XIV-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Ünite 3: XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatında Mesnevi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatında Mesnevi

Giriş: XIV. Asır Türk Edebiyatında Mesnevinin Genel Durumu

Bu asırda yazılan mesnevileri üç grupta incelenir:

  1. Manzum dinî destanlar,
  2. Tekke edebiyatı mahsulleri,
  3. Klâsik Türk edebiyatı eserleri.

Bu dönemde mesnevi şeklinde yazılmış irili ufaklı yaklaşık 100 eser bulunmaktadır. Bu eserlerden 3 tanesinin nüshaları bugün elimizde mevcut değildir. Bunlardan;

  • 54’ü dinî-ahlaki-tasavvufî;
  • 22’si aşk konulu;
  • 11’i tarihî-menkıbevi;
  • 4 ise diğer konulara aittir.

Bu mesnevilerden ikisi Farsça, biri ise Arapça-Farsça olarak yazılmıştır.

Dinî-Ahlaki-Tasavvufî Mesneviler

Mevlid: Hz. Peygamber’in hayatı etrafında oluşturulan ve Türklere has olan “mevlid”, ilk defa bu dönemde Ahmedî (öl. 815/1412) tarafından yazılmıştır. Mevlid ’de Hz. Peygamber’in nurunun peygamberden peygambere geçişi, Abdullah’la Âmine’nin evlenmeleri, Hz. Muhammed’in doğumu, çocukluk yıllarıyla ilgili birkaç olay, peygamber oluşu, Mekke’den Medine’ye hicret edişi, bazı savaşları, miracı ve ölümü hakkında bilgi verilmiştir. İsmail Ünver eserde 625 beyit olduğunu tespit etmiştir. 810/1407 tarihinde Bursa’da aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır.

Siyerü’n-nebî: Yaklaşık 9000 beyitten oluşan ve Ahmedî’nin aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazdığı bir eserdir.

Tahkîk-i Mi’râc-ı Resûl: Ahmedî’nin (öl. 815/1412) 808/1405 tarihinde aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla kaleme aldığı bir eserdir. 497 beyitten oluşan eserin yarısında miraç olayı anlatılmış, diğer yarısında ise temsilî şerhi yapılmıştır. Özellikle mi’râc-nâme türünün Dîvân’dan bağımsız olarak gelişmesini göstermesi bakımından önemlidir.

Mi’râcnâme: Aksaraylı Îsâ’nın, miraç ile ilgili hadisi nazmen tercüme ederek oluşturduğu bir eserdir. Didaktik bir hüviyete sahiptir. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan eser, 341 beyitten oluşmaktadır. Namaz, oruç, zekât, hac ve kabir soruları hakkında da bilgi verilen eserde, sade ve basit bir dil kullanılmış, yabancı kelimeler, Türkçe fonetiğe uydurularak yazılmıştır.

Mi’râc-nâme: Aksaraylı Îsâ tarafından müstakil olarak kaleme alındığı tahmin edilen ikinci Mi’râc-nâme de, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmış olup 678 beyitten oluşmaktadır. İbni Abbâs’ın rivayetlerine dayanan eserde, sade bir dil ve üslup kullanılmış ve çeşitli aruz aksaklıkları görülmüştür.

fî-Mi’râci’nnebiyyi Sallallâhu ‘Aleyhi ve Sellem: İbrâhîm Bey’in bu eseri sade bir dil kullanılarak aruzun “mefâîlün mefâîlün feulün” kalıbıyla yazılmış olup 275 beyitten oluşmaktadır.

Mu’cizât-ı Hazret-i Resûl-i Ekrem: Yûsuf-ı Meddâh’ın Hz. Peygamber’in çeşitli mucizelerinin anlatıldığı ve Varaka vü Gülşâh’ la aynı nüsha içerisinde yer alan küçük bir mesnevisidir.

Hz. Peygamber Ebû Cehil ile Güreş Tuttuğudur: Tursun Fakı’nın bu mesnevisi, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmış olup 269 beyitten oluşmaktadır. Hz. Peygamber’in Ebu Cehil ile yaptığı güreşi ihtiva eden bir eserdir.

Cumhur-nâme: Tursun Fakı’nın “gazavât-nâme” türünde olan ve yaşanmamış bir olay üzerine kurgulanan bu eserinde, Hz. Ali ile Cumhur arasında olan savaş anlatılmıştır. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan eser, 1473 beyitten oluşmaktadır. İslami kaynaklı olan eserde cinler ile ifritlerin yer alması, devlerin yaşadığı Kaf Dağ’ı gibi hayalî mekânların bulunması, onun efsane tarzında yazıldığını düşündürtmektedir.

Dâsitân-ı Mûsâ: 142 beyitten oluşan bu eser, Hz. Musâ’nın ölümüyle ilgilidir. Çok sade bir dil ve üsluba sahip olan eser, dünyanın geçiciliğini, peygamber de olsa her canlının mutlaka öleceği gerçeğini ifade etmek ve bu durum karşısında korkunun veya itirazın geçerli olmadığını belirtmek amacıyla oluşturulmuştur. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır.

Dâstân-ı Vefât-ı İbrâhîm: Meclislerde okunan dinîdestanî halk tipi eserlerdendir. 150 beyitten oluşur. İsa’ya aittir. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbının kullanıldığı mesnevi, Hz. Muhammed’in, Hz. Mâriye’den olan ve doğduktan bir yıl sonra vefat eden oğlu İbrâhîm için yazılmıştır. Ana temasını, Hz. Peygamber’in çocuk sevgisinden vazgeçerek ümmetinin sevgisini bütün dünyevî sevgilerin üstünde tutmasının işlendiği bir eserdir.

Nâme-i Mahşer: Müellifi bilinmeyen eser, “mahşernâme” türünden dinî-didaktik halk tipi bir mesnevi olup aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır. XIVXV. asırlarda yazıldığı tahmin edilen ve dinî-ahlaki hüviyete sahip olan ve 538 beyitten oluşan eserde, muhtelif ayet ve hadislere, kimi kıssalara ve rivayetlere dayalı olarak kıyamet, kıyamet ahvali ve kıyamet ehli konu edinilmiştir.

Ahvâl-i Kıyâmet: Şeyyâd Hamza’nın aynı konuda bir mesnevisidir.

Şefâ’at-nâme: Ömeroğlu’nun bir eseridir. Halk tipi dinî mesnevilerden olan eser, 125 beyit olup aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır.

İslâmî’nin mesnevisi: 3574 beyit olup aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır. Eserde, halka dinî bilgileri öğretmek, bu bilgiler ışığında dinî yaşantılarını tanzim etmek ve onlara çeşitli nasihatler vermek amaçlanmıştır. Sade bir Türkçe ve basit bir üslupla yazılmıştır.

Risâletü’n-nushiyye: Yûnus Emre’ye ait ahlaki tasavvufî özelliğe sahip bir mesnevidir. Anadolu’da mesnevi nazım şekliyle yazılan XIV. asra ait ilk müstakil eserdir; 707/1307 tarihinde kaleme alınmıştır.

Dîvân: İbrâhîm Bey’in bu eserinde, beyit sayıları 46 ila 270 arasında değişen on yedi tane mesnevi nazım şekliyle yazılmış manzume bulunmaktadır. Toplam 2301 beyitten oluşan ve dört değişik vezinle yazılan bu manzumelerde;

  • “Münâcât”,
  • “Mi’râciyye”,
  • “Medhiye”,
  • “Şeyhliğin ve müritliğin vasıfları ve methini” işleyen İbrâhîm Bey, ayrıca Mevlânâ’nın Mesnevî-i Ma’nevî ’sinde geçen on iki hikâyeyi de manzum olarak tercüme ve kısmen şerh etmiştir.

Dâsitân-ı İblîs-i Aleyhi’l-la’ne: Yûsuf-ı Meddâh’ın İbni Abbâs’tan rivayet edilen bir hadisten hareketle oluşturduğu eserde yaklaşık 200 beyit olup aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır. Meclislerde okunan dinî, didaktik mahiyetteki halk tipi mesnevilerden olan eserde, İblis konusu dolayısıyla, kibrin iyi bir şey olmadığı vurgulanmak istenmiştir.

Der-Beyân-ı Sehevât-ı İmâm-ı Alî: Yusuf-ı Meddâh’ın, Hz. Ali’nin cömertliğini konu edinen mesnevisi, 402 beyit olup aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır.

Hâmûş-nâme: Yûsuf-ı Meddâh’ın, dilini tutmanın faziletini ispat ve gelişigüzel söz söylemenin birçok felaketlere sebep olduğunu açıklamak için Farsça olarak kaleme aldığı bir mesnevisidir.

Ferheng-nâme-i Sa’dî: Sa’dî-i Şîrâzî’nin Bostân isimli eserinin kısaltılmış tercümesi olan eser, Hoca Mes’ûd tarafından 755/1354 tarihinde aruzun “feulün feulün feulün feul” kalıbıyla yazılmış olup 1073 beyittir. Dinî ve ahlaki konularda çeşitli öğütleri ve bunlarla ilgili hikâyeleri ihtiva etmektedir. Ekseriyetle Türkçe kelime kullanmaya gayret gösteren Hoca Mes’ud, eserinde oldukça sade ve akıcı bir Türkçe kullanmıştır.

Kelîle ve Dimne: Hint kökenli bir öğüt kitabı olan bu eseri gençliğinde mensur olarak tercüme eden Hoca Mes’ûd, hayatının sonuna doğru aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla mesnevi nazım şekliyle yeniden kaleme almıştır. 4068 beyitten oluşmuştur.

Bahtiyâr-nâme: Pîr Mahmûd’un, 2795 beyitten oluşan ve aruzun “mefâîlün mefâîlün feulün” kalıbıyla yazdığı didaktik bir mesnevisidir. Farsçadan Türkçeye tercüme edilerek oluşturulan eserde yer alan dokuz hikâyede, ilginç ve ibret verici değişik konular ile çeşitli nasihatlere yer verilmiştir. Dil, aruz vezninin tatbiki ve teknik bakımından başarılı olan eserde, ifade renkli ve canlı, üslup ise sağlam ve akıcıdır.

Ferah-nâme: Kemâloğlu İsmâ’îl tarafından 789/1387 tarihinde aruzun “mefâîlün mefâîlün feulün” kalıbıyla yazılan Ferah-nâme, klasik mesnevi tertibine uygun olarak tanzim edilmiş olup 3030 beyitten oluşmaktadır. “İbretnâme” olarak nitelendirilen, Arapça, Farsça ve Türkçe bazı kitaplardan derlenerek oluşturulan esere, yer yer masal unsurları da eklenmiştir. Eserde, özellikle Emevilerin gerçekleştirdikleri fetihlerden sonra destanlaşan olayların varlığı dikkat çekmektedir. Sağlam, akıcı ve canlı bir üsluba sahip olup Türkçe kelime, deyim ve atasözleri bakımından çok zengin olan eserde, yer yer gazeller de yer almaktadır.

Keşfü’lme’ânî: Ladikli Mehmed bin Âşık Selmân’ın bu eseri, Şâtıbî tercümesi olup 800/1398 tarihinde yazılmıştır. Müellifin bunun dışında Kur’ân hakkında manzum bir eseri daha vardır.

Kavâ’id-i Teysîr-i Kur’ân: Halka tecvit konusunu öğretmek amacıyla, Câberî’nin tecvidinden istifade edilerek oluşturulmuştur. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan ve 327 beyitten oluşan eserin dili sade, anlaşılır ve döneminin özelliklerini yansıtıcı bir özelliğe sahiptir.

Mantıku’t-tayr (Gülşen-nâme): Gülşehrî tarafından, Ferîdüddîn-i Attâr’ın aynı isimli eserinden hareketle oluşturulmuş, “vahdet-i vücud” inancını işleyen alegorik bir mesnevidir. Türk diliyle Farsçadan daha güzel bir eser yazılabileceğini ortaya koyma amacıyla aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan ve telif özelliği de taşıyan mesnevi, 4438 beyittir.

Garîb-nâme: Âşık Paşa’nın, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazdığı Garîb-nâme isimli mesnevisi, 10592 beyit olup on bölümden meydana gelmektedir. Dinî, tasavvufî ve öğretici bir hüviyette olup halkı eğitme amacıyla yazılmıştır. Eserde, yaklaşık olarak 550 konu üzerinde durulmuştur. Sade bir dili olan eserde, nasihat üslubu hâkim olmakla beraber; birçok yerlerinde temsil yoluyla bazı hikâyeler anlatılmıştır. XIV. asır Anadolu Türkçesinin kullanıldığı eserde Arapça ve Farsça tamlamalara, sadece gerek duyduğunda ve çok az olarak yer vermiştir.

Aşk Mesnevileri

Yûsuf u Zelîhâ: Şeyyâd Hamza tarafından aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla nazmedilmiş olup 1529 beyitten oluşan eser dinî bir aşk hikâyesidir. Eseri yazarken çeşitli Kur’an tefsirlerinden de istifade eden Şeyyâd Hamza, konuyu kendi duygu ve düşünce dünyası içerisinde geliştirerek anlatmıştır. Şairin, sanat gösterme kaygısından uzak bir şekilde kaleme aldığı eserde pek çok ifade ve vezin kusurlarına rastlanmaktadır. Şairin, klasik mesnevilerde mutlaka bulunan “rüya yoluyla âşık olma” motifini tatbik ettiği dikkat çekmektedir. Şeyyâd Hamza, mesnevisinin çeşitli yerlerine serpiştirdiği “nükte” başlıklı kısımlarda çeşitli öğütlerde bulunmuştur.

Bu dönemde Yûsuf u Züleyhâ kaleme alan şairlerden biri de hayatı hakkında bilgi bulunmayan Garîb ’dir. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan eser, 2926 beyitten oluşmaktadır. Eserde, Yusuf Peygamber’in hayatı iki kısımda hayatı işlenmiştir:

  • “Yusuf Peygamber’in babası ve kardeşleriyle olan ilişkisi” ve
  • “Yusuf Peygamber’in Züleyhâ ile olan aşk ilişkisi.”

Ayrıca burada, çoğu Yûsuf u Züleyhâ mesnevisinde bulunmayan “Yakub’un, kardeşi Âs ile olan ilişkisi”ne de yer verilmesi dikkat çekmektedir. Eserin dili sade ve basittir. Eserde bazı beyitlerin birinci ve ikinci mısralarının iki farklı vezinle yazılması ayrıca dikkat çekmektedir.

Bunların dışında Kadı Darîr, Suli Fakîh, Ahmedî ve Şeyhoğlu Yûsuf u Züleyha yazan diğer şairlerdir. Bunlardan Ahmedî ve Şeyhoğlu’nun eserleri şu an için kayıptır.

Süheyl ü Nev-bahâr: Hoca Mes’ûd’un 751/1350 tarihinde aruzun “feulün feulün feulün feul” kalıbıyla nazmettiği eser, 5703 beyitten oluşmaktadır. Türk edebiyatında klasik mesnevi tertibine uygun olarak tanzim edilen ve beşerî aşk konusunda yazılmış ilk mesnevidir. Zengin ve ahenkli kafiye yapısına sahiptir. Akıcı ve sade bir dille yazılmış; anlatım, söz sanatları ve mazmunlarla zenginleştirilmiştir. Tasvirler ise, canlı ve durumun bütün yönlerini yansıtabilecek niteliktedir. Aynı isimli Farsça bir eserden tercüme edilen Süheyl ü Nev-bahâr’ ın İran edebiyatındaki orijinali, bugüne kadar ele geçmemiştir. Şair eserde on beş “gazel”e yer vermiştir. Asıl adı Kenzü’l-bedâyi’ olan eser, Yemen padişahının oğlu Süheyl ile Çin fağfurunun kızı Nev-bahâr arasındaki aşkı işlemektedir.

Cemşîd ü Hurşîd: Ahmedî’nin (öl. 815/1412-13) bu mesnevisi ilk defa N. S. Banarlı tarafından ilim âlemine tanıtılmıştır (1939). Aruzun “mefâîlün mefâîlün feulün” kalıbıyla 806/1403’te yazılmış olup 4745 beyitten oluşmaktadır. İran edebiyatındaki klasik aşk mesnevileri tarzında nazmedilmiştir. Ahmedî, İranlı şair Selmân-ı Sâvecî’nin aynı adlı eserinin tercümesi olan mesnevisine birçok eklemeler yaparak ona telif hüviyeti kazandırmıştır. Eser özellikle hikâye tekniği bakımından oldukça başarılıdır. Ahmedî, eserine “Türkî libas” giydirmiş, yani eserini Türkleştirmiştir. Eserde, Çin fağfurunun oğlu Cemşîd ile Rum kayserinin kızı Hurşîd arasındaki aşk anlatılmaktadır.

Hüsrev ü Şîrîn: Aydınoğlu Îsâ Beg adına 768/1367 tarihinde aruzun “mefâîlün mefâîlün feulün” kalıbıyla Fahrî tarafından yazılmış olup 4683 beyittir. Hikâyenin asıl konusu, Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn’ i ve Firdevsî’nin Şeh-nâme ’sinden yararlanılarak oluşturulmuştur. Eserdeki beyitlerin yaklaşık 1575’i Şeh-nâme ’den, kalanı da Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn’ inden tercüme edilmiştir. Fahrî’nin mesnevisindeki kafiye ve rediflerde, her ne kadar Nizâmî ve Firdevsî’nin etkisi görülse de, ekseriyetle müstakil davranılmıştır. Fahrî eserini şuurlu olarak Türkçe yazmıştır. Anadolu’da yazılan ilk Hüsrev ü Şîrîn olmasıyla da önemli bir eserdir.

Hurşîd ü Ferahşâd: Şeyhoğlu Mustafâ’nın bu eseri, Hurşîd-nâme adıyla da anılmaktadır. Aruzun “mefâîlün mefâîlün feulün” kalıbıyla yazılan ve 7903 beyitten oluşan eser, İran Şahı Siyavuş’un kızı Hurşîd ile Mağrib şehzâdesi Ferahşâd arasındaki aşkı konu edinmektedir. XIV ve daha eski yüzyıllardaki Türk örf ve âdetlerinden izler de taşıyan Hurşîd-nâme, Türkçe olarak yazılmış, içerisine yer yer kahramanların ağzından 23 gazel ile 1 terci bend eklenmiştir. Dil, hikâyecilik sanatı ve nazım tekniği bakımından oldukça başarılı bir eserdir.

Işk-nâme veya Tuhfe-nâme: Mehmed’in bu mesnevisi, İran edebiyatında orijinali bulunmayan eserlerdendir. Mısır’da aruzun “mefâîlün mefâîlün feulün” kalıbıyla yazılmaya başlanan eser, 800/1398 tarihinde tamamlanmıştır. 8702 beyitten oluşan mesnevinin konusu, Hümâ ile Ferruh arasında geçen bir aşk hikâyesine dayanmaktadır. Mesnevide, yer yer dört değişik vezinle yazılmış otuz tane gazele yer verilmiştir. Didaktik mahiyette bazı konulara da değinilen eserde yer alan Mısır’la ilgili tasvir, Ahmed Fakîh’ten sonra müşahedeye dayalı ilk realist ülke tasvirlerinden olması bakımından dikkat çekicidir.

Gül ü Hüsrev: Tutmacı’nın bu eseri, Ferîdüddîn-i Attâr’ın aynı adlı yahut Hüsrev-nâme diye bilinen 7708 beyitlik mesnevisinin 5370 beyitle Türkçeye yapılan muhtasar tercümesidir. Aruzun “mefâîlün mefâîlün feulün” kalıbıyla 808/1406 tarihinde yazılan eserde, Anadolu Türkçesinin yanı sıra Azerî ve Çağatay Türkçelerinin izlerine de rastlanmaktadır. Rum kayserinin oğlu Hürmüz ile Hozistan emirinin kızı Gülruh arasındaki serüvenin anlatıldığı eserde, zaman zaman didaktik mahiyette beyitlere de yer verilmiştir. Anlatıldığı dönemin toplum hayatı, mahallî unsurları, inanç ve ahlaki normları, örf, âdet ve gelenekleri, esere oldukça renkli bir şekilde yansıtılmıştır. Aşk sahnelerinde lirik bir anlatım vardır. Tutmacı, eserini oluştururken Attâr’ın eserini olduğu gibi tercüme etmeyip bilakis ona telif mahiyeti kazandırmıştır.

Varka ve Gülşâh: Yûsuf-ı Meddâh tarafından yazılan eser 770/1368-69 tarihinde aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır. Eserde Hz. Peygamber döneminde Mekke’de bulunan Benî Şeybâ kabilesine reislik eden iki kardeşin Varka ve Gülşah isimli çocukları arasında geçen aşk anlatılmaktadır. Eserde sanat endişesi görülmemektedir. 1743 beyit ve altı “meclis”ten oluşmaktadır.

Tarihî-Destani-Menkıbevi Mesneviler

İskender-nâme: Ahmedî’nin (öl. 815/1412-13) bu eserindeki beyit sayısı bazı nüshalara göre yedi binden az, bazı nüshalara göre ise sekiz binden fazladır. “Giriş bölümü” klasik mesnevi anlayışına uygun düzenlenen İskender-nâme ’de, “sebeb-i te’lîf ” bölümü yoktur. Ahmedî, “giriş bölümü”nden sonra gelen “dâstân” başlıkları altında, İskender’den önceki olaylardan başlayarak, doğu edebiyatlarında işlenen ortak bir konu olan Makedonyalı Büyük İskender’in ölümüne kadar süren savaşlarını, yolculuklarını ve başka etkinliklerini anlatmıştır. Ahmedî, hem kendisinden önceki manzum İskender hikâyelerinden hem bunlar dışındaki kaynaklardan yararlanmış hem de yeni bölümler eklemiştir. “İslâmî bir ilim ve kültür kitabı” mahiyetinde olan eserde, yer yer sanatkârane tasvirler de bulunmaktadır. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla kaleme alınan ve 334 beyitten oluşan mesnevi, hem Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna ait önemli bazı bilgiler ihtiva etmesi, hem Türkçe yazılmış bilinen ilk Osmanlı tarihi olması, hem de manzum Osmanlı tarihi yazma geleneğini başlatması bakımından önemlidir.

Gazavât-ı Resûlullah: Tursun Fakı’nın bu eseri Kıssa-i Mukaffâ ismiyle de anılmaktadır. Hz. Peygamber ile Yemen’de bulunan ve seksen yaşında bir putperest olan Mukaffâ arasındaki savaşı ihtiva eden eser, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmış olup 673 beyitten müteşekkildir. Yer yer halk tipi mesnevilerdeki efsanevî unsurlar da yer almıştır.

Kıssa-i Ummân: Hz. Ali’nin kahramanlıklarının anlatıldığı bu eser, 1111 beyitten oluşmaktadır.

Muhammed Hanefî Cengî: Tursun Fakı’nın destanî ve kısmen dinî olan gazavât türündeki diğer bir mesnevisidir. 510 beyit olan eser, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır.

Dâsitân-ı Ejderhâ: Kirdeci Alî’nin, Hz. Peygamber’e uzak bir ülkeden gelen Müslümanların şikâyet ettikleri ejderha ile Hz. Ali arasındaki savaşın anlatıldığı, 116 beyitten oluşan aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan eseridir.

Kesikbaş Destanı: Kirdeci Alî’nin, Hz. Ali’nin cenknâmelerindendir. 150 beyit olup aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır. Edebî bir değeri olmayan eserde, Hz. Peygamber’in yüceliği, Hz. Ali’nin savaşçılığı ve yiğitliği, özellikle düşmanlarına karşı gösterdiği başarı ve onları öldürmesi konu edinilmiştir.

Gazavât-ı İmâm-ı Alî: Yûsuf-ı Meddâh’ın bu eseri, Hz. Ali’nin savaşlarıyla ilgili olup 639 beyitten oluşmaktadır. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan ve Hikâyet-i Yemâme olarak da anılan mesnevinin bir nüshası Konya İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.

Gazavât-ı Emîre’l-Mü’minîn Alî, Der Memleket-i Sind Bâ-Mukâtil Şâh: Dâvud isimli biri tarafından aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır. 589 beyit olup Hz. Ali’nin Sind ülkesinin güneşe tapan hükümdarı Mukâtil Şâh’la yaptığı cengi ihtiva etmektedir.

Şeyh-i San’ân Hikâyesi: Ahmedî tarafından aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmış olup 254 beyitten oluşmaktadır. Şeyh Abdürrezzâk’ın menkıbesini ihtiva eden eser, dil, üslup ve vezin yönünden birçok kusuru ihtiva etmektedir.

Menâkıbu’l-kudsiyye fî-Menâsıbi’l-ünsiyye: Elvân Çelebi’nin yazdığı bir aile tarihidir.

Dâstân-ı Sultan Mahmûd: Şeyyâd Hamza’nın bu eseri, Gazneli Devleti’nin en meşhur hükümdarı Gazneli Sultan Mahmud ile bir derviş arasında geçen karşılıklı konuşmayı ihtiva etmektedir.

Kerâmât-ı Ahî Evran: Gülşehrî’ye aidiyeti tartışmalı olan, Ahi Evran’ın fıtrî özellikleri, göstermiş olduğu kerametler ve ahiliğin kuralları hakkında bilgi verilen eserdir.

Maktel: Yûsuf-ı Meddâh’ın Maktel-i Hüseyn olarak da bilinen bu eseri, “maktel” türünün Türkçede bilinen ilk manzum örneği olup 763/1362 tarihinde aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla Kastamonu’da kaleme alınmıştır. Ancak ilk 39 beyitte aruzun “mefâîlün mefâîlün feulün” kalıbı kullanılmıştır. Eser 2824 beyitten oluşmaktadır. Değişik zamanlarda okunmak için on meclis olarak tertip edilen eserdeki her mecliste, konuyla ilgili çeşitli gazellere yer verilmiştir. Kerbelâ’yla ilgili hadiseler kronolojik sıra takip edilerek anlatılmıştır. Sade bir dil ve üsluba sahiptir.

Dâstân der-Cihân-ı Fânûs der-Hikâyet-i Takyanûs: Yûsuf-ı Meddâh’ın bu mesnevisi, 324 beyit olup aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır. Eserde, anlatıcı olarak tayin edilen İbni Abbâs’ın ağzından “Ashâb-ı Kehf” kıssası nakledilmektedir. Çok sade bir dil ve üsluba sahip olan bir eserdir.

Diğer Mesneviler

Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe: Ahmed Fakîh’in bir mesnevisidir. Bir grup arkadaşıyla hacca giderken gördüğü Şam, Kudüs, Mekke ve Medine ile oralarda ziyaret ettiği kutsal mekânlar hakkında bilgi verdiği bir eserdir.

Tervîhu’lervâh: Ahmedî’nin bu eseri tıpla ilgilidir. Adı yanlışlıkla Tefrîhu’l-ervâh olarak yazılan eser, 1403-1410 yılları arasında aruzun “mefâîlün mefâîlün feulün” kalıbıyla ve sade bir dille kaleme alınmıştır.

Tabîat-nâme: Tutmacı’nın Aydınoğlu Umur Bey için manzum olarak kaleme aldığı ve tıbbın önemli bir dalı olan sağlıklı beslenme bakımından önemli olan küçük bir mesnevisidir. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan eser, o dönemin yiyecek ve içecekleri ile ilgili bilgiler vermesiyle de dikkate değerdir. İnsanların mizaçlarına göre yemesi veya yememesi gerekli olan yiyecekler ve içeceklerden bahsedilen eserin sonunda hamam, uyku ve musiki ile ilgili bilgiye yer verilmiştir.

Mirkatü’l-edeb: Ahmedî’nin Aydınoğulları’ndan Îsâ Bey’in oğlu Hamza Bey için yazdığı Arapça-Farsça manzum bir lügatidir.