UYGARLIK TARİHİ I - Ünite 4: Eski Anadolu Uygarlıkları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Eski Anadolu Uygarlıkları

Anadolu’nun Tarih Öncesi (Prehistorik) Dönemleri

Anadolu, Asya ile Avrupa kıtaları arasında üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımadadır ve dağlar, platolar, ovalar ve vadilerden oluşan engebeli bir topoğrafik yapıya sahiptir. Bununla birlikte zengin akarsu su yataklarına, ekonomik değeri yüksek hammadde kaynaklarına ve yerleşik hayata uygun iklim koşullarına sahiptir.

Paleolitik Çağ (Eski Taş Çağı, Yontma Taş Devri) (G.Ö. 600.000-12.000/11.000): Bu çağ, insanlık tarihinin başlangıç evresi, Besin Toplayıcılığı olarak da bilinmektedir. Bilecik, Adıyaman, Ankara gibi merkezlerde yapılan ön araştırmalarda bulunan çakmak taşı, aletler ve el baltaları Anadolu’daki prehistorik dönem araştırmalarının başlangıç noktasını oluşturmuşlardır. Anadolu’da Paleolitik Çağ’ın en eski yerleşimleri İstanbul’da Küçük Çekmece Gölü’nün 1.5 km kadar kuzeyinde yer alan Yarımburgaz Mağarası ile Antalya’n›n 27 km kuzeybatısında, Şam Dağı’nın Akdeniz’e bakan yamaçlarında bulunan Karain Mağarası’dır. Yarımburgaz Mağarası’nda yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu mağarada 20-25 kişilik bir topluluğun barındığı, kış aylarında ise mağaranın ayı türü hayvanlar tarafından in olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Karain Mağarası’nda yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda ise şimdilik en eski insan fosil kalıntılarının bulunmasıyla birlikte Orta Paleolitik Çağ’a ait ocak ve odun kalıntıları bulunmasıyla insanoğlunun ateşi kullanmaya başladığı düşünülmektedir. Üst Paleolitik evreye ait buluntular ise Yarımburgaz ve Karain Mağaraları yakınlarında bulunan Üçağızlı Mağara’da ortaya çıkmış Homo sapiens türü insanın yapmış olduğu aletlerdeki büyük gelişme ve çeşitlilik dikkat çekmekte, Karain ve Öküzin Mağaralarında bulunan hayvan ve insan figürleriyle de avcılık ilişkilendirilmektedir.

Mezolitik Çağ (Epipaleolitik Çağ, Orta Taş Devri) (G.Ö. 12.000-11.000): Bu çağ, Paleolitik Çağ ile yerleşik düzen ve üretim ekonomisinin gerçekleştiği Neolitik Çağ (Cilalı Taş Devri) arasındaki geçişi hazırlayan ara evredir. Anadolu’da bu çağa ait yerleşke Toroslar ‘ın güneyi ile Marmara Bölgesi ve Orta Karadeniz olarak saptanmıştır. Yaşam biçimi Paleolitik Çağ’dan büyük bir farklılık göstermemekle birlikte en önemli buluntuları mikrolit olarak tanımlanan yarım ay, üçgen ve yamuk biçimli küçük taş aletlerden oluşmaktadır. İlk kez farklı malzemelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan oraklar üretimde, biçme işleminin ortaya çıkmasına tarihlenmektedir. Öküzini’nde ise dibek ve öğütme taşlarının kullanımı ile de tahıl öğütme sürecine girildiği saptanmıştır.

Neolitik Çağ (Cilalı Taş Çağ, Yeni Taş Çağı) (İ.Ö. 10.000- 5.500): Bu çağın en önemli özelliği, yaşamını avcılık ve toplayıcılıkla sürdüren insanoğlunun üretici bir yaşama geçişi olarak tanımlanabilir. Üretim ile birlikte yerleşik yaşama geçilmiş olup ilk köylerin ve kentlerin kurulmasıyla gelişme gösteren bu çağda Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Diyarbakır ve Urfa çevresi ile Tuz gölü’nün güney kesimlerinde ve Göller bölgesinde hareketlilik başlamıştır. Bu çağ kendi içinde 3 ana evreye ayrılmaktadır.

  • Çanak Çömleksiz (Akeramik) Neolitik
  • Erken Neolitik
  • Geç Neolitik

Çanak Çömleksiz Neolitik Dönemi’nin en önemli merkezleri Hallan Çemi (Batman), Çayönü (Diyarbakır), Nevali Çori (Urfa) ve Göbekli Tepe (Urfa) oluşturmaktadır. Batman ili Kozluk ilçesi yakınlarında yer alan Hallan Çemi Höyüğü, Neolitik Çağ’ın hiç bilinmeyen en erken evreleri konusunda yeni bilgiler sağlayan, Anadolu’nun bugüne kadar saptanmış en eski köyüdür. Burada yapılan araştırmalar sonucu, Obsidyen ve çakmak taşı aletlerin yanı sıra ele geçen havan, havan eli ve ezgi taşı örnekleri tahılların öğütülmüş olduğuna işaret etmekte, bezemeli taş çanaklar, boncuklar ve kemik olta iğneleri diğer önemli buluntu grubunu oluşturmaktadır. Bu evrenin bir diğer önemli merkezi olan Çayönü, Diyarbakır’ın Ergani ilçesi yakınlarında yer almaktadır. Neolitik Çağ’ın bütün evrelerinin saptandığı bu yerleşmede, baştan beri tarımın bilindiği, buğday ekiminin yapıldığı ortaya çıkmıştır. Ergani bakır madeni ile komşu bu yerleşme yerinin bakırı kullanmayı bildiğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir.

Kültürel bir kesintiden sonra, İ.Ö. 7. binyılın başlarında Kilin elle şekillendirilip ateşte pişirilmesiyle elde edilen çanak çömleklerin kullanılmaya başlandığı Erken (Çanak Çömlekli) Neolitik Çağ’a geçilmiştir. Bu döneme ait yerleşimlerin çoğu Anadolu’nun güney kesiminde, Toroslar’ın güney ve kuzey eteklerinde kurulmuştur. Bu döneme ait en önemli yerleşim yeri olan Çatalhöyük, Yakın Doğu’nun bilinen en büyük kasabalarından biridir. Burada bulunan heykeller, çanak çömlekler, bakır ve kurşundan yapılan takılar ve bitki lifi ve hayvan kılından yapılan dokumalar Çatalhöyük sakinlerinin yüksek uygarlık seviyesine ulaştıklarının göstergesidir. Aynı zamanda duvarda bulunan bir panoda dünyada ilk kez bir yerleşme yerinin planı yeralmaktadır.

Geç neolitik çağda ise Anadolu’nun gerçek üretimci köylü toplumları ortaya çıkmıştır, hayvan besiciliği, tarım gelişmiş, çanak çömlek yapımı ise iyice yaygınlaşmıştır. Bununla birlikte sanatta da değişiklikler kendini göstermiş ve av sahneleri yerine tarımla değişen toplumda Toprak Ana/ Ana Tanrıça figürleri yer almıştır. Bu çağın en iyi temsil edildiği yerlerin başında Burdur’un güneybatısında yer alan Hacılar Höyüğü gelmektedir.

Kalkolitik Çağ (Bakır Taş Çağ) İ.Ö. 5500-3200/300: Uygarlık tarihi açısından İleri Üretimci Topluluklar Dönemi ya da Gelişkin Köy Dönemi şeklinde tanımlanan bu dönem; taş aletlerin giderek azaldığı madenciliğe geçildiği dönemdir ve ilk kullanılan maden bakır olmuştur. İki evrede incelenmektedir:

  • Erken Kalkolitik Çağ
  • Geç Kalkolitik Çağ

Erken Kalkolitik Çağ’ın en önemli özelliği bakır kullanımın yaygınlaşması ile özgün boya bezemeli çanak çömlek geleneğinin ortaya çıkmasıdır.

Geç Kalkolitik Çağda ise göçlerle gelen etkiler sonucu yeni çanak çömlek gelenekleri ortaya çıkmış, Ana Tanrıça heykelleri daha soyutlaşmış, mermerden yapılan idoller yaygınlaşmış ve maden kullanımıyla ilgili olarak da ticaret oldukça yaygınlaşmıştır.

Anadolu’nun Tunç Çağları

Çağa adını veren tunç, önceleri bakır ve arsenik, sonra da bakır ve kalayın belirli oranlarda birbirine karıştırılmasıyla elde edilen bir alaşımdır. Bu Çağda tunçla birlikte hemen hemen tüm madenlerin dökme ve dövme tekniğiyle kullanıldığı görülmektedir. Bu çağda madencilikle birlikte kent yaşamı başlamış, Anadolu’da sosyal sınıfların giderek belirginleştiği, ilk bağımsız beyliklerin, siyasal örgütlenmelerin ve merkezi yönetime bağlı devletlerin ortaya çıktığı görülmektedir.

İlk Tunç Çağı (İ.Ö: 3200/3000-2000): Geç Kalkolitik dönemin sonlarından yazının kullanımına kadar çok uzun bir süreyi kapsamaktadır. Bu çağda yöneticiler güçlü bir sınıf olarak ortaya çıkmıştır, tapınak, saray ve idari binalar bu çağ için karakteristiktir. Troya, Alacahöyük, Hasanoğlan, Mahmatlar, Horoztepe, Eskipiyar, İkiztepe ve Aslantepe kazılarından çıkan madeni buluntular bugün Anadolu Uygarlıklarının en seçkin örneklerinden olup, ilk kez Anadolu’da çömlekçi çarkının kullanılmaya başlanmasıyla , kağnı biçimindeki dört tekerlekli araba bu dönemin en önemli teknolojik buluşlarındandır.

Akkad İmparatorluğu’nun kurucusu I. Sargon ve NaramSin’e ait yazılı belgelerde adının geçmesiyle birlikte Anadolu Ön Tarih / Protohistorik Çağı’na girmiştir ve bu belgelerde bugün için Anadolu’nun en eski adı olarak biline Hatti Ülkesi adı geçmiştir. Anadolu’nun zenginliğini fark eden Assurlu Tüccarlar tarafından Mezopotamya ile Anadolu arasında yoğun bir ticaret ağı kurulmuştur ve böylelikle Assurlu tüccarlar tarafında yazı öğrenilmiş ve Uygarlık tarihinin ikinci evresi yani Anadolu’nun tarihi Çağları başlamıştır.

Orta Tunç Çağı (İ.Ö. 2000/1900-1500/1450): Üzeri çivi yazılı kil levhaların bir diğer tanımla tabletlerin bulunduğu bu dönemde, tabletler üzerinde ticari anlaşmalar, evlilik kararları evlat edinme, boşanma, köle ticareti, miras gibi konularla ilgili bulgulara rastlanmıştır. Güçlü ticari ilişkilerin olduğu bu dönemde iki tip ticaret merkezi kurulmuştur: bunlardan ilki ve en önemli olanı Anadolu’da bu dönemin siyasi erkleri olan beyliklerinde yakınlarında kurulmuş olan Assurca karum denen büyük Pazar yerleri, diğer merkez ise Assurca vebartum denen yerleşmelerdi. En çok yazılı belge veren ve en iyi tanınan karum, Kayseri’nin 20 km kuzeydoğusunda yer alan Kültepe’deki Kaniş (Nefla)’tir.

Assur ile Anadolu arasındaki ticaretin temelinde Assur’dan kalay ve dokuma ürünleri dış satımı, karşılığında da Anadolu’dan gümüş ve değerli taş alımı bulunmaktaydı.

Eski Hitit Devleti: Anadolu’da beylikler halinde yaşayan ve farklı diller konuşan, Hattiler, Luviler, Palalar ve Hurriler gibi birçok halk bulunmaktaydı. Kökeni Kuşşara kentine dayanan Pithana oğlu Anitta, Nefla (Kültepe), Zalpa ve Hattuş (Boğazköy)’ü ele geçirmesinden sonra kendisine verilen Büyük Kral unvanıyla birlikte, Nefla kentini kendine başkent yapmıştır, Anadolu beyliklerini de birer birer denetim altına almıştır ve böylelikle merkezi Hitit Devleti’nin temelleri atılmıştır. Kendisinden yüzyıl sonra yine aynı soydan gelen Kuşşaralı Labarna tarafından da Hattuş kenti başkent yapılmış böylelikle feodal ve teokratik Hitit devleti kurulmuştur. Yapılan fetihler sonrası Hititler kısa süre içinde Yakın Doğu’nun etkin siyasi güçlerinden biri haline gelmiştir.

Son Tunç Çağı (İ.Ö. 1500/1450-1200): Bu çağda Hitit ile Mısır Devletleri arasında tarihin bilinen en büyük anlaşması olan Kadeş Antlaşması imzalanmıştır ve bu anlaşmaya göre iki ülke arasında barış ve kardeşlik sonsuz olacaktır. Hitit devleti olarak tanımlanan yeni evre ile birlikte Tunç Çağları sona ermiştir. İ.Ö. 2. binyılın son yüzyıllarında Anadolu’yu olumsuz yönde etkileyen göçler ve istilalar nedeniyle yaşanan siyasi bunalım sonucunda Hitit İmparatorluğu da yıkılmıştır.

Hitit Uygarlığı: Hitit Devleti feodal ve teokratik bir yapıya sahiptir ve devletin başında Tabarna denilen egemen bir kral, Tavananna denilen egemen bir kraliçe yer almaktaydı. Eski hitit Devleti dönemi’nde kralın yanında geniş yetkilere sahip Panku(ş) adı verilen bir soylular meclisi de bulunmaktaydı. Hitit kralının görevlerinin başında baş rahiplik, başkumandanlık ve baş yargıçlık yer almaktaydı. Kraldan sonra en önemli şahsiyet kraliçe idi. Küçük feodal krallıklar, devlete her yıl belli bir miktar vergi ödemek, savaş zamanlarında da asker, at ve savaş arabası yardımında bulunmakla yükümlüydüler. Bununla birlikte halkın çoğu vergi vermekte olan soylular, tüccarlar, zanaatkarlar ve köylüler gibi hür insanlardan oluşmaktaydı. Sosyal tabakanın en alt grubunu köleler oluşturmaktaydı. Hitit toplumunun en küçük birimi aile ve aile reisi de erkekti. Evlenme, boşanma, evlat edinme ve miras gibi konular yasaların denetimi altındaydı. Çok tanrılı bir dine sahiplerdi. Devletin resmî tanrıları Boğazköy yakınlarındaki Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’ndaki kaya kabartmalarında betimlenmiştir. Tanrılara kurbanlar kesmek, adak sunmak yiyecek içecek vermek gündelik işlemlerdi. Yeni Yıl Bayramı gibi özel günlerde de bu törenler daha kalabalık olarak yapılmaktaydı.

Hititlerin Eski Anadolu mimarisine kazandırdığı en önemli yeniliklerin başında anıtsal mimari örnekleri gelmektedir. Mimarideki anıtsallık Hitit İmparatorluk Çağı’nda daha da büyük boyutlara ulaşarak görkemli kentlerin doğmasına neden olmuştur, en güzel örneği Çorum’un Boğazkale ilçesinde yer alan başkent Hattuşa (Boğazköy) oluşturmaktadır. Engebeli bir arazide kurulmuş olan kentte Eski Hitit evresine ait yerleşme, Büyükkale olarak tanımlanan kayalık alan ve kuzeybatısındaki Aşağı Şehir diye adlandırılan bölgeye yayılmıştır. Aşağı Şehir’i güçlü bir sur çerçevelemektedir ve bu surun altında sayıca fazla potern vardır.

Birçok tapınağın bulunduğu uygarlıkta, tapınaklar hem tanrı evi olarak bir kült merkezi hem de birer ekonomi merkeziydi. Yozgat yakınlarındaki, Alişar, Çorum’da Ortaköy (Sapinuva) güneyde Tarsus Gözlükule (Tarzi), Mersin -Yumuktepe ve Mut yakınlarındaki Kilisetepe önde gelen diğer Hitit merkezleridir.

Hitit yazılı belgelerinde büyük boy heykellerden söz edilmektedir, Boğazköy ve Alacahöyük’teki sfenks heykelleri bunlara ait güzel örneklerdir. Hitit sanatının diğer önemli sanat eserleri ise Boğazköy’de bulunmuş olan Fırtına tanrısının kutsal boğaları, bibru olarak tanımlanan hayvanın gözyaşı biçimindeki içki kapları ve mühürlerdir.

Hititler, çivi ve resim yazısı (hiyeroglif) olmak üzere iki tür yazı kullanmışlardır. Tarih yazıcılığı dualar, mitos ve destan türünden eserler Hitit edebiyatını oluşturmaktadır. Çoğu Hatti ve Hurri kökenli olan mitos ve destanlar içinde Kaybolan Tanrı, İlluyankas Mitosu, Telepinu Efsanesi ve Kumarbi Efsanesi en tanınmış eserlerdir ve çok daha sonraları yaratılan Eski Yunan mitolojisini de etkilemişlerdir. Surlara açılmış olan anıtsal kapılar, sarayların dış cepheleri ortostat olarak tanımlanan kabartmalı taş bloklarla süslenmiştir.

Anadolu’nun Demir Çağı Uygarlıkları (İ.Ö. 1200- 547/546)

İ.Ö. 12. Yüzyılın başlarında merkezi Hitit İmparatorluğu2nun yıkılmasıyla anadolu toprakları çöküntü sürecine girmiş ve çeşitli gelişmeler sonucunda Tunç Çağı sona ermiş ve Demir Çağı başlamıştır.

Geç Hitit Kent Devletleri: Hitit, Luvi, Arami ve bir kısım Hurri kökenli halklarca kurulmuş olan Geç¸ Hitit Kent Devletleri ya da Suriye-Hitit Beylikleri olarak tanımlamıştır. Orta Anadolu’dan Fırat Nehri kıyılarına kadar uzanan geniş bir sahada yer alan Geç¸ Hitit Kent Devletleri’nin önemli yerleşmelerin başında Kargamış, Zincirli, Malatya, Sakçagözü ve Karatepe yerleşmeleri yer alır. Aşağı ve Yukarı şehir olmak üzere iki kısımdan oluşan kentler de saraylar, yönetim binaları ve dini yapılar, bir iç sur ile çevrelenmiş daha yüksekteki Yukarı Şehir içinde yer almaktadır. Hilani tipindeki saraylara kabartma bezemeli altlıklar üzerinde yükselen sütunlar arasından geçilerek girilmekteydi. Geç¸ Hitit sanatı ve kültürünün en iyi şekilde kendisini mimarinin bütünleyicisi olarak yapılmış kabartma sanatında yansıtır. Fil dişi ve özellikle büyük tunç¸ kazanların yer aldığı madenî eşyalar da Geç¸ Hitit sanatında özel bir yere sahiptir

Urartu Krallığı: İlk kez Assur Kralı I. Salmanassar (İ.Ö. 1274-1245) dağlık bölgedeki bu ülkeden Uruatri olarak söz etmiş sonrasında da İ.Ö. 9. yüzyılın ortalarında başkent Tuşpa (Van Kalesi ve Eski Van Şehri) olmak üzere Van ovasında merkezi Urartu Krallığı kurulmuştur. Urartu Krallığı, birbirini izleyen baba-oğul krallarla I. Sarduri (İ.Ö. 840-830) ile II. Sarduri (İ.Ö. 760-730) dönemlerine kadar büyüyüp güçlenmiş ve gerçek anlamda merkezi ve bürokratik bir devlet haline gelmiştir. İ.Ö. 743 yılında Adıyaman Gölbaşı yakınlarında Assur orduları karşısında Urartu ordularının uğradığı yenilgi ile birlikte Urartu Krallığı’nın yükselişi sona ermiş, İ.Ö. 640 yıllarında da yok olmaya başlamıştır.

Monarşik bir düzen mevcut olup, krallık babadan oğula geçmekteydi. Resmi dil Urartuca idi. Çok tanrılı bir dine sahipti. Zengin demir, gümüş ve bakır yataklarına sahip olan Urartular, maden işleme sanatında ileri bir toplumdu. Doğu Anadolu’nun ilk kuyumcuları da Urartulardır.

Urartu sanatı Suriye, Anadolu ve Assur etkileriyle beslenen birleşik bir kültürdür. Bununla birlikte ait olduğu bölgenin coğrafi ve topografik koşulları sanatın gelişmesinde etkili olmuş, yaratılan bütün eserlerde Urartu kimliği kendini belli etmiştir. Ayrıca ülke içinde uzak sınır noktalarıyla bağlantı sağlayan karayolları, su kanalları, barajlar ve göletler bayındırlık alanında Urartulardan günümüze kadar kalan en önemli tesislerdir.

Frig Krallığı: Antik batı kaynaklarındaki bilgilere göre Avrupa’da oturdukları sırada Brygler ya da Brigler adını taşıyan Frigler, Makedonya ve Trakya’dan boğazlar yoluyla Anadolu’ya göç eden ilk Trak boylarından biridir. Frig Devleti’nin bilinen ilk kralı, başkent Gordion’a adını vermiş olan Gordios’tur. Yassıhöyük’te (Gordion) köy düzeyinde, yerleşik bir düzeni benimseyen Friglerin göçebe ve köy düzeyindeki yaşam biçiminden siyasal örgütlü bir devlet düzenine nasıl geçtiği ve bu geçişteki aşamalar bugün için bilinmemektedir. Güneydoğu’daki ana kale kapısının hemen içerisinde, üstü açık iki büyük avlunun çevresinde dizili dikdörtgen planlı megaronlar saray alanını oluşturmaktadır.

Antik batı kaynaklarında Gordios’un oğlu kral Midas, İ.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında Frig tahtında egemen olmuştur. Buna göre kral Midas, bir yandan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Urartu, Kuzey Suriye ve Assur ile diğer yandan batıda Batı Anadolu sahilleri ve Yunanistan ile ilişkiye giren Anadolu’nun ilk Demir Çağı kralı olarak bilinmektedir. İ.Ö. 7. yüzyılın ilk yar›s›nda kral Midas’ın, Kimmerli istilacılara karşıladığı yenilgiye dayanamayıp boğa kanı içerek intihar ettiği bildirilmektedir. Bu istila ve ölümle sarsılan imparatorluğun politik gücü sona ermiş, sonrasında bir dönem Lidya Krallığı’na bağlı, Pers istilasından sonra da iki yüz yılı aşkın bir süre Pers İmparatorluğun bağlı olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir ve Frig kültürünün etkileri, bölgede Roma Dönemi’nin sonlarına kadar devam etmiştir.

Frig ekonomisinin temeli öncelikli olarak tarıma ve hayvancılığa dayanıyordu. Friglerin Hint-Avrupa karakterli, Trak ve Eski Yunanca ile ilişkili dilleri ve Fenike alfabesinden alınmış bir alfabeleri vardır. Frig yazıtları ve sanat eserleri, birbirini onaylar şekilde Friglerce Matar yani Ana olarak tanımlanan tanrıçanın, Frig halkının Ana Tanrıçası olduğunu ortaya koymaktadır. Yazılıkaya Midas Şehri’nde yer alan Midas Anıtı, Frig fasadlarının en büyüğü ve görkemlisidir.

Friglerde inhumasyon ve kremasyon olmak üzere iki tip ölü gömme geleneği uygulanmıştır. Frig soyluları, ya tümülüs mezarlara ya da kayalara oyulmuş oda mezarlara gömülmekteydi. Bunlar içinde en görkemlisi son yıllarda ilk kral Gordios’a ait olduğu düşünülen, 300 m çapında 53 m yüksekliğindeki Büyük Tümülüs’tür.

Orman bakımından zengin bir bölgede yaşayan Friglerin en özgün sanat dal› mobilyacılıktır. Metal çivi kullanılmadan, ağaç¸ çiviler ve geçmelerle birbirine tutturulmuş masalar, tabureler ve servis sehpalarına ait çok güzel örnekler Gordion tümülüslerinde bulunmuştur.

Kazma, balta gibi demir aletlerin yanında tunçtan döküm ve dövme tekniğinde yapılmış makaraya benzeyen kulpları olan kaseler, ortası göbekli taşlar, büyük kazanlar, kepçeler, kemerler ve fibulalar Frig maden sanatının özgün örneklerini oluşturmaktadır. Friglerde hayvancılıkla birlikte dokumacılık da söz konusudur. Madenciliğin etkisiyle gelişmiş olan çanak çömlekçiliğinde, Kızılırmak’ın batısında ve doğusunda farklı üretim tekniklerinin kullanıldığı görülür.

Lidya Krallığı: Anadolu’nun güçlü Demir Çağı krallıklarından biri olan Lidya Krallığı, halkının kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, tarihteki yerini zengin maden yatakları, verimli toprakları ve Kroisos gibi ünlü kralları ile almıştır.

Mermnad Sülalesinin ilk kralı Gyges (İ.Ö. 687-645)’tir Gyges’ten itibaren ülkeye Lidya, başkente de Sardis denilmeye başlanmıştır ve bu kent antik dünyanın en güçlü ve zengin başkenti olarak ün kazanmıştır.

Gyges; parlak bir dönem yaşamaya ve istilacı bir siyaset izlemeye başlamıştır. Gyges Kimmerlerle yapılan savaşta ölmüş ve Sardis yakınındaki Bintepe mezarlığında bir tümülüse gömülmüştür. Gyges ‘ten sonra sırasıyla oğlu Ardys, Sadyattes ve Alyattes başa geçmiştir. İ.Ö. 560 yılında tahta çıkan Alyattes’in oğlu Kroisos (‹.Ö. 560- 547) Mermnad Sülalesinin beşinci ve son kralıdır. Yunanlılar, Kroisos’u zengin, cömert ve güçlü bir kral olarak tanımışlardır ve günümüzde kullanılan ‘Karun kadar zengin’ deyimi buradan gelmektedir.

İ.Ö. 547 yılında Persler tarafından Başkent Sardis 14 günlük bir kuşatmanın ardından ele geçirilmesiyle birlikte Lidya Devleti’ne son verilmiş oldu.

Lidyalıların insanlık tarihine ve uygarlığına katkıları içinde en önemlisi İ.Ö. 7. Yüzyılın ikinci yarısında parayı icat etmiş olmalarıdır. Arkeolojide “sikke” olarak geçen madeni paranın icat edilmesinin nedeninin paralı askerlerin alacaklarının ödenmesi ile ilgili olduğu sanılmaktadır.

Lidyalılar çok tanrılı bir dine sahiplerdi. Tanrılar içinde en büyük saygıyı “Kuvaya” adıyla anılan ana Tanrıça Kybele görmekteydi. Lidya kralları ve aileleri de ölülerini Friglerinkinden farklı olsa da tümülüs mezarlara gömüyorlardı. Lidyalıların dilleri Hint-Avrupa kökenlidir ve tam olarak çözümlenememiş olmakla birlikte Likçe ve Luviceye benzemektedir. Lidya’da kuyumculuk, dokumacılık, fildişi, çanak-çömlekçilik ve kemik oymacılığı gelişmiştir,

Lidya Devleti’nin ortadan kalkmasından sonra Persler 200 yıl boyunca Anadolu’ya hakim olmuşlardır ve Pers egemenliğinde Lidya’nın zenginliği devam etmiştir. Anadolu’da Pers hakimiyeti de İ.Ö. 333 yılına kadar sürmüş olup, bu yıllarda Anadolu’da yerli kültürlerin yerine Yunan kültürü yayılmış ve özgün Anadolu Uygarlıkları sona ermiştir.