XIX. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI - Ünite 5: XIX. Yüzyıl Mesnevileri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: XIX. Yüzyıl Mesnevileri

Giriş

Klasik şiirin dört başı mamur bir edebî gelenek hâline geliş süreci, her ne kadar gazel merkezli bir dikkati zorunlu kılsa da asırlara yayılmış bu uzun serüvende mesnevi nazım şeklinin özel bir yeri vardır. XIV-XV. yüzyıllarda bolca yazılmış ve okunmuş dinî-mistik mesneviler ve sonraki dönemlerde yazılan ve lirizm bakımından Fars edebiyatındaki benzerlerini aratmayan örnekler, tüm divanları kuşatacak “klasik estetik” anlayışının inşasında pay sahibi olmuşlardır. Rahat, gösterişsiz ve samimi üslupları sayesinde güçlü sanatkârlar sınıfına dâhil olan kimi mesnevi şairleri, bir yandan klasik kültürle halk irfanını buluşturmuş, diğer yandan da gördükleri geniş kabulle halk anlatılarını besleyen önemli metinlere imza atmışlardır.

XVIII. yüzyılda sosyal ve kültürel hayattaki ciddi değişiklikler, mesnevi geleneği için de farklılıkların değer bulduğu bir asrın yaşanmasına neden olmuştur. Öyle ki çift kahramanlı klasik aşk öykülerinin gördüğü ilgi, özgün kurguları ve mahallî-realist ayrıntılarıyla dikkat çeken eserlere kaymış durumdadır. Mesnevi geleneği için “gecikmiş bir milat” kabul edilebilecek olan Hüsn ü Aşk ise son mesnevi çağının sakinlerini güçlü ve romantik bir gün batımı kızıllığıyla baş başa bırakır.

XIX. yüzyılda yazılan mesnevilerin başlıca temaları alegori ve aşktır. Bununla birlikte dini, siyasi ve tarihi konularda da mesneviler yer almıştır. Gözleme dayalı gerçek sahnelere yer verilmesi özelliği ile önceki dönem mesnevilerinden ayrılırlar.

XIX. yüzyıldaki mesnevi sayısı, diğer yüzyıllara göre daha azdır. Bunun başlıca sebebi, Osmanlı modernleşmesinin Tanzimatla birlikte ivme kazanarak kültür ve sanat hayatını da Batı estetiğine göre biçimlendirmesidir. Mesnevi geleneğini sürdüren şairler bile yeni arayışlara girmişlerdir.

XIX. yüzyılın ilk yarısında yazılmış ve bazıları tamamlanmamış olan mesneviler içeriklerine göre şöyle sınıflandırılabilir.:

  • Temsilî (alegorik) mesneviler: Ateşgede (Yenişehirli Avnî), Gülşen-i Aşk (Keçecizade İzzet Molla).
  • Âşıkane mesneviler: Yusuf u Züleyha (Mehmet İzzet Paşa), Naz u Niyaz (Keçecizade İzzet Molla).
  • Dinî mesneviler: Mevlid (İrşadî Baba), Mevlid (Selamî).
  • Siyasi hiciv içeren mesneviler: Mihnetkeşan (Keçecizade İzzet Molla), Sergüzeştname (Bayburtlu Zihnî). Tarihî mesneviler: Zafername (Hayrî), Manzume-i Sivastopol (Rızayî).
  • İşret hayatıyla ilgili mesneviler: Sakiname (Antepli Aynî).

XIX. yüzyıl geleneksel mesnevi konularının eski itibarını kaybettiği bir dönemdir.

XIX. yüzyıl şairleri XVIII. Yüzyılın sonunda Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk ile mesnevi geleneğine kazandırdığı itibardan etkilenmişlerdir. Bunun en iyi örnekleri İzzet Molla’nın Gülşen-i Aşk’ı ve Yenişehirli Avnî’nin Ateşgede’sidir.

Hüsn ü Aşk’ın yenilik vurgusu ve orijinal hayalleri onu önemli kılan özellikleridir.

“Ateş” imajı Modern Türk şairlerinin bu dönem ilgisini çekmiştir. Mesnevi geleneği içinde ilk defa Hüsn ü Aşk’ta kullanılan “tardiye” nazım şekli, Keçecizade İzzet Molla’nın Gülşen-i Aşk’ında da görülür.

Keçecizade İzzet Molla ve Mesnevileri

Aslen Konyalı bir aile üyesi olan Keçecizade İzzet Molla, 1786’da İstanbul’da doğdu. Sarayla yakın ilişkiler içinde bulunmuş ve dönemin önemli isimlerinin gözdeleri arasında yer almıştır. 1822’de Keşan ve 1829’da Sivas olmak üzere iki kez sürgüne gönderilmiştir. Sivas’ta sürgündeyken vefat etmiştir (1829).

Divanlara özel adlar vermenin yaygınlaştığı dönemde İzzet Molla iki divan tertip ederek genel eğilime uygun davranmıştır. Şairin eserlerine bakıldığında, geniş hayalli, ince fikirli, kökleri gelenekte olan bir birikimin belirtileri hemen sezilir.

Ayrıca Mihnetkeşan, Gülşen-i Aşk ve yarım kalmış Naz u Niyaz adlı üç mesnevi yazmıştır.

Eserin adının Mihnetkeşan mı yoksa Mihnet-i Keşan mı olduğu meselesi birçok tartışmaya konu olmuştur. XX. yüzyılda Peyami Safa ile Ömer Asım Aksoy arasında meydana gelen tartışma bunların en ilgincidir.

Mihnetkeşan: Keçecizade İzzet Molla’nın, 1823’te Keşan’a sürgün edilme hikâyesini mizahi bir dille anlattığı, siyasi hiciv niteliğindeki mesnevisidir. Bir yıllık sürgününün hikayesidir. Tür olarak sergüzeştnamedir. Bu mesnevisinde İzzet Molla metni hareketlendiren çok sayıda anlatım tekniğine başvurur. Klasik tahkiye geleneğini gerçek anlamda bir dönüşüme uğratan Mihnetkeşan, Anadolu Türk ediplerinin bir süre sonra tanışacağı Batı kaynaklı anlatı türlerine yapılmış ilk ciddi hazırlık kabul edilebilir.

Mihnetkeşan’da 109’u başka şairlerden alıntı olmak üzere 4166 beyit ve 6 tahmis bendi bulunur. Mihnetkeşan, benzer mesnevilerde rastlanmayan ölçüde değişik nazım şekilleri içerir. Bunlar arasında kudumiyye, bir devlet büyüğünün yahut hatırı sayılır bir kimsenin bir yerleşim yerine yahut bir makama gelişi üzerine kutlama amacıyla yazılan manzumelere verilen addır. Kudumiyyeler, genellikle kaside ve kıta nazım şekilleriyle kaleme alınmıştır. Tehniyetname, tebrikname gibi isimleri vardır.

Şair, Mihnetkeşan’da, İstanbul hasreti çektiği Keşan’da dertlerini biraz olsun unutabilmek için, yaşadığı olayları ana hatlarıyla kaleme alır.

Eser, alışılagelen mesnevi anlayışına uygun biçimde tasarlanmıştır. Mihnetkeşan, dönemin siyasi ve sosyal yapısına tutulmuş bir aynadır.

Gülşen-i Aşk: Keçecizade İzzet Molla’nın oldukça genç yaşta kaleme aldığı ilk eser 300 beyitten oluşan küçük bir mesnevidir. İzzet Molla bu mesnevisinde, Hüsn ü Aşk’ın alegorik anlatımına dayalı mesnevi geleneğini takip eder.

Şairin başkahraman olması Gülşen-i Aşk’ı benzerlerinden ayıran en önemli yönüdür. İzzet Molla gerçekçi yaklaşımının ilk örneklerini bu eserinde ortaya koyar. Mesnevi geleneğine uygun olarak Farsça ara başlıklar kullanır. Tıpkı Hüsn ü Aşk’taki gibi araya beş bentlik bir tardiye yerleştiren Molla, bu yönüyle geleneğe bağlıdır. Ancak gerçekçi tutumuyla yeni arayışlara yöneldiğini de sezdirir. Geleneğe damgasını vuran âşıklardan Ferhat ile Mecnun’u kendisini nispetle ham âşıklar olarak görür. Bu yüzden he ikisini de yardımcı tip olarak kullanır. Şairlerin kendi aşkını ve âşıklığını en üstün gösterme anlayışı, İzzet Molla’nın Gülşen-i Aşk’ında belirgin bir biçimde görülür.

Yenişehirli Avni ve Ateşgede

Avnî Bey, bugün Yunanistan sınırlarında kalmış Yenişehir (Larissa)’de doğdu. Babası Yenişehir eşrafından Sıdkı Ebubekir Paşa’dır. Bir süre katip olarak çalıştıktan sonra İstanbul’a gelerek evlendi. Katipliğe İstanbul’da devam etti. Daha sonra bir süre memuriyet sebebiyle Gelibolu’da çalıştı. Hayatının son zamanlarında Üsküdar’da memurluk yaptı. 1883 yılında vefat etti. Mevleviliği benimseyen Avnî Bey, derviş yaratılışlı bir kimsedir. Eserleri şöyle sıralanabilir:

Divan: Damadı Şevki Bey tarafından bastırılmıştır (İstanbul 1306/1888). Avnî’nin 3000 beyitten fazla şiirini içermektedir.

Abname: Bahariye mevlevihanesinde çekilen susuzluğu dile getirmek amacıyla yazılan, manzum-mensur karışık, dilekçe türünde, secili bir eserdir. II. Abdülhamit’e sunulmuş ve Eşref Gazetesinde yayımlanmıştır.

Mir’at-ı Cünun: Davranışları normal olmayan insanları anlatan mesnevi nazım şekliyle kaleme alınmış ancak yarım kalmış bir eserdir. Aruzun fe‘ilâtün/fe‘ilâtün/fe‘ilün kalıbıyla yazılmıştır.

Ateşgede: Farsça “ateşlik/ateşli yer” anlamına gelen Ateşgede, Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ından esinlenilerek kaleme alınmış bir mesnevidir. Bu mesnevi, 249 beyit ve dokuz kısa fasıldan meydana gelen yarım kalmış bir eserdir. Eserde, baştan sona ateş ve ateşi çağrıştıran kelimelerin yan yana getirildiği görülür. “Ateş, volkan, şule (kıvılcım), kül, şem (mum), nâr (ateş), niran (cehennem)” gibi ateşle ilgili kelimeler; “kırmızı, lal (kırmızı renkli değerli bir taş), yakut (kırmızı renkli değerli bir taş), bade (şarap), hurşit (güneş) vb.” kırmızı ve kızıllıkla ilgili kavramlar bir aradadır.

Yenişehirli Avnî, mesnevisine ateşi öven, ateşin önemini bildiren, bu yüzden ateşle ilgili kavramlara yer veren beyitlerle başlar. Giriş niteliğindeki bu bölümü mesnevinin adını verdiği beyitle bitirir.

Ateşgede içinde geçen kelimelerden olan çin, divan şiirinde hem ülke hem de saçın kıvrımı anlamında kullanılır. Tûr ise Hz. Musa’nın Allah’ın tecellisine tanık olduğu dağın adıdır. Orada Allah’ın nurunu ateş biçiminde gördüğü anlatılır.