XVI-XIX. YÜZYILLAR TÜRK DİLİ - Ünite 7: Türkçede Sadeleşme ve Dil Tartışmaları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 7: Türkçede Sadeleşme ve Dil Tartışmaları
TANZİMAT DÖNEMİ ÖNCESİNDE GENEL DURUM
Batı Türkçesinin, diğer bir ifadeyle Anadolu Türkçesinin gelişme sürecini esas olarak iki devre halinde değerlendirmek mümkündür: İlk devre, ikinci devre
İlk Devre:
Eski Anadolu Türkçesi dönemi diye adlandırılan Batı Türkçesinin kuruluş döneminde, Anadolu’da bir bakıma Türk siyasi teşekkülünün de başlangıç dönemi olduğundan dil ile siyasi yapı arasındaki mesafe henüz birbirine çok uzak değildir. Arapça ve Farsça eserler de bulunmakla beraber, Beylikler sınırları içinde yazılan dinî, edebî ve bilim konulu Türkçe eserler hep bu özelliği taşırlar. Özellikle mensur eserlerde, giriş cümlelerinde (sebeb-i telif) ifade edildiği üzere, eserin daha geniş kitlelere faydalı olmasını sağlamak, halkı eğitmek maksadı gözetildiğinden dil muhatap kitlenin özelliğine göre sade ve anlaşılır olmuştur.
İkinci Devre:
Sanat kudretini göstererek edebiyat çevrelerinde söz sahibi olmak maksadıyla eserler ortaya konmaya çalışıldığı bu dönemde bu türlü eserlerin dilinde tabiilikten ve sadelikten uzaklaşma görülmeye başlar. İmparatorluğun siyasi gelişmesine paralel biçimde Türkçe de siyasi yapının unsurlarının çeşitliliğini barındırmaya başlamıştır. Tercüme ve telif bütün eserlerde görülen bu durum, özellikle XV. yüzyılın sonlarından itibaren edebî maksatla kaleme alınan eserlerin dilinde Arapça ve Farsça gramer unsurlarının artmasıyla değişmeye, eserlerin cümle kurgusu sade yapılı cümle görüntüsünden uzaklaşmaya başlar.
Türkî-i Basît Akımı (Mahallileşme)
Batı Türkçesinin gelişme tarihi içinde önemli bir yeri olan Türkî-i Basît akımı, kelime anlamı itibariyle “Basit Türkçe” demektir. Özellikle XV. yüzyıldan itibaren nesir ve nazım dilinde Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin yoğun olarak kullanılmaya başlandığı dikkat çekmektedir. Yazar ve şairlerin dil kullanmadaki becerilerini ve sanat güçlerini göstermek için başvurdukları bu yol, bazı yazar ve şairler tarafından benimsenmemiş, hatta içlerinden bazıları bu gidişe karşı bir tepki olarak anlaşılacak tarzda şiirler yazmışlardır. Bunların içinde XV. yüzyılda Tatavlalı Mahremî, Aydınlı Visalî ve Edirneli Nazmî en çok bilinenleridir.
Bu üç şair, şiirlerinde özellikle Türkçe kelimeler kullanmışlar, Arapça ve Farsça kelime ve terkipler kullanmaktan kaçınmışlardır. Ancak bu şekilde yazılan manzumeler Yunus Emre, Hoca Dehhani, Necati Bey, Zati, Baki ve Fuzuli gibi şairlerin kurduğu divan şiiri diline yabancı kalmış, dolayısıyla sanat çevrelerinde pek itibar görmemiştir.
Eski metin örnekleri topluca göz önünde bulundurulduğunda başlangıcından Tanzimat devrine kadar olan süreçte Türkçenin birbirine paralel üç ana kolda gelişmiş olduğu görülür:
- Halkın konuştuğu dili esas alan sade dilli metinlerin Türkçesi.
- Temel cümle kuruluşu Türkçe olduğu hâlde Arapça ve Farsça kelime, tamlama ve diğer gramer unsurlarının fazlaca kullanıldığı, söz sanatlarına da yer veren süslü (müzeyyen) dilli metinlerin Türkçesi.
- Arapça ve Farsça gramer unsurlarına yer vermekle beraber sanat kaygısı güdülmeksizin telif edilmiş olan ve kısmen sade nesrin özelliklerini de taşıyan orta sadelikte metinlerin Türkçesi.
Bu üç çeşit içinde orta sadelikte metinlerin Türkçesi, Osmanlı devri Türk dilinin ana gövdesini teşkil eder.
TANZİMAT DÖNEMİ SONRASI TÜRKÇE VE DİL TARTIŞMALARI
Tanzimat Devrinde
Dil Dil Konularında Yapılan Çalışmalar, Tartışmalar
Tanzimat devrinde dilde yenileşme çalışmaları sadece edebî, ilmî, resmî vb. bir veya birkaç alana münhasır kalmamış, Tanzimat anlayışının her alanda toplumsal bir yenileşme hareketi olması hasebiyle dilin vasıta olarak kullanıldığı bütün alanlarda yürütülmüştür.
1839’da Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu adıyla ilan edilen Tanzimat Fermanı, bir bakıma, daha II. Mahmut’un saltanatı yıllarında hız kazanan değişim hareketinin bir resmî belge hâlinde duyurulması demekti. Bu tarihten yaklaşık otuz yıl sonra, tıp öğretiminin Türkçe yapılması maksadıyla 1283 (1866) yılında Cemiyyet-i Tıbbiyye-i Osmaniyye kurulmuştur. Bir yıl sonra da Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye (1867) kurulmuş ve bu mektepte yalnızca Türkçe ders verilmesi kararlaştırılmıştır.
Pertev Paşa, Münif Paşa, Kâmil Paşa ve Akif Paşa Tanzimat devri dil hareketinin önemli isimleridir ve bu aydın devlet adamları sade dil hareketinin temelini atmışlardır. Onlardan sonra Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi yazarlar da dili yeniden inşa etme çabasında olmuşlar, bu amaca bağlı olarak eserler yazmışlardır.
Bu dönemde ilmî düşünceyi temsil eden kurumlar teşekkül etmiş ve bu çerçevede çalışmalar yapılmıştır. Yenilikler bir bakıma bu müesseseler yoluyla ve buraların mensupları eliyle Türk toplumuna yansıtılmıştır. Bunlar 1852’de açılan Dârulfünûn, bu üniversitede okutulacak eserleri hazırlamak için aynı yıl kurulmuş olan Encümen-i Dâniş ve 1860’ta kurulmuş olan Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye olmak üzere üç temel kuruluştur.
Bunlardan Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye derneğinin yayın organı olarak çıkan Mecmua-i Fünûn’un (1862) ilk sayısında Münif Efendi, mecmuanın “Herkesin anlayacağı surette sehlü’l-ibâre olmak üzere ...” çıkacağını ifade etmekteydi.
Yazı dilinin sadeleştirilmesinde çok büyük hizmetleri geçmiş bulunan Münif Efendi, aynı zamanda Osmanlı alfabesinin yetersizliği üzerinde durup bunun yerine Latin esaslı alfabenin Türkçe için uygun alfabe olacağını da söyleyen kişidir.
Türk gazeteciliğinin kurucusu olan Şinasi Bey de Agâh Efendi ile birlikte çıkardıkları Tercüman-ı Ahvâl gazetesinin ilk sayısına yazdığı mukaddimede yazılarının herkesin anlayacağı şekilde sade bir dille yazılacağını ifade etmiştir.
Gramer Çalışmaları
Bizde Osmanlı Türkçesini konu alan dilbilgisi kitaplarının ilki Bergamalı Kadri’nin 1530’da yazdığı Müyessiretü’lUlûm adlı eseridir. XVI. yüzyıldan başlayarak yabancılara Türkçe öğretmek üzere yine yabancılar tarafından Türkçe gramer kitapları hazırlanmıştır. Fakat Türkçenin Türklere mekteplerde okutulup öğretilmesi ilk defa bu yıllarda gündeme gelmiştir. 1847 yılında hazırlanıp Maarif Nezaretince kabul edildiği hâlde yazarı Abdurrahman Fevzi Efendinin ölümünden sonra 1882’de basılmış olan Mikyâsu’l-Lisân Kıstâsu’l-Beyân adlı gramer kitabı kısmen Batılı gramer anlayışını Türkçe için uygulamış olması sebebiyle Türk gramerciliğinde bir merhaledir.
Cevdet Paşa ve Fuad Paşa’nın birlikte yeni dil anlayışıyla önce Medhal-i Kavâ’id adıyla hazırladıkları (1850) ve sonra Kavâid-i Osmâniyye adıyla Encümen-i Daniş’in açılışı sırasında Abdülmecid’e sundukları (1865) kitap neşredilen ilk dilbilgisi kitabıdır.
Sadeleşme Çalışmaları
Şinasi
Şinasi Bey “gazete dili”ni kurmuş olması yanında Tanzimat döneminin dilini nazım ve nesir alanında ilk temsil eden kişidir. Muhteva olarak Tanzimat fikri etrafında geleneksel düşünüşün kalıplarını aşan ve Batılı anlayışın örneklerini Osmanlı Türk toplumuna sunan Şinasi’nin eserlerinde kullandığı dil asrına göre oldukça yenidir.
Diğer taraftan Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınları etkileyip yetişmelerine zemin hazırlamasıyla Tanzimat anlayışının sonraki edebiyat kuşaklarına geçmesine de zemin hazırlamıştır.
Namık Kemal
Şinasi’nin açtığı yolda Tanzimat sonrası edebî dili asıl işlemeye başlayan Namık Kemal olmuştur. Şinasi’nin Avrupa’ya gidişine kadar Tasvîr-i Efkâr’da onun yanında bulunmuş ve bir nevi Şinasi’nin çırağı olmuştur.
Namık Kemal’in dil ve özellikle Türkçe ile ilgili görüşleri, edebiyat görüşlerine de yer verdiği “Lisân-ı Osmânînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir” başlıklı yazısında bulunmaktadır. Türkçe için yaptığı önerileri, dilin sadeleşmesi ve gelişmesini sağlayacak, böylece yeni edebî dilin kurulmasına imkân verecek esasları ihtiva eder.
Mevcut yapıdan ve durumdan Türkçeye geçmek için ileri sürdüğü beş öneri, öz olarak şunlardır:
- Mevcut gramer kitapları düzeltilmeli, eksikleri tamamlanmalı ve herkesin faydalanacağı bir yaygınlığa kavuşturulmalı.
- Türkçeye mahsus mükemmel bir sözlük hazırlanmalı.
- Galat-ı meşhur denilen yaygın kullanılan kelimeler ve ibareler asli şekillerine tercih edilmelidir.
- Mevcut eserlerin doğal anlatıma sahip olan makalelerinden tertip edilen ve karşılaştırmalı bir antoloji hazırlanmalı, bunlar okullarda okutulmalıdır.
- Dilimize ait bir belâgat kitabı hazırlanmalıdır.
Ziya Paşa
Şinasi’nin yanında ikinci kişi Ziya Paşa’dır, ancak o kültür tarihimizde daha çok edebî ve siyasi kimliğiyle yer alır. Ziya Paşa görüşlerini Hürriyet gazetesinde (nr. 11, 7 Eylül 1868) neşrettiği “Şiir ve İnşâ” makalesi ile manzum olarak yazdığı “Harâbât mukaddimesi”nde (İstanbul Eylül 1878) edebiyat çerçevesinde ortaya koymuştur.
Ahmet Mithat Efendi
Tanzimat devrinin amaçladığı dilde sadeleşme ve yenileşme hedefine en çok yaklaşan isim Ahmet Mithat Efendi olmuştur. Onun eseri Tanpınar’ın deyişiyle “1870 senelerinin okuyucu kitlesinin seviyesinden başlar” ve “bir halk okuma odasıdır”. Eserlerinin çeşitliliği ve okuyucu kitlesi olarak halk kesimini hedeflemesi ona dilin bütün ifade renklerini kullanma fırsatı vermiştir.
Eserlerinde çağdaşlarına göre onun doğrudan dil konusunu işlediği yazısı Dağarcık’ta neşrettiği (cüz 1, İstanbul 1872, s. 20-25) “Osmanlıca’nın Islahı” başlıklı yazısıdır. İmlânın ıslah edilmesi konusuna da temas ettiği bu yazısında Ahmet Mithat Efendi, Türkçenin geçirdiği merhaleleri ve devrinde içinde bulunduğu durumu özetleyerek eserlerinde kullandığı sade ve anlaşılır halk dilini niçin tercih ettiğinin gerekçelerini vermiş olur.
Ahmet Mithat Efendi dil ve Türkçe konusundaki fikirlerini etraflı bir şekilde anlattığı yazılar yazmıştır. Dil konusundaki görüşlerini kendi çıkardığı Tecüman-ı Hakîkat gazetesine yazdığı yazılarda da sürdürmüştür.
Ali Suavî
Ali Suavî, döneminin Muhbir, Tasvîr-i Efkâr, Vakit, Basîret, Müsâvât, Rûznâme-i Cerîde-i Havâdis, Namık Kemal ve Ziya Paşa ile Londra’da çıkardığı Hürriyet, kendisinin çıkardığı Muhbir, Ulûm, bir ara Ulûm’un kapanması üzerine çıkardığı Muvakkaten Ulûm Gazetesi gibi gazete ve mecmualarında dinî, siyasi ve sosyal yazılar yazmıştır.
Özellikle gazetecilik dilinin sadeleşmesi için çaba harcamıştır. Ulûm’da neşrettiği “Lisân ve Hatt-ı Türkî” başlıklı yazısında Kutadgu Bilig ve Uygur metinleri gibi Türk kültürünün millî ve edebî kaynakları üzerinde durur, diğer Türk lehçeleri ile ilgili değerlendirmeler yapar. Arapça, Farsça, Çince gibi dillerden Türkçeye girmiş kelimeler üzerinde durur, bunların artık Türkçeleşmiş sayıldıklarını ifade eder.
Tanzimat nesli içinde Şinasi, Namık Kemal, Ahmet Mithat ve Ali Suâvi dışındakiler, dil konularından çok edebî konular üzerinde durmuşlar; edebiyatın zenginleşmesi, yenileşmesi ve gelişmesi için uğraşmışlardır denebilir.
Recâîzâde Mahmud Ekrem, Abdülhak Hamid, Muallim Naci
Bunlar arasında Recâîzâde Mahmud Ekrem Bey ile Abdülhak Hamid’i özellikle zikretmek gerekir. Recâîzâde’nin Tanzimat neslinin her cephesinde var olmaya çabaladığı yenileşme hareketi içindeki asıl önemi, Şinasi-Namık Kemal çizgisinin Abdülhak Hamid’e ulaşmasını sağlayan köprü olmasından gelir. Öte yandan 1895’te Servet-i Fünûn’u edebî bir dergi olarak çıkarıp birçoğu talebesi ve tanıdığı olan gençleri etrafında toplayarak Türk edebiyatında önemli bir yer tutmuş olan “Servetifünûn Nesli”nin doğmasına da vesile olmuştur.
Edebiyat anlayışı bakımından yenilikler bulunduran Ta’lîm-i Edebiyat adlı kitabı bir nevi edebiyat tarihi olarak hazırlanmış fakat tamamlanmamış ders kitabıdır. Bu kitabında Osmanlıcanın gelişmesi için bağımsız bir dil olarak değerlendirilmesini ifade eder ancak Arap ve Fars kurallarıyla karıştırarak buna Kavâid-i Osmaniyye demek gerektiğini söyler.
Abdülhak Hamit de Recâîzâde Mahmut Ekrem gibi eserleriyle vardır ve manzum ve mensur bütün eserleriyle Namık Kemal ile başlayan yenilikçi edebiyat anlayışının ulaştığı son noktadır.
Muallim Naci, devrinde sade nesrin en güzel örneklerini vermiştir. Şiirlerinde görünüşte eskiden kopmamış gözükür ancak anlayış olarak daima yeniye açıktır. Tanzimat neslinin son halkası Abdülhak Hamit ve Naci gelecek neslin, Tevfik Fikret, İsmail Safa ve Nabizade Nazım gibilerin ilk halkası durumundadır. Onun yenileşme dönemi için esas önemi, kısa ömrüne sığdırdığı ve hâlâ değerini koruyan Lügat-ı Naci adlı sözlüğü, Mekteb-i Edeb adlı okuma kitabı, sahasının bizde en iyi eseri olan Istılâhâtı Edebiyye adlı belâgat kitabı ve değişik dergi ve gazetelerde yazdığı gramer ve Türkçe konulu yazılarını topladığı İntikâd adlı kitabından gelir.
Dilde Yenileşme Tartışmaları
XIX. yüzyılın sonlarına doğru dilde yenileşme hareketi üç temel nokta esas alınarak gelişmeye devam etmiştir.
- Türk dilinden yabancı kurallarla birlikte yabancı kelimeleri de atmak düşüncesinde olanlar; siyasi düşünce bakımından Türkçüler denen bu grup “Tasfiyeciler” olarak anılmışlardır.
- Hiçbir müdahaleyi kabul etmeyerek dili olduğu gibi bırakmak düşüncesinde olanlar.
- Dilden yabancı kuralları atmak ama kelimelere dokunmamak düşüncesinde olanlar. Bu gruptakiler de “Yeni Lisancılar” olarak anılmışlardır.
Ahmet Vefik Paşa
Ahmet Vefik Paşa Türk toplumunun kalkınabilmesi için yenileşmeyi Batı medeniyetinden alınan değerlerin milli değerlerle kaynaştırılmasında gören, devrinde “Osmanlıcılık”, “İslâmcılık” gibi çeşitli fikir akımlarına karşı “milliyetçilik” akımını benimsemiş ve “Türkçülük” diye adlandırılan bu akımın öncülüğünü yapmıştır.
Dil ve tarih sahasındaki çalışmaları Ahmed Vefik Paşa’ya memleketimizin en eski hatta ilk Türkoloğu olmak sıfatını kazandırmıştır.
Şemseddin Sami
Şemseddin Sami yeni dönemde Türkçenin sadeleşmesi konusunda Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat başta olmak üzere edebî eserler, tercüme eserler, çıkardığı mecmualar, dilbilgisi, lügat ve ansiklopedi eserleriyle Türkçe ve Türk kültür hayatına devrinde oldukça önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Türkçenin öğretimi konusunda yeni usulleri denemek üzere okuma ve yazma kitapları neşretmiştir. Bunlar Küçük Elifba, Yeni Usûl-i Elifba-i Türkî, Nev-usûl Sarf-ı Türkî, Kırâat-i Türkiyye ve Nev-Usûl Nahv-i Türkî adlı eserleridir. Kâmûs-ı Türkî’si ise, devrinde Türkçeyi temel alan ve Türkçede halkın kullandığı yaygınlık kazanmış kelimeleri Türkçeleşmiş sayan bir anlayışla tertip edilmiş ve hâlâ öneminden bir şey kaybetmemiş temel sözlüklerimiz arasındadır.
Dilimizdeki Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçenin gramer kurallarına uydurulması gerektiğini, bu sebeple üç ayrı dilden oluşmuş bir dil olamayacağını vurgulamıştır. Türkçe karşılıkları bulunan ve konuşma dilinde kullanılmayan kelimelerin dilden çıkarılmasını isteyerek, bütün yabancı kelimeleri dilimizden çıkarmak düşüncesinde olan tasfiyecilik aşırılığına düşmemiştir. Dünyada konuşma dili ile yazı dili farklı başka bir millet bulunmadığını söyleyerek dil ile edebiyatı birleştirmek gerektiğini kabul eder.
SERVET-İ FÜNÛN TOPLULUĞUNUN DİL ANLAYIŞI VE YAPILAN TARTIŞMALAR
Tanzimat’ın ilk yıllarından beri yenileşme anlayışı etrafında oluşturulmaya çalışılan sade lisan fikri, 1895- 1901 yılları arasında Recâîzâde’nin öncülüğünde kurulmuş Servet-i Fünûn dergisinde yazılarını neşreden ve edebiyat tarihimiz içinde Servetifünuncular (Edebiyat-ı Cedîde sanatçıları) olarak adlandırılan topluluğun mensuplarınca farklı şekillerde karşılanmıştır. Çoğunun Batı ile fikrî bağlılığı bulunan bu sanatçılar, Tanzimat neslinin oluşturduğu yeni ortamda kendilerine yeni bir sanat dili kurma gayreti içine düşmüşlerdir.
Bu sanatçılar arasında da tam bir görüş birliği bulunduğunu söylemek zordur. Nesirde Halit Ziya (Uşaklıgil), nazımda Tevfik Fikret kendilerine mahsus özellikleriyle bu neslin öne çıkan isimleri olmuşlardır. Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Ahmet Hikmet (Müftüoğlu) gibi isimler ise sanat anlayışı olarak beraber oldukları Mehmet Rauf, Nabizâde Nazım, Cenap Şehâbeddin gibi sanatçılardan sade dil kullanarak ayrı düşmüşlerdir.
Servet-i Fünûncuların Dil Anlayışına Karşı Görüşler
Halit Ziya ve Cenap Şehâbeddin’in şahsında Servet-i Fünûn’un kullandığı dile itiraz edenler de yok değildir. Edebiyat çevrelerinde oldukça ilgi uyandıran ve edebiyat tarihimize “Dekadanlar” olarak geçen Sabah gazetesindeki (1 Mart 1313/1897) yazısında Ahmet Mithat Efendi en sert tepkisini ortaya koymuştur.
II. Meşrutiyetten Sonraki Dil Tartışmaları
II. Meşrutiyet’ten sonra sade dil ve Türkçecilik hareketi için amaç ve tüzüğünde önemli programlı hedefleri olan esaslı girişimleri şöyle özetlemek mümkündür:
- Türk Derneği kurularak kendi adında bir dergi ile dil ve folklor tarihi bakımından önemli kimi faaliyetler
- Ömer Seyfettin’in önderliğinde Genç Kalemler dergisi ve Yeni Lisan
- Ziya Gökalp ve faaliyetleri
- Türk Yurdu dergisinin faaliyetleri
Fecr-i Âtî Topluluğunun Dil İle İlgili Görüşleri
Bu dönemde daha önceki Servet-i Fünûnculara benzer şekilde Fecr-i Âtî topluluğunun da sadeleşmeye karşı olup kendi sanat anlayışlarına bağlı bir dil kullandıklarını belirtmek gerekmektedir. Bu akımın önde gelen temsilcilerinden birisi Ömer Seyfettin’dir. Seyfettin, ‘‘Genç Kalemler’’ dergisinde çıkan ‘‘Yeni Lisan’’ adlı makalesinde görüşlerini dile getirmiştir.
Ziya Gökalp ve Yeni Lisan Konusundaki Görüşleri
Gerek Ömer Seyfettin ile birlikte Genç Kalemler’deki edebî ve bilimsel yazılarıyla, gerekse başka gazete ve mecmualardaki yazılarıyla, müstakil kitaplarıyla Ziya Gökalp, Türkçülük idealini benimsemiş, onu bir programa ve bir sisteme bağlamış, sözü ve fiiliyle öncü düşünürlerden birisi olmuştur.
ALFABE TARTIŞMALARI VE HARF İNKILABI
Alfabe değişikliğini hazırlayan süreç XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır ve yapılan tartışmaları iki başlık altında toplamak mümkündür:
- Batılılaşma
- Yazının yetersizliği
Tanzimat Fermanı sonrasında görülen askerî, idarî alanlarda ve eğitim konularında gerçekleştirilen yeni düzenlemelerin arkasında Batılılaşma, diğer bir deyişle, çağdaşlaşma düşüncesi yatmaktadır.
Tanzimat sonrasında önemle üzerinde durulan konulardan birisi de eğitim sisteminin elden geçirilmesi, eğitimin yaygınlaştırılması ve okuma yazmanın kolaylaştırılması için yazı sisteminin ıslah edilmesi olmuştur. Bu konuyu ilk defa ele alan Ahmet Cevdet Paşadır. Kavaid-i Osmaniyye (1851) adlı gramer kitabında Türkçede bulunup da mevcut alfabede karşılığı olmayan seslerin belirtilmesi için bir yol bulunması gerektiğini vurgulamıştır.
Alfabe konusundaki fikirler şu şeklide sınıflandırabilir:
- Mevcut alfabeyi kullanmaya devam etmek
- Arap alfabesini bırakarak başka bir alfabe kullanmak
- Arap ve Latin alfabelerini kullanmayarak tamamen yeni ve modern bir alfabe oluşturmak
Bunlardan farklı alfabe kullanmayı teklif edenler değişik alfabeler önermişlerdir:
- İslamiyet’ten önceki Türk yazılarından birini, Göktürk veya Uygur yazısını kullanmak. Pek savunucusu olmayan bu fikir A. H. Mustafa adlı birisi tarafından teklif edilmiştir.
- Ermeni harflerini kullanmak. Bu konuda A. Mithat Efendi Ermeni harflerinin zenginliğinden söz etmiş, alınıp alınmaması hususunda bir fikir ortaya koymamıştır. Bunu isteyen sadece Macid Paşa olmuştur.
- Latin harflerini kabul etmek. Genellikle Batı’da eğitim görmüş kimselerin ortaya koydukları görüştür. Özellikle II. Meşrutiyetten sonra en çok benimsenmiş fikir buydu.
Mustafa Kemal Atatürk ve Latin Harfleri
Mustafa Kemal Atatürk’ün, daha gençlik yıllarında ülkesinin ve mensubu bulunduğu cemiyetin kültürel geleceği ile ilgili de planlar yapmakta olduğu anlaşılmaktadır. Cumhuriyetin ilanından sonra da gerekli gördüğü yeniliklerden birisi olan alfabe konusuna hız vermiştir.
Dil Encümeni tarafından tespit edilmiş olan 29 harfli Yeni Türk Alfabesi tasarısı 31 Ekim 1928’de meclis başkanlığına verilmiş, 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilmiştir. “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun” adını taşıyan 11 maddelik kanun, 3 Kasım 1928 günü de Resmî Gazetede yayımlanarak resmen yürürlüğe girmiştir.
İlk maddesi şöyledir: Şimdiye kadar yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ve merbut cetvelde şekilleri gösterilen harfler (Türk Harfleri) unvan ve hukuku ile kabul edilmiştir