XIV-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Ünite 8: Türk Şiirinde Nazire Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Türk Şiirinde Nazire

Giriş

Nazire, bir şairin tanınmış bir şiirine veya şiirlerine sonradan başka bir şair veya şairin kendisi tarafından, kafiyeleri veya kafiye ve redifleri aynı olan, aynı vezin ve konuda yazılan, çoklukla gazel ve kasidelerde görülen benzer şiirlerdir. Cevap da denilen nazirenin, aynı dilde ve şivelerde olması gerekir.

Nazirenin çokluk şekli “nezâ’ir veya nezâyir (= nazireler)” dir. Nazireyi yazan şair de “nazîre-gû” veya “nazîre-perdâz” olarak anılır. Ancak ikinci şiiri yazan şairin birinci şairi, söyleyiş, eda ve konuda geçmesi istenir. Böylece edebiyatta bir genişleme ve yarışma da başlamış olur. Bir şair bazen kendi yazdığı şiirine de nazire yazabilir. Bu durum şairin şiirde ilerlemesi ve ele aldığı konuyu daha da ileri seviyeye götürmesi ve genişletmesi demektir. Bunun yanında nazire yazan kimi şairler, hangi şairin şiirini tanzir ettiklerini, genellikle makta beytinde zikrederler. Bu da edebiyatımızda XVI. yüzyıldan sonra görülmeye başlar.

Nazirenin Ortaya Çıkışı

Arap edebiyatında Cahiliyye devrinden itibaren görülen nazire, İslami dönemde Ka’b bin Züheyr’in Hz. Peygamber için yazdığı “Bânet Süâd (= Sevgili Uzaklaştı)” adındaki na’tına yazılan şiirlerle en geniş şekilde görülmeye başlanmış ve kesintisiz devam edip gelmiştir. Ancak terim olarak nazire yerine “mu’âraza” yanında “ihtizâ” ve “muhâkât” kelimeleri de kullanılmış, çok sonraları “taklîd”, “nazîr” ve “mesîl” terimlerine de yer verilmiştir. Fars edebiyatında ise, nazire, “cevâb” kelimesi ile karşılanmış, ayrıca “istikbâl” ve “tazmîn” gibi terimler de kullanılmıştır.

Türk edebiyatında “nazire” kelimesini, “nazireler” anlamında ilk defa Fahreddîn bin Mahmûd Behcetü’l Hadâ’ik fî-mev’izeti’l-Halâ’ik adlı eserinde kullanmıştır.

Nazirelerin Nazım Şekilleri ve Nazirelerde Görülen Özellikler

Genellikle gazel ve kaside nazım şekilleriyle yazıldığı görülen nazirelerin, mesnevi, müstezat ve musammat nazım şekillerinde yazılmış örnekleri de bulunmaktadır. Ancak gazel tarzının nazirede önemli bir yeri vardır. Bu bakımdan farklı nazım şekillerinde yazılan şiirlere gazel ile “cevab” veya “nazire” yazıldığını da belirtmek gerekir. Kimi zaman bunun zıddı da olabilmektedir. Yerine göre bir gazelin kaside ile tanzir edildiği de vâkidir. Kasideyi kaside, gazeli gazel, murabbaı murabba kısaca, zemin şiir denilen ilk şiir hangi nazım şekli ile yazılmışsa, ona nazire yazan şairin de aynı nazım şeklini kullanması nazirede bir şart gibi görünürse de, karşılaşılan örnekler bunun aynen uygulanmadığını göstermektedir. Ayrıca nazirede, bazı durumlarda daha fazla serbestlik ve esnekliklerin de bulunduğunu belirtmek gerekir. Bu açıdan bakınca kendisi örnek alınarak benzeri yazılan “model” veya “zemîn” şiire, daha açık bir ifadeyle, ilk yazılan manzumeye kafiye ve redifi aynı olmayan nazirelere de rastlanmaktadır.

Ortak yazılan şiirler

Nazire yazma veya tanzir etmenin Türk edebiyatında bir genişlemeye de yol açtığını ayrıca zikretmeliyiz. “Nazîre”, bilindiği gibi “cevâb” kelimesi ile de karşılanmıştır. Cevap, bir şiire başka bir şairin yazdığı nazire şiirdir. Bu durumda şairlerin cevap vermeleri, hatta ortak bir konuda vezin ve kafiye yanında redif de beraber, birlikte şiir yazmaları durumu ile karşılaşırız. “Nazire”den başka olarak yazılan ortak şiirler, her halde varlıklarını bu şekildeki manzumelerden almışlardır. Hal böyle olunca “şi‘r-i müşterek” denilen bir beyit ve mısraı bir şairin, diğer beyit veya mısraı başka bir şairin söylediği (ortak) gazeller bunda en başta gelirler. Ayrıca “gazel-i müşterek (=ortak gazel)” denilen ve birden çok şairi olan gazellerden başka müselles, terbî‘, tahmîs, taştîr, tesdîs, tesbî‘, tesmîn, tetsi‘ ve ta‘şîr gibi nazım şekilleri de bir noktada varlıklarını nazireye borçludurlar.

Türk Şiirinde İlk Nazireler

Nazirenin şiirimizde ortaya çıkışını, tarihî gelişmesini ve çıkış durumunu göz önüne alırsak, Behcetü’lhadâ’ik’tan öğrendiğimize göre Türk, Arap ve Fars edebiyatlarında XIII. yüzyıldan önce, “nazire”nin varlığı söz konusudur. Bu türün Anadolu’da başlayan Batı Türk edebiyatında Yûnus Emre (ö. 1320) ile ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Yûnus’un nazireleri, Ahmed-i Yesevî’nin (ö. 1166) şiirlerine yazılmıştır. Ancak Yûnus’tan önce bu türün ilk şairleri arasında yer vereceğimiz Türk şairi Hakîm Süleyman Ata’dır. Hakîm Süleyman Ata (ö. 1194), Ahmed-i Yesevî’nin hikmetlerine hikmetlerle karşılık vermiş, onun yolunu sadık bir öğrencisi olarak devam ettirmiş ve şiirlerine nazireler söylemiştir.

Her şeyden önce nazirenin, Türk şiirine verdiği bir canlılık vardır ve bu canlılık asırlar boyu devam ederek Cumhuriyet devrine kadar gelmiştir. Yesevî’nin Anadolu yani Batı Türk edebiyatındaki takipçisi olan Yûnus Emre’nin konu, vezin, kafiye ve redif yönünden Ahmed-i Yesevî’nin şiirlerine benzeyen veya onun şiirleri ile aynı olan bazı manzumeleri bulunmaktadır. Bu açıdan ele alınca, Yûnus’un pek çok şiiri Ahmed-i Yesevî’ye nazire gibi görünür. Ancak Yesevî hikmetlerini, Doğu Türkçesi ile Yûnus ise, Batı Türkçesinin ilk devresi olan Eski Anadolu Türkçesi ile yazmıştır. Bu şiirlere göre, dil bakımından olan ayrılıkları ve zaman farkını bir tarafa bırakırsak, Yûnus’un Ahmed-i Yesevî’yi yakından izlediği ve ondan pek ayrılmadığı görülür.

Ahmedî, kendisinden önceki şairlere nazire yazdığı gibi, devrinin şairlerine de yazmıştır. Bunların başında Nesîmî ile Şeyhoğlu Mustafâ gelmektedir.

Nazire hemen her şairimizin başvurduğu bir yol ve deneyim olmuştur. Ancak şairlerimizin, kendilerini daha da ileri götüren sanat kabiliyetlerini yukarılara çeken, kendilerinin olan ve özelliklerini veren şiirleri de vardır. Bu yönden bakınca, her şairin, şiir sanatında ayrı bir düğüm noktası olduğunu ve şiirlerin beğenilerek başka şairler tarafından tanzir edildiğini, böylece sanatta bir genişlemenin, bağlanıp çözülerek bir ilerlemenin bulunduğunu da görmemiz gerekir. Bu da şiire bir canlılık, yeni bir güç ve yeni bir hava getirmektedir.

XVI. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yazılan şiirler incelendiğinde, bu zamana kadar yazılmış üç nazire mecmuası olduğu görülür. Ancak bu nazire mecmualarından başka, nazire mecmuaları ile nazirelerin yer aldığı eserlerin de varlığı bir gerçektir. Orhan Yavuz tarafından yayımlanan Kansu Gavri’nin Türkçe Divanı adlı esere baktığımızda, Mısır’da hüküm süren ve son hükümdar olan Kansu Gavri’nin de, onun üstünde şairin şiirine nazire yazdığını görürüz. Kansu Gavri’nin şiirlerine nazire yazdığı şairlerin başında, meşhur XIV. yüzyıl Azeri şairi Nesîmî ile Hasanoğlu da bulunmaktadır. Bundan başka olarak Gavri; Ahmedî, Zarîfî, Nasîbî, Şeyhoğlu, Salâhî, Ahmed Paşa, Şirâzî, Kâtiboğlu, Karamanlı Nizâmî, Halâsî ve Cem Sultan gibi şairlere de nazireler yazmıştır.

Nazire Olarak Yazılan Eserler

Ayrıca üzerinde durulması gereken bir başka konu da, eserlerin eserlere nazire olarak yazılmasıdır. Nihad Sami Banarlı, bunu daha çok Süleyman Çelebi’nin yazdığı Mevlid adı ile bilinen Vesîletü’n-necât için dile getirmektedir. Banarlı nazire için, yeniden yaratış veya daha mükemmel hâle koyuş fikrine yer vermiştir. Gerçekten Mevlid ’e bakınca, Süleyman Çelebi’nin, Âşık Paşa’nın Garîb-nâme adlı eserinde geçen pek çok beyti yeniden ele alarak daha mükemmel bir hâle koyduğunu görürüz. Bunun yanında şairin, Erzurumlu Mustafa Darîr’in Sîretü’n-nebî adlı siyerindeki doğum kısmını da ihmal etmediği bir başka durumdur. İşte bütün bunları göz önüne alan Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi ’nde Süleyman Çelebi için; “Mevlid’in inanmış şairi Süleyman Çelebi, öyle görünüyor ki Türk nazire edebiyatının da büyük simalarındandır… Hazret-i Muhammed’in doğumu mevzuunda Âmine Hatun dilinden söyledikleri bölümlerin birkaç beytini yanyana getiriyoruz” diyerek, her iki metinden beşer beyte yer vermektedir.

Nazire Mecmuaları

Türk edebiyatında ortaya çıkan ve şiirimizi açarak genişleten, edebî faaliyetlerin canlılığını devam ettiren nazirecilik neticesinde, yeni eserlerin yazılması da gerekirdi. İşte bunun sonunda, Türk edebiyatında nazire mecmuaları ortaya çıkmış oldu. Nazire mecmuaları, yazılan şiirleri edebî bir zevke göre ele alıp, onlara ilgi duyarak devam ettiren şairleri vermeleri ve sevilen şiirleri ortaya koymaları açısından önemlidir. Her şeyden önce edebiyat tarihinde adları geçmeyen, ancak şiirleri ile kendini gösteren, hayatları hakkında bilgimizin bulunmadığı şairlerimizin böyle mecmualarda yer alması, edebî zenginliğimizi de göstermektedir. Ancak nazire mecmualarına geçmeden, kimi şairlere yer veren ve onlardan beyitler alan ilk şair ve yazar Şeyhoğlu Mustafâ’dır. O, Kenzü’l-küberâ’ sında onun üstünde şairin adını zikretmiş ve şiirlerine yer vermiştir. Fakat sonra yazılan nazire mecmualarında, şairlerin ve seçilen şiirlerin sayısı artmıştır.

Edebiyat tarihimizin kaynaklarından olan nazire mecmuaları, daha sonra yerlerini tezkiretü’ş-şuarâ genel adı ile anılan eserlere bırakacaklardır. Böyle olmakla beraber, tezkirelerin yanında hemen her asırda, özellikle XVI. yüzyıldan sonra daha az görülmüşlerdir.

XV. Yüzyılda Yazılan Nazire Mecmuaları

Bugünkü bilgilerimize göre, Türk edebiyatında yazılan ilk nazire mecmuası Ömer b. Mezîd’in ortaya koyduğu Mecmû’atü’n-nezâ’ir adlı eserdir. İngiltere’de (Londra), Türk Dil Kurumu’nda ve Atatürk Üniversitesi Karahanoğlu Bağış Kitapları nr. 10d 91’de olmak üzere üç nüshası bilinen bu eser, 1436 yılında derlenerek Sultan II. Murâd’a sunulmuştur. Mecmû’atü’n-nezâ’ir ’de, Ömer b. Mezîd 84 şairden 397 şiir almıştır. Bu mecmua, Nesîmî, Ahmedî, Şeyhî gibi önde gelen sanatkârların etkiledikleri ve etkilendikleri şairleri göstermesi bakımından önemlidir. Hatta ilk olması yönü ile çığır açıcı bir özelliği de vardır.

Türk edebiyatında Ömer b. Mezîd’in Mecmû’atü’nnezâ’ir ’inden sonra yazılan ikinci bir nazire mecmuası daha vardır. Bu mecmuanın derleyici ve derleme tarihi belli değildir. Ancak Şeyhî, Ahmed Paşa, Karamanlı Nizâmî, Visâlî, Atâyî, Adnî ve Hafî’nin şiirlerine yer veren sınırlı bir nazire mecmuasıdır. Şiirlerini aldığı şairlerin hayatlarına bakınca, bu mecmuanın XV. yüzyılın sonlarına doğru tertip edildiği söylenebilir. Bu nazire mecmuasının diğerlerinden farkı, bölümlere ayrılması ve yedi bölümden meydana gelmesidir. Mecmuanın;

  • İlk üç bölümü Şeyhî’nin,
  • Dördüncü ve beşinci bölümü Ahmed Paşa’nın,
  • Altıncı bölümü Karamanlı Nizâmî’nin,
  • Yedinci bölümü de Atâî’nin şiirlerine yazılan nazire şiirlerden meydana gelmektedir.

Bu mecmua, zemin veya model şiir denilen şiirlere göre düzenlenmiştir. Halbuki diğer nazire mecmuaları; vezin, kafiye ve redif benzerliğine göre tertip edilmişlerdir.

XVI. Yüzyılda Yazılan Nazire Mecmuaları

XVI. yüzyılda nazire mecmuaları diğer yüzyıllara göre daha çoktur. Bu yüzyılda yazılan ve adı öne çıkan nazire mecmuaları ise;

  • Eğirdirli Hacı Kemal’in Câmi’ü’n-nezâ’ir’i,
  • Edirneli Nazmî’nin 1524’te yazdığı Mecma’ü’nnezâ’ir’ i ile
  • Pervâne Beg’in 1560 yılında derlediği ve kendi adı ile anılan Pervâne Beg Mecmuası’dır.

Bu mecmualardan ikisi, Kanûnî devrinde yazılmıştır. Bunları, XVII. yüzyılın ortalarında Budinli Hisalî tarafından derlenen Metâli’ü’nnezâ’ir takip etmiştir. Bütün bu mecmualar arasında, üç yüz altmıştan fazla şairden derlediği 5527 şiirle Edirneli Nazmî’nin Mecma’ü’nnezâ’ir ’i birinci sırada yer almaktadır. Bu mecmua da Kanûnî’nin saltanatının ilk yıllarında derlenmiştir.

XVII. Yüzyılda Yazılan Nazire Mecmuası

XVII. yüzyılda yazılan Metâli’ü’n-nezâ’ir, derleyeni belli son nazire mecmuasıdır. Budinli Hisâlî (ö. 1062/1652) tarafından derlenen bu mecmua, şiirlerin sadece matla beyitlerine yer verilmesinden dolayı diğerlerinden farklıdır. Bundan dolayı mecmuaya Matâli’ü’n-nezâ’ir adı verilmiştir. Hisâlî’nin kendi matlalarının da bulunduğu mecmuadaki beyitler;

  • Vezinlere ve
  • Kafiyelere göre sıralanmıştır.

Bu mecmuanın müellif hattı nüshası 2 cilt hâlinde Nuruosmaniye Kütüphanesi 4245 ve 4253 numarada kayıtlıdır. Eserin birinci cildi üzerine Bilge Kaya tarafından doktora çalışması yapılmıştır.