XIV-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Bölüm 4: XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı Özeti :
PAYLAŞ:Bölüm 4: XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı
Giriş: Çağatay Adı ve Çağatay Hanlığı
Çağatay adı, Cengiz Han’ın ikinci oğlunun adından gelmektedir. Çağatay sözünün Moğol devletine ve ulusuna ad olarak kullanılması ise Çağatay’ın ölümünden (1242) sonra gerçekleşmişti. Çağatay ölmeden önce tahtını torunu Kara Hülâgu’ya bırakmış ve onun 1242-1246 yılları arasındaki saltanatı döneminde Çağatay Hanlığı kurulmuştu. Kara Hülâgu’ dan sonra taht mücadelelerinden dolayı Çağatay ulusu tam olarak bağımsızlığını sürdürememişti. 1274?-1306 yılları arasında Çağatay soyundan Barak’ın oğlu Duva Han zamanında hanlık önceki refahına kavuşur. 1326’ya kadar hükümdarlık yapan Kebek zamanında ise, şehir hayatına önem verilmesinden dolayı özellikle Maveraünnehir eski “medenî” sıfatını tekrar kazanır. Tarmaşirin zamanında (1326-1333?) Çağatay Hanlığı idare bakımından;
- Bir tarafta Maveraünnehir,
- Diğer tarafta ise Talas ve Manas ırmakları arasındaki Isık göl çevresinde yer alan Moğolistan olmak üzere ikiye bölünür.
Bu bölünmeye Tuğluk Timur zamanında son verilmiş (1360) ve Çağatay birliği yeniden kurulmuştur. 1363’te Tuğluk Timur’un ölümünden birkaç yıl sonra Çağatay ulusu Timur’un eline geçmiştir.
Çağatay adı, hanlığın yeniden örgütlenmesini sağlayan Duva Han zamanında devletin resmi adı olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda Maveraünnehir’ in Türk ve Türkleşmiş göçebelerine de bu ad verilmiştir. Hanlığın doğusundaki göçebelere ise “Moğol” denilmiştir. Batı Türkistan Türk halkı için, XIII-XIV. yüzyıllara ait olan Bizans kaynaklarında aynı ad geçer. Timur hâkimiyeti zamanında da imparatorluğun bütün ahalisi için “Çağatay” adı kullanılır. Çağataylar Timur’dan sonra Özbeklerle kaynaşmalarına rağmen adlarını korumuşlardır. Bunu bugün Kazak, Özbek ve Karakalpaklar arasındaki kabile ve yer adlarından anlamak mümkündür.
Çağatay Türkçesi ve Edebiyatı
Çağatay Türkçesi veya Çağatayça ile Orta Asya Türkİslam yazı dilinin Karahanlı ve Harezm-Altın Ordu Türkçelerinin devamındaki yazı dili kastedilmektedir. Çağatay Hanlığı döneminde göçebe Türklerin dili olduğu tahmin edilen ve Timurlular zamanında şekillenen bu yazı dili, klasik şeklini Ali Şir Nevâî ile almıştır.
Çağatay Türkçesi, XIX. yüzyılın sonuna kadar Orta Asya Türk devletlerinde yazı dili, edebi dil ve diplomasi dili olarak kullanılmıştır. Çağatayca, sadece Orta Asya Türk devletlerinde değil Osmanlı sahasında ve Avrupa Rusya’sında Oğuz grubu dışında kalan Müslüman Türkler tarafından da birçok şairin özendiği ve bu dilde eser verdiği klasik bir dildir.
Çağatay Türkçesi için XV. ve XVI. yüzyıllara kadar genellikle Türk tili, Türkî til, Türk lafzı, Türk elfâzı, Türkçe, Türkçe til gibi terimler kullanılmıştır. Nevâî ise Çağatay lafzı ’nı da kullanmıştır. XVII. yüzyılda Ebu’l Gâzî Bahadır Han Şecere-i Türk adlı eserini Türk diliyle yazdığını ve Çağatay Türkçesinden bir kelime bile almadığını ifade etmiştir. XVIII. yüzyılda ise Mîrzâ Mehdî Han, Senglah adlı sözlüğünde hem lugat-i Türk hem de lugat-i Çagatay terimlerini kullanmıştır. Nevâî’nin çağdaşı ve daha sonraki bazı yazarlar ise klasik şeklini Nevâî ile bulan bu dile lugat-i Nevâî demişler ve onun eserlerini anlamak amacı ile yazdıkları sözlüklere bu adı vermekten sakınmamışlardır.
Türkoloji araştırmalarında “Çağatayca” terimi, XIX. yüzyılın ortalarında ilk defa Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır. E. Berezin, Çağataycayı en eski Türk lehçesi olarak kabul ederken, A. Vambery Çağataycayı batı ve doğu Türkistan’daki eski ve yeni yazı dillerini özellikle Özbekçeyi de içine alan bir yazı dili olarak değerlendirmiştir. Bu görüş, Türk sözlükçüsü Şeyh Süleyman Efendi tarafından da kabul görmüştür. Bunun yanında E. M. Quatremere, Pavet de Courteille ve Th. Zenker çalışmalarında “Doğu Türkçesi” (turk-oriental, ostturkisch) terimlerini kullanmışlardır.
Radloff ve Korş yapmış oldukları tasnif denemelerinde, Çağataycayı Eski Uygurcanın devamı olarak göstermiş, Doğu Türkçesi terimi ile -farklı sahalar olmak üzerebugünkü Türk dillerine işaret etmişlerdir. Ayrıca Radloff, Çağataycayı canlı dille ilgisi olmayan yapay bir yazı dili şeklinde nitelendirmiştir. Borokov ise Çağataycanın her şeyden önce dinî-apokrif edebiyat ile ve Moğol saray kâtipleri vasıtasıyla gelişen Eski Uygur dilinin devamı olamayacağını ileri sürmüştür.
Çağatayca da dâhil olmak üzere Sovyet dönemi dil politikalarının etkisi ile X. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar yer alan yazı dillerine verilen başka bir terim de “Eski Özbekçe”dir.
Bu terimi kullanan Şçerbak, “Eski Özbekçe”yi üç döneme ayırmış;
- İlk döneme (X-XIII. yüzyıllar) batı Türkçesi (Kıpçak) ve güney Türkçesi ögelerinin girdiği dili,
- İkinci döneme (XIV-XVII. yüzyıllar) yapay bir yazı dili diye nitelendirdiği Çağataycayı ve
- Üçüncü döneme de (XVII-XVIII. yüzyıllar) yerel ögelerin karışmasından oluşan dili almıştır.
A. Caferoğlu, Çağataycanın Köktürk ve Uygur Türkçesi ile müşterek Orta Asya Türkçesinin kaynaşmasıyla ortaya çıkan edebî bir dil olduğunu belirtmiştir.
Çağatay Edebiyatının Dönemleri
Fuad Köprülü tarafından beş, Samoyloviç tarafından dört evrede ele alınmıştır. J. Eckmann ise Karahanlı ve Harezm Türkçelerinin devamı olarak nitelediği Çağatay Türkçesini, XV. yüzyıldan başlatmış ve üç döneme ayırmıştır.
Eckmann’ın bu gruplandırmasına uyarak Çağatay edebiyatını üç döneme ayırıp ele almak daha uygun olacaktır:
- Klasik Öncesi Dönem: Çağatay yazı dilinin başlangıç dönemidir. XV. yüzyıl başlarından Nevâî’nin ilk divanını düzenlediği 1465 yılına kadarki dönemi içerir. Bu dönem Türkçesi, Harezm-Altın Ordu Türkçesi ile Nevâî dili arasında geçiş özelliği taşımaktadır. Bu dönemde meydana getirilen divanlar, tertip bakımından klasik devirdeki kadar gelişmiş değildir. Başlıca temsilcileri Sekkâkî, Mevlânâ Lütfî, Yûsuf Emîrî, Atâî, Haydar Tilbe, Seyyid Ahmed Mîrzâ, Gedâî, Yakînî ve Ahmedî’dir.
-
Klasik Çağatayca Devri
(XV. yüzyılın ikinci ve XVI. yüzyılın ilk yarısı): Hüseyn-i Baykara ile onun himayesinde bulunan Ali Şir Nevâî’nin başlattıkları dönemdir. 1507’de Özbeklere karşı yapılan savaşta ölen Baykara’dan sonra klasik Çağatay edebiyatı;
- Şeybânîler tarafından Orta Asya’da,
- Babür ile de Hindistan’da olmak üzere iki bölgede devam etmiştir. Nevâî, Hüseyn-i Baykara, Hamîdî, Muhammed Sâlih, Şeybânî, Ubeydî ve Babür bu dönemin başlıca temsilcileridir.
-
Klasik Sonrası Devir
(XVI. yüzyılın ilk yarısından XIX. yüzyılın sonuna kadar): Orta Asya’nın çeşitli adlar altında süren 250 yıllık siyasi birliği, XVI. yüzyılın sonlarında Şeybânî hükümdarı Abdullah Han’ın ölümü ile sona ermiştir. Şeybânî Hanlığı;
- Hive,
- Hokand ve
-
Buhara Hanlıkları olmak üzere üçe bölünmüştür.
Bu hanlıklar arasındaki iç savaşlar kültür hayatında da etkisini göstermiş, güçlü şair ve yazarların yetişmemesi sebebiyle Çağatay edebiyatı gerilemeye başlamış ve zamanla yerini Özbek diline bırakmıştır. Bu dönemin başlıca temsilcileri Ebu’l-Gâzî Bahadır Han, Mûnis Harezmî, Âgehî, Kâmil, İvaz Otar, Ömer Han ile oğlu Muhammed Alî Han, Cihân Hatun ve Muhammed Şerîf ’tir.
XIV-XV. Yüzyıllar Çağatay Edebiyatının Şair ve Yazarları
Sekkâkî: Çağatay şiirinin kurucularından olan Sekkâkî, Maveraünnehirlidir ve Timurluların Uluğ Bey zamanında büyük bir şöhrete ulaşmış, hatta saray şairliğine kadar yükselmiştir. Sekkâkî’nin çeşitli nüshaları olan Divan’ı eksiktir. Bu nüshalardan British Museum’daki nüsha, daha tam ve eskidir. Bundan başka, çeşitli yazmalarda bazı beyitleri tespit edilmiştir. Ayasofya Kütüphanesi bir mecmuanın sayfaları arasında Sekkâkî ve Lütfî’nin hem Uygur hem de Arap harfleriyle yazılmış gazelleri bulunmuştur.
Mevlânâ Lütfî: Mevlânâ Lütfî ismi, Ali Şir Nevâî’nin Mecâlisü’nnefâis, Nesâyimü’l-mahabbe, Muhakemetü’llugateyn, Hâlât-ı Pehlevân Muhammed, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big adlı eserlerinde ve divanlarının önsözü olan Hutbe-i Devânîn ’de geçmektedir. Bu eserlerde; “bu kavmin üstadı ve söz melikidir” ifadesiyle övülür. İskender Mîrzâ adına Farsçadan Türkçeye tercüme ettiği Gül ü Nevrûz adlı mesnevisi ile Divan ’ı, Lütfî’nin Çağatay dilini ustalıkla kullandığını gösterir. Eserlerinde nispeten daha az yabancı unsurlara yer vermiştir. Lütfî, gazel ve tuyuğ tarzında asıl başarısını gösterdiği gibi, Gül ü Nevrûz mesnevisi ve yazdığı kasidelerinde ise dil ve üslup yanında nazım tekniği bakımından da başarılıdır. Farsça şiirler de yazan Lütfi’nin şuara tezkirelerinde ve yazma mecmualarda zikredilen Farsça Divanı da bugün elde değildir.
Yûsuf Emîrî: XV. yüzyılın ilk yarısında yaşayan Şahrûh’un oğlu Baysungur’un nedimlerindendir. Nevâî, Emîrî’yi Mecâlisü’n-Nefâis ’inde Türk şairlerinden göstermekle birlikte onun pek şöhret kazanmadığını, 1433 yılında Herat’ta vefat ettiğini, kabrinin Bedehşan yakınlarında olduğunu bildirmiştir. Emîrî’nin Farsça şiirlerinde döneminin mutasavvıf şairlerinden Şeyh Kemâl-i Hocendî’yi taklit ettiği belirtilmiştir. Yûsuf Emîrî’nin Divan ’ından başka, Deh-nâme adlı mesnevisi ve Beng ü Çagır adlı münazarası bulunmaktadır. Beng ü Çagır, şiir ve düz yazı ile karışık olarak algorik tarzda yazılan bir eserdir.
Deh-nâme (On Mektup) adlı eser ise, âşık ile maşuk arasındaki mektuplaşmalardan oluşan ve 906 beyit tutan mesnevi türü bir eserdir. 1429 yılında yazılmış ve Baysungur Mîrzâ’ya ithaf edilmiştir. Eserin;
- Birisi Uygur
- Diğeri Arap harfli olmak üzere iki nüshası bilinmektedir.
Atâî: Yesevî dervişlerinden İsmail Ata’nın torunlarından olan Atâî’nin hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. XVI. yüzyılda istinsah edilmiş olan Atâî Divanı ’nın bugüne kadar bilinen tek nüshası St. Petersburg Şarkiyat Enstitüsü’nde kayıtlıdır. Bu nüshada 260 gazeli vardır.
Haydar Tilbe: Timur’un torunlarından İskender Mîrzâ döneminde yaşamış ve Türkçe yazmış Çağatay şairlerindendir. Genceli Nizâmî’nin Mahzenü’l-esrâr (=Sırlar Hazinesi) adlı mesnevisinden esinlenerek kaleme aldığı aynı vezin ve aynı isimdeki eseri 615 beyitten ibarettir.
Seyyid Ahmed Mîrzâ: Doğum ve ölüm yılları bilinmemekte olup hayatı ile ilgili bilgilerimiz kendi eseri olan Ta‘aşşuk-name ve Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis ’inde verilen bilgilerden öteye geçmez. Nevâî’ye göre Timur’un beş oğlundan biri olan Mîrânşâh’ın oğludur. Şâhrûh zamanında Horasan valiliği yapmış olan Seyyid Ahmed, 1436 yılında yazıp Şâhrûh Mîrzâ’ya sunduğu Ta‘aşşuknâme adlı mesnevisi ile tanınmıştır. Eser, Hocendi’nin Letâfet-nâme ’si tarzında yazılmış olup her mesnevide olması gereken münacat, na’t, dönem padişahının medhi ve sebeb-i te’lif bölümlerinden sonra gelen on aşk mektubundan ibarettir. Her mektubun sonunda bir gazel ve “sözün hülasası” başlıklı bölüm yer alır. Eserde şair, “Seydî” mahlasını kullanmıştır. 321 beyit tutan mesnevinin bugüne kadar Arap harfli iki nüshası bilinmektedir.
Gedâî: Asıl adı, doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen Gedâî hakkında sadece Nevâî’nin kitaplarında bilgi vardır. Nevâî, Mecâlisü’n-Nefâis ’in üçüncü meclisinde Gedâî için şunları söylemektedir: “Mevlânâ Gedâî, Turkî-guy’dur (Türkçe söyleyen), tanınmışlardandır. Babür Mîrzâ zamanında şiiri şöhret kazandı. Gedâî, Sultan Babür döneminde şöhret kazanmış, Babür’den sonra tahta çıkmasını arzu ettiği Şâhrûh’un torunu Hüseyin Sultan’a atfen bir kaside yazmıştır. Şiirlerinde “Gedâ” ve “Gedâî” mahlaslarını kullanan şairin bilinen tek eseri Divan ’ıdır.
Yakînî: Döneminde aristokrat zümre arasında önemli olan okçuluğa ait nesir tarzında yazdığı Ok ve Yaynı? Münâzarası adlı eseri ile tanınmıştır. Bu münazara eseri, Türk edebiyatında güzel ve süslü nesre örnek gösterilecek tarzdadır. Yakînî’ nin hayatıyla ilgili yeterli bilgiye sahip değiliz.
Ahmedî: Sazlar Münâzarası adlı eseri ile tanınan Ahmedî hakkında bilgilerimiz çok sınırlıdır. Eserinin üslubundan Ahmedî’nin klasik Çağatay öncesi şairlerinden olduğu ve sağlam bir musiki kültürüne sahip bulunduğu anlaşılmaktadır. Eser, nesir olarak yazılmış kısa mukaddimeden sonra gelen 130 beyitten oluşan küçük bir mesnevidir. Sembolik özellik taşıyan Sazlar Münâzarası adlı eserde benlik davası güden sazlar, doğru yolu bulamamış, vahdet sırrına ermemiş basit insanları; meyhanenin piri ise doğru yolu gösteren mürşidi temsil etmektedir.
Ali Şir Nevâî: Nizamuddin Ali Şir Nevâî, 9 Şubat 1441 (H. 17 Ramazan 844) tarihinde Herat’ta doğdu. 3 Ocak 1501 tarihinde ise yine bu şehirde Hakk’ın rahmetine kavuştu ve hayattayken hazırlattığı Kudsiye Camii yanındaki kabre gömüldü. Nevâî Uygur Türklerindendir. Babası Gıyâsüddîn Kiçkine Bahadır, Horasan hâkimi Ebu’l-Kâsım Babür’un hizmetinde bulunmakta idi. Ana tarafından büyük babası Ebû Sa’îd Çisek de, Mîrzâ Baykara’nın beylerbeyi idi. Esasen ataları başlangıçtan beri Timurluların hizmetinde bulunuyorlardı.
Ali Şir Nevâî’nin klasik Çağatay edebiyatının teşekkülünde seçkin bir yeri vardır. Dört Türkçe, bir Farsça divanı, hamsesi, Mecâlisü’n-nefâis adlı şuara tezkiresi, Muhakemetü’l-lugateyn ’ i ve sayısı otuzu aşkın çeşitli konudaki eserleri vardır. Büyük bir şair, fikir adamı, devlet adamı ve hepsinin üzerinde dil ve ulus arasındaki köprüyü kurmasını bilen bilinçli bir Türk dili savunucusu ve hadimi (=hizmetçisi) idi. Bu düşünce ile Türklüğü aydınlatan eserler verdi ve Türkçe için çalıştı. Farsçanın resmi dil olarak hüküm sürdüğü bir dönemde Nevâî’ Türkçenin birçok yönden Farsçadan üstün bir dil olduğunu savunmuş ve Türkçe ile de yüksek bir edebiyat meydana getirmenin mümkün olduğunu bizzat eserleriyle ispat etmiştir. Nevâî’ nin her eseri, döneminin sosyal ve kültürel bir yönünü aydınlatmıştır. Nevâî’nin şöhreti, yalnız Çağatay alanı içerisinde kalmamış, siyasi ve coğrafî sınırları aşarak bütün Türk ülkelerine yayılmış, eserleri her yerde zevkle okunmuş, yüzyıllar boyunca yetişen nice ünlü şairleri etkisi altında bırakmıştır.
Nevâî, Türk edebiyatının gelişmesinde Tanzimatçıların oynadığı rolü, klasik Çağatay edebiyatının teşekkül ve gelişmesinde yüklenir. Bu sebepledir ki Nevâî, Fars edebiyatını örnek almış, çeşitli türlerde Farsça yazılan eserleri Türkçeyle yeniden ve orijinal kalarak yazmaya gayret etmiştir.
Nevâî’nin eserleri aşağıda kısaca açıklanmıştır.
Divanları (Hazâ’inü’l-me‘ânî): Bedâyi‘ü’l-bidâye, Nevâdiru’n-nihâye, Hazâ’inu’l-me‘nî’ dir. Hazâ’inu’lme‘nî şairin çocukluk, gençlik, orta yaş ve yaşlılık dönemlerinde yazdığı şiirleri ihtiva eder. Yani Garâ’ibu’ssıgâr, Nevâdirü’ş-şebâb, Bedâyi’ü’l-vasat ve Fevâ’idü’lkiber olarak düzenlenmiştir. Bunlardan başka, Farsça Divan’ ı da vardır.
Hamsesi: Hayretü’l-ebrâr, Ferhâd u Şîrîn, Leylî vü Mecnûn, Seb’a-i Seyyâre, Sedd-i İskenderî hamsesini meydana getiren mesnevileridir. Bunlardan başka şairin mensur eserleri de vardır.
Mecâlisü’n-Nefâis, şairler tezkiresi olup mensurdur. Nesâyimü’l-mahabbe min-Şemâyimi’lfütüvve ise, bir çeşit veliler tezkiresidir. Risâle-i Mu‘ammâ, Mîzânü’levzân ve Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserleri dil ve edebiyatla ilgilidir.
Münâcât, Çihil Hadîs, Nazmü’l-cevâhir, Lisânü’t-tayr, Sîrâcü’l-muslimîn ve Mahbûbu’l-kulûb dinî nitelikli eserleridir.
Târîh-i Enbiyâ vü Hükemâ, Târîh-i Mülûk-ı ‘Acem ve Zübdetü’t-tevârîh adlı eserleri tarihle ilgilidir. Bunlardan başka, Hâlât-ı Seyyid-i Hasan-ı Erdşîr, Hamsetü’lmütehayyirin ve Hâlât-ı Pehlevân Muhammed adlı biyografik eserleri de bulunmaktadır.
Vakfiyye ve Münşe’at ise belge niteliğindeki eserleridir.
Hüseyn-i Baykara: Hüseyn Mîrzâ bin Mansûr bin Baykara, 842 H.=1438 M. yılında Herat’ta doğdu. Anne ve baba tarafından Timur hanedanından gelen Baykara’nın babası, o yedi yaşındayken vefat etti, on dört yaşına kadar onu annesi Fîrûzebigim büyüttü. Bu yaşa gelene kadar Herat’taki sarayda kaldı ve iyi bir eğitim gördü. Baykara’nın çocukluk ve gençlik yılları Timur ailesinin yakını olan Gıyâsüddîn Kickine Bahâdır’ın oğlu Ali Şir Nevâî ile birlikte geçti. Eğitim hayatlarında başlayan bu dostluk ömürleri boyunca devam etti. “Hüseynî” mahlası ile şiirler yazan Hüseyn-i Baykara, birlikte büyüdükleri çocukluk arkadaşı Ali Şir Nevâî ile Çağatay Türkçesinin devlet ve edebiyat dili olması için uğraş vermişlerdir. Nevâî, Mecâlisü’n-Nefâis adlı şuara tezkiresinin bir bölümünü ona tahsis ederek bu hizmetini takdirle yâd etmiştir. Ayrıca Babür, hatıratında Hüseyn-i Baykara hakkında geniş bilgi verilmiştir.
Hüseyn-i Baykara’nın şiirlerinin toplandığı Divan’ ının bugün bilinen pek çok nüshası bulunmaktadır.
Baykara’nın otobiyografi tarzında küçük bir risalesi de bulunmuştur.