ULUSLARARASI POLİTİKA II - Ünite 4: Uluslararası Politika ve Bölgeselleşme Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Uluslararası Politika ve Bölgeselleşme

Giriş

Uluslararası sistemde 1950’lerden sonra önemli bir olgu olarak beliren bölgeselleşme önce Avrupa’da yeşermiş, ardından tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Bölgeselleşme girişimlerinin son altmış yılını iki aşamada değerlendirmek gerekir. İlk aşama 1950’lerden 1980’lerin sonuna kadar olan dönemdir. Bu dönemde bölgeselleşme çalışmaları devlet egemenliği karşıtlığında gelişmiştir. Soğuk Savaş Dönemi’nin getirdiği güvenlik kaygıları, bölgeselleşme girişimlerinin de güvenlik boyutuyla ön plana çıkmasına yol açmıştır. Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO), Güneydoğu Asya Anlaşması Örgütü (SEATO), Merkezî Anlaşma Örgütü (CENTO) ve Varşova Paktı gibi güvenlik örgütleri bu dönemin bölgeselleşme çalışmaları olarak hayata geçirilmiştir. İkinci aşama 1980’lerin sonlarından günümüze uzanan dönemdir. “Yeni bölgeselcilik” olarak adlandırılan bu dönemde yalnızca güvenlik değil ekonomik anlamda küresel rekabet de önemli bir konu halini almıştır. O nedenle bu süreç iki boyutta ele alınmalıdır. Ekonomik ve ticari bütünleşme girişimlerini hayata geçirmek için 1990’larda Kuzey Amerika Serbest Ticaret Alanı (NAFTA), Büyük Arap Serbest Ticaret Alanı (GAFTA), Latin Amerika Ekonomik İşbirliği (MERCOSUR) ve Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) gibi ticarî ve ekonomik bloklar, Avrupa Birliği (AB) ve Güneydoğu Asya Ulusları Birliği (ASEAN) gibi daha eski birliklerin yanında yerlerini almıştır. Güvenlik alanındaki bölgeselleşme çalışmaları da hem bölgeden kaynaklanan yeni tehditlere karşı birlik olma hem de küresel güvenlikte etkin olan ülke veya örgütlerle eşgüdüm içinde hareket edebilme çerçevesinde şekillenmiştir. Bölgesel sorunlar temelinde kurulan Afrika Birliği, Arap Birliği gibi bölgesel iş birlikleri BM ve NATO gibi diğer örgütlerle eşgüdümü yoğunlaştırmıştır.

Günümüzde küreselleşme ne kadar yoğun tartışılıyorsa, bölgeselleşme de önemini bir o kadar arttırmaktadır. Küreselleşme ve bölgeselleşme birbirine alternatif iki süreç değildir. Birbirini tamamlayan ve destekleyen süreçler olarak görmek en doğru yaklaşım olacaktır.

Kavramsal Çerçeve

Bölge

Uluslararası politikada bölge (region) tanımı yapılırken iki ayrı ölçüt kullanılır. Bunlardan ilki maddi tanımdır ve dünya üzerindeki belirli bir alana ilişkin olup kara veya deniz olabilir. İkincisi ise uluslararası politika açısında tanımlanır ve üzerinde en az birden fazla sayıda devletin yer aldığı belli bir coğrafi bölge anlamına gelir. İlk tanımın esas kriteri coğrafya iken ikinci tanım coğrafyayı da hesaba katan normatif bir tanımdır. Uluslararası politikada bölgelerin kesin sınırlarının belirlenmesi tartışmaya açık bir konudur. Örneğin; AB kapsamında Avrupa’nın sınırlarının belirlenmesi önemli bir belirsizliktir.

Bölgelerin sınırlarının kesin olarak belirlenememesinin en önemli nedeni bölgeler arası geçişkenliktir. Kimi devletler bazı kriterlere göre bir bölgede yer alırken; bazı kriterlere göre başka bir bölgede de yer alabilir. Örneğin; Türkiye coğrafya, din ve bazı kültürel noktalar açısından Orta Doğu içinde değerlendirilebilir. Fakat coğrafya, ekonomik ve siyasal yapı ve bazı kültürel noktalar açısında da Avrupa içinde görülebilir. Bazı kriterlere göre Akdeniz bölgesinde yer alan bir ülke olabileceği gibi Balkanlar alt bölgesinde de konumlandırılabilir. Kısaca; bölgenin statik bir tanımının yapılması ve sınırlarının belirlenmesi mümkün değildir.

Sınır belirlemekte zorluklar yaşansa da coğrafya, bölgelerin belirlenmesinde temel işleve sahiptir. Bu sayede aynı, bitişik veya komşu coğrafyada yer alan devletler arasındaki ilişkiler uluslararası sistemin bir alt sistemini oluşturur ve aynı zamanda uluslararası toplumun da bir alt toplumunu inşa eder.

Bölgeselcilik

“Bölgeselcilik” (regionalism) kavramı devletler arasındaki bölgesel düzeyde iş birliğini geliştirmeye çalışan siyasi girişimleri, resmi proje ve süreçleri kapsamaktadır. Bu girişimlerin amacı, bölge düzeyinde bir uluslararası toplum veya düzen oluşturmaktır. Bölgeselcilik, bölge devletlerin öncülüğünde olur ve tepeden inmeci bir niteliğe sahiptir. Bu girişimlerin bir örneği II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Savaşların önlenmesi, sürekli barış ortamının tesis edilmesi ve “Avrupa’da Birlik” düşüncesinin gerçekleştirilmesi amacıyla önce Avrupa Konseyi oluşturulmuş (1949), ardından bugünkü Avrupa Birliği (1951) ile sonuçlanacak bütünleşme hareketi başlamıştır. Bu sayede Avrupa’daki bölgeselcilik çalışmaları somut sonuçlar vermiş ve “bölgeselleşme” biçimini almıştır.

Bölgeselleşme

“Bölgeselleşme” (regionalization) kavramı, bölgesel boyutta devletler arası fiili işbirliğinin gelişimini ifade eder ve ekonomik, güvenlik ve siyasi alanlarda gerçekleşen iş birlikleri bölgeselleşme olgusunu oluşturur. Bölgeselcilik ve bölgeselleşme birbirini dışlayıcı olgular değildir. Bölgeselcilik, bölgeselleşme için itici güçtür. Bölgeselleşme de bölgeselciliğin hedeflerinin büyümesine katkı sağlar.

Bölgeselleşme, aynı bölgede yer alan en az ikiden fazla devlet arasında belirli amaçların gerçekleştirilmesi amacıyla resmî veya gayri resmî iş birliğidir. Avrupa’da savaşı önlemek amacıyla başlatılan bölgeselleşme çalışmalarının zamanla ekonomik getirileri de artmaya başlamıştır. Bu nedenle başlarda Soğuk Savaş şartları ile başlayan bölgeselleşme çalışmaları 1980’lerden itibaren ekonomik boyutu ile ön plana çıkmıştır.

Bölgesel Örgütler

Bölgeselleşmenin somut çıktıları olan bölgesel örgütler, ortak amaçların gerçekleştirilebilmesi için ülkeler arasında bölgesel düzeyde sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi veya güvenlik bağları yaratan hükûmetler arası anlaşmalar yoluyla oluşturulan resmî yapılardır. Etkinlik ve işlevsellik dereceleri birbirinden farklıdır. NATO ve AB hem bölgesel hem de küresel düzeyde etki alanına sahipken; Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü (KEİÖ) ve D8 gibi bazı örgütler oldukça pasif kalmıştır.

Bölgesel örgütlerin sınıflandırılması , üç grup altında yapılabilir: Siyasi, ekonomik ve güvenlik bölgesel örgütleri. Siyasi bölgesel örgütler önemli aktörlerdendir ve bölge ülkeleri arasında pek çok alanda iş birliği yapılmasını öngörür. Örnek olarak Avrupa Birliği, Arap Birliği ve Afrika Birliği gösterilebilir. Ekonomik bölgesel örgütler bölge düzeyinde ekonomik bütünleşme sağlanması, bölgenin kalkındırılması ve refahının artması amacıyla kurulur. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Alanı (NAFTA) ve Avrupa Birliği örnek olarak gösterilebilir. Güvenlik bölgesel örgütleri daha dar kapsamlı olup savunma alanında bölgesel iş birliğini temel alır. NATO, CENTO ve SEATO, örnek bölgesel savunma örgütleridir. Bölgesel örgütler temelde üç gruba ayrılsa da kimi siyasi bölgesel örgütler bir çatı konumundadır ve yalnızca siyasi iş birliklerini değil ekonomi, ticaret, güvenlik, çevre, dış politika, enerji gibi konuları da bünyesine alır. Avrupa Birliği ve Arap Birliği bu yapılara verilebilecek örneklerdendir.

Bölgeselleşmenin Dinamikleri

“Bölgeselleşme” en genel anlamda bölgedeki devletlerin ortak çıkar anlayışı doğrultusunda ortaya çıkmakta ve gelişmektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgeselleşme hareketlerine yol açan pek çok etken olduğu görülmüştür. Güvenlik, ekonomik ilişkiler, hegemonya, küreselleşme ve ortak kimlik gibi unsurlar aynı bölgede yer alan devletleri farklı alanlarda iş birliği kurmaya yönlendirmiştir. Burada amaç, bölgesel çıkar olarak tanımlanabilecek “ortak fayda”yı yükseltmektir.

Güvenlik

Bölgede ortaya çıkan dâhili ve/veya bölgeye yönelik tehditler, bölge içinde güvenlik temelli bir iş birliğine neden olur. Bu kapsamda Avrupa ve Orta Doğu örnek alınabilir. Birincisinde bölgesel düzeyde Avrupa bütünleşmesi amaçlanmış ve bu yolla II. Dünya Savaşı sonucunda yıkıma uğrayan Avrupa’da kalıcı barışın sağlanması ana hedef olmuştur. Almanya’nın bölgesel düzeyde iş birliği ile kontrol edilmesi ve o dönemde savaşın önemli girdileri olan kömür ve çeliğin bölgesel denetimde tutulması için AKÇT (1951) kurulmuştur. İkincisi ise Orta Doğu merkezli bölgeselleşmedir. II. Dünya Savaşı sonrasında birkaç istisna dışında Arap devletleri bağımsızlığını kazanmıştır. Ancak Filistin’e gelen Yahudi göçü önemli bir sorun olarak doğmuştur. Bu kapsamda Filistin merkezli bir güvenlik kaygısı ile Arap devletleri arasında ortak bir duruş ve iş birliği geliştirmek adına Arap Birliği (1945) kurulmuştur.

Ekonomik İlişkiler

Güvenlik kaygılarıyla başlayan bölgeselleşme zamanla ekonomik iş birliği alanına genişlemiştir. Ekonomik alanda iş birliğinin bölgesel barış ve güvenliği kalıcı ve istikrarlı kılacağı varsayılmaktadır. Ulusal ekonomiler arasında karşılıklı çıkar bağı oluşturulursa güç kullanımı ve savaş ihtimali azalacaktır. Avrupa örneğinde kömür ve çeliğin denetim altına alınması, başka ekonomik aktörleri harekete geçirmiş ve kıta bazında ticaretin serbestleşmesi talebi doğmuştur. Bunun sonucunda Roma Anlaşmasıyla AET (1957) kurulmuştur.

Hegemonya

Hegemonik politikaların bölgeselleşmeyi geliştirmesi iki çerçevede ele alınabilir. Birincisi bölgesel liderlik veya hegemonyadır. İkincisi de küresel liderlik veya hegemonyadır. Bölgesel hegemonyada, bölgede yer alan ülkelerden birinin baskın konumu bölgeselleşmeyi teşvik eder. ABD’nin NATO’daki, Rusya’nın BDT’deki ve Mısır’ın Arap Birliği’ndeki konumları bu duruma örnek verilebilir. Küresel hegemonyada ise küresel ölçekte hegemonya kurma peşindeki büyük güçlerin modelleme ve iş birliği girişimleri bölgeselleşmeyi teşvik edici bir unsurdur. Bu duruma örnek olarak II. Dünya Savaşı sonrası Sovyet tehdidini Avrupa’dan uzak tutmak isteyen ABD gösterilebilir. ABD, Avrupa’daki bölgeselleşme çalışmalarını desteklemiştir. Soğuk Savaş sona erince uluslararası düzende ABD liderliğinde bir tek kutuplu yapı meydana gelmiş; ABD kendisine yakın siyasal, ekonomik ve güvenlik bağları olan bölgesel oluşumları teşvik ederek küresel düzenin yönetimini kolaylaştırmak istemiştir.

Küreselleşme

Küreselleşme ile gelen ticaret ve sermaye hareketlerindeki serbestleşme, küresel rekabetin artmasına, ülkelerin yakın komşularıyla daha yakın iş birliği kurmasına ve bu rekabet ortamında daha avantajlı konum elde etmeye çalışmasına yol açmıştır. Uluslararası rekabetin olduğu ortamda bölgeselleşme, ekonomik boyut kazanarak kendini göstermektedir. Bu açıdan “ortak pazar” hedefi küresel rekabette bölgeselleşmenin en önemli gerekçesini oluşturur. “Yeni bölgeselleşme” döneminde ülkelerin küresel piyasada rekabet güçlerini koruması veya arttırması önemli hedeflerden biri haline gelmiştir.

Ortak Kimlik

Kültür ve tarihin yanı sıra ortak kimlik de bölgeselleşme çalışmalarında öneme sahiptir. Kimlik ortaklıkları, yakın iş birliklerini kolaylaştırır. Ortak kimliğin bölgeselleşme gelişimindeki rolü iki çerçevede ele alınabilir. Birincisi, yukarıda bahsi geçen başlıca dinamiklerin ortak kimliğe dayalı olarak kolaylaştırılacağı beklentisidir. Örneğin; AB bütünleşmesinde “Avrupalılık”, Araplar arası iş birliğinde “Araplık”, Müslüman ülkeler arası iş birliğinde “İslam” kimliği amaçların hayata geçirilmesinde kolaylaştırıcı birer faktördür. İkincisi, ortak kimlik anlayışının bölgedeki bir kısım birlik ideallerinin hayata geçirilmesine olanak tanıyacağı yolundaki popüler beklentiyi beslemesi ve iş birliğine girişen hükûmetleri cesaretlendirmesidir. Ortak kimlik, kültür ve tarih, bölgesel birlik idealinin günümüze bölgeselleşme olarak yansımasını sağlamaktadır. Ortak kimlik, bölgeselleşmeyi geliştirmeye çalışan devletlerin ve liderlerin vurgu yaptıkları çok önemli bir alandır. Çünkü hükümetlerin çalışmalarını kısmen meşrulaştırır.

Bölgeselleşme / Küreselleşme Etkileşimi

Küreselleşen dünyada ülkeler arası iletişim kadar ülkeler arası bağımlılık da giderek artmaktadır. Küreselleşme bu bakımdan insanlığı tek bir mekânda bulunmaya zorlama eğilimindedir. “Tek mekân” ile anlatılmak istenen pazar, toplum, siyasal düzen ve kültürel çevre gibi pek çok olguya işaret etmektedir. Bununla birlikte küreselleşme ve bölgeselleşme arasındaki ilişkiye yönelik farklı yorumlamalar da yapılmaktadır. Bu iki olgunun birbirinin alternatifi olduğu yönünde görüşler öne atılmaktadır. Oysa bu iki olgu birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. Bölgeselleşme geliştikçe küresel yönetişim kolaylaşmaktadır.

Bölgeselleşmeye karşılık küreselleşmenin öncelikli olduğunu savunan görüşün gerekçeleri şu şekilde özetlenebilir:

  • Dünya üzerinde karşılıklı bağımlılık bölgesel sınırları aşmıştır ve bağımlılıklardan kaynaklanan sorunlar ancak küresel girişimlerle çözülebilir.
  • Bir bölgedeki sorunların çözümü için bölgesel kaynaklar yeterli olmayabilir ve küresel desteğe ihtiyaç duyulur.
  • Bir bölgedeki istikrarsızlık bölge dışına çıkıp küresel düzeyde dünya barışını tehdit edebileceğinden bu aşamada küresel mekanizmalara ihtiyaç duyulur.
  • Bölgede hegemonya kurmaya çalışan ülkelerin kontrolü ve saldırgan ülkelere karşı yaptırımlar küresel girişimlerle sağlanabilir.
  • Bölgelerin sınırlarının coğrafi olarak tam olarak belli olmaması uluslararası barış ve istikrarın sağlanmasında ciddi bir belirsizlik potansiyeli taşımaktadır.
  • Bölgesel güvenlik örgütleri küresel ölçekte rekabet yaratabilir ve bu da küresel boyutta büyük savaşları muhtemel kılar.

Küreselleşmeye karşılık bölgeselleşmenin öncelikli olduğunu savunan görüşün gerekçeleri de şu şekilde özetlenebilir:

  • Coğrafi olarak dar ölçeklerde ve az sayıda ülke arasında siyasal, ekonomik ve sosyal bütünleşme çok daha kolay elde edilebilir bir amaçtır.
  • Bölgesel ekonomik iş birlikleri küresel rekabet ortamında taraflara rekabet gücü kazandırır.
  • Bölgesel tehditler, ülkeler açısından küresel tehditlere kıyasla daha öncelikli olduğundan tehditler bölgeselleşmeyi daha fazla teşvik etmektedir.
  • Bölgesel ölçekte yönetim mekanizmaları kurmak ve “güç dengesi” sağlamak daha kolaydır.
  • Müzakere taraflarının sayısı az olduğu için bölgesel ölçekte müzakerelerden daha kolay sonuç elde edilebilir.
  • Küreselleşmenin aksine; ortak kimlik ve kültür yoluyla bölgesel ölçekte devletler arasında homojenlik yaratılması, barış ve istikrarın sağlanması daha kolaydır.

Dünya politikası gerçeğine bakıldığında küreselleşme ve bölgeselleşmenin alternatif olarak uygulanmadığı; aksine ülkelerin bir taraftan küreselleşme sürecine katılıp küresel pazardaki payını arttırmaya çalışırken bu yarışta daha avantajlı konuma geçmek adına komşularına sarılıp bölgeselleşme faaliyetlerini sürdürmektedir.

Bölgeselleşmeyi öngören örgütler ile küreselleşme doğrultusunda hareket eden örgütlerin rol ve işlevleri konusunda bir denge ve birbirini tamamlama mekanizması oluşturulmalıdır. BM Sözleşmesi de bu türlü bir denge kurulmasını öngörmektedir. Sözleşme’nin 53’üncü maddesi ile bölgesel örgütlerin Güvenlik Konseyi’nden onay almadan zorlayıcı tedbirler uygulaması yasaklanmıştır. Zorlayıcı tedbir ile anlatılmak istenen müdahale ve yaptırımlardır. Bölgesel örgütlerin kuruluş sözleşmelerinde hem genel olarak BM Sözleşmesi’ne hem de özellikle bölgesel örgütlere ilişkin yedinci bölüme atıflar vardır. Yerel sorunun bölgesel girişimlerden başlayarak çözüme kavuşturulması, bunların yetersiz kalması halinde küresel örgüt olarak BM’nin harekete geçmesi öngörülmüştür.

Bölgeselleşme Düzeyleri

Bölgeselleşme düzeyleri, çeşitli bölgelere göre farklılık göstermektedir. Fakat en basit haliyle bölgeselleşme düzeylerini üç ana başlık altında incelemek mümkündür:

Bölgesel İş Birliğ i

Bölgeselleşme düzeyinin en gevşek yapıda olanıdır. Bölge ülkeleri çeşitli alanlarda çok taraflı anlaşmalar imzalayabilir. Sadece ortak bildiri yayınlayıp iş birliği platformu tesis edebilirler. Bu tür bir iş birliği için çok taraflı anlaşma veya örgütsel yapı zorunlu değildir. Afrika Birliği, ADÖ ve Arap Birliği bu alanda verilebilecek örnekler arasındadır.

Bölgesel Bütünleşme

Bölgesel bütünleşme düzeyi ülkeler arasında en çok ekonomik ve ticari alanda ortaya çıkmaktadır ve kendi içinde pek çok aşaması vardır:

  • Bütünleşme bölgesel düzeyde çok taraflı bir anlaşma ile oluşturulur.
  • Taraflar arasında kalıcı ve çoğunlukla geri döndürülmez ilişkiler oluşturulur ve bu ilişkilerin sonuçlarından üye ülkelerin toplumları faydalandırılır.
  • Bölge içi ticaret ve yabancı yatırımların artması bölgesel bütünleşme ilişkilerinin sonuçları arasında yer alır.
  • Bu ilişkilerden ülkeler makro düzeyde pazar genişlemesi, istihdam ve ihracat artışı gibi yollardan fayda görür.

Bölgesel bütünleşme 4 aşamalı bir süreçtir:

  1. Üye ülkeler arasında bir serbest ticaret alanı (STA) oluşturulması ilk aşamadır. EFTA, NAFTA ve GAFTA bu kapsamda verilebilecek örnekler arasındadır.
  2. Gümrük birliği oluşturulması ikinci aşamadır. Bu sayede üye ülkeler tek bir gümrük alanı olarak değerlendirilir.
  3. Ortak bir pazar tesis edilmesi üçüncü aşamadır. Üyeler arası ticaretin tek pazar ortamında gerçekleştirilmesini teminen pek çok ekonomi politikasında uyumlaştırma yapılır.
  4. Bölgesel bütünleşme çerçevesinde ekonomik ve parasal birliğin kurulması dördüncü aşamadır. Bu aşamada ülkelerin birbirinden bağımsız olarak ekonomi ve para politikaları belirleme imkânı kalmaz. 1993 Maastricht Anlaşması sonrası AB’nin gerçekleştirmeye çalıştığı ekonomik ve parasal birlik kısmen bu durum örnek verilebilir.

Bölgesel Birlik

Bölge düzeyinde siyasî birlik tesis edilmesi bölgesel iş birliği ve bütünleşme girişimlerinin doğal sonucudur. Bölgeselleşmenin en gelişmiş aşaması, “birlik kurma” girişimidir. Birlik kurma aşamasına gelmiş olan bölgeselleşme girişimleri artık sadece ekonomik ve parasal birlik kurulmasıyla sınırlı kalmayıp ortak dış politika ve güvenlik politikaları ile savunma ve içişleri politikalarının da uyumlaştırılması aşamasına gelirler. Bugün dünyada “birlik” adıyla bulunan birçok bölgeselleşme girişimi aslında birlik değil iş birliği düzeyindeki bölgeselleşmeyi gösterir. Bölgeselleşme yoluyla dünyada tam anlamıyla siyasi birliğe ulaşılmış bir oluşum henüz olmamakla birlikte AB bu konuda çok önemli bir mesafe kat etmiştir.

Sonuç

Hem bölgesel hem de küresel girişimler, ülkelerin ulusal çıkarlarını koruma ve geliştirme amaçları doğrultusunda yapılmaktadır. Bölgeselleşme girişimlerinin tamamının başarıya ulaştığı söylenemez. Başarı seviyesi bölgeden bölgeye ve konudan konuya farklılıklar göstermektedir. Coğrafi anlamda bu konuda model kabul edilen Avrupa, dünyanın diğer bölgelerinde bölgeselleşme çalışmalarına örnek teşkil etmiştir.

Konu bazında bakıldığında ekonomik bölgeselleşme girişimlerinin güvenlik ve siyasi bölgeselleşme girişimlerine kıyasla daha başarılı olduğu görülmektedir.

Bölgeselleşme günümüzde uluslararası politikanın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Gelişmiş bölgelerdeki bölgeselleşme hareketi dünya politikasını daha fazla etkilerken; az gelişmiş bölgelerin uluslararası politika üzerindeki etkisi daha düşük bir orandadır. Uluslararası politikada devletlerin amaçlarını tek başına gerçekleştirmesi olanağı sınırlı iken amaçların ve çıkarların bölgeselleştirilmesiyle devletler ortak amaçlarına daha kolay ulaşma imkânına sahiptir.