin Doğu ve Güney ülkelerini işgal ettikleri uzun bir sömürgecilik tarihi yaşanmıştır.
Son dönemlerde uluslararası ekonomi, uluslararası siyasal ekonomi ve uluslararası ticaret uluslararası ilişkilerde önemli bir çalışma alanı oluşturmaktadır. Uluslararası ekonomi, bağımsız devletler, uluslararası örgüt ve kuruluşlar arasındaki ekonomik ilişkiler ile ekonomik uygulamalar bütününe denir. Uluslararası ticaret, uluslararası ticaret, ülkeler arasında uluslararası bölge ve sınırlar arasında yapılan, belirli anlaşmalar ve kurallar çerçevesinde sürdürülen, ülkelerin milli gelirlerinin büyük bir kısmını oluşturan, çok uluslu ticaret olarak tanımlanmaktadır.
1990’da Sovyetler Birliği’nin çökmesi, bir taraftan Soğuk Savaş’ı bitirirken, diğer taraftan da bugün “kimlik siyaseti ve kimlik temelli çatışmalar” dediğimiz olgunun dünya ölçeğinde yaygınlaşmasını ortaya çıkarmıştır. Uluslararası ilişkiler ve uluslararası politika, merkezi otoritenin olmadığı bir ortamda ağırlıklı olarak güç ve caydırma eksenli ilişkileri içeriyorsa, güvenlik, ekonomi, demokrasi ve kültür olgularının gücün boyutları oluşmaktadır. Güç, en genel anlamı içinde, bir aktörün diğer aktöre bir şey yaptırma kapasitesidir. Güç iki türlü oluşturulabilir;
- Askeri ve ekonomik kapasite artırımı sert güçtür,
- Diplomatik, kültürel ilişkiler ve ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesiyle gücün yaşama geçirilmesine ise yumuşak güç denir.
Yumuşak gücün oluşmasında, bir ülkenin kültürel kimliği, demokrasisinin gelişimi, ekonomik dinamizmi ve girişimcilik-yaratıcılık kültürü, diplomasi alanındaki sorunları uzlaşma yoluyla çözme kapasitesi ve popüler kültürü önemli rol oynar.
İçerik
Uluslararası ilişkilerin en önemli konuları şöyle özetlenebilir:
- 21. yüzyılın terör ve savaş la başlaması ve geleceğin de savaşla belirlenme riskinin var olması, savaş olgusunu, dün gibi bugün de, uluslararası ilişkilerin en önemli konusudur. Bugünde hala günümüzde savaşlar devam ediyor ve barışın sağlaması ve güçlenmesi önünde de engeller vardır.
- İkinci önemli konu, barış inşası ve çatışmaların önlenmesi dir. Hem ülkeler arası barışı, hem de ülke içinde başlayarak bölgesel ve küresel istikrarı tehdit eden çatışmaların çözümüne dayalı barışı inşa etmek, uluslararası ilişkiler içinde çok önemli bir konudur.
“Terör sorunu” nedeniyle; Yugoslavya tarihten silindi, Ruanda da soykırım yaşandı, 11 Eylül 2001 teröründen sonra, dünya medeniyetler arası çatışma ve İslam karşıtlığı yaşanmaya başlanmıştır.
- Üçüncü olarak, ekonomi açıklanmalıdır. Ekonomi, barışı devam ettirebilmek için önemli bir konudur.
- Dördüncü olarak, liderlik olgusu söylenebilir. Uluslararası ilişkiler ulus devletlerarası ilişkilere yoğunlaşmıştır. Birincisi, ulus devletler farklı sert ve yumuşak güce sahipler, farklı ekonomik gelişme ve kalkınma düzeylerindeler ve farklı kültürel kimliklere ve geleneklere sahipler. İkincisi, ulus devletler birbirleriyle, daha önce vurguladığımız gibi, merkezi otoritesi olmayan bir alanda ilişkiye girmektedirler. Dolayısıyla, liderlik sorunu somutlaşıyor.
Hem sert güce, hem de yumuşak güce, hem caydırıcılığa ve baskıya, hem de diğerlerinin rızasını alma kapasitelerine sahip olan otoriteler lider olmaktadır. Son iki lider, 1800’lü yıllardan 1945’e kadar Büyük Britanya; 1945’den bugüne de ABD’dir.
- Beşinci ve son olarak, demokrasi, insan hakları ve sosyal adalet alanları gösterilebilir. Sosyal adalet sorunu, sivil toplum kuruluşları ile sosyal hareketleri, uluslararası ilişkilerin önemi artan aktörü konumuna getirmiştir. Sonuçta demokrasi, insan hakları ve sosyal adalet, Uluslararası İlişkiler alanı içinde yerlerini almıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu uluslararası mahkeme 1959 yılında, Avrupa Konseyi’ne bağlı olarak kurulup, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile güvence altına alınmış olan temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla görevini sürdürmektedir.
Aktörler
Uluslararası ilişkileri harekete geçiren beş aktör;
- Ulus devlet,
- Uluslararası örgütler,
- Uluslararası şirketler,
- Ulus devlet altı örgütler ve
- Sosyal hareketleri de içeren sivil toplumdur.
Birinci aktör, ulus devlet, uluslararası ilişkilerin ana belirleyicisidir. Ulus devlet, ülkenin alansal bütünlüğünü tanımlayan, yasa yapma ve uygulama kapasitesine ve hakkına sahip, merkezi otorite ve uluslararası toplumda tanınmış, kendi ülke sınırları içindeki yönetimine dıştan müdahale olmamasını anlamlandıran egemen otoritedir. Egemenlik, ülke içinde bağımsız yönetim hakkı ve kapasitesi, ama aynı zamanda, uluslararası toplum tarafından da devletin tanınmasını simgeleyen hukuki bir statüdür.
İkinci aktör, uluslararası örgütler; devletler tarafından, güvenlik, mali, ticaret, vb. alanlarda düzenleyici kuralları ve normları yaşama geçirmek için kurulmuş platformlar, örgütsel yapılar olmakla birlikte, zaman içinde ulus devletler üzerinde etki yaratma kapasitesine ulaşmışlardır.
Üçüncü aktör, uluslararası şirketler; ulusal ölçekte doğmakla birlikte, küresel ölçekte hareket eden ve ekonomik etkinliklerini sürdüren örgütlerdir.
Dördüncü aktör, son on yıldır güç ve önem kazanan, devlet altı örgütler dir. Sivil toplum gibi gözükmekle birlikte, sivil değerlerden uzak, amaçlarını gerçekleştirmek için şiddet uygulayabilen örgütlerdir.
Beşinci aktör, sosyal hareketleri de içeren küresel sivil toplumu dur. İnsan haklarından çevrenin korunmasına, yoksulluğa karşı mücadeleden barışın korunmasına, geniş bir yelpazede, küresel ölçekte hareket eden sivil toplum kuruluşlarının da önemi artmıştır. Uluslararası Af Örgütü, Greenpeace ve Sınır Tanımayan Doktorlar gibi örgütlerdir.
Uluslararası İlişkilere Temel Yaklaşımlar
Uluslararası ilişkilere yaklaşımlar sayesinde, gelişmeleri, değişimi, olayları, sorunların çıkış nedenlerini, ya da çözüm olasılıklarını belirtir. Aktörler, bu yaklaşımlar temelinde, uluslararası ilişkilere anlam verirler, yorumlarlar ve politikalar üretirler. Bu yaklaşımlar;
- Realizim (Gerçekçilik),
- İdealizm (Kurumsalcılık),
- Dünya Sistemi,
- İnşa Edici Yaklaşım ve
- Eleştirel Kuramdır.
Realizim (Gerçekçilik)
II. Dünya Savaşı’nın yarattığı tahribat ve savaş öncesi savaş olasılığını engellemek için kurulan Milletler Cemiyeti’nin başarısız olması, devlet ve güç temelinde dünyayı yorumlayan Realizm ya da Gerçekçilik yaklaşımını uluslararası ilişkilerin egemen yaklaşımı yapmıştır. Gerçekçilik, uluslararası ilişkilerin temelini uluslararası politika olarak görür ve bu nedenle de, güvenlik gereksinimini ya da güvenlik sorununu bu ilişkilerin kurucu unsuru olarak tanımlar. Güvenlik gereksinimi, ekonomik kalkınmadan ya da kültürel ilişkilerden önce gelir ve bu gereksinimin karşılanmasını içeren uluslararası politika, uluslararası ekonomi ya da uluslararası kültürel ilişkilerden daha önemlidir. Realizm, bu anlamda bize, güvenlik eksenli bir uluslararası ilişkiler anlayışını sunar. Gerçekçilik ve Realizmin bazı temel noktaları şöyle sıralanabilir:
- Uluslararası ilişkiler, devletin merkezi otorite olduğu ulusal ilişkilerden farklı olarak, merkezi otoritesi olmayan bir ilişki biçimidir ve birincil düzeyde, devletlerarası ilişkiler tarzında hareket eder.
- Devlet, uluslararası ilişkilerin ana aktörüdür ve özünde-eksenli bir yaklaşıma sahiptir.
- Merkezi otoritenin olmadığı bir ortamda ilişkiye giren devletler, özünde birbirlerine güvenmezler, birbirlerinin amaçları ve kararlarına şüpheyle yaklaşırlar ve bu nedenle de kendilerini ve ülkelerinin alansal bütünlüğünü korumak için güvenlik gereksinimini ön plana çıkarırlar.
- Güvenlik bu bağlamda devletin temel çıkarı ve amacıdır. Devletler bu amaç için özellikle askeri güçlerini arttırma yoluna giderler. Güç, özünde diğer devletleri etkilemek ya da caydırmak için askeri güç kapasitesi olarak algılanmalıdır.
- Güvenlik edinimi olarak tanımlanan devlet çıkarı, uluslararası ilişkilerin ana hareket tarzını tanımlar; uluslararası ilişkiler esas olarak çıkar temelli ilişkilerdir.
- Uluslararası örgütler, uluslararası şirketler ve sivil toplum kuruluşları devlet çıkarından sonra gelir ve ikincil öneme sahiptirler.
İdealizm (Kurumsalcılık)
İdealizm, hem uluslararası ilişkiler ile ulusal ilişkiler arasındaki, hem uluslararası politika ile uluslararası ekonomi ve uluslararası hukuk arasındaki, hem de güvenlik ile ekonomi arasındaki bağlantılar üzerine odaklanmakta ve yoğunlaşmaktadır. Uluslararası örgütler önemlidir. İdealizme göre, bu örgütler devlet gibi uluslararası şirketler gibi önemli aktörlerdir. İdealizmin temel noktaları şöyle sıralanabilir:
- Uluslararası ilişkilerde güvenlik, ekonomi ve barış, dayanışma, birlikte hareket etme, insan hakları gibi değerler birbirlerine etki ederler ve devletlerarası işbirliğini olanaklı hâle getirirler.
- Devletlerarası işbirliğinin simgesi olan uluslararası örgütler (BM, IMF, DTÖ gibi evrensel ve AB vb. bölgesel örgütler), devletler tarafından kurulsalar da tarihsel süreç içinde, yarattıkları değerler ve davranış biçimleriyle, devletleri etkileme olanağına sahip olabilirler ve olmuşlardır da.
- Birbirlerine güvenmeyen ve şüpheyle yaklaşan devletler, uluslararası örgütlerin yarattığı platformlarda tartışarak, müzakere ederek ve pazarlık yaparak ortak paydalarda anlaşabilirler ve birbirlerine güvenebilirler.
- Güvenlik devletin temel çıkarı olmakla birlikte, devletler işbirliği yoluyla da güvenliklerini güçlendirebilirler.
- Uluslararası ilişkiler çıkar temelinde olduğu kadar işbirliği temelinde de hareket edebilecek ilişkilerdir.
- Güç, sadece askeri kapasiteyi değil, aynı zamanda ekonomi ve kültürü de içerir. Yalnızca mutlak değil, görecelidir. Dolayısıyla, sadece sert değil, yumuşak güç mekanizmalarını da içerir.
Dünya Sistemi
Dünya Sisteminin bazı temel noktaları şöyle sıralanabilir:
- Uluslararası ilişkilerin bir merkezi vardır. Bu merkez de 16. yüzyıldan bugüne dünya sistemine anlam veren ve bu sistem içindeki güvenlikten, ekonomi ve kültüre; devletten, uluslararası örgütlere kadar tüm ilişkileri ve aktörleri belirleyen ve şekillendiren kapitalizmdir.
- Dünya kapitalist sistemi, gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkeler, zenginler ile fakirler arsındaki eşitsiz sömürü ilişkisi tarafından şekillenmiştir. Sömürgecilik, emperyalizm ve küreselleşme, bu eşitsiz gelişme ve sömürü ilişkisinin farklı, ancak özü aynı biçimleridir.
- Devletler ve uluslararası örgütler, bu kapitalist altyapının siyasi düzenleyicisi rolünü oynamaktadırlar ve güvenlik gereksinimi de bu eşitsiz gelişme ve sömürü ilişkisinden bağımsız değildir.
- Güç, bu anlamda, özünde ekonomik güçtür ve gücü elinde bulunduranlar zenginleştikçe, üzerinde güç uygulananlar, az gelişmiş, gelişmekte olan ya da fakir konumlarını sürdürmektedirler. İster sert, ister yumuşak olsun, güç, özünde sömürü ilişkisidir. Dünya Sistemi, bu anlamda, Amerika, Avrupa, Kanada gibi gelişmiş merkez ülkeler; Afrika, Orta Doğu, Güney Amerika ve Güney Asya gibi az gelişmiş çevre bölgeler; bir de Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya ve Türkiye gibi gelişmekte olan orta büyüklükte ülkeler den oluşmaktadır.
- Bu sistem ancak aşağıdan yukarıya; sınıflar, sivil toplum ve sosyal hareketlerin mücadeleleriyle dönüşebilir, daha adil ve insani hale gelebilir. Antiküreselleşme hareketleri ve bu hareketlerin “Başka Bir Dünya Mümkün” sloganları, var olan sisteme direnmeyi ve dönüşüm talebini simgelemektedirler.
İnşa Edici Yaklaşım
Normlara ve değerlere verdiği önem temelinde, adaletsiz ve eşit olmayan uluslararası sistemin daha adil ve demokratik olarak inşa edilebileceğine inancı içinde “İnşa Edici Yaklaşım” olarak çağrılan bu yaklaşım, aşağıdaki noktalar temelinde hareket etmektedir:
- Uluslararası sistemin siyasi bir merkezi olmamakla birlikte bir merkezi vardır. Bu merkez de, doğa ile hayvan hak ve özgürlüklerini de içine alacak bir tarzda düşünülmesi gereken, insan hakları ve özgürlükleridir. İnsanın, hayvanların ve doğanın temel hakkı olan yaşam hakkını korumayı amaçlamayan bir sistem meşru değildir.
- Devletler ve uluslararası örgütlerin temel amacı ve hareket tarzı insanca, adil ve demokratik bir yaşamı sağlamak olmalıdır. Oysa bugünkü sistem meşru bir sistem değildir. Bu sistem içinde güvenlik ve ekonomik gelişme çabası, sistemin meşruiyet sorununu çözmediği gibi derinleştirebilecektir.
- Bu nedenle, sistemin, insan ve insani durumu öncül alan normlar ve değerler temelinde düzeltilmesi gerekmektedir. Devletin kendi ülkesi içindeki insanları ve haklarını korumak için çalışmaya zorlanması, devletlerarası ilişkilerin de bu yönde kurumsallaşması gerekmektedir.
- Eğer devlet bu sorumluluğu yerine getirmiyorsa ve aksine insan hakları ihlallerini yaratacak bir yönetim anlayışına sahip oluyorsa, uluslararası hukuk ve normlar temelinde, devlete yaptırım insani ya da askeri müdahale şeklinde uygulanabilir.
- Uluslararası ilişkilerde ve sistemin isleyişinde, meşru yönetim, rasyonel yönetim kadar önemli, hatta bugünün dünyasında daha öncüldür. Meşru yönetim ancak normların ve değerlerin kabulü, içselleştirilmesi ve yaşama geçirilmesiyle mümkün olabilir.
İnşa Edici Yaklaşım, uluslararası ilişkiler alanına, barış ve insani müdahale gibi normlar; demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinin korunması, yoksulluğa karşı mücadele gibi değerler ve meşruiyet kavramıyla önemli yenilikler getirmiştir.
Eleştirel Kuram
Yukarıdaki yaklaşımlar modern zamanlarda uluslararası ilişkiler döneminde çıkmıştır. Modernite, uluslararası ilişkilerin tarihsel bağlamıdır ve bu nedenle de, bu ilişkiler özünde Batı merkezli ve Batının dünyanın gerisine hâkimiyetini meşrulaştırmaya yarayan hatta bu hâkimiyetin sürmesine hizmet eden ilişkilerdir. Yaklaşımın bazı özellikleri şöyle sıralanabilir:
- Uluslararası sistem, özünde Batı Modernitesinden çıkmış ve Batı’nın ürettiği bir sistemdir. Bu anlamda da merkezi vardır; bu merkez, siyasi düzeyde ulus devlet, ekonomik düzeyde serbest pazar, kültürel düzeyde de laik birey ve amaç-araç ilişkisine dayanan rasyonel akıldır.
- Devlet ve uluslararası örgütler, gerek dünyayı yorumlayış, gerekse de dillendirdiği değerler temelinde Batı merkezli aktörlerdir. Evrensellik savları, özünde Batı merkezli bir tekelliği içermektedir. Modernleşme ile Batılılaşmanın eş anlamlı görülmesi ve tanımlanması, bu aktörlerin Batı merkezli niteliğini ortaya koymaktadır.
- Batı Modernitesi, kültürel ve bilimsel düzeyde, egemenlik anlayışı üzerine kurulur. Bu bağlamda da Batı Modernitesinin Aydınlanma döneminden bugüne serüveni çok önemli teknolojik gelişmelerin, demokrasinin, insan haklarının ve hukuk sisteminin gelişme tarihi olmakla birlikte; aynı zamanda da insanın doğaya, erkeğin kadına, işverenin işçiye, gücü elinde bulunduranların toplumun farklı kesimlerine karşı egemenliklerini inşa etmeleri, dolayısıyla özne ile doğa, özne ile farklı kimlik ve devletle toplum/birey arasındaki egemenlik ilişkisinin de tarihidir.
- Bu ilişkisi, bize Batı Modernitesinin eleştirisini yapmadan, güç ve egemenlik kavramlarını anlayamayacağımız noktasına götürmektedir. İktidar, egemenlik ve güç; kültürel, kimliksel, hatta bilimsel düzeylerde üretilmektedir.
- Batı Modernitesi eleştirisi, şüphesiz ki, eşitsiz ekonomik gelişme ve sömürü eleştirisini yapmalıdır, insan hak ve özgürlüklerini savunmalıdır ama aynı zamanda da, erkeğin kadına egemenliğini savunan patriarkal ideolojiye, insanın doğaya egemenliğini savunan ilerlemeci ideolojiye ve Batı’nın dünyanın gerisine egemenliğini savunan oryantalist ideolojiye de karşı çıkmalıdır. Sivil toplumun ve sosyal hareketlerin amacı, Batı Modernitesine eleştirel yaklaşırken, daha eşit, özgür ve adaletli bir dünya kurmak için çalışmak olmalıdır.
Küresel Çalkantı (Türbülans)
Küresel çalkantı, Bir diğer söylemle küresel kriz, etkileri ve etki alanı bakımından oldukça geniş olan, içerisinde siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel vb. sebepler barındıran ve birbirleri ile sebep-sonuç ilişkisi olan problemler bütününe verilen addır. Küreselleşmeyi anlama ve açıklama için son yıllarda sıklıkla “kriz” saptaması da yapılmaktadır.
2001 yılında küresel terör ile başlayan, 2008 yılında küresel ekonomik kriz ile yaygınlaşan, 2010’dan bugüne dünyanın farklı yerlerinde yaşanan terör saldırıları, iç savaşlarla derinleşen, küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle tüm insanlığın geleceğini büyük bir riske sokan ve bu çoklu kriz yaşanırken, eşitsizlik ve yoksulluk temelinde büyük bir adaletsizlik sorunu yaşayan küreselleşmenin çoklu ya da çok boyutlu krizi, yaşadığımız küreselleşen dünyayı, hızla yaygınlaşan ve derinleşen bir çalkantıya sokmuştur. Küreselleşme, bu temelde, karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin yaygınlaşma, derinleşme ve hızlanma süreçlerinin içinden geçtiği ve süreklilik gösteren çalkantı (türbülans) durumu olarak da tanımlanabilir.
“Risk + Belirsizlik + Güvensizlik = Küresel Çalkantı = Küresel Risk Toplumu” denklemi, bugünün ve yakın geleceğin küreselleşme sürecinin anlaşılmasında ve açıklanmasında kullanılabilir. Küresel risk toplumu ; g enelde küresel ısınma, çevre kirlenmesi ve nükleer kazaların neden olduğu riskleri ifade eden, aynı zamanda teknoloji alanında kaydedilen gelişmeler sonucunda daha önceleri gözlemlenemeyen risklerin de ortaya çıkacağını niteleyen tanımlamadır.
Küresel Güç Kayması
Bir taraftan karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin, diğer taraftan da çalkantı ve çoklu krizin eş zamanlı yaygınlaşmasını, derinleşmesini ve hızlanmasını içeren bugünün ve yarının küreselleşme süreci, aynı zamanda, uluslararası ilişkilerin üzerinde hem aktör hem de güç-iktidar ilişkileri temelinde ciddi etkiler de yaratmaktadır. Küreselleşme, gerek içerdiği karşılıklı bağımlılık ilişkileri, gerekse de karşılaştığı çoklu kriz temelinde, güç ve iktidarın alanında “coğrafi kayma” ve “gücün farklılaşması” süreçlerini ortaya çıkarmaktadır. Coğrafi kayma, “güç” ve “iktidar” çerçevesinde, mekânsal ve kapasite/kullanım olarak;
- Batı’dan (Amerika ve Avrupa) Doğu’ya (Asya) kaymasını;
- Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Türkiye, Meksika, Malezya, Güney Afrika vb. “orta güçte ülkelerin” bölgesel ve küresel ölçekte giderek etkilerini arttırmalarını, “yükselen güçler” ve “gelişen pazarlar” niteliklerini kazanmalarını ve “bölgesel güç/kilit ülke” konumuna gelmelerini;
- Uluslararası ilişkiler alanında, 17. yüzyıldan Soğuk Savaşın bitimine kadar egemen olan “Batı ve Gerisi” ve “Batı-Doğu Karşıtlığı” söylemlerinde ciddi bir kırılmayı, yer değiştirmeyi, diğer bir deyişle “Gerisi”nin ve “Doğu”nun güç ve iktidar kazanmasını ifade eden bir kavramdır.
Güç, en genel anlamda, “A’nın B’nin, B’nin aksi takdirde yapmayacağı bir şeyi, yapmasını sağlaması” ya da, “A’nın B’nin, A’nın kendi çıkarına dönük karar almasını ve hareket etmesini sağlama kapasitesi” olarak tanımlanabilir. Küreselleşme güç kapasitesi ve iktidar ilişkilerinde aşağıdaki farklılaşmaların güçlenmesine katkı vermektedir:
- Bu tanıma uygun aktörlerin artık sadece Batı değil, Batı dışı ya da gerisi alanlardan da çıkması,
- Artık sadece askeri güç, baskı ve sopayı simgeleyen “Sert Güç” olarak değil; aynı zamanda, diplomasi, uzlaşma, insani yardım, kimlik, ekonomik dinamizm, kamu diplomasisi, popüler kültür alanlarından beslenen ve rıza ve kazan-kazan ilkesini içeren “Yumuşak Güç” kavramının önem kazanması olarak sıralanabilir.
Çözümleme Süreci ve Birimi
Şu ana kadar yapılan açıklamalar içinde, devletin hâlâ ana aktör ve çözümleme birimi olduğu söylenebilir. Uluslararası ilişkiler hâlâ ağırlıklı olarak ulus devletlerarası ilişkiler olarak şekilleniyor. Uluslararası ilişkiler bugün, küreselleşme süreçleri, uluslararası örgütler, ulus devletler, ulus devlet altı aktörler, sivil toplum ve sosyal hareketler arası etkileşim ve karşılıklı ilişkiler temelinde hareket ediyor.