ULUSLARARASI POLİTİKA II - Ünite 5: Politikanın Küresel Dönüşümü Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Politikanın Küresel Dönüşümü

Giriş

Küreselleşme, Yunan mitolojisindeki Pandora’nın kutusu gibi içine ne atsan alacak bir çeyiz sandığını andırırken sanki her sorunu bir dokunuşla çözen “sihirli değnek” ya da her sorunun kaynağı “günah keçisi” olarak değerlendirildiğinden taraftarları ve karşıtları oluşmuştur. Anlamının ötesinde bu süreçten nasıl etkilendikleriyle ilintili olarak taraftarları ve karşıtları oluşan küreselleşme, politikleşmiş bir kavramdır.

Küreselleşme denilince insanın aklına Apollo 17 mürettebatının 1972’de çektiği dünyanın en bilinen fotoğraflarından Mavi Bilye akla gelmektedir. Öte yandan birbirlerine internet ve fiber-optik kablolar aracılığıyla bağlanmış bilgisayarlar, cep telefonları, uydular, sosyal medya, dünyanın en uzak noktalarıyla bile ulaşımı sağlayan özellikle uçak gibi hızlı ulaşım araçları ve bu araçlarla seyahat eden iş adamları ile ellerindeki fotoğraf makineleriyle zamanı dondurup hemen tüm dünya ile paylaşan turistler gelmektedir. İnternet, tüm dünyayı bilgisayarlar ve akıllı cep telefonlarıyla biz nerede isek oraya getirirken bilgiyi belli bir zümrenin tekelinden kurtarıp demokratikleştirmekte ve tüm dünyayı da bir ağ toplumu hâline getirmektedir.

Tüm insanlığın bir şekilde birbiriyle interaktif bir ilişkiye girerek küreye entegre olduğu ve dünyanın herhangi bir yerinde olan bir olaydan anında hepimizin haberdar olduğu düşüncesi, küreselleşme sayesinde dünyayı yeniden inşa edebileceğimiz fikrini beslemektedir.

Küreselleşme, temelde her şeyi bireysel, toplumsal, yerel, ulusal ve bölgesel vasfından çıkarıp tüm dünyaya mal etme sürecidir. Bundan dolayı, küreselleşme konusunda sadece Uluslararası İlişkiler disiplini değil tüm sosyal bilim disiplinleri zengin bir literatür yarattığı için oldukça geniş bir tartışma alanı söz konusudur.

Kavramsal Çerçeve ve Literatür Seçkisi

Küreselleşme sözcüğünün ilk kez 1951’de kullanıldığını iddia eden Merriam Webster sözlüğüne göre küreselleşme, özellikle serbest ticaret, sermayenin serbest akışı ve ucuz yabancı emek pazarlarına erişimin artışıyla şekillenen entegre olmuş küresel ekonomiyi betimlemektedir. Küreselleşme, kavram olarak sosyal bilimler literatürüne 1960’larda girmesine rağmen 1980’lerden sonra kazandığı popülerliğiyle bir yandan insanın tarihsel göçebeliğinden hareketle insanlık tarihiyle eş tutulurken bir yandan da Coğrafi Keşiflerle başlayan bir dünyanın her yerinin bilinirliğiyle, entegrasyonu ve artan etkileşimi ifade etmektedir.

1970’lerde tartışılmaya başlanan bilgi devrimi (information revolution), bilgi ekonomisi (information economy) ile endüstri-sonrası (post-industial) ve/ya ağ toplumu da denilen bilgi toplumu (information society) oluşturmuştur. Böylece, insan türünün şimdilik yaşayabildiği yegane gezegene dair bilgi, farkındalık ve bilinçte sosyal medyanın da katkılarıyla gözle görülür bir artış yaşanmakta ve dünya Marshall McLuhan’ın ifadesiyle küresel köy hâline gelmektedir. Harvey, küreselleşmeyi zaman-mekân sıkılması olarak tanımlarken hayatın hızı mekânsal engelleri aşındırmakta ve eğlence gibi bazı hizmetler ile semboller adeta ışık hızıyla nakledilip zaman mekânı fethetmektedir.

Küreselleşme ilginç bir şekilde yukarıda bahsettiğimiz iç çelişkileri de billurlaştırmaktadır. Küreselleşmenin sektörel dağılımın ötesinde bölgeler, ülkeler ve kentler üzerindeki etkisi de farklılık arz etmektedir. Küreselleşme, öte yandan, hâlâ uluslararasılaşma ile eş anlamlı kullanılırken ekonomik boyutu sosyal, kültürel ve siyasal boyutlarından daha ön plandadır. Hatta küreselleşmenin ekonomik yönü özellikle mal ve hizmetlerin önünü açmak için gümrük ve ithalat kotaları başta olmak üzere her türlü uluslararası ticareti sınırlandırıcı etkinin azaltılması için ulus-devletin siyasal yönünü de şekillendirme gayretindedir.

Küreselleşme, epistemolojisiyle sosyal bilimlerde disiplinlerarasılık hatta disiplinlerötesilik yaratarak yeni bir ontolojik gerçeklik üretmiştir.

Küreselleşmeyi Japon iş dünyası terminolojisinden devşirdiği küreselleşme ve yerelleşmenin sentezi olarak küyerelleşme kavramından hareketle tanımlayan ilk sosyolog Roland Robertson’dur.

Robertson’a göre, Bir kavram olarak küreselleşme, hem dünyanın küçülmesine hem de bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenmesine gönderme yapar. Küreselleşme literatürüne erken dönemli katkılardan Benjamin R. Barber’ın McWorld’e Karşı Cihad: Küreselleşme ve Kabilecilik Dünyayı Nasıl Yeniden şekillendiriyor? isimli kitabının öncü çalışması aynı isimle Mart 1992’de The Atlantic dergisinde Jihad vs. McWorld başlığıyla yayımlanan makalesidir. Küreselleşme kavramını en çok popülerleştiren yazarlardan birisi hiç şüphesiz Thomas L. Friedman’dır. Friedman’ın bu konudaki ilk çalışması Lexus ve Zeytin Ağacı: Küreselleşmenin Geleceği, başlığından da anlaşılacağı üzere küreselleşmeyle ilintili farklı kavramların çatışmalarını dışa vurmaktadır. Friedman, müteakip Yirmi Birinci Yüzyılın Kısa Tarihi: Dünya Düzdür kitabında ise ikinci milenyumda İnternet’in hızla yaygınlaşmasıyla başta ekonomik olmak üzere küresel oyun sahasının daha da küçülerek düzleştiğini ve düzleşen dünyada bireylerin ve küçük şirketlerin bile rekabet ve iş birliği için daha fazla imkâna sahip olduklarını dile getirmektedir. Küreselleşme kavramı ve etrafında gelişen literatür elbette küreselleşmenin tarihinden bağımsız değildir.

Küreselleşmenin Tarihi

Temel olarak insanlık tarihini ve dünyadaki yaşanan her olayı küreselleşme tarihi olarak okumak mümkündür çünkü nihayetinde küreselleşme dediğimiz insanın yaşadığı gezegenle her türlü etkileşimidir. Öte yandan, yaşanan her şey farklı zamanlarda ve coğrafyalarda farklı kimselerce okunup yeniden değerlendirildikçe tüm dünyanın malı hâline gelmekte ve bu da dünyayı tüm insanlığa ait ortak bir alana dönüştürmektedir.

Küreselleşmeyi bir siyasal süreç olarak okumamız durumunda da en eski medeniyetlerden itibaren o zaman bilinen dünyanın keşfi, işgali ve ilhakı ile gerçekleşen fetih süreçleri Coğrafi Keşişer ve sonrasındaki yaşananların öncüsü olmuştur. İnsanın hareketli bir varlık olarak istemli bir şekilde yaşayabileceği yeni yaşam alanları arayışının küreselleşmeye katkısı büyüktür. Aktörlerin ötesinde dinler sadece peygamberlerinin geldikleri toplumlara değil tüm insanlığa mesajlarını götürmek endişesiyle tebliğcileri araçlığıyla küreselleşmeye su taşımışlardır.

Dinlerin bu boyutunda meşruiyet sağlama konusundaki hukuki etkinlikleri kadar öbür dünya kurtuluşu vaaz ettikleri motivasyonları da etkili olmuştur. Dünyayı geometrik bir şekil olan küre olarak algılamamıza katkısının ötesinde Coğrafi Keşişer, küreselleşmeyi anlamlı kılan en önemli dönemeçtir. Her icat ve keşifte olduğu gibi sürecin sınırları da çizilerek bir standartlaşma gelmiştir. Avrupa merkezli başlayan Batı medeniyetine dünyanın geri kalanı üzerinde tasarrufta bulunma hakkını veren temelde güç ilişkisi olmuştur ve Batı kendini merkeze alarak dünyanın geri kalanını istediği gibi tanımlama hakkına da sahip olmuştur. İnternet’in icadı ve yaşamın vazgeçilmesi hâline gelmesi ve sanal dünyanın reel dünyayı bastırması küreselleşmenin önemli basamakları olarak sayılması gerekir.

Uluslararası Politikanın Küreselleşmesi

Westphalia Barışı ile kutsanan modern devletin teritoryalitesi, yeryüzünün keskin sınırlarla belirlenmiş bir parçasını yönetmesidir. Egemenlik ise bu yönetme hakkının mutlaklığını ve sınırlandırılmazlığını yani münhasır olmasını anlatır. Uluslararası politikanın küresel dönüşümü, uluslararası sistemde realist kurama göre tekil ve liberal kurama göre de başat aktör konumundaki devletin tahtını sallamaktadır çünkü ÇUŞ’lar, küresel STK’lar hatta Bill Gates gibi süper bireylerden oluşan devlet dışı aktörlerin sayıları ve etkinlikleri artmaktadır.

Anarşik bir yapı olan uluslararası sistemde modern devletin varlığının iki aksını oluşturan egemenlik ve teritoryalitesini korumak üzere askerî güvenlik temel amaç iken insan ve uyuşturucu kaçakçılığına dair alınacak tedbirleri içeren yumuşak güvenlik sorunları daha başat hâle gelmektedir. Bugün küreselleşme, ulus-devleti bir sandviç gibi alttan ve üstten sürekli baskılarken ulusdevletlerin kendi rızalarıyla üyesi oldukları uluslararası örgütlerin etkinlik alanları arttıkça üstten gelen baskılarla Westphalian sistemin uzantısı egemenlik fikri büyük ölçüde aşınmaktadır. Aynı şekilde her alanda önemi artan “insan merkezli/odaklı yaklaşım” ön plana çıkmakta, insan haklarının küresel gündemde giderek daha başat bir yer edinmesi ve “insani müdahale” kavramanın popülerliği Westphalian egemenlik anlayışını mezara gömerken bizi yeni bir Orta Çağ ile buluşturmaktadır. Küreselleşme sürecine dair kültürel ve dolayısıyla siyasal eleştirilerden bir tanesi de küreselleşmenin tek tipleştirici etkisidir. Aslında kültürel anlamda tek tipleşmeyi matbaanın icadıyla ilk standart ürün olarak kitap ile başlatabiliriz. Bilgi devrimi, ulus-devletin icbar ettiği ulus kimliğini aşındırıp içini boşaltırken farklı kimlik taleplerinin dillendirilmesi, kamusal görünürlük talepleriyle devlet karşısına çıktıkları için kaçınılmaz olarak siyasallaşmaktadır. Böylece sadece ulusal kimlik yerine sahip olduğumuz sosyal rol sayısınca kimliğimizi fark etmeye başlamaktayız ve bu kimliklerimizi daha rahat yaşayabilmek ve ifade edebilmek için taleplerde bulunmaktayız.

Sanayi Devrimi ise üretim sürecinin ve üretilenlerin standartlaşmasını mümkün kıldığı için bu ürünlerin kullanıcıları da dolaylı olarak standartlaşmaya başlamıştır. Sanayi Devrimi sonrasında Batı, artan ham madde ve pazar ihtiyacını keşfettiği yerleri işgal ve ilhak etmenin ötesinde endüstrisi için dönüştürme hatta yeniden inşa çabasına girişti. Özellikle modernleşme sürecinde Batı tipi modernitenin tüm dünyaya yaygınlaşması söz konusu iken geçen zaman alternatif modernliklerin ve farklı modernite okumalarının da önünü açmıştır. Böyle olduğu için küreselleşmeyi sadece homojenleştirici veya tek tipleştirici vasfı kadar heterojenleştirici ve çok tipleştirici vasfını da göz ardı edemeyeceğimiz aşikârdır.

Sanayi Devrimi’nin sonuçlarından (köyden kente) göç okuma-yazmayı tetiklerken kökleri Rönesans’a kadar götürülebilecek sekülerleşmeyle dinin sosyal önemi azalmış ve şehirlerde sayıları hızla artan kalabalıkları yeni bir ideal etrafında toplamak ve bir sosyo-siyasal ünite olarak ulus ve ulus-devlet ana temalarıyla milliyetçilik/ulusçuluk giderek belirginlik kazanmıştır.

Karmaşık karşılıklı bağımlılık teorisi bu kuramların ortaya koyduğu zihinsel arka plandan ve literatür zenginliğinden faydalanarak ülkelerin farklı oranlarda bile olsa birbirlerine muhtaç olduklarını ortaya koymuştur. Bu durum devletlerarasındaki bağımlılığın giderek çetrefilleşmesi ve devletlerden başka diğer aktörlerin de oyuna müdahil olması anlamına gelmektedir. Ulaşım ve iletişim maliyetlerinin azalmasıyla eskiden ancak devletlerin güç yetirebildiği organizasyonları artık sıradan insanlar da yerel, ulusal ve küresel düzeyde düzenleyebilmektedirler. Bu örgütlenebilme kapasitesi alttan gelen kimlik baskılarını besledikçe ulus-devletin özellikle formel millî/ulusal eğitim tekeli aracılığıyla sadece ulus kimliğini dayatarak toplumu tek tipleştirmesi giderek çözülmektedir.

Bilgi devrimi, ulus-devletin icbar ettiği ulus kimliğini aşındırıp içini boşaltırken farklı kimlik taleplerinin dillendirilmesi, kamusal görünürlük talepleriyle devlet karşısına çıktıkları için kaçınılmaz olarak siyasallaşmaktadır. Böylece sadece ulusal kimlik yerine sahip olduğumuz sosyal rol sayısınca kimliğimizi fark etmeye başlamaktayız ve bu kimliklerimizi daha rahat yaşayabilmek ve ifade edebilmek için taleplerde bulunmaktayız. Ulaşım ve iletişimin kolaylaşmasıyla ulus devletler sadece küresel STK’lar ve onlarla işbirliği içindeki yerel ve ulusal STK’ların baskısı altında olmayıp küresel çapta örgütlenmiş (mafya gibi) suç ve terör örgütleri ile onların yerel ve ulusal işbirlikçileriyle de mücadele etmek durumundadır.

Küreselleşme çelişkili bir biçimde eleştiriye uğradığı cihetten hem dünyayı tek tipleştirmekte hem de birbirinden farklı yaşam biçimlerini bir araya getirmektedir. Aslında küreselleşme artan bilgi edinme imkânlarıyla yaşadığımız dünyanın daha fazla farkına varma sürecidir. Böylece bir yandan bireysel, yerel, bölgesel, ulusal sorunlarımız söz konusu olsa bile hepsine küresel çözümler üretilebileceği fikri giderek yaygınlık kazanmaktadır. Böylece yerel olan her şey küreselleştiği bir zamanda dünyada, yerkürenin herhangi bir yerinde şu an ya da daha önce var olan her şey de küreselleşmektedir. Küresel siyaseti mümkün kılan uluslararası politikanın dönüşümü ya da ayrışmasından ziyade tabu olan her konunun küresel bazda tartışılmaya başlanmasıyla insanların bu konuda tasarrufta bulunmak durumundadır.

Sonuç

Küreselleşme dediğimizde her ülke, sosyal katman ve birey bu süreçten farklı tarzlarda etkilenmekte ve etkilemektedirler. yi, mesafenin fiziksel boyutu değişmeden zamanca kısalması olarak tanımladığımızda elbette sadece dünyanın her yerine daha kolay ulaşılır olması ve ulaşım maliyetlerinin azalmasını kastetmiyoruz. İnsanoğlunun eski rüyalarından her yerde birden hazır ve nazır olmayı sağlayan telgrafın icadıyla başlayıp telefonla devam eden ve İnternet ile taçlanan iletişim devrimini atlamamız gerekir.

Küreselleşmeyi genelde Batı’nın özelde ABD’nin ekonomik, siyasal ve kültürel etkinliğinden hareketle Amerikanlaşma, şeklinde Batı modernitesinin tüm dünyayı ele geçirmesi olarak tanımlamak küreselleşmeyi emperyalizmle bir tutmak kadar yaygındır. Hâlbuki küreselleşme Rönesans, Coğrafi Keşişer ve Aydınlanma eşliğinde ortaya çıkan Avrupa merkezli modernitenin farklı okuma ve pratiklerini mümkün kılarken alternatif moderniteler ve farklı küreselleşmeler gündeme gelmektedir. Batı’nın sömürgeleştirmesiyle mağdur ve madun olmuş geniş kitleler küresel sistemin periferisinden merkeze doğru ilerleme imkânı kazandıkça küresel sisteme de entegre olmaktadırlar.

Küreselleşme, özellikle ekonominin başatlığıyla yerel ne varsa pazarlanabilirliği ölçüde fark edilir kılmaktadır. Böylece küreselleşmeyi sadece yerel pazarların küresel markaların işgali gibi basitleştirmek yerine yerelin de küresel pazarlara açılmasını sağlamaktadır. Bu da sadece yerel ve küresel arasında bir bağımlılık ilişkisi yaratmamakta, ulusal ve bölgesel paydaşlar eşliğinde hem pazar hem de iktidar alanı genişledikçe erkin tekilliği yerini daha paylaşımcı özellikleri ağır basan küresel yönetişime bırakmaktadır.