XVI-XIX. YÜZYILLAR TÜRK DİLİ - Ünite 2: Batı Türkçesi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Batı Türkçesi
Batı Türkçesi
Oğuz Türkçesi şivelerinin oluşturduğu Batı Türkçesi bazı bilim adamları tarafından Güney-Batı Türkçesi, Güney Türkçesi veya Oğuzca olarak da adlandırılmıştır. Batı Türkçesi, günümüzde Azerbaycan Türkçesi, Horasan Türkçesi, Kaşgay Türkçesi, Irak Türkmencesi, Türkiye Türkçesi, Türkmenistan Türkmencesi ve bunların çeşitli bölgelerde konuşulan şivelerinden oluşur.
XVI. Yüzyıl Türk Dili Ve Edebiyatının Genel Görünüşü
XVI. yüzyılda Osmanlı Devletinin üç kıtaya yayılan bir imparatorluk olarak ortaya çıkmasıyla devletin kültür ve iletişim dili olan Türkçe de büyük bir yayılma ve gelişme imkânı bulmuştur. Türk edebiyatı ve kültürünün merkezi bu dönemde, şüphesiz Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul’dur. Kültür ve edebiyat dili olarak ortaya çıkan bu Türkçenin oluşmasında eğitimli kitleler, mektep, medrese ve tekkelerde eğitimini gördükleri Arap ve Fars edebiyatından aldıkları unsurlarla bu dili sürekli zenginleştirmişlerdir. Türkçeye Arapça ve Farsçadan alınan kelimler daha çok isim, sıfat ve az sayıda zarf ve bağlaçlar olmuştur. Arapça ve Farsça dil unsurlarının Türkçe yazılan eserlerde kullanım derecesi, yazarın eğitim seviyesi, içinde bulunduğu edebi çevre, işlediği konu ve hitap ettiği kişilerin sosyal statüsüne göre değişiklik göstermiştir. Halk ve geniş kitleler için yazılan eserlerde kullanılan Türkçe daha sadedir. Gazel, kaside ve mesnevi gibi Arap ve Fars estetiği ile duygu ve hayal sisteminden oluşan şiir geleneği içinde gelişen divan şiiri, Türk divan edebiyatının kurulduğu on dördüncü ve on beşinci asırlardan başlayarak yerli hayat unsurlarını yansıtmaya başlamıştır.
4. Dönemin Önde Gelen Şairleri
Fuzuli ve Eserleri: Fuzuli, Türkçeden başka Arapça ve Farsça eserler yazmış olsa da esas büyük eserlerini Türkçe yazmıştır. Türkçe Divanı, Leyla vü Mecnun mesnevisi ve yer yer şiir parçalarıyla zenginleştirilmiş Kerbela vakasını anlattığı Hadikatüs-Süeda (Saadete Ermişlerin Bahçesi) isimli mensur eseri ile Şikayetname olarak bilinen mektubu çok sevilmiştir. Fuzuli’nin dili Eski Anadolu Türkçesi ile Azeri şivelerinin birçok özelliklerini yansıtır.
Baki: Şiirlerinde dindışı konuları işleyen şairin ileri sürdüğü fikirler, yarattığı hayaller ve dünyaya bakış açısı oldukça serbest, rahat ve özgündür. Türk şiirine aruz veznini son derece doğal bir akıcılıkla uygulayan şairin özellikle gazellerindeki mısra ve beyit bütünlüğü dikkat çekicidir.
Bağdatlı Ruhi: Bağdatlı Ruhi’ye ise ününü kazandıran sadece XVI. yüzyılın değil belki de bütün Türk edebiyatının en güzel yergi şiirlerinden sayılan terkib-i bendi olmuştur.
Hayali: Tasavvufa meyil göstermiş, derviş hayatı yaşamış ve şiirlerinde samimi bir sufi olarak ortaya koyduğu rindane edası ve yer yer görülen Rumeli Türkçesi özellikleriyle oluşturduğu özgün söyleyişler büyük beğeni kazanmıştır.
XVI. Yüzyıl Nesir Yazarları ve Türkçe:
Süslü Nesir: Bu asırda nesir sahasında göze çarpan en önemli özellik edebi nesir (inşa) denilen Arapça ve Farsça kelimeleri içeren terkiplerle kurulmuş ağır ve uzun cümle yapılarına sahip düzyazı üslubunun yaygınlık kazanmasıdır. Ağır ve külfetli bir cümle yapısına sahip olan bu tür süslü nesir eserlerinin yazarları gibi okuyucuları da Arap ve Fars dili ve edebiyatı geleneklerini iyi bilen dönemin yüksek tahsilli aydınlarıdır.
Süslü nesrin özelliklerini kısaca şöyle özetleyebiliriz:
- Konuşma dilinde kullanılmayan bir çok Arapça ve Farsça kelime kullanılmıştır.
- Arapça ve Farsça kelimeler sık sık üçlü, dörtlü, hatta beşli Farsça terkipler içinde kullanılmıştır.
- Sık sık tarihi olaylara ve şahsiyetlere telmihte bulunulmuş, soyut ve karmaşık teşbih, istiare ve mecazlar kullanılmıştır.
- Cümleler birbirine secilerle ve edatlarla bağlanarak uzatılmış ve konunun ana fikrini anlamak zorlaşmıştır.
Orta Nesir: Osmanlı aydınlarının geniş okuyucu kitlelerini düşünerek kaleme aldıkları konuşma dili özelliklerine yakın daha sade, anlaşılır ve külfetsiz nesir üslubudur. Eğitimli kesimlerin günlük konuşmalarında da kullandıkları alıntı kelime, kısa terkipler ve yaygın olarak bilinen İslami ve ilmi terimler bu nesir üslubunda tabii bir şekilde kullanılır.
Halk Nesri: Halkın günlük konuşma Türkçesi unsurlarıyla oluşturulmuş mensur destanlar, halk hikâyeleri, peygamber kıssaları, menakıpnameler, masallar, nasihatnameler, falnameler ve ilmihaller halk nesri üslubuyla yazılmıştır.
XVI. Yüzyıl Halk Edebiyatı Geniş halk kitlelerinin konuşma dili ve edebi zevki esas olarak halk âşıklarının koşma, semai ve türkü gibi halk müziği ve şiiri türlerinde, meddah ve kıssahanların hikâyelerinde, ortaoyunu ve karagöz gibi halk gösteri sanatlarında günlük olaylardan ve gelişmelerden alınan unsurlarla zenginleşerek devam etmiştir.
Köroğlu: Köroğlu’nun yiğitlik ve kahramanlık temalı birçok koşması (koçaklamaları) Türkçenin bu konularla ilgili en etkileyici ve meşhur şiirleridir.
Pir Sultan Abdal: XVI. yüzyılın en önemli tekke şairi Pir Sultan Abdal’dır. Batıni tasavvufi görüşlere sahip Kızılbaş Türkmenler arasında pir olarak kabul edilen Pir Sultan Abdal’ın birçok şiiri batıni görüşlere sahip Türkmen gruplar arasında çok ünlenmiş Türkçenin en çok çalınıp söylenen ilahi ve nefeslerinden olmuştur.
XVII. Yüzyıl Türk Dili Ve Edebiyatının Genel Görünüşü
Bu yüzyılda şiirde görülen iki önemli üslup ve sanat anlayışı dönemin şairleri ve aydınları arasında rağbet görmüştür. Bunlardan birincisi İran ve Hindistan bölgesi şairleri arasında yayılarak Osmanlı şairlerini etkilemiş olan Sebk-i Hindi üslubu, diğeri ise daha yerli unsurlara sahip felsefi ve hikemi konuları içeren şiir anlayışıdır. Sebk-i Hindi üslubu genel olarak Arapça ve Farsça kelimelerden oluşmuş terkipler yoluyla mecaz ve benzetme gibi söz sanatları oluşturarak oldukça soyut ve anlaşılması zor imajlar kurmayı bir üslup olarak benimsemiştir.
Nef’i: Türk edebiyatının en sert hicivlerini yazan şair olarak bilinse de kaside alanındaki samimiliği, konu bütünlüğü ve gösterişli ses kompozisyonuyla şöhret kazanmıştır. Türkçe Divanı, Farsça Divanı ve hicviyelerinden oluşan Siham-ı Kaza isimli eserleri vardır.
Nabi: Aslen Urfa’lı olan Nabi, İstanbul Türkçesini en başarılı kullanan şairlerdendir. Dönemin hikemi şiir anlayışının önde gelen temsilcisidir. Eserlerinde diğer şairlere göre daha sade ve tabii dil kullanırken aşırı karmaşık söz sanatlarından kaçınır. Türkçe divanı dışında yazdığı eserler arasında Farsça Divançe, Hayriyye, Surname ve Münşeat isimli eserleri önemlidir.
Şeyhülislam Yahya: Şeyhülislam Yahya, alçak gönüllü bir eda ile ele aldığı gazellerinde genel olarak tasavvufi konuları işler. Eserlerinde ağdalı dil ve üsluptan kaçındığı, daha orta seviye bir şiir dili anlayışında olduğu görülür. Şiirleri divanında toplanmıştır.
Sabit: Bosnalı olan Sabit, şiirlerinde çok yaygın olarak atasözü, deyim ve halk tabirlerini kullanarak özgün söyleyiş ve imgeler oluşturmuştur. Divan’ından başka Zafername, Edhem ü Hüma, Berbername ve Derename isimli mesnevilere imza atmıştır.
Neşati: Sebk-i Hindi üslubunun temsilcilerinden Neşati, Mevlevi şeyhidir. Kasidede Nef’i’nin, gazelde Urfi ve Enveri gibi Sebk-i Hindi şairlerinin etkisinde oluşturduğu yeni hayaller ve söyleyiş tarzıyla üne kavuşmuştur.
Naili: Gazellerinde Sebk-i Hindi akımının etkisiyle soyut ve karmaşık imgeler kullanmıştır. Istırap, tasavvufi çile ve dervişane tevazu şiirlerinde hâkim konu ve tutum olmuştur.
Mesneviler: Bu dönemde geleneksel mesnevi edebiyatı alanında eserler yazılmasına devam edilir. Sakiname ve şehrengiz türlerinde eserler yazmak moda olmuştur. Sakinameler genel olarak alegorik tarzda, tasavvufi öze sahip içki meclislerini anlatan mesnevilerdir. Belirli şehirlerin güzellikleriyle o şehirlerde yaşayan güzellerin övüldüğü mesneviler şehrengiz türüdür.
Nesir Edebiyatı: Hem süslü nesir hem orta nesir hem de halk nesrinde çok önemli eserlerin ortaya konduğu bir dönemdir.
Kâtip Çelebi: Bilimsel eserlerini büyük ölçüde orta nesir üslubuyla yazmış, Düsturü’l-Amel isimli eserinde Osmanlı devleti yönetimindeki aksakların giderilmesi yönünde bilgi vermiştir. Mizanü’l- Hak’ta dönemin bilim anlayışlarından bahsetmiş, bir coğrafya kitabı olan Cihannüma’da dönemin en son coğrafya bilgilerini ortaya koymuş, yazarlar ve eserler sözlüğü olarak kaleme aldığı Keşfü’z-Zünun’da ise 14.500 civarında eser tanıtmış ve 10.000’e yakın yazardan bahsetmiştir.
Evliya Çelebi: Osmanlı coğrafyası ile onun birinci dereceden komşuları olan ülkelere yaptığı gezilerde gördüğü, duyduğu ve tecrübe ettiği konuları 10 ciltlik Seyahatname’sinde ortaya koymuştur. Eserde yöresel diller ve kültürler yazarın ağzından ilk elden bütün canlılığıyla dile getirilmiştir.
XVII. Yüzyıl Halk Edebiyatı: Bu yüzyıl Türk halk edebiyatı tarihinin en güçlü dönemlerinden birisidir. Hem âşık edebiyatı sahasında hem de tekke-tasavvuf sahasında büyük şahsiyetler yetişmiştir.
Karacaoğlan: Diyar diyar gezerek sazıyla koşmalar söyledi. Türkçenin halk arasında yaygın kullanılan kelime, deyim ve söyleyiş özelliklerini büyük ustalıkla eserlerinde işleyen şair, aşk, kadın, sevgiliden ayrılık ve tabiat güzelliği gibi konularla ilgili bireysel duygularını halk şiirinin kalıpları içinde en saf ve derin ifadelerle dile getirmiştir.
Gevheri: Eğitimli olduğu, gezgin şair olarak koşmalar söylediği ve şiirlerinin çok yaygın olarak okunduğunu biliyoruz. Toplumsal olaylarla ve sorunlarla fazla meşgul olmayan Gevheri, şiirlerinde şahsi duygularla aşk, ayrılık ve sevgililerin övülmesi konularını işlemiştir.
Aşık Ömer: Sadece saz şairleri geleneğinin değil divan edebiyatı geleneğini de iyi bilen kültürlü ve eğitimli bir saz şairidir. Koşmaları ve diğer şiirleri en çok okunup söylenen halk şiirlerinden olmuştur. Aruz vezniyle divan edebiyatı nazım türlerinde de yazmıştır.
Aziz Mahmud Hüdayi: Celvetiye tarikatinin kurucusu ve dönemin önemli ilim ve kültür adamlarından birisidir. Türkçe ve Arapça olarak yazdığı 20’ye yakın eseri vardır. Şiirlerinde hem aruz hem de hece vezni kullanmıştır.
Niyazi-i Mısri: Halvetiye tarikatına mensup bir tekke şairidir. Aruzla yazdığı şiirlerinde, Nesimi ve Fuzuli’nin, hece ile olan şiirlerinde, Yunus Emre’nin etkisi görülür.
XVIII. Yüzyıl Türk Dili Ve Edebiyatının Genel Görünüşü
İmparatorluğun sanat ve kültür hayatı askeri alanlarda görülen zayıflamaların aksine tür, konu ve üslup bakımından zengin ve oldukça canlı bir şekilde devam etmiştir. XVII. yüzyılda başlayan soyut şiir tarzı Sebk-i Hindi, Şeyh Galib gibi divan şiirinin güçlü şairleri üzerinde etkisini göstermeye devam etmiştir.
Lale Devri: III. Ahmet’in 1718 ile 1730 yıllarını kapsayan padişahlık dönemi kültür, sanat, mimari ve hayat tarzında Avrupa ve İran’daki gelişmelerden etkilenerek ortaya çıkan yerel bir kültürel sentez ve yenilik dönemi olarak değerlendirilir. Matbaanın kurulması da bu dönemde olmuştur. Yerel dil, şive, kültür unsurları ile halk yaşayışının genel bir eğilim olarak etkili biçimde manzum eserlerde görülmesi olayına mahallîleşme adı verilmiştir.
Nedim: XVII. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve İstanbul’un mahallî şivesi, gençlik kültürü ve sosyal havasıyla zenginleşerek devam eden mahallîleşme akımı Lale Devri dediğimiz dönemde Nedim’in şiirleriyle zirveye ulaşmıştır. Halk şiirindeki koşma nazım şekliyle de büyük benzerlikler gösteren şarkı türü Nedim’le büyük üne kavuşmuş, eğlence, gezip tozma, müzik, dünyevi aşk, kadın ve erkek modası, konuşma üslubu ve adabı ve gençlik ilişkileri bu şiir türünde renkli duyuş, düşünüş ve imajlarla tasvir edilmiştir.
Şeyh Galib: soyut divan şiirinin belki de son önemli temsilcisidir. Divanında bulunan gazel, kaside ve tardiyeleriyle özgün bir sanat anlayışı oluşturmuştur. Şeyh Galib’in 2100 beyitlik Hüsn-ü Aşk mesnevisi ise Türk edebiyatının tasavvufi bir konu etrafında oluşturulmuş soyut alegorik kahramanların anlatıldığı bir eserdir.
Nesir sahasında da çok sayıda eserin ortaya konduğu XVIII. yüzyılda çeşitli biyografik eserler, şairler tezkiresi ve mensur tarihler ve sefaretnameler yazılmıştır.
Halk ve Divan şairlerinin anlayış olarak birbirlerinden etkilenerek yer yer iki gelenekten de beslenen daha karma anlayışla eserler yazmaları az da olsa devam etmiştir. Bu doğrultuda özellikle bazı halk âşıkları aruzla yer yer koşmalar ve türküler söylemişlerdir.
İlahi türünde şiirler söyleyen bu dönem tekke şeyhleri ve şairleri üzerinde Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve Hacı Bayram Veli gibi büyük tekke şairlerinin etkisi çok barizdir. Ezberlenerek dilden dile, kuşaktan kuşağa nakledilen bu dinî lirik şiirler geleneksel dinî musiki formlarıyla söylenmesinden dolayı geniş kitleler tarafından sevilmiş, onların inançlarına tercüman olmuştur.
XIX. Yüzyıl Türk Dili Ve Edebiyatının Genel Görünüşü
XIX. yüzyıl Osmanlı imparatorluğunun ordu, siyaset ve devletin genel felsefesi alanlarında yenileşme, modernleşme ve Avrupalılaşma dönemidir. Bu yenileşme döneminde eğitim ve kültür alanında yapılan çalışmaların en önemli sonuçlarından birisi kurulan modern eğitim kurumlarında Türkçenin zorunlu bir ders olarak okutulması ile bu derste okutulacak Türkçe gramer kitaplarının yazılması olmuştur. Bu durum Türk dili ve edebiyatının gelişmesi, yaygınlaşması, standartlaşması ve en önemlisi kurumsallaşması bakımından çok etkili olmuştur.
Yenileşme hareketlerinin başladığı ve geliştiği bu yüzyılda divan şiiri varlığını sürdürüyor olsa da eski gücünden uzaktır. Yavaş yavaş toplum hayatını ilgilendiren daha yeni konular şiirin tematik yapısına girmeye başlamıştır. Ayrıca şiirin edebiyat sanatı içindeki gücü, Batıdan gelen roman ve tiyatro gibi yeni edebî türler karşısında da sarsılmaya başlamıştır. “Edebiyat sanatı şiir ve manzume içinde ortaya konulmalıdır” gibi anlayış bu yeni türler karşısında değişmeye başlamış, roman ve kısa hikâye gibi nesir edebiyatı türleri yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu yüzyılda Türkçe ilk gazetenin yayımlanmasıyla gelişmeye başlayan gazetecilik dili ile roman türünün popülerlik kazanmasıyla ortaya çıkan yeni tahkiye üslubu Türk nesir dili için dönüm noktası olmuştur.
Şinasi: Türk aydınları tarafından çıkarılan ilk gazete olan Tercüman-ı Ahval’in Agah Efendiyle birlikte ilk sahiplerinden ve yazarlarındandır. Fransa’da tahsil görürken Durub-ı Emsal-i Osmaniye isimli atasözleri derlemesini yapmıştır. Memlekete dönünce 1860’ta Şair Evlenmesi isimli ilk Türk tiyatro eserini yayımlamıştır.
Ziya Paşa: Önce Fransız edebiyatından yaptığı tercümelerle kendisinden bahsettiren Ziya Paşa, Encümeni Şuara üyeliği de yapmıştır. Namık Kemal ile birlikte Avrupa’da sürgündeyken Muhbir ve Hürriyet gazetelerini çıkardı.
Namık Kemal: Türk edebiyatının yenileşmesi için hem fikrî alanda hem de uygulama alanında çok çalışmış bir edebiyatçı ve devlet adamıdır. Bir taraftan Hürriyet Kasidesi ve Vatan Mersiyesi gibi modern kavramları eski şiir kalıpları içinde dile getirirken bir taraftan da Vatan Yahut Silistre gibi tiyatro eserleri ve İntibah gibi romanlar yazarak yeni edebiyat türlerinde eserler vermiştir.
Ahmet Mithat Efendi: İlk dönem Türk romancılığının en verimli ve etkili yazarıdır. Önceleri Namık Kemal’in yayınladığı İbret gazetesinde yazan Ahmet Mithat, 1878 yılında çok uzun ömürlü bir gazete olan Tercüman-ı Hakikat gazetesini çıkarmaya başlamış, yazılarını da genel olarak burada yayımlamıştır.
Şemsettin Sami: Osmanlı devlet adamı ve edebiyatçısıdır. Türkçede ilk roman olan Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat’ın yazarıdır. Türk dili, tarihi ve kültürü konusunda bilinçli çalışmalar yapmıştır. Bu alanda en önemli eserleri 6 ciltlik ansiklopedik bir çalışma olan Kamusü’l-Alam, Fransızcadan Türkçeye sözlük olan Kamus-ı Fransevi, Türkçeden Türkçeye sözlük olan Kamus-ı Türki ve okullar için hazırladığı çeşitli isimlerde Türkçe dilbilgisi kitaplarıdır.
Halk edebiyatı bu yüzyılda halk âşıklarının usta-çırak ilişkisi geleneği içinde büyük sanatçılarını ve eserlerini yetiştirmeye devam etmiştir. Bu halk âşıkları arasında Anadolu’da öne çıkan isimler arasında Bayburtlu Zihni, Erzurumlu Emrah, Âşık Dertli ve Dadaloğlu vardır.