XIV-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Ünite 5: XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı-I Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 5: XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı-I
XV. Yüzyıl Azerî Sahası Türk Edebiyatı
XV. Yüzyıl Azerî Sahasında Tarihî ve Edebî Durum: XV. yüzyılda Irak ve Azerbaycan, Karakoyunlular (1380-1463) ve Akkoyunlular’ın (1403-1508) idaresi altındadır. Timur’un ölümünden (1405) sonra, kurduğu imparatorluk parçalanır. Karakoyunlular ve Akkoyunlular, bir süre Timur’un çocuklarına bağlı kalırlar. Sonra onlar arasındaki taht mücadelelerinden yararlanarak bağımsızlıklarını ilan ederler. Bunların hâkim oldukları sahalarda, XV. yüzyıl boyunca sürekli savaşlar olmuş, XVI. yüzyıl başında da Akkoyunlular tarih sahnesinden silinerek topraklarından bir kısmı Safevi devletinin, bir kısmı da Osmanlıların eline geçmiştir. Sürekli savaşların doğurduğu siyasi ve ekonomik buhranlar, Sünnî, Şiî mezhep kavgalarının yarattığı huzursuzluklar yüzünden, XV. yüzyılda Azerî sahasında edebiyat verimli olamamıştır. Bu dönemde eser verenler arasında bulunanlar şunlardır: Hakîkî, Sultan Ya’kub, Hatâ’î, Habîbî, Hamîdî, Bursalı Celîlî.
Karakoyunlu hükümdarı Cihânşâh b. Karayusuf (öl. 1467), Hakîkî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır. Divan’ ının 893/1487’de istinsah edilmiş bir nüshası, British Museum’dadır (Or. 9493). Sultan Ya’kub, Akkoyunlu hükümdarıdır. Türkçe ve Farsça şiirler söylemiştir. Hatâ’î, Sultan Ya’kub adına Türkçe olarak Yûsuf u Züleyhâ’ yı yazan şairdir. Habîbî , XV. yüzyılda Azerî sahasındaki en önemli şairdir. Şah İsmail tarafından “melikü’ş-şu’arâ” unvanı verilmiştir. Acemane ve şiiri âşıkane bir şair olduğu belirtilir. Şiirlerinden Şiî olduğu ve Hurûfîliğe meyli bulunduğu anlaşılan Habîbî, güçlü bir şairdir. Hamîdî , bu yüzyılda Şirvanşahların saray şairi iken Anadolu’ya gelir. 1459’da İstanbul’a gelerek Fatih’e bir Divan sunar. Divan’ ındaki şiirlerinin çoğu Farsçadır. Türkçe olarak yazdıkları daha az olup 4 kaside, 28 gazel ve 2 beyit olmak üzere tamamı 240 beyittir. Hamîdî’nin şiirlerinde dil, Osmanlı şairlerinin dilinden hiç farklı değildir. Bursalı Celîlî, Hüsrev ü Şîrîn yazarı ve Hamîdî’nin oğludur.
XV. Yüzyıl Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1400- 1450)
XV. Yüzyılda Anadolu Sahasında Tarihî Durum: XV. yüzyılın başında, Anadolu’da Karamanoğulları ve Candaroğulları dışındaki beyliklerin hepsi Osmanlı idaresi altına girmiştir. Ankara Savaşı’nda (1402), I. Bâyezîd’in yenilerek Timur’a esir düşmesiyle, Osmanlı Devleti büyük sarsıntı geçirmiş ve onun Anadolu’da kurmaya çalıştığı birlik dağılmış, Timur’a tabi olan beyler yeniden beyliklerinin başına geçmişlerdir. Timur’un izniyle, Yıldırım Bâyezîd’in dört oğlundan Emir Süleyman Rumeli’de, İsa Balıkesir taraflarında, Çelebi Mehmed (Mehmed Çelebi, I. Mehmed) Amasya’da, Musa Çelebi Bursa’da idareyi ellerine almışlardır. Sona kalan kardeşler arasındaki mücadelede Mehmed Çelebi, Musa Çelebi’yi ortadan kaldırarak 1413’te Osmanlı Devleti’nin başına geçmiştir. Çelebi Mehmed ile oğlu II. Murâd zamanlarında (1421-1451) Anadolu’nun birliği yeniden kurulmaya çalışılmış, II. Murâd, Rumeli’de I. Murâd ile I. Bâyezîd’in elde ettiği toprakları daha da genişletmiştir. XV. yüzyılda Rumeli Türkleşmiş ve Müslümanlaşmıştır. sağlanmıştır. 1453’te Fatih’in İstanbul’u alması ile Bizans İmparatorluğu tarihe karışmıştır. Ayrıca Trabzon Rum Devleti ele geçirilmiş, Anadolu’da birlik sağlanmış, Balkanlarda elde edilen yeni topraklarla Osmanlı Devleti bir imparatorluk halini almıştır.
XV. Yüzyılın İlk Yarısında Anadolu Sahasında Edebî Durum: XV. yüzyılda Bursa ve Edirne başta olmak üzere Anadolu’daki diğer şehirlerde ilim ve sanat faaliyetleri devam etmiştir. Yüzyılın ikinci yarısında, bütün bu faaliyetlerin merkezi İstanbul olmuştur. Türk edebiyatı, artık kuruluş dönemini tamamlayarak klasik bir duruma gelmiştir. Manzum mensur her türde ve her konuda yazılmış pek çok eserle edebiyat iyice gelişerek bir yükselme devri başlamıştır. Yazılan divanların sayısı önceki yüzyıla göre daha fazladır. Mesnevi alanında da her konuda telif ve tercüme çok sayıda eser yazılmış, hamseler meydana getirilmiştir. Bu yüzyılda daha çok tarihî mesneviler yazılmış ve yapılan fetihleri anlatan gazavât-nâmeler kaleme alınmıştır. XV. yüzyılın ilk yarısında yazılan eserlerin açık ve oldukça sade bir dili vardır. Bu yüzyılın şairleri, şiirlerinde atasözlerini, Türkçe tabirleri, Türkçe kelimelerden yaptıkları redif ve kafiyeleri kullanmak suretiyle şiir dilini geliştirmek için büyük gayret göstermişlerdir. Nesir dilinde de iki ayrı gelişme görülmüştür. Halk için yazılan dinî eserlerde ve tarihlerde sade bir dil kullanılmış, ancak bazı eserlerde sanatkârane nesir yer almıştır. Sinân Paşa’nın Tazarru’-nâme’ si bunun en güzel örneği durumundadır. XV. yüzyılın ilk yarısında, Anadolu’da edebî faaliyetin Osmanlı sahasında daha verimli olduğu görülür. I. Bâyezîd’in büyük oğlu Emir Süleyman (1403-1410), edebiyata ve şiire meraklı olup Osmanlı sarayında şairleri ilk defa o toplamıştır. Sarayının çevresinde toplanan şairlerden özellikle Ahmedî ile Ahmed-i Dâ’î, ondan büyük ilgi ve destek görmüşlerdir. Ahmed-i Dâ’î, Çeng-nâme ’sini, Ahmedî ise Tervîhü’lervâh’ ını Emir Süleyman’a sunmuşlardır. Yine her iki şair, bu şehzadenin ölümü üzerine mersiyeler yazmışlardır. Süleyman Çelebi Mevlid ’ini onun zamanında yazmış, Mehmed ise Işk-nâme’sini (Tuhfenâme) ona ithaf etmiştir.
Çelebi Mehmed Dönemi (1413-1421): Çelebi Mehmed, hükümdar olduğu dönemde Germiyan sarayından Osmanlı sarayına intisap eden Ahmedî, Ahmed-i Dâ’î ve Şeyhî gibi şairleri himaye ettiği gibi, ilim, fikir ve sanat çalışmalarına da önem vererek telif ve tercüme eserlerin yazılmasını sağlamıştır. Padişahın himayesini kazanan şairlerin başında gelen Ahmedî ile Ahmed-i Dâ’î, Çelebi Mehmed’e şiirler yazmışlardır. Ahmedî, daha önce tamamlayıp Emir Süleyman’a sunduğu Cemşîd ü Hurşîd mesnevisine sonradan bazı küçük ilaveler yaparak Çelebi Mehmed’e de sunmuştur. Ahmed-i Dâ’î de Emir Süleyman’ın ölümünden sonra Çelebi Mehmed’e intisap etmiş ve Şehzade Murâd’a (II. Murâd) hoca tayin edilmiştir. Dâ’î, şehzade hocalığı sırasında Farsçayı ve Türkçede kullanılan aruz bahirlerini anlattığı Ukûdü’l cevâhir adlı Arapça-Farsça manzum lügatini, bu Şehzade için yazmıştır. Çelebi Mehmed’in himaye ettiği şairlerden biri de Şeyhî’dir. Aynı zamanda hekim (doktor) olan şair, padişahın hastalığını tedavi ettikten sonra takdirini kazanarak büyük ihsan görmüştür. Şeyhî, padişahın verdiği diğer hediyelerle kendisine verilen köye giderken yolda başına gelenleri Har-nâme ’de anlatmış ve bu eseri Çelebi Mehmed’e sunmuştur. Abdülvâsi Çelebi ise, Halîlnâme ’yi Çelebi Mehmed’e takdim etmiştir. Ayrıca bunlardan başka, Zekeriya bin Mehmed-i Kazvînî’nin ansiklopedi tarzında Acâ’ibü’l-mahlûkat adlı eseri, Rükneddîn Ahmed tarafından Çelebi Mehmed adına Türkçeye tercüme edilmiş; Abdülvehhâb bin Yûsuf bin Ahmed el-Mardanî ise, bu padişah için tıbbî eserlerden yararlanarak Kitâbü’l-müntehab fi’t-Tıb adlı eserini yazmıştır.
II. Murâd Dönemi (1421-1451): Anadolu Türk birliğinin yeniden kurulmaya başladığı dönemdir. Beyliklerin Osmanlı idaresi altına girmesi ile kültür ve sanat faaliyetleri de Osmanlı sarayına taşınmıştır. Türk dili ve edebiyatının gelişmesine büyük katkısı olan âlim ve şairler ile haftada iki gün görüşen II. Murâd Han, nerede bir hüner sahibi olduğunu duysa, ona iltifat edip ihsanını esirgememiştir. Çok sayıda Türkçe eserin yazılmasına, Türk edebiyatının ve kültür hareketlerinin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Osmanlı’da ilk şiir söyleyen ve şiirlerinde mahlas kullanan (Murâdî) padişah da II. Murâd’dır. Onun döneminde önde gelen şairler arasında, Germiyanlı Şeyhî ve yeğeni Cemâlî, Şemsî, Nakkaş Sâfî, Gelibolulu Za’îfî, İvaz Paşazâde Atâ’î, Hüsâmî, Hassân, Bursalı Ulvî ve Aşkî bulunmaktadır. II. Murâd, Şeyhî’den Nizâmî’nin Hamse’sini tercüme etmesini istemiştir. Şeyhî, Hamse ’nin Hüsrev ü Şîrîn mesnevisini tercümeye başlamış ve biten kısımlarını II. Murâd’a takdim etmiştir; ancak şair eserini tamamlayamadan vefat etmiştir. Şeyhî’nin yeğeni Cemâlî, II. Murâd’a Hüsrev ü Şîrîn’ in zeyli ile Hümâ vü Hümâyûn adlı mesnevisini sunarak yakınlık sağlamıştır. Şemsî ise, II. Murâd’ın önce musahibi, sonra da nedimi olmuş bir şairdir. Bursalı olan Sâfî de usta bir nakkaş olmasının yanında, padişah meclislerine girebilen bir şairdir. Saray çevresinde bulunan şairlerden Za’îfî, Gazavât-ı Sultan Murâd Han adıyla II. Murad’ın seferlerini manzum olarak anlatmıştır. Bedr-i Dilşâd’ın II. Murad’a sunduğu Murâd-nâme’si ise on bin beyitten fazla ansiklopedik bir eserdir. Âşık Ahmed yazdığı Câmi’u’l-ahbâr adlı manzum bir evliya tezkiresi olan mesneviyi, II. Murad’a takdim etmiştir. Hüsâmî, Hassân, Bursalı Ulvî, Aşkî yazdıkları kaside ve gazellerle II. Murâd’ın himayesini kazanıp saraya girmiş şairlerdir. Hacı İvaz Paşa’nın oğlu Atâ’î de bu devrin tanınmış şairlerindendir. Şair, “dirîğ” redifli kasideyi yazarak saraydan uzak kalmayı tercih etmiştir. Arapça ve Farsçadan eserler tercüme ettiren II. Murâd’ın, Türkçeye gösterdiği hassasiyet ve verdiği önem, Türkçenin büyük devlet dili olmasını sağlamıştır. O, çevirilerin açık bir dille yapılmasını isteyerek Türkçenin kültür ve edebiyat dili olarak işlenmesine hizmet etmiştir. Bu dönemde Türkçeye tercüme edilerek II. Murâd’a sunulan eserler şunlardır:
- Hümâmî: Sî-nâme,
- Abdî: Camasb-nâme,
- Manyasoğlu (Manyas Kadısı): Mehmed Gülistân,
- Şeyh Elvân-ı Şîrâzî: Gülşen-i Râz,
- Mu’înüddîn b. Mustafa: Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin I. cildini, Mesnevî-i Murâdiyye adıyla,
- Mercimek Ahmed: Kâbus-nâme,
- Tokat Dizdarı Ârif Ali: Dânişmend-nâme.
II. Murâd adına ondan fazla mensur eserle yirmiden fazla mesnevi yazıldığı tespit edilmiştir. Ayrıca II. Murâd, musikiye de meraklı olduğundan Hızır b. Abdullah, Kitâbu’ledvâr ve Abdülkadir-i Meragî de Makâsıdu’lelhân isimli eserlerini onun adına yazmışlardır.
İlim ve kültür faaliyetlerinde en dikkate değer gelişme II. Murâd devrinde gerçekleşmiştir. Bu devirde yazılan dinî, tasavvufî, ahlaki, edebî, tarihî, tıbbî eserler ile siyasetnâmeler, menâkıb-nâmeler, musikiye dair eserler, lügatler ve ansiklopedik eserler, ilim ve kültür hayatının ileri bir seviyeye çıkmasını sağlamıştır. Bu gelişmede, II. Murâd’ın ilim, kültür ve sanata değer vermesi yanında, bizzat kendisinin şiirle meşgul olmasının da önemli bir rolü bulunmaktadır. Hacı Bayram-ı Velî, Emir Sultan, Eşrefoğlu Rumî, Abdurrahîm-i Rumî, Yazıcıoğlu Mehmed (Osmanlı kültür hayatının temel eserlerinden Muhammediyye ’nin müellifi) ile kardeşi Ahmed-i Bîcan, Abdüllatîf Kudsî ve Abdurrahman el-Bistâmî Sultan II. Murâd devrinde yaşayan Osmanlı din, kültür ve tasavvuf hayatının önemli şahsiyetlerindendir. İlk Osmanlı tarihçilerinden Âşık Paşazâde, padişah ile bazı savaşlara katılmış, Şükrullah ise, onun musahibi ve elçisi olarak görev yapmıştır. Oruç Bey de, bu dönemde yaşamış önemli bir tarihçidir. Edebiyatımızda önemli eserlerden olan “nazire mecmuaları”nın Anadolu’da yazılan ilk örneğine II. Murâd devrinde rastlanır. Ömer b. Mezîd tarafından derlenen ve II. Murâd’a sunulan Mecmû’atü’nnezâ’ir, II. Murâd devrine kadar Türk şiirinin değerlendirilmesini sağlayan önemli bir kaynaktır.
XV. Yüzyıl (1400-1450 Arası) Anadolu Sahası Şair ve Yazarları
Ahmed-i Dâ’î: Germiyan bölgesi ve Türk edebiyatının önde gelen şairlerindendir. 1350-1355 yıllarında doğduğu tahmin edilen şairin, Süleyman Çelebi ile aynı zamanlarda yaşadığı, doğum ve ölüm tarihlerinin birbirlerine yakın olduğu anlaşılmaktadır. Dili akıcı, açık, ifadesi tok ve gürdür. Mevlânâ, Yûnus Emre ve Âşık Paşa’dan etkilendiği gibi, kendi devrinin ve sonrasının şairlerini de etkilemiştir. Üslubu sağlam olan şair, şiirin ve Türkçenin sırlarını da bilir. Hece ve aruzu birbirine yakınlaştırmış, özellikle tef ’ilelerde kelimelerin bölünmesine çok az yer vermiştir. Arapça ve Farsçaya hâkim olan şair, bir beyti Farsça bir beyti Türkçe, iki beyti Arapça bir beyti Türkçe olan (=mülemma) kasideler de yazmıştır. Arapça ve Farsça tamlamalara ve yabancı cümle şekillerine şiirinde oldukça az yer vermiştir. Aruzun keyfiliklerinden oldukça uzak olup heceye yakındır. Aruzdaki taktilerde, kelimeleri bölmesi çok nadirdir. Tef ’ileleri, kelimelerden ayırması ve gazellerini daha çok musammat olabilecek şekilde yazması, şairdeki Türk edebî anlayış ve zevkinin önde olduğunu gösterir. Dâ’î, şiirlerindeki yerli ve millî seçki ile klasik şiirin kurucuları arasında yer alır. Türk edebiyatında ilk müstezat kaside yazan şairdir. Mersiyeleri içli olan şair, padişah övgülerini yalnız kaside nazım şeklinde değil, mersiyelerinde olduğu gibi terci-bend tarzında da yazmıştır. Dâ’î’nin, gözleme dayalı yazdığı şiirlerinde yer alan tasvirleri gerçekçidir. Kasidelerinde, canlı nitelemeler yapan şair, ele aldığı şahsı bütün yönleriyle özelliklerini vererek anlatır. Övgülerinde, Acem abartılarından uzak duran şair, Fars edebiyatının etkisi altında da değildir. Üslubu, çağdaşlarına göre zarif, açık ve akıcıdır. Çağdaşlarından Ahmedî gibi şiirlerinde kendini övmez. Şiirleri ifade, dil, duygu ve fikir yönünden Şeyhoğlu Mustafâ ile benzerlik gösteren Dâ’î, bazı şiirlerinde Fars şairlerinden Selmân-ı Sâvecî’ye yer vermiş, Çeng-nâme’ nin konusunu Sa’dî’den almış ve ondan etkilenerek yazmıştır. İran kahramanlarına şiirlerinde pek yer vermeyen şair, tasvir yönü ile Gülşehrî’yi takip eder. Ahmedî ile birlikte Emir Süleyman’ın meclislerinde bulunmuş ve nedimlik yapmıştır. Kadılığının yanında şehzade hocalığı yapması, onun saraya daha yakın olmasını sağlamıştır.
Kadı Burhâneddîn gibi Çağatay ve Azerî Türkçesine hâkim olan Dâ’î’nin, Osmanlı sahasında Çağatay Türkçesi ile yazdığı gazeller, bu tür şiirlerin ilk örneklerindendir. Ahmed-i Dâ’î, şiirlerinde kendisini anlatır ve özelliklerinden bahseder. Ayrıca onun söyleyişlerinde samimilik vardır. Dâ’î, hep ümit içinde olan bir şairdir. Şiirlerinde yâr, dost, ârif, sûfi ve zâhid gibi kavramların tariflerini yapan Dâ’î, bu yönüyle Bağdatlı Rûhî’yi de iki yüzyıl öncesinden işaret eder. Devrin şairlerinden özellikle Ahmedî ve Nesîmî gibi dedim-dedi şeklindeki karşılıklı konuşmalar ile sorularla şiirlerine bir akıcılık sağlayan Dâ’î’nin bazı gazelleri ile Ahmedî’nin şiirleri arasında benzerlikler de vardır. Ahmedî Dîvânı ’nda yer alan “itmek dilersin itmegil” redifli gazel gibi Dâ’î de aynı redifle iki gazel yazmıştır. Ahmedî’nin daha çok resim ve görünüşe, Dâ’î’nin de psikolojik tarafa önem verdiği anlaşılmaktadır. Edebiyatımızda nazirecilik de esaslı şekilde bu şairlerin yaşadığı zamanda başlamıştır. Bu durumda, Ahmedî ve Ahmed-i Dâ’î’yi nazirecilikte ilk şairlerden saymak mümkündür. Ahmed-i Dâ’î’de, Ahmedî ile olan bu benzerlikten başka, Çeng-nâme adlı mesnevisinde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin açık etkisi yanında, bazı şiirlerinde Yûnus Emre, Gülşehrî, Âşık Paşa, Nesîmî ve Şeyhoğlu Mustafâ’yı hatırlatan beyitler de bulunmaktadır. Ayrıca bu devrin şairleri arasında, dört büyük halifeye eserlerinde yer veren şairler arasında Şeyhoğlu Mustafâ ile Ahmed-i Dâ’î vardır. Dâî mahlassız gazeller yazdığı gibi, onun tamamlanmamış şiirleri de vardır. Bu durum, şairin şiiri üzerinde düşündüğünü, zaman zaman ve yeri geldikçe yazdığını akla getirmektedir. Dâ’î, mesnevi, gazel, kaside gibi şiirlerinin tamamında, yeri geldikçe öğüt verir. Bu açıdan bakılınca, onda öğüt fikrinin büyük yer tuttuğu görülür. Kur’an , hadis, tefsir, fıkıh, lügat, aruz, inşa usulü, tıp, geometri, hesap, astronomi, rüya tabiri yanında fal ve tarihle ilgili pek çok konuda eser yazmış ve tercümeler yapmıştır. Döneminin çok yazan şair ve yazarı olan Dâ’î’yi, hem şiir hem nesir alanında geçen bir başka şair yoktur. Nesir dilinde ise kısa cümleler kullanan Dâ’î, Şeyhoğlu Mustafâ ve Erzurumlu Mustafa Darîr ile beraber Türk edebiyatında nesir dilinin kuruluşuna büyük katkı sağlamıştır. Teressül adlı eseri ile Türk edebiyatında ilk yazı örneklerini yazan da Ahmed-i Dâ’î’dir.
Eserleri: Manzum ve mensur 17 eseri tespit edilmiştir. Eserlerinden manzum olanlar; Türkçe Dîvân, Farsça Dîvân, Çeng-nâme, Ukûdü’l-cevâhir (Farsça sözlük), Ebu’l-leys-i Semerkandî Tefsirinin Mukaddimesinin Türkçe Çevirisi, Câmâsb-nâme, Vasiyyet-i Nûşînrevân-ı Âdil be-Püsereş Hürmüz-i Tâcdâr tercümesi’dir. Dâ’î’nin Mu’tayebât’ ı ise, müstakil bir eser olmayıp Türkçe Dîvân’ ından seçilmiş 12 mizahî kıt’adan oluşmaktadır. Eserlerinden mensur olanlar; Ebu’l-leys-i Semerkandî Tefsirinin Çevirisi, Miftâhü’lcenne, Kitâbü’t-ta’bir-nâme Çevirisi, Tercüme-i Eşkâl-i Nasır-ı Tûsî, Teressül, Tezkiretü’l-evliyâ Çevirisi, Tıbb-ı Nebevî, Vesîletü’l mülûk li-Ehli’s-sülûk ve Yüz Hadîs Çevirisi olmak üzere dokuz tanedir.
Süleyman Çelebi: Türk edebiyatında ilk mevlid yazarlarından olan Süleyman Çelebi’nin hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Süleyman Çelebi, kimseye minnet etmeyen, eserinde devlet büyükleri ile ilgili hiçbir bilgi bulunmayan ve onlara şiirinde yer vermeyen bir şairdir. Onda Allah ve Peygamber sevgisinden başka bir şey yoktur. Şiirinde bunu en samimi şekilde aksettirmiştir. Süleyman Çelebi’nin tek eseri olan Vesîletü’n-Necât adlı mesnevidir. Halk arasında Mevlid ismi ile meşhur olmuştur. Süleyman Çelebi, derin bir Peygamber sevgisiyle yazdığı bu eseri ile Bâtınîlik gibi bozuk inançlara da karşı çıkmış ve milletin inanç birliğinin korunması hususunda üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmiştir. Süleyman Çelebi, eserini yazarken Âşık Paşa’nın Garîb-nâme’ sinden, Erzurumlu Mustafa Darîr’in Sîretü’n-nebî’ sinden ve Ahmedî’nin Mevlid ’inden yararlanmıştır. Mesnevi nazım şeklinde yazılan Mevlid ’de, kimi mesnevilerde görüldüğü gibi yer yer kaside ve gazel tarzında yazılmış şiirler de vardır. Ancak Vesîletü’n-necât’ ta dikkat çeken bir husus hemen her bahrin sonunda tekrarlanan vasıta beyitlerinin bulunmasıdır. Tercibendlere ait olan bu özelliğin mesnevide görülmesi, dikkat çekici bir durumdur.
Şair eserinde, kaside şeklinde yazdığı şiiri de dahil mahlas olarak Süleyman ismine yer vermiş ve bunu birkaç yerde kullanmıştır. Süleyman Çelebi, fâilâtün fâilâtün fâilün vezniyle yazdığı Vesîletü’n-necât ’taki Peygamber’i övdüğü na’tını ise, mefûlü fâilâtü mefâîlü fâilün vezni ile yazmıştır. Aruz veznini başarı ile kullanan şair, Türkçede uzun ünlü bulunmaması yüzünden, devrin bütün şairlerinde olduğu gibi şiirinde imale ve zihaflardan kaçamamıştır. Anlaşılır ve açık bir dil kullanan Süleyman Çelebi, eserini Eski Anadolu Türkçesi ile yazmıştır. Arapça ve Farsça tamlamalara pek az yer veren, sıcak ve sade dil ile içinden geldiği şekilde söyleyen şair, samimiyetini yansıttığı bir eser ortaya koymuştur. Vesîletü’n-necât bir “sehl-i mümteni” örneğidir. Peygamber’in hayatının anlatıldığı Mevlid , dokuz bölümden oluşur:
- Tevhid-münacat ve kitabın yazılış sebebi,
- Âlemin yaratılmasının sebebi,
- Muhammed nurunun yaratılması ve Âdem’den başlayarak Peygamber’in alnında karar kılması,
- Veladet,
- Peygamberin mucizeleri,
- Miraç,
- Peygamberin vasıfları ve peygamberin tebliğ vazifesini yerine getirmesi,
- Peygamberin vefatı,
- Kitabın sonu.
Bu bölümlerin bazılarında ayrıca fasıllara yer verilmiştir. Bunların sayısı yediyi bulur. Ancak bazı nüshalarda on beşe kadar çıktığı da görülür. Süleyman Çelebi, eserin sonunda ölümün geleceğini, buna hazırlıklı olmak gerektiğini, işleri vaktinde yapmayı, nefse uymakla günah işlediğini anlatarak Allah’tan rahmet, af dilemiş ve eserini 812/1409 yılında Bursa’da yazdığını belirtmiştir. Vesîletü’n-necât, Arnavut, Sırp, Rum, Boşnak, Kürt, Gürcü ve Arap dillerine çevrilmesinin yanında Türk şivelerine de uyarlanarak okunmuştur. Mevlid okuyan kimselere “mevlidhân” denilmiştir.
Abdülvâsi Çelebi: XIV. yüzyılın ortalarında doğmuş ve XV. yüzyılın ilk çeyreğinde Amaysa ve Bursa’da yaşamıştır. Şiirlerinde Kadıoğlu ve Kadı mahlasını kullanan şair, ayrıca Abdülvâsi adını da mahlas gibi yazmıştır. Abdülvâsî Çelebi’ye göre, söz eksiksiz söylenmeli, açık, anlaşılır ve anlamlı olmalıdır. Anlamsız sözden bir fayda gelmez. Söz az ve öz söylenmeli, dinleyen ondan faydalanmalı, söyleyen kimsenin isteğini de karşılamalıdır. Böyle olmazsa o söz, söz değildir. Bu yüzden, devrinin şairlerine göre dili açık ve anlaşılır, özellikle yabancı tamlamaları kullanmama bakımından dikkatli bir şairdir. Şiirlerinde, Arapça ve Farsça tamlamalara yok denecek kadar az yer verir. Vezin kullanmada oldukça başarılıdır. Abdülvâsi Çelebi, konuyu hikâye ederken, bazen sözü anlattığı şahıslara bırakıp onları karşılıklı konuşturarak anlatımına bir akıcılık kazandırır. Sadece dinî kaynaklardan değil edebî kaynaklardan da yararlandığı anlaşılan şair, bazı şiirlerinde Dehhânî ve Şeyhoğlu Mustafâ’dan, Fars şairlerinden Selmân ve Attâr ile meşhur Arap şairi Hassân’dan üstün olduğunu belirtir. Abdülvâsi Çelebi’nin eserinde; Dede Korkud’dan gelen söyleyişler dikkati çeker.
Halîl-nâme adlı eseri, Türk edebiyatında İbrahim peygamberin hayatının anlatıldığı bilinen tek eserdir. 3693 beyitten meydana gelen bu mesnevi, aruzun mefâîlün mefâîlün feûlün vezniyle yazılmıştır. Dâsitân-ı İbrâhîm Nebî adıyla da bilinen eserde, İbrahim peygamberin hayat hikâyesi, buna bağlı olarak kurban olayı ve İsmail peygamber anlatılmıştır. İlahî hikâyelerin en güzellerinden birinin anlatıldığı eserin sonundaki; “Tetimme-i Kelâm ve Hâtime-i Kitâb” başlıklı kısımda ise, mefulü fâilâtü mefâîlü fâilün vezni kullanılmıştır. Halîl-nâme, halka dinî bilgiler vererek faydalı olmak için yazılmış dinî-didaktik bir eserdir. Saf ve samimi bir ifade ile yer yer dünya hayatına ait gerçekçi tasvirler yapılan eserde ahlaki öğütler de verilmiştir.
Mi’râc-nâme, Halîl-nâme’ nin sonunda yer alan 548 beyitlik bir kısımdır. Abdülvâsi Çelebi’nin Hz. Peygamber’in miracını geniş bir şekilde anlatmaya çalıştığı ayrı bir eser gibi görünen bu mesnevisi de mefâîlün mefâîlün feûlün vezninde yazılmıştır. Üç beyitlik bir Peygamber övgüsüyle başlayan Mi’râc-nâme, üç bölümdür:
- Birinci bölümde miraç olayı bütün yönleriyle peygamberin dilinden anlatılmıştır.
- İkinci bölümde, başta Hz. Ebû Bekir olmak üzere miracın tebliği;
- Üçüncü bölümde ise müşriklerin tutumu, Hz. Ebû Bekir ile konuşmaları, Ebû Bekir’in miracı doğrulaması ve kâfirlerin şaşkınlığı anlatılmıştır.
Abdülvâsi Çelebi’nin tefsir ve hadislerden faydalanarak yazdığı bu mesnevi, Âşık Paşa’nın Garîbnâme’ sinde yer alan mi’râ-nâmeden sonra, Harezm bölgesi eserlerinden olan anonim mi’râc-nâmeyi de hesaba katarsak, Türk edebiyatında görülen üçüncü mi’râc-nâmedir.
Şeyhî: XIV. yüzyılın sonu ile XV. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Şeyhî’nin adı kaynaklarda bazen Yûsuf bazen de Sinân, Sinâneddîn olarak geçer. Germiyan’da (Kütahya) doğan ve tabip olmasından dolayı, “Hekîm Sinân” adıyla şöhret kazanan Şeyhî, şair Ahmedî’den ders almış ve İran’da tasavvuf, edebiyat ve tıp öğrenimi görmüştür. Şeyhî, Anadolu sahası dindışı edebiyatının kuruluşunda önemli rol oynamış, özellikle lirizm yanı öne çıkan manzumeleriyle tanınmıştır. Şairin Divan ’ında yer alan gazel ve kasidelerinde, Fars şairlerinden Selmân-ı Sâvecî ile Hâfız-ı Şirazî’nin etkisi görülür. Şeyhî, Türk edebiyatında başarılı bir mesnevi şairi olarak tanınır. Çok sayıda tezkire yazarı, Nizâmî’nin aynı adlı eserinden tercüme ettiği Hüsrev ü Şîrîn ’in Türk edebiyatındaki bu türde yazılmış en güzel mesnevi olduğunu belirtmiştir. Mesnevide, Ferhâd’ın dilinden söylediği terci-bendi, divan şiirindeki tevhidlerin en güzellerinden biridir. Şeyhî, bu şiirinde konuyu anlatış şekli ve tasvirlerinde de oldukça başarılıdır. Şair, ayrıca Har-nâme ile Türk hiciv ve mizah edebiyatının önde gelen bir ismi olmuştur. Şeyhî, Anadolu sahasında gelişen klasik şiirin kurucu şairlerinden biridir. Bu sebeple, eski kaynaklarda kendisinden “şeyhü’ş-şu’arâ”, “serdâr-ı şu’arâ” ve “hüsrev-i şu’arâ” şeklinde söz edilmiştir. Şeyhî, XV. yüzyılın Ahmed Paşa ve Necâtî gibi şairlerinden başka, Bâkî’den Fuzûlî’ye kadar büyük şairler başta olmak üzere, sonra gelen çok sayıda şair üzerinde etkili olmuştur.
Eserleri: Şeyhî’nin bilinen ve elde bulunan eserleri, Divan, Har-nâme ve Hüsrev ü Şîrîn mesnevileridir.