VERGİ USUL HUKUKU - Ünite 4: Vergi Hukukunda Süreler Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Vergi Hukukunda Süreler

Giriş

Hukukta süreler, çeşitli hakların kazanılması ve kaybedilmesi nedeniyle önem taşırlar. Hukuk kurallarının belirli bir andan başlaması ve belirli bir ana kadar hüküm ifade etmesi, sürelerin önemini göstermekte ve bu nedenle sınıflandırılmasını gerektirmektedir. Vergi hukuku bakımından mükelleflerin, vergi idaresinin, yargı yerlerinin uyması gereken süreler söz konusu olmaktadır. Vergilendirme işlemlerine ilişkin şeklî ödevlerin yerine getirilmesi ve sonrasındaki uyuşmazlıkta bunun çözülmesi için barışçıl veya yargısal çözüme ulaşılabilmesi için uyulması gereken süreler mevcuttur. Süreler, vergi idaresi bakımından mükelleflerin ödevlerini zamanında yerine getirip getirmediklerini denetlemek ve uyuşmazlık söz konusu olduğunda buna uygun işlemleri başlatmak, yargı yerleri bakımından uyuşmazlık konusu işlemlerin zamanında yargı organlarının önüne getirilip getirilmediğini görebilmek adına önem taşımaktadır. Bu nedenlerle vergi hukukunda yer alan sürelerin sınıflandırılması gerekmektedir.

Vergi Hukukunda Süreler

Bu sınıflandırma süreleri koyan devlet organına göre yapılmaktadır. Vergi Usul Kanunu’nun 8. maddesinin 3. fıkrası uyarınca “Vergi kanunlarıyla kabul edilen hâller müstesna olmak üzere, mükellefiyete veya vergi sorumluluğuna müteallik özel mukaveleler vergi dairelerini bağlamaz”. Buradan hareketle vergi yükümlüsü veya vergi sorumlusunun özel sözleşmelerle uymak zorunda olduğu sürelere ilişkin değişiklik yapmasının mümkün olmadığı söylenmelidir. Organik sınıflandırma, devlet organları arasında yasal, idari ve yargısal olmak üzere üçe ayrılmaktadır.

1982 Anayasası’nın 73. maddesinin 3. fıkrası uyarınca “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır”. Vergilerin yasallığı ilkesi olarak anayasada yerini bulan bu hüküm uyarınca vergilendirme sürecine ilişkin temel düzenlemelerin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ve bir yasa ile gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde Vergi Usul Kanunu’nun 14. maddesinin 1. fıkrasında “Vergi muamelelerinde süreler vergi kanunları ile belli edilir” denilmektedir. Yasal süreler doğrudan doğruya yasadan ötürü işlemeye başlarlar ve bunlara uyulup uyulmadığı yargı organlarınca kendiliklerinden denetlenmektedir. Kural olarak yasal süreler kesin olduklarından idare ve yargı yerleri tarafından değiştirilemez, kısaltılamaz veya uzatılamazlar.

Vergi yasaları, vergilendirmeye ilişkin süreçteki tüm süreleri düzenlemektedir. Ancak yasama tarafından yürütmeye belirli süreleri belirleme noktasında yetki verildiği de görülebilmektedir. Örneğin, Vergi Usul Kanunu’nun 14. maddesinin 2. fıkrası uyarınca “Kanunda açıkça yazılı olmayan hâllerde 15 günden aşağı olmamak şartıyla bu süreyi, tebliği yapacak olan idare belirler ve ilgiliye tebliğ eder”. Görüldüğü üzere kanunlarda açıklık olmayan hâllerde mükelleflere idarece belirli süreler verilmesi mümkündür.

Vergi yargılaması yapan mahkemeler tarafından belirlenen sürelerdir. Vergi Usul Kanunu’nun 14. maddesinde yasal ve idari süreleri mümkün kılan bir düzenleme olmasına karşın yargısal süreler düzenlenmemektedir. Ancak vergi yargılamasını gerçekleştirenler tarafından bazı süreler düzenlenebilmektedir. Örneğin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20. maddesinde yerini bulan resen araştırma ilkesi uyarınca, Danıştay ve vergi mahkemeleri bakmakta oldukları davalarla ilgili her türlü bilgi ve belgenin kendilerine ulaştırılmasını isteyebilir. Bu bilgi ve belgelerin hangi süreler dahilinde verileceğini yargı organları belirlemektedir.

Vergi hukukunda süreler, hukuki niteliklerine göre beş alt başlık hâlinde sınıflandırılmaktadır.

Hak düşürücü süreler, ilgilisinin belirlenen sürelere uymaması hâlinde hakkın düşeceği, ortadan kalkacağı durumlar için kullanılan bir kavramdır. Örneğin yargısal yerlere başvurulmasına ilişkin düzenlenen dava açma süresine uyulmaması durumunda artık dava açılması mümkün olmayacaktır. Bu nedenle hak düşürücü süreler kamu düzenine ilişkin sayılmakta ve yargı yerlerince resen incelenmektedir.

Vergi hukukunda yükümlüler için konulmuş hak düşürücü süreler bunların, idare ve yargı organlarına başvurmaları bakımından öngörülmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hâllerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür”. Aynı maddenin 2. fıkrasının b bendi uyarınca bu süre “Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda: Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hâllerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği” tarihten itibaren işlemeye başlar. Vergi davası açılırken bu sürelere bakılmakta ve süre aşımı söz konusu ise dava reddedilmektedir.

Vergi hukukunda hukuki sonuçları bakımından hak düşürücü sürelere benzer etkiler gösteren, vergi yükümlülerinin ve sorumlularının ödevleri ile ilgili süreler de mevcuttur. Bu ödevlerin yasayla veya idare ya da yargı organlarınca belirlenen süreler içinde yapılması gereği söz konusudur. Bu sürelerin geçirilmesi durumunda uygulanacak olan yaptırımlar her süre bakımından ayrıca düzenleme konusu yapılmaktadır. Vergi ödevleri ile ilgili sürelerin hak düşürücü sürelerden farkı, hak düşürücü sürelerde sürenin geçirilmesinin bir hak kaybına yol açmasına karşın, vergi ödevi ile ilgili sürelerde bir hak kaybının söz konusu olmamasıdır. Vergi ödevlerine ilişkin sınıflandırma bir hak üzerine değil bir ödevin yerine getirilmesi üzerine kurulmaktadır.

Yükümlülerin beyanname vermesine ilişkin süreler bu kapsamda değerlendirilir. Örneğin, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 14. maddesinin 3. fıkrası uyarınca “Kurumlar vergisi beyannamesi, hesap döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü ayın birinci gününden yirmi beşinci günü akşamına kadar mükellefin bağlı olduğu vergi dairesine verilir”. Bu sürelere uyulmaması durumunda Vergi Usul Kanunu’nun 30. maddesi uyarınca vergi idaresi tarafından resen vergi tarhı yoluna başvurulacaktır.

Vergi Usul Kanunu’nda vergi yükümlü ve sorumlularının lehine bazı müsamaha hükümleri yer almaktadır. Örneğin, anılan Kanun’un “Pişmanlık ve Islah” başlıklı 371. maddesinde “Beyana dayanan vergilerde vergi ziyaı cezasını gerektiren fiilleri işleyen mükelleflerle bunların işlenişine iştirak eden diğer kişilerin kanuna aykırı hareketlerini ilgili makamlara kendiliğinden dilekçe ile haber vermeleri hâlinde, haklarında aşağıda yazılı kayıt ve şartlarla vergi ziyaı cezası kesilmez” hükmü yer almaktadır. Buna göre vergi yükümlüleri söz konusu pişmanlık hükümlerinden yararlanabilmek için belirtilen maddede sayılan diğer şartların yanı sıra hiç verilmemiş beyannamelerin haber verme tarihinden itibaren 15 gün içinde verilmesi, eksik veya yanlış beyandan doğan farkın da yine haber verme tarihinden itibaren 15 gün içinde ödenmesi gerekmektedir.

Benzer bir örnek Vergi Usul Kanunu’nun 376. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre “İkmalen, resen veya idarece tarh edilen vergi veya vergi farkını ve aşağıda gösterilen indirimlerden arta kalan vergi zıyaı, usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezalarını mükellef veya vergi sorumlusu ihbarnamelerin tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde ilgili vergi dairesine başvurarak vadesinde veya 6183 sayılı Kanunda belirtilen türden teminat göstererek vadenin bitmesinden itibaren üç ay içinde ödeyeceğini bildirirse:

  1. Vergi ziyaı cezasından birinci defada yarısı, müteakiben kesilenlerde üçte biri,
  2. Usulsüzlük veya özel usulsüzlük cezalarının üçte biri,

indirilir”. Görüldüğü üzere müsamaha süreleri içinde belirli haklardan yararlanabilmek için belirli ödevlerin yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu sürelere uyulmaması durumunda mükellefler kendilerine tanınan imkânı artık kullanamayacaklardır. Bu özelliği nedeniyle müsamaha süreleri hem hak düşürücü hem vergi ödevleri ile ilgili sürelere benzetilirler.

Vergi hukukunda zaman aşımı, vergi alacağının vergi idaresi tarafından tahakkuk ve tahsil edilme yetkisini ortadan kaldırmaktadır. Zaman aşımı sürelerinin geçmesinin bu önemi nedeniyle yasa koyucu zaman aşımı sürelerini diğerlerinden farklı olarak düzenlemiştir. Vergi hukukunda zaman aşımı süreleri hak düşürücü sürelere yakın bir konumdadır. Vergi Usul Kanunu’nun 113. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “Zaman aşımı, süre geçmesi suretiyle vergi alacağının kalkmasıdır”. Türk vergi hukukunda tahakkuk, tahsil ve düzeltme zaman aşımı olmak üzere üç çeşit zaman aşımı süresi mevcuttur.

Vergi Usul Kanunu’nun 114. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmeyen vergiler zaman aşımına uğrar.” Zaman aşımının başlangıcı vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği yılı takip eden yılın başı olarak belirlenmiştir. Örneğin, 5 Ocak 2012’de doğan bir vergi alacağının da 25 Aralık 2012 de doğan bir vergi alacağının da tahakkuk zaman aşımı sürelerinin başlangıcı 1 Ocak 2013 olacaktır. Vergi cezaları bakımından ise Vergi Usul Kanunu’nun 374. maddesi uyarınca vergi ziyaı suçu söz konusu olduğunda, cezaya bağlı vergi alacağının doğduğu takvim yılını izleyen yılın birinci gününden başlamak üzere beş yıl, genel usulsüzlük söz konusu olduğunda ise usulsüzlüğün yapıldığı yılı izleyen yılın birinci günüden başlamak üzere iki yıl geçtikten sonra vergi cezası kesilememektedir.

Tahsil zaman aşımı, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da düzenlenmektedir. Kanun’un 102. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “Amme alacağı, vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zaman aşımına uğrar”. Her ne kadar zaman aşımı süresi dolduktan sonra artık vergi idaresi vergilerin tahsiline gidemezse de aynı maddenin son fıkrası uyarınca mükelleflerin rızaen yapacakları ödemeler kabul edilmektedir. Tahsil zaman aşımı süresinin kesilmesi mümkündür. 6183 sayılı Kanun’un 103. maddesi uyarınca “Aşağıdaki hâllerde tahsil zaman aşımı kesilir:

  1. Ödeme,
  2. Haciz tatbiki,
  3. Cebren tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan her çeşit tahsilat,
  4. Ödeme emri tebliği,
  5. Mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının bildirilmesi,
  6. Yukarıdaki 5 sırada gösterilen muamelelerden herhangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumlar mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması,
  7. İhtilaflı amme alacaklarında kaza mercilerince bozma kararı verilmesi,
  8. Amme alacağının teminata bağlanması,
  9. Kaza mercilerince icranın tehirine karar verilmesi,
  10. İki amme idaresi arasında mevcut bir borç için alacaklı amme idaresi tarafından borçlu amme idaresine borcun ödenmesi için yazı ile müracaat edilmesi,
  11. Amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması.

Kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zaman aşımı yeniden işlemeye başlar. Zaman aşımının bir bozma kararıyla kesilmesi hâlinde zaman aşımı başlangıcı yeni vade gününün rastladığı; amme alacağının teminata bağlanması veya icranın kaza mercilerince durdurulması hâllerinde zaman aşımı başlangıcı teminatın kalktığı ve durma süresinin sona erdiği tarihin rastladığı; takvim yılını takip eden takvim yılının ilk günüdür”.

Vergi Usul Kanunu’nun 126. maddesi uyarınca “114 üncü maddede yazılı zaman aşımı süresi dolduktan sonra meydana çıkarılan vergi hataları düzeltilemez. Şu kadar ki düzeltme zaman aşımı süresi:

  1. Zaman aşımı süresinin son yılı içinde tarh ve tebliğ edilen vergilerde hatanın yapıldığı;
  2. İlan yolu ile tebliğ edilip vergi ödeme emrinin tebliğ edildiği;
  3. İhbarname ve ödeme emri ilan yoluyla tebliğ edilen vergilerde 6183 sayılı Kanun’a göre hacizin yapıldığı;

tarihten başlayarak bir yıldan aşağı olamaz”.

Türk vergi hukukunda yer alan ancak yukarıdaki sınıflandırmalara girmeyen bir kısım süreler de mevcuttur. Örneğin Vergi Usul Kanunu’nun 132. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “Yoklama fişlerinin birinci nüshası yoklaması yapılan şahıs veya yetkili adamına bırakılır. Bunlar bulunmazsa bilinen adresine 7 gün içinde posta ile gönderilir”. Görüleceği üzere burada idareye yüklenen ödevin yerine getirilmesi için belirli bir süre öngörülmüştür. Benzer bir hüküm 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesinde yer almaktadır. Bu hükme göre, kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya bu borcun zaman aşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. Burada idareye değil mükelleflere verilen bir düzenleyici süre söz konusu olmaktadır. Düzenleyici sürelerde bir yaptırım yoktur. Ancak belirli süreler öngörüldüğünde idarenin bu sürelere yasal idare ilkesi uyarınca mümkün olduğunca uyması beklenmektedir.

Sürelerin Hesaplanması

Vergi Usul Kanunu’nun 18. maddesi vergi kanunlarındaki sürelerin yıl, ay, hafta, gün olarak nasıl hesaplanacağını düzenlemektedir. Bu maddeye göre “Vergi kanunlarında yazılı süreler aşağıdaki şekilde hesaplanır: 1. Süre gün olarak belli edilmişse başladığı gün hesaba katılmaz ve son günün tatil saatinde biter; 2. Süre hafta veya ay olarak belli edilmişse başladığı güne son hafta veya ayda tekabül eden günün tatil saatinde biter. Sürenin bittiği ayda, başladığı güne tekabül eden bir gün yoksa süre o ayın son gününün tatil saatinde biter; 3. Sonu belli bir gün ile tayin edilen sürelerde, süre o günün tatil saatinde biter; 4. Resmî tatil günleri süreye dahildir. Şu kadar ki sürenin son günü resmî tatile rastlarsa tatili takibeden ilk iş gününün tatil saatinde biter”. Görüldüğü üzere Vergi Usul Kanunu sürelere ilişkin yıl, ay, gün gibi zaman bölümlendirmelerinin nasıl anlaşılacağını açıkça öngörmektedir. Örneğin Vergi Usul Kanunu’nun 371. maddesinde düzenlenen pişmanlık hükümlerinden yararlanabilmek için “mükellefçe haber verilen ve ödeme süresi geçmiş bulunan vergilerin, ödemenin geciktiği her ay ve kesri için, 6183 sayılı Kanunun 51’inci maddesinde belirtilen nispette uygulanacak gecikme zammı oranında bir zamla birlikte haber verme tarihinden başlayarak on beş gün içinde ödenmesi” gerekmektedir. Vergi Usul Kanunu’nun sürelerin hesaplanmasına ilişkin 18. maddesi, 6183 sayılı Kanun’un 8. maddesinde “Hilafına bir hüküm bulunmadıkça bu kanunda yazılı müddetlerin hesaplanmasında ve tebliğlerin yapılmasında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur” atfı nedeniyle Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun bakımından da uygulanmaktadır.

Vergi yargılamasına ilişkin süreler bakımından ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 8. maddesi dikkate alınmalıdır. Buna göre “1. Süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar. 2. Tatil günleri sürelere dahildir. Şu kadar ki sürenin son günü tatil gününe rastlarsa, süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzar. 3. Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır”. Bu noktada vergi usul hukuku ile vergi yargılama hukuku arasında süreler bakımından çeşitli benzerlikler olduğu fakat vergi yargılamasında sürelerin gün olarak düzenlenmesi nedeniyle mükelleflerin özellikle dava açma sürelerine uyma bakımından dikkatli olmaları gerekliliği üzerinde durulmalıdır.

Sürelerin Uzaması

Vergi Usul Kanunu’nda sürelere ilişkin ayrıntılı düzenlemelerden bir başkası ise belirli durumların gerçekleşmesi hâlinde kanunda yer alan sürelerin uzamasının mümkün olmasıdır. Bunlar Vergi Usul Kanunu’nun 15, 16 ve 17’nci maddelerinde düzenlenmektedir. Bu maddelerden yola çıkılarak sürelerin uzaması dört başlık altında incelenir. Bunlar mücbir sebep, ölüm, zor durum ve özel durumlar nedeniyle sürelerin uzamasıdır.

Vergi Usul Kanunu’nun 15. maddesi uyarınca “13’üncü maddede yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin bulunması hâlinde bu sebep ortadan kalkıncaya kadar süreler işlemez. Bu takdirde tarh zaman aşımı işlemeyen süreler kadar uzar.” Vergi Usul Kanunu’nun 13. maddesinde ise mücbir sebepler düzenlenmektedir. 13. maddeye göre “Mücbir sebepler:

  1. Vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluk;
  2. Vergi ödevlerinin yerine getirilmesine engel olacak yangın, yer sarsıntısı ve su basması gibi afetler;
  3. Kişinin iradesi dışında vukua gelen mecburi gaybubetler;
  4. Sahibinin iradesi dışındaki sebepler dolayısıyla defter ve vesikalarının elinden çıkmış bulunması;

gibi hâllerdir”. Bu olaylar meydana geldiğinde süreler uzamaktadır. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da ise mücbir sebeplere ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Ancak 6183 sayılı Kanun’un 8. maddesinde sürelerin hesaplanması ve tebliğlerin yapılması bakımından Vergi Usul Kanunu hükümlerinin uygulanacağı düzenlendiğinden mücbir sebeplerin meydana gelmesi durumunda bu Kanun bakımından da sürelerin işlememesi gerekliliği kabul edilmelidir.

Vergi Usul Kanunu’nun 17. maddesi uyarınca “Zor durumda bulunmaları hasebiyle vergi muamelelerine müteallik ödevleri süresi içinde yerine getiremeyecek olanlara, kanuni sürenin bir katını, kanuni sürenin bir aydan az olması hâlinde bir ayı geçmemek üzere, Hazine ve Maliye Bakanlığınca münasip bir mühlet verilebilir. Bu mühletin verilebilmesi için:

  1. Mühlet isteyen sürenin bitmesinden evvel yazı ile istemde bulunmalıdır.
  2. İstemde gösterilen mazeret, mühlet verecek makam tarafından kabule layık görülmelidir.
  3. Mühletin verilmesi hâlinde verginin alınması tehlikeye girmemelidir.

Hazine ve Maliye Bakanlığı mühlet verme yetkisini tamamen veya kısmen mahalline devredebileceği gibi bölgeler, iller, ilçeler veya sektörler ile iş kolları ya da mükellef grupları itibarıyla yazılı başvuru şartı aramaksızın da kullanabilir”. Görüldüğü üzere Kanun’da mücbir sebep olarak nitelendirilemeyen ancak mükellefler açısından vergi ödevlerinin yerine getirilmesinde aksamalara yol açabileceği düşünülen durumlarda vergi idaresine sürelerin uzatılması konusunda yetki verilmiştir. Örneğin, mükellefin kardeşinin hastalanması mücbir sebep sayılmazken bu husus Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından, mükellefin talebi durumunda zor durum olarak nitelendirilebilecektir.

Vergi Usul Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca “Vergi kanunlarında hüküm bulunmayan hâllerde ölüm dolayısıyla mirasçılara geçen ödevlerin yerine getirilmesinde bildirme ve beyanname verme sürelerine üç ay eklenir.” Böylelikle ölüm sonrasında Türk Medeni Kanunu’nun 606. maddesi uyarınca ölüm anından itibaren mirası reddetmek için öngörülen 3 aylık süre ile paralellik kurulmuştur. Mirasın reddedilmesi durumunda miras bırakana ait vergi yükümlülükleri mirası reddedenler tarafından yerine getirilmek zorunda değildir. Ancak mirası reddetmemiş mirasçılar ölüm anından itibaren 3 aylık süre içinde miras bırakana ait yükümlülükleri yerine getirmek zorundadırlar.

Vergi Usul Kanunu’ndaki genel düzenlemelerin yanı sıra bazı özel durumlarda sürelerin uzayacağına ilişkin hükümler bulunmaktadır. Örneğin, Vergi Usul Kanunu’nun aramayı düzenleyen 144. maddesinin 5. fıkrasında “defter ve vesikaların muhafaza altına alındığı tarihten vergi beyannamesinin verileceği tarihe kadar olan süre bir aydan az ise beyanname verme süresi kendiliğinden bir ay uzar ve ek süre bu müddetin sonundan başlar” denilmektedir. Mücbir sebeplerin meydana gelmesi hâlinde de bu sürelerin durması gündeme gelebilecek ve zor durum koşulları söz konusu olduğunda ayrıca ek süre istenebilecektir. Bir başka örneği Vergi Usul Kanunu’nun 111. maddesinin 5. fıkrası uyarınca Hazine ve Maliye Bakanlığı, 500’den fazla mükellefi olan vergi dairelerine para yatırmak bakımından mükelleflere, vadenin bitmesini takip eden tarihten başlayarak 15 gün süre uzatmaya yetkili kılınması oluşturmaktadır. Benzer şekilde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 8. maddesi uyarınca “Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır.” 5604 sayılı Mali Tatil İhdası Hakkında Kanun’un 1. maddesi uyarınca beyanname verme süreleri mali tatile gelen ikmalen, resen, idarece tarh edilmiş vergi, resim, harçlar, vergi cezaları ve gecikme faizlerinin ödeme sürelerinin tatilin son gününü izleyen tarihten itibaren 7 gün uzamış sayılacağı, vergiyle ilgili işlemler bakımından dava açma sürelerinin işlemeyeceği belirtilmektedir.