VERGİ TEORİSİ - Ünite 6: Gelir Vergileri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: Gelir Vergileri

Kişisel Gelir Vergisi

Vergi kavramının tarihsel olarak doğuşu düşünüldüğünde gelirin bir vergi konusu olarak kullanılması oldukça yenidir. Tarihsel olarak parasal ekonominin, belge düzeni ve kayıt sisteminin geliştiği ülkelerde bireyler tarafından elde edilen gelirin vergilendirilmesi mümkün hâle gelmiş ve tercih edilmiştir. Bu çerçevede İngiltere’de 1779 yılında geçici olarak uygulamaya alınan ve daha sonraki dönemlerde ihtiyaç duyuldukça kısa süreli olarak kullanılan gelir vergisi, 1860 yılından itibaren sürekli olarak uygulanmaya başlanmıştır. Benzer şekilde Amerika Birleşik Devletleri’nde 1913, Fransa’da 1849 ve Almanya’da 1891 yılında gelirin vergilendirilmesine dönük uygulamalar başlatılmıştır. Türkiye’de ise gelirin vergilendirilmesine yönelik ilk uygulama, 1926 yılında yürürlüğe konulan Kazanç Vergisi’dir. Bu vergi 1950 yılında uygulanmaya başlanılan Gelir Vergisi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

İktisadi açıdan gelir, üretim sürecinde rol alan faktör sahiplerinin üretimden aldıkları payı ifade eder. Bir ekonomideki faktör gelirlerinin hiç bir istisna olmaksızın hepsinin vergilendirilmesi durumunda, o ekonomide üretilen tüm hasılanın ya da katma değerin, diğer bir bakış açısı ile mal ve hizmetlerin vergilendirilmiş olacağı söylenebilir.

Kişisel gelir vergisi açısından vergileme birimi bireylerdir. Dolayısıyla gelir kazanan tüm bireyler, yaşı ve kazandığı gelirin büyüklüğü dikkate alınmaksızın elde ettikleri gelirler üzerinden vergiye tabi olacaktır.

Net servet; bir bireyin belli bir andaki varlıkları ile borçları arasındaki farkın değerini temsil etmektedir.

Kapsamlı gelir; bir yıldaki tüketim harcamaları ve bireyin o yıldaki net servetinde ortaya çıkan değişimin toplamına eşittir.

Bu tanım formülle ifade edilirse

1 = C + ?NW

dur. Burada, I kapsamlı gelir, C tüketim harcamaları ve ?NW söz konusu yıldaki kişinin net servetinde ortaya çıkan değişimdir. Formülde yer alan net servetteki değişme (ÆNW); kişisel tasarruflar (S) ve sermaye kazançlarının (CG) toplamından oluşmaktadır. Sermaye kazancı (CG) ise elde tutulan varlıkların değerinde, yılsonu itibarıyla meydana gelen değişmeyi ifade etmektedir.

Ödenen vergiler (T), yapılan bağış/yardım ve verilen hediyeleri (G) de dikkate alarak kapsamlı geliri aşağıdaki gibi yazmak mümkündür:

1= C + T + G + ?NW

Kaynakları açısından kapsamlı gelir; veri bir yılda bireyin alım gücünü artıran kazançlar ile net servetinin değerinde ortaya çıkan artışların toplamıdır. Bu anlamda bireylerin gelirlerinin; üretim faktörlerinin satışından elde edilen kazançlar, kişi ve kurumlardan alınan transferler ve sahip olunan servetin değerinde ortaya çıkan artışlar ya da sermaye değer artış kazançları olmak üzere üç kaynağı bulunmaktadır.

Gelirin kullanımına ya da kaynağına göre yapılacak bir gelir hesaplamasında gelirin elde edilmesi ile ilgili kabul edilebilecek giderlerin (komisyon ödemeleri, seyahat giderleri, vb.) kapsamlı gelirden düşülmesi gerekir.

Kullanıma Göre Kapsamlı Gelir =
[(Tüketim + Vergiler ve Hediyeler + Tasarruflar) - Gelir Elde Edilirken Katlanılan Maliyetler]

Kaynaklarına Göre Kapsamlı Gelir =
[(Kazançlar + Transferler + Net Sermaye Değer Artışı) - Gelir Elde Edilirken Katlanılan Maliyetler]

Akım gelir sadece bireylerin sahip olduğu üretim faktörlerinin kullanılması sayesinde elde edilen sürekli nitelikteki gelirlerden oluşmaktadır. Bu gelir tanımı, kapsamlı (geniş anlamda) gelir tanımı içinde yer alan; bireylerin hediye ya da sermaye değer artış kazançları gibi başka adlar altında, arızi (geçici) nitelikte elde ettiği gelirleri içermediği için vergilenebilecek gelirin daha dar şekilde tespit edilmesine yol açmaktadır.

Bireylerin tüketimlerinin değerinin tespit edilmesi sırasında karşılaşılan en önemli problem; bireylerin öz tüketim ya da ayni gelirlerinin bulunmasıdır. Bu tür ayni gelir veya tüketim konusu olan mal ve hizmetlerin varlığı gelir vergisinin uygulanmasında önemli bir problem oluşturmaktadır.

Kapsamlı gelirin hesaplanmasında karşılaşılan problemler ve daha basit olması nedeniyle gelir vergisi uygulamalarında kapsamlı gelir tanımı yerine akım gelir tanımı tercih edilmektedir.

Gelir vergisi uygulamasında sistemin tasarımında kullanılan farklı özelliklere bağlı olarak ülkeden ülkeye ya da aynı ülkede bir dönemden diğer döneme farklı gelir vergisi uygulamaları ile karşılaşılabilir.

İndirilebilecek Giderler, İstisna ve Muafiyetlerin Kapsamı

Vergilemeye temel olması gereken gelir, işin yapılması için gerekli giderler düşüldükten sonra kalan net gelir olmalıdır. Bu durum ilk anda kolayca çözümlenebilecek bir konuymuş gibi gözükse de uygulamada bir gelirin elde edilmesi ile ilişkilendirilebilecek giderlerin neler olduğu konusu önemli güçlükleri bünyesinde barındırmaktadır.

Gelir vergisi uygulaması açısından politika geliştirilebilecek alanlardan bir diğeri de istisna ve muafiyetlerle ilgilidir. İstisna vergi konusu açısından, muafiyet ise mükellef itibariyle getirilen vergi bağışıklığını ifade etmektedir.

Muafiyet, vergi kanunlarına göre vergilendirilmesi gereken kişinin aynı veya başka vergi kanunlarınca kısmen veya tamamen vergi dışı bırakılmasıdır.

İstisna, vergi kanunlarına göre vergilendirilmesi gereken konunun aynı veya başka vergi kanunlarınca kısmen veya tamamen vergi dışı bırakılmasıdır.

Artan, Azalan ve Düz Oranlı Gelir Vergileri

Vergi tarifeleri oran yapısı bakımından artan, azalan ve düz oranlı vergi tarifeleri olmak üzere üç grupta toplanabilir. Bir verginin tarife yapısının hangi grupta yer aldığını tespit etmek için, matrah ile ortalama vergi oranı arasındaki ilişkiye bakmak gerekir. Eğer ortalama vergi oranı matrahtaki artışa paralel olarak artıyorsa artan oranlı vergi tarifesi, ters olarak azalıyorsa azalan oranlı vergi tarifesi ve değişmiyorsa düz (sabit) oranlı vergi tarifesi söz konusudur.

Vergi tarifelerinin değerlendirilmesinde bazen yanılgıya düşülmesine yol açan bir hata; tarife yapısının tespit edilmesinde ortalama vergi oranı yerine marjinal vergi oranına bakılmasıdır.

Negatif gelir vergisi, düşük gelirli mükelleflerin gelir vergisi ödemeleri yerine devlet tarafından kendilerine ödeme yapılması suretiyle fakirliğin olumsuz etkilerini azaltmak ve artan oranlılık derecesini artırmak için oluşturulmuş bir vergi politikası aracıdır.

Gelir vergisinde belirli bir geçim indirimine sahip düz oranlı tarifeyi savunanların iddiaları şunlardır:

  • Düz oranlı vergilendirme artan oranlı bir gelir vergisi uygulamasından beklenen gelir dağılımını düzeltici fonksiyonları taşımaktadır;
  • Düz oranlı vergilendirme daha düşük etkinlik maliyetine yol açmaktadır;
  • Artan oranlı bir tarife vergi uyum ve yönetim maliyetlerini yükseltmektedir;
  • Düz oranlı vergileme vergi kaçırma ve vergiden kaçınma davranışlarının azalmasına neden olmaktadır.

Toplu Gelir Vergisi ve Ayrı Sınışı Gelir Vergisi

Baz alınan dönem içerisinde elde edilen gelirlerin hepsinin toplanarak standart bir usulde vergilendirilmesine toplu gelir vergisi denir. Toplu gelir vergisi uygulamasının en önemli nedeni; belirli bir dönem içerisinde elde edilen tüm gelirlere artan oranlı bir tarifenin uygulanmasına imkân sağlayarak eşitlikçi bir adalet anlayışına uygun sonuçlara ulaşılmasına hizmet etmesidir.

Kişisel Gelir Vergisinin Ekonomik Etkileri

İktisadi Etkinlik Üzerindeki Etkileri

Gelir vergisinin vergi konusunu oluşturan ücret, faiz, kira ve kâr gelirleri düşünüldüğünde, gelir vergisinin az ya da çok bireylerin çalışma, tasarruf ve yatırım kararları üzerinde etkiler yaratması beklenmelidir. Ortaya çıkan saptırıcı etkilerin büyüklüğüne bağlı olarak da etkinlik kayıplarının artacağı söylenebilir.

Gelir Vergisinin Emek Arzı Üzerindeki Etkisi

Bireyi aynı refah düzeyinde bırakan iki vergiden; ikame etkilerine sahip olan ve ücreti vergi konusu yapan gelir vergisi, ikame etkilerine sahip olmayan götürü vergiden daha az vergi hasılatı sağlamıştır. Bu sonuca neden olan temel unsur, ücretleri vergi konusu yapan gelir vergisinin çalışmanın ödülü olan ücretin bireyin eline geçen kısmını azaltarak, çalışma kararları üzerinde yarattığı saptırıcı etkidir.

Gelir Vergisinin Tasarruflar Üzerindeki Etkisi

Tasarrufların getirisi (faiz) üzerine konulan bir verginin tasarruf kararları üzerinde olumsuz etki yaratması ve bireylerin tasarruf etmek yerine tüketmeyi tercih etmesi beklenebilir. Bireyin tasarruf etmesi durumunda, tasarruf ettiği miktarın (S) cari faiz haddiyle (r) çarpılarak:

Yapılan Tasarrufun Gelecek Dönemde Sağlayacağı Tüketim İmkânı = [(1+r) S]

formülü ile bulunacak tutar kadar faiz geliri elde etmesi ve dolayısıyla aynı gelirle gelecekte bu gün yapabileceğinden daha fazla tüketim yapabilmesi mümkün olmaktadır. Bu anlamda elde edilecek faiz geliri iktisaden bireyin tasarruf yapmasının en temel etkenlerinden birini oluşturmaktadır. Bu faiz getirisi üzerine getirilecek bir verginin, tasarruf yapmanın değerini düşürerek:

Vergi Sonrasında Yapılan Tasarrufun Gelecek Dönemde Sağlayacağı Tüketim İmkanı = [(1+(r-t)) S]

formülü ile hesaplanacak miktar kadar bireylerin tasarruf eğilimini düşürmesi beklenmelidir.

Tasarrufların getirisi üzerine getirilen gelir vergilerinin etkilerini incelemeyi amaçlayan uygulamalı çalışmaların büyük bir çoğunluğunda; vergilerin yol açtığı ikame etkisinin gelir etkisinden bir miktar daha büyük olduğu ve bu nedenle vergilerin tasarruf miktarını azaltıcı etkiye sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Gelir Vergisinin Yatırımlar Üzerindeki Etkisi

Kâr geliri elde edenlerin vergi öncesi ve vergi sonrası kazançları arasındaki farklılık, yatırımcıların yatırım kararları üzerinde negatif etkiye sahip olabilir. Ancak bu konudaki sonuç, genel olarak ekonominin ve sermaye piyasasının yapısına ilişkin varsayımlara bağlıdır. Yatırımcıların vergi sonrasındaki kârları, ekonominin dışa açık ya da kapalı ekonomi niteliklerinden birisine sahip olmasına bağlı olarak belirlenecektir. Kapalı ekonomi varsayımı altında yatırımların kârları üzerine getirilecek vergiler kısmen yatırım kısmen tasarruf sahipleri tarafından yüklenileceği için, yatırımlar üzerindeki olumsuz etkisi daha düşüktür. Ancak dışa açık küçük bir ekonomide tasarruf arzı sonsuz esnektir ve bu ekonomide kâr gelirleri üzerine getirilecek bir vergi tamamen yurt içindeki yatırımcılar tarafından yüklenilir.

Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkileri

Gelir vergisi uygulamasında benimsenen tarife yapısı dışında gelir dağılımı sonuçlarını etkileyebilecek başka unsurlar da vardır. Bunlar brüt gelirin tanımı, indirimlerin kapsamı, muafiyet ve istisna uygulamalarının kapsamı, gelir türleri itibarıyla farklı vergisel uygulamaların belirlenmesi (ayırma kuramı uygulaması), artan oranlı tarife uygulaması, en az geçim indirimi ve negatif gelir vergisi uygulaması şeklinde sayılabilir.

Emek faktörü sahiplerinin sermeye faktörü sahiplerinden daha düşük ödeme gücüne sahip olduğu bakış açısıyla ücret gelirlerine daha düşük vergi oranı uygulanmasına ayırma kuramı denir.

Vergi mükelleflerinin kendisinin ve ailesinin hayatını sürdürebilmesi için gerekli miktarın matrahtan veya vergiden indirilmesine en az geçim indirimi uygulaması denir.

Gelir vergisi uygulamasının sonuçları açısından piyasa koşulları ve bireylerin iktisaden verdiği tepkilerin de etkisi söz konusudur. Her ne kadar gelir vergisi sistemi benimsenen adalet anlayışına uygun olarak verginin hakça yüklenilmesini sağlamak üzere tasarlanmış olursa olsun, piyasa sürecinde vergi yükünü başka bireylere yansıtmak mümkünse kanunla ulaşılmak istenen hedeflere ulaşılamayacaktır.

Kurumlar Vergisi

Bir kurumun faaliyeti sonucunda bir kâr elde edilmiş ise; bu kârdan kanunen kabul edilmiş indirim, istisna ve muafiyetlerden sonra kalan tutara kurumlar vergisi oranı uygulanarak kurumlar vergisi hesaplanır ve ödenir. Kurumun vergi sonrası kârının ortaklara temettü (kâr payı) olarak dağıtımı söz konusu olduğunda ortaklar kendi kişisel beyannamelerine söz konusu bu kâr paylarını da dahil ederek ayrıca bir gelir vergisi ödemektedirler. Dolayısıyla kurumlar tarafından elde edilen kazanç kısmen kurumlar vergisine kısmen de gelir vergisine tabi tutulmuş olmaktadır.

Aslında gelir vergisi dışında neden bir de kurumlar vergisi uygulanmasına ihtiyaç olduğu literatürde önemli bir tartışma konusudur. Bir grup ayrı bir kurumlar vergisine ihtiyaç olmadığını savunurken diğer bir grup ise ayrı bir kurumlar vergisi uygulanması gerektiğini savunmaktadır.

Kurumlar vergisi her ne kadar kurumlar tarafından ödense de nihai olarak bu vergiyi kurum bünyesinde rol alan; ortaklar, çalışanlar, diğer tedarikçiler ya da tüketiciler yüklenir.

Kurumlar vergisinin yansıtılmasında belirleyici faktör kurumun sattığı malın arz ve talep esnekliğidir. Kurum tarafından satılan malın arz esnekliği ne kadar yüksekse ve/veya malın talep esnekliği ne kadar düşük ise o kadar kolay şekilde tüketicilere doğru yansıtılabilir. Tam tersi durumda ise kurumlar vergisinin tüketicilere yansıtılması güçleşmektedir.

Kurumlar vergisinin yansıtılabilmesi piyasanın rekabet yapısına bağlı olarak da değişecektir. Tam rekabet koşulları altında, firmalar, fiyatı veri olarak aldıklarından, kurumlar vergisini fiyatları yükseltme yoluyla yansıtma şansları da yoktur.

Ancak aksak rekabet piyasasında durum tam tersidir. Yansıma mümkündür ve yansımanın derecesi aksak rekabet koşullarının niteliği ile ilgilidir. Tekel koşulları altında, talep esnekliği düşük olan bir mal üretilmesi söz konusu olduğunda tekel tarafından ödenen kurumlar vergisinin tüketicilere yansıtılması çok daha mümkün hâle gelecektir. Oligopol piyasalarında ise getirilen kurumlar vergisinin yansıtılıp yansıtılamayacağı, söz konusu piyasada firmalar arasında verginin fiyata yansıtılması konusunda bir anlaşma olup olmamasına bağlıdır.

Kurumlar vergisinin iktisadi etkinlik üzerindeki etkileri genel olarak gelir vergisinin etkilerine paraleldir. Kurumlar vergisinin diğer bir etkisi kurumsallaşma üzerinde ortaya çıkar. Kurumlar vergisi sadece kurumsal sektörün tabi olduğu, gerçek kişi işletmeler söz konusu verginin mükellef olmadığı bir vergidir.