UYGARLIK TARİHİ II - Ünite 5: Aydınlanma Çağı (18. Yüzyıl) Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: Aydınlanma Çağı (18. Yüzyıl)
Aydınlanma Çağı’nın Temel Özellikleri Ve Aydınlanma Felsefesi
Burjuvazinin siyasal yapıda etkinliğini arttırmaya yönelik isteğini kurumsal alana taşıyan düşünürler aydınlanma dönemi düşünürleridir.
Aydınlanma Felsefesi 17. yüzyıl ortalarından 19. yüzyılın ilk yarısına kadar süren, Rönesans, Reform ve Hümanizm akımlarıyla bağlantılı bir fikir hareketidir. Bu hareketin siyasete en büyük katkısı iktidar kaynağının tanrısal kökenli olmayıp halka ait olduğunun kabul edilmesidir.
Aydınlanma Felsefesi İngiltere’de başlayarak Fransa’ya geçmiş ve Fransız İhtilali’nin düşünsel yönünü oluşturmuştur. Aydınlanma Felsefesinin İngiltere’de deneyci, Fransa’da akılcı, Almanya’da ise mistik akılcı yönü ön plana çıkmıştır.
Aydınlanma Felsefesinin özü akılcılığa dayalıdır ve amacı Katolikliğin getirdiği peşin yargılar ile siyasal peşin yargıları yıkmaktır. Bu peşin yargılara karşı çıkış Rönesans ve Reform hareketleriyle başlamış ve 18. yy. Aydınlanma Dönemi’nin hazırlayıcısı olmuştur.
İnsanın aklını kullanma cesareti bu dönemin parolası olmuştur. Newton ve Kopernik ile insanın evrene ilişkin görüşleri köklü bir değişime uğramış; Decartes ve Kant ile bu değişimin felsefi yönü oluşturulmuştur.
Aydınlanma Felsefesi, burjuvazinin yeni dünya görüşü olarak 18. Yy.’a damgasını vurmuş, akla dayanan ve genel yararı esas alan bu düşünce sistemdir. Amaç, insanın mutlu olmasıdır. Nitekim İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi (1789)’nin evrensel yönü de bunu vurgulamaktadır. İktidarın kaynağı Tanrı’dan halka indirgenmiştir.
Hedef, İnsanların doğuştan birtakım haklara sahip olduklarını kabul edip, akla dayalı evrensel hukuk ilkelerinin geçerli kılınmasıydı.
Kan soyluluğuna dayalı birtakım ayrıcalıkların ortadan kaldırılmasıyla zaten ekonomik güce sahip bulunan burjuvazi, siyasi yapıda da güç sağlayabilecekti.
Aydınlanma Felsefesi ile akılcı ve ilerlemeye açık, insanların mutluluğunu hedefleyen bir dünya görüşü hâkim olmaya başladı. Öte dünya mutluluğu ile avutulan insanların bu dünyada mutlu olabilecekleri, herkesin eşit ve özgür olduğu düşüncesi, bütün insanlığın ihtiyaçlarına cevap veriyordu. Ama bundan en çok burjuvazi yararlandı. Bu akılcı dünya görüşünü, özgürlük fikrini, bir yandan eşitliği sağlamada, bir yandan da ticaret hacmini genişletmede kullandı. Sonuç olarak özel mülkiyetin dokunulmazlığı, üretimin artması, üretim araçlarının sahibi olan ve ticareti elinde tutan burjuvazinin gücüne güç kattı. Aydınlanma Dönemi’nde ileri sürülen düşünceler de burjuvazinin siyasal iktidarını meşrulaştırmış oldu.
Sonuçta Aydınlanma Felsefesi bir burjuva felsefesi oldu .
Aydınlanma Felsefesinin İlkeleri
- Bilim, Doğa ve Felsefe : Bu dönemde doğa bilimlerine duyulan ilgi artmış, uygulama ön plana çıkmıştır. Voltaire matematikle, Didero t, anatomi, fizyoloji ve kimya ile, J.J. Rousseau botanikle uğraşmıştır. Halkın anlayabileceği eserler, sözlükler ve ansiklopediler döneme damgasını vurmuştur. D’Alembert ve Diderot’un Ansiklopedisi, 18.yüzyılın simgesi olacaktır. Dönem astronomi ve fizik alanında gelişmelerin olduğu bir dönemdir. Newton’un çekim kuramı, düşünceye yenilik getirir, Lagrange ve Laplace gök mekaniği ile ilgili önemli veriler elde ederler, Lavoisier kimya alanında önemli atılımlar yapar, Buffon doğa bilimleriyle ilgili pozitif ve laik görüşler ileri sürer. 18.yy.filozoflar yüzyılı olmuştur Filozofların her şeye kuşkuyla yaklaşmaları dikkat çekmektedir. Tarihsel dinleri reddeden bir eğilim içinde olan filozoflar, görüşlerini akıl yoluyla ortaya koymaya çalışmışlardır. Düşüncelere, çözümleme ve yararlılık egemen olmuş ve sosyal olaylar incelenmeye başlanmıştır. Örneğin Voltaire 14. Louis’in Yüzyılı adıyla ilk tarih kitabını yazar. Fizyokratlar , toplumun ekonomik yapısını inceleyerek, gelirin toplumda nasıl üretildiğini ve nasıl paylaştırıldığını araştırırlar ve iktisat biliminin temel esaslarını ortaya koyarlar. Montesquieu , iklimin ve coğrafi yapının, yönetim yapısı üzerindeki etkisini inceleyerek sosyal bilimin olasılığını gösterir. Locke ise liberalist görüşleri ile siyaset biliminin temellerini ortaya koyar. Bilimsel gelişmelerin ışığında, mutlak monarşi ve geleneksel yapı sorgulanmaya başlanır. Yönetime ilişkin yeni çözüm önerileri getirilir; bazı düşünürler aydınlardan oluşan bir yönetimi yani aydın despotizmini savunurken, bir kısmı despotluğa şiddetle karşı çıkarak, bireyin özgürlüğünü amaç edinir; Montesquieu, despotizmi, özgürlüğün düşmanı olarak görür; özgürlüğün sağlanabilmesi için de yasama, yürütme ve yargı gücünü birbirinden ayırır. Daha sonra bu ilke, güçler ayrılığı olarak kabul görecektir. Rousseau ise eşitliği savunarak halk yönetiminden yana görüşler ileri sürer. Bu görüşler sonraki yüzyılları da derinden etkiler ve 19.yy.da çeşitli ideolojik mücadelelere kaynaklık eder.
- Akıl: Bu dönemde akıl, gelenek ve Tanrı iradesinin önüne geçer. İnsanlığın ilerlemesi ve mutluluğu ancak evrensel akıl ile sağlanabilir düşüncesi, döneme hâkim olmuştur.
- Laiklik: Aydınlanma Dönemi’nde her şeyin aklın rehberliğinde, bilimsel bir metotla incelenmesi ve laik temele oturtulması esas olmuştur.
- Mutluluk: Dönemi’nin amaçlarından biri de insanın bu dünyada mutlu olmasını sağlamaktır. Bunu sağlamak için de peşin yargılardan kurtulması gereklidir.
- Özgürlük: Peşin yargılar ve sınırlamalar olmaksızın insanın kendini, evrendeki yerini ve doğayı anlama çabası, akılcılığın gereklerindendir. Ayrıca Voltaire’in formülleştirdiği; ticaretin zenginliği, zenginliğin özgürlüğü, özgürlüğün ticaretin gelişmesini ve ticaretin gelişmesinin de devletin büyüklüğünü sağladığı inancı döneme hâkim olmuştur.
- Kendine Güven : Kendine güvenen, akılcı ve özgür insan, Aydınlanma Dönemi insan tipidir.
- Hukuk: Hukuk ilkelerini akla uygun ve eşitlikçi bir hale getirmek hukuk reformu gerçekleştirmek amaçlanmıştır.
Doğa Yasası ve Ekonomik Liberalizm
Aydınlanma çağında yaşanan gelişmelerin temelinde, insanı ve evreni düzenleyen doğa yasalarını bulma amacı yatmaktadır. Buna göre doğanın bir makine olduğu ve insanın da bu doğa yasalarına bağlı bulunduğu ileri sürülüyordu.
Rasyonalizmin babası sayılan Descartes her şeyi sorgulayarak kesin bilgiye ulaşmaya çalışmıştır. Bunu da “Düşünüyorum o halde varım!” söylemiyle ifade etmiştir. Dğanın evrensel matematik kanunlarına bağlı olduğunu savunan Descartes’ın bu görüşleri Newton’un düşüncelerine temel olacaktır.
Newton da genel çekim yasasını bularak tüm evreni tek bir çekim yasasının hâkim olduğu dev bir makine olarak görecektir. Birbirine yakın iki cismin ağırlıklarıyla doğru orantılı olarak birbirini çektiğini ileri süren Newton, böylece gezegenlerin güneş etrafında sabit bir yörünge ile dönme nedenine de açıklık getirecektir.
Bu dönemde evrenin tam bir uyum ve düzen içinde olduğu ve bu düzenin doğa yasaları sayesinde mükemmel bir saat gibi işlediği düşüncesi hâkim olmuştur.
Newton’un doğa yasasına ilişkin düşüncelerinin ekonomik yaşama uygulanmasıyla yeni bir toplum bilim dalı olarak politik ekonomi gelişmeye başlamıştır.
Fizyokratlar olarak anılan düşünürler, ekonomide “Laissez-faire” (bırakınız yapsınlar ) ilkesini geliştirdiler. Fizyokratlara göre ekonomik, toplumsal ve siyasal tüm kurumlar, doğal yasalara bağlı bulunuyordu. Bu durumda ekonomiye dışarıdan yapılan herhangi bir müdahale, bu düzeni bozacağından insanların mutsuz olmasına neden olacaktı. Bu nedenle yapılacak düzenlemelerin doğal düzene uygun olması gerekliydi ve devlet ancak özel mülkiyeti korumak için ve kamuyla ilgili bazı konularda müdahalede bulunabilirdi. Ayrıca fizyokratlar bir ulusun zenginliğinin kaynağı olarak doğayı görüyorlardı.
Adam Smith’de ekonomik yaşamın doğal yasalara bağlı bulunduğunu savunmuş ancak ulusların zenginliğinin kaynağının doğa değil emek olduğunu ileri sürmüştür. 1776’da yayınlanan Ulusların Zenginliği adlı ünlü eseri kapitalizmin temel kitabı olacaktır. Ona göre ülke çıkarlarının korunması için serbest dolaşımın sağlanması ve gümrük duvarlarının kaldırılması gerekiyordu.
Bu düşüncelerle devletin ekonomiye müdahalesinin önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Aydınlanma Çağı’nda Edebiyat, Sanat ve Müzik
Edebiyat
Aydınlanma çağı edebiyatta düz yazı çağı olarak anılmaktadır. Matbaanın yaygınlaşması ve edebi eserlerin ulusal dillere çevrilmesi daha geniş kitlelerin yazılı eserlere ulaşmasına olanak sağlamıştır. 18. Yüzyıl Fransız edebiyatında Voltaire, Condorcet ve Rousseau gibi yazarla öne çıkan isimler arasındadır.
Voltaire, Candide adlı romanında gelişmek için insanın teknolojik gelişmelere değil kendi kendisine odaklanması gerektiğini vurgular.
Rousseau ise Emile isimli romanında eğitimin amacının yaşama sanatını öğretmek olduğunu söyler.
Aynı dönemde İngiltere’de Jonathan Swift, Gulliver’in Gezileri isimli eserinde savaş, kavga ve kötülüğü eleştirir.
Yine İngiliz Samuel Johnson ise hiciv, şiir ve dil bilimi alanındaki eserleri ile dönemin önemli yazarlarından sayılabilir.
Almanya’da Gotthold Lessing ise eserlerinde akıl çağı konularını ele almıştır.
Sanat
Aydınlanma Çağı’nın sanat anlayışının hazırlık evresi Rönesans Dönemi olmuştur. Resim sanatı daha demokratik bir içerik kazanırken, heykelde ise daha duygusal ve hareketli figürler öne çıkmıştır. Versailles Sarayı döneme ait önemli mimari eserler arasındadır.
Müzik
Aydınlanma Çağı’nda Rönesans’ta ortaya çıkan din dışı müzik türlerinden oper a etkinliğini sürdürmüş, oratoryo, senfoni ve quartet müziğine ilk örnekler verilmiştir.
Georg Friedrich Handel (oratoryo müziğinin de ilk bestecisidir), Christoph Gluck, ve Wolfgang Amedeus Mozart gibi daha çok Alman sanatçılar öne çıkmış, Johann Sebastian Bach da orkestra, oda müziği ve sonat gibi müziğin pek çok türüne katkıda bulunmuştur.
İlk senfoni ve quartet örneklerini veren Franz Joseph Haydn ile her türden çok sayıda eser besteleyen Mozart, Çağ’a isimlerini vermişlerdir.
Aydınlanma Çağı’na Etki Eden Bazı Düşünürlerler
John Locke (1632-1704)
Locke 1690 yılında kaleme aldığı Hükümet Üzerine İki Deneme isimli eserinde kapitalist sistemin oluşturulması için ihtiyaç duyulan kurumların oluşması için gerekli burjuvazi ideallerini kaleme almıştır.
Locke da Hobbes gibi devletin oluşumunu bir sözleşmeye dayandırır. Ancak Hobbes’tan ayrıldığı nokta, insanların doğal yaşama halinde yani devlet kurulmadan önce tam bir eşitlik ve özgürlük içinde olduğu ve insanların temelde iyi olduğu görüşüdür. Yani Hobbes’taki gibi “ insan insanın kurdu ” değildir.
İktidarın sınırlandırılması ve bu amaçla yasa yapan ve bunları uygulayan güçlerin ayrı ellerde toplanması gerektiğine ilişkin görüşleriyle Locke, demokratikleşme yolundaki önemli kilometre taşlarından biri sayılır.
Montesquieu (1699-1755)
Montesquieu, aristokratik libaralizmi savunur. “Yasaların Ruhu” adlı eserinde, yasaların her yerde farklı olduğuna dikkat çekerek bu farklılığın nedenini, ülkelerin coğrafi konumuna ve iklim yapısına bağlar. Bu eserinde, iklimler kuramı, yönetim biçimleri kuramı ve kuvvetler ayrılığı üzerinde durmuştur.
Montesquieu’ya göre “ kuvvet kuvveti durdurmalı ” yoksa özgürlük olmaz. Devletin üç ayrı görevi olduğundan söz eder; yasaları yapmak, bunları uygulamak ve suçluları cezalandırmak. Böylece her güce bir karşı güç oluşturularak, kuvvetin kuvveti durdurması sağlanacaktı.
Yürütme gücünün krala verilmesini, yasama gücünün ise halk ve soylulardan oluşan iki meclise verilmesini savunan Montesquieu’nun amacı; kral, soylular ve halk arasındaki siyasi ve sosyal dengeyi sağlamaktır. Öte yandan krala veto hakkı vermiş, yargı üzerinde de yasamanın yetkisini tanımıştır. Aslında Montesquieu, sınırlı yani meşruti monarşiy i savunmuştur.
Jean Jacques Rousseau (1712-1778)
Halkın iktidarını, her alanda eşitliği ve mutlak demokrasiyi savunur. Amacı eşitlikçi bir demokrasi oluşturmak olan Rousseau, milleti, egemenliğin sahibi olarak görmüştür. Rousseau da toplumu bir sözleşmeye dayandırmaktadır. O, insanların doğal yaşama halinde mutlu, eşit ve özgür olduğu düşüncesinden hareket eder. Kurulan devlet tarafından herkesin özgürlüğünün güvence altına alınmasını ister.
Doğrudan doğruya demokrasiyi savunan Rausseau’ya göre halkın vekille temsili durumu söz konusu olduğunda, halkın direktiflerini yerine getirmeyen vekil yine halk tarafından azledebilecektir. Rousseau’nun “ Toplum Sözleşmesi” nde bahsi geçen ve “Emredici Vekalet ” olarak anılan bu kavram Rousseau’yu burjuvazi için tehlikeli kılar. Çünkü bu anlayışla sınıfsal biçimlenme devlet yönetimine yansıyabilecektir. Burjuvazi ise tamamen bağımsız milletvekillerinin temsil edildiği bir rejimi yeğlemektedir.
Voltaire (1699-1778)
18. yüzyıl “Voltaire’in Çağı” olarak kabul edilmektedir. Feodal yapıya ve Katolik Kilisesine karşı çıkışlarıyla, akılcı yaklaşımı ve alaycı üslubuyla tanınan Voltaire, Fransız İhtilali’nin düşünsel yönünü hazırlayan en önemli düşünürlerden biridir. Özellikle düşünce özgürlüğünü sağlamak için büyük mücadele vermiştir. Katolikliğe ve kiliseye karşı savaş açan Voltaire, Katolikliği peşin yargılar, boş inançlar ve bağnazlıkla eşdeğer görmektedir. Ancak bir yandan da dinin sosyal yararına inanmakta ve bağnazlıktan arınmış bir dini savunmaktadır.
Voltaire’in zaman zaman ileri sürdüğü fikirleriyle çelişkiye düştüğü de görülmektedir. Örneğin boş inançlara karşı savaş açıp öte yandan sosyal sınıflar arası hiyerarşinin gerekliliğini savunur. Egemen sınıfın daha da zenginleşmesini hedefleyen, burjuva mülkiyet anlayışı da bu örnekler arasında sayılabilir. Voltaire gibi başka birçok düşünüründe burjuva ideallerini savunan görüşler bildirdiği görülür.