XVI. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI - Ünite 4: Klasik Dönem Divan Şairleri-I Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: Klasik Dönem Divan Şairleri-I
Klasik Dönem Divan Şairleri
XVI. yüzyılda Türk şiiri ses ve söyleyiş imkânları bakımından zenginleşir. Önceki asrın sonunda Necatî’nin şiirlerinde belirginleşen yerlilik eğilimini XVI. yüzyılda Zatî (ö. 1546) devam ettirir. Şiirde biçimsel mükemmelliğin Bakî’den sonraki en önemli temsilcisi Nevî, Rumeli duyuş ve söyleyişini Osmanlı şiirine taşıyan Hayalî ve orijinal hayalleriyle Emrî klasik dönemin ustaları arasında yer alır.
Zati (1471-1546)
Balıkesirli Zatî’nin asıl adı kendi ifadesine göre ebced hesabıyla doğum tarihine tekabül eden İvaz (=876/1471), döneminin kaynaklarına göre ise Satılmış veya Bahşî’dir. Doğup büyüdüğü Balıkesir’de çizmecilik mesleğiyle hayata atılan Zatî, II. Bayezit döneminde İstanbul’a gider. Bir yandan sözün sırlarını anlamaya çalışırken diğer yandan da remilciliği öğrenek hayatın gizli şifrelerini çözmeyi dener. Hadım Ali Paşa’nın divan kâtibi Mesihî sayesinde paşanın himayesine kabul edilir. II. Bayezit tarafından şiirleri beğenilerek kendisine tevliyet verildiği halde padişahın şairlere dağıttığı salyâne [yıllık] ve diğer gelirlerle yetinerek İstanbul’da kalmayı tercih etmiştir. Kaynakların bildirdiğine göre 1546 yılında İstanbul’da ölmüştür.
Zatî’nin Bayezit Camii civarındaki remilci dükkânı şairlerin uğrak yeri olur. Yaşlılık yıllarında şair, bu faaliyetini evinin yakınında tuttuğu dükkânda devam ettirir. Zatî’nin remilci dükkânı devrin genç yeteneklerinin kendilerini gösterdikleri, sınandıkları bir ortam olarak edebiyat tarihinde yerini alır.
Osmanlı şairleri arasında hayatı ile eserini onun kadar bütünleştiren ustaların sayısı çok azdır. Hayatın bütün ayrıntıları, gündelik dilin imkânları yaşanmışlık duygusuyla birlikte onun gazellerine yansır. Üretken bir şair olduğu ve özellikle çok sayıda gazel söylediği doğrudur. Zatî Divanı’nda 1825 gazel yer almaktadır. Bu kadar çok şiir söyleyen bir şairin tekrara düşmemesi, bulduğu bir mazmunu, teşbih ve istiareyi yinelememesi mümkün değildir.
Türkçe’nin bütün imkanlarını divan şiirinin estetik ölçüleri doğrultusunda sonuna kadar yoklayan Zatî, deyim ve halk söyleyişlerini, günlük konuşma dilini şiirlerine başarıyla yansıtmıştır.
Eserleri: Zatî’nin en önemli eseri divanıdır. Zatî’nin gazellerinden 1003 adedi Ali Nihad Tarlan tarafından iki cilt halinde (İstanbul, 1968, 1970), kalanı da Mehmed Çavuşoğlu ve M. Ali Tanyeri’nin ortak çalışmasıyla bir cilt olarak (İstanbul 1987) yayımlamıştır. Onun gazellerine diğer nazım biçimleriyle yazdığı şiirleri, bilhassa kasideleri de ilave edildiğinde gerçekten ne denli üretken bir şair olduğu anlaşılır.
Zatî mesneviler yazmıştır. Onun Edirne Şehrengiz’i Anadoluda türün ilk örneklerindendir. Diyâr-ı Rûm padişahı Jâle’nin oğlu Pervâne ile Çin padişahı Fağfur’un kızı Şem arasındaki aşk öyküsünü anlattığı Şem ü Pervane adlı mesnevisi ise aynı konuyu işleyen diğer mesnevilerden daha fazla ilgi görmüş, okunmuştur. Şairin bir de Letaif’i vardır.
Zatî’nin Gazellerinden Örnek
N’oldun inlersin felek hercâyi cânânun mı var
Seyr ider her menzili bir mâh-ı tâbânun mı var
Ölçüsü: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Diliçi çevirisi: Felek, ne oldu [sana] inliyorsun? Uçarı bir sevgilin mi var? Her yeri dolaşan bir parlak ayın mı var?
Açıklaması: Beytin “hercâyi cânân” ve “mâh-ı tâbân” tamlamalarının üzerine kurulduğu görülmektedir. Şair, kişileştirdiği [teşhis] feleğe ilk dizede “hercâyi cânânın mı var”; ikinci dizede ise “her yeri dolaşan parlak bir ayın mı var” diye cevabını beklemediği sorular yöneltir [istifham]. İkinci dizede “mâh-ı tâban” tamlamasıyla aynı zamanda kendisinin ay gibi güzel sevgilisinin olduğunu sezdirir [istiâre].
“Hercâyi” nitelemesi, sevgilinin karasızlığını, vefâsızlığını ifade eder. Divan şiirinde bu sıfat mâh ve mihr sözcükleriyle birlikte kullanılır. Çünkü fonksiyon itibariyle onlar da sevgili gibi hercâyidir. Hercâyi kelimesinin bu beyittekine benzer kullanımına diğer şairlerde de rastlanır.
Hayalî (1497/99-1556/57)
Kanunî devrinde (1520-1566) Zatî’den sonra saray çevresinde saygın bir şair olarak ilgi gören Hayalî’nin adı Mehmet, lakabı ise Bekâr Memi’dir. Selanik’in kuzeydoğusundaki Vardar Yenicesi’nde doğmuştur. Çocukluk ve gençlik yılları Yenice’de geçmiştir. Kalenderî şeyhi Baba Ali Mest-i Acemî’ye bağlanarak onunla birlikte birkaç defa İstanbul’a gelip gitmiştir. Bu gelişlerinin birinde İstanbul kadısı Sarıgürz Nurettin tarafından fark edilerek İstanbul’a yerleşmesi sağlanmıştır. Daha sonra Defterdar İskender Çelebi tarafından Sadrazam İbrahim Paşa’ya takdim edilmiş, çok geçmeden Kanunî’nin yakın çevresinde yer almıştır. Hayalî’nin saray çevresinden gördüğü ilgi çağdaşları tarafından biraz kıskançlıkla karşılanmıştır. İstanbul’daki en büyük destekçisi İskender Çelebi (ö.1534) ile İbrahim Paşa (ö.1536)’nın ölümünden sonra onu çekemeyenlerin de çabasıyla saray çevresindeki konumunu kaybetmiş, 964/1556-57 yılında Edirne’de ölmüştür.
Hayalî, özellikle gazel şairi olarak Osmanlı şairlerince usta kabul edilmiştir. Onun gazellerinde, Necatî ile Zatî’nin tecrübesini devralmak suretiyle yerli unsurları tasavvufî heyecanla dönüştürdüğü görülür. Ayrıca şiirlerinden Selman-ı Savecî, Hafız-ı Şirazî ve Molla Camî ile birlikte Nevayî’ye öykündüğü anlaşılmaktadır. Rumelili şairlerin eserlerinde görülen dünyaya karşı mesafeli duruş, samimi eda, yerlilik arzusu ve tasavvufî heyecan Hayalî’nin şiirlerinin de en belirgin özellikleridir.
Onun mistik tecrübesi ve duyuş tarzı şiirlerindeki sözcük seçimini de etkilemiştir. Bütün bu özelliklerin, biçimsel mükemmelliği nispeten göz ardı eden dervişçe bir yaklaşımın ürünü olduğu kolayca tahmin edilebilir. Hayalî, özellikle gazel şairi olarak çağdaşlarını ve daha sonraki asırlarda yetişen şairleri etkilemiştir.
Hayalî’nin bilinen tek eseri divanıdır. Hayalî Divanı, Ali Nihat Tarlan tarafından yayınlanmıştır (İstanbul 1945). Cemal Kurnaz hem bu eserin sistematik tahlilini yapmış (Ankara 1987), hem de Hayalî’yi tanıtıcı makale ve denemeler yazmıştır.
Hayalî’nin Gazellerinden Örnek
Cihân-ârâ cihân içindedür arayı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler
Ölçüsü: mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün
Diliçi çevirisi: Cihân-ârâ cihân içindedür arayı bilmezler; o mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler.
Açıklaması: Cihânı süsleyen Allah, evrende tecelli etmiştir. İbn Arabî ve onun takipçileri evreni sonsuz sayıda aynacıktan oluşan tek bir aynaya benzetirler. Her bir aynacıkta hepsi mutlak varlıktan yansıyan farklı görüntüler parlamaktadır. Bu anlayışa göre evrendeki güzellikler, yaratıcı güzelin yansımalarından ibarettir. Evrende Allah’ın varlığının belirtileri vardır; insanlar arayıp bulamazlar. Birinci mısradaki ikinci “ara” sözcüğü heme aramak hem de süsleyen anlamında tevriyeli kullanılmıştır. Söylenmek istenen birinci mısrada söylenmiştir. Somutlaştırma, örrnekleme unsuru olarak yer alan ikinci mısra birinci mısranın açıklayıcısı durumundadır.
Nevî (1533-4-İstanbul 1599)
Adı Yahya’dır. Babası Pîr Ali, Malkara’da Turhan Beyi Camii imamı ve aynı zamanda Gülşenîliğe bağlı bir şeyhtir. Annesi tarafından soyu Muhammediye yazarı Yazıcıoğlu Mehmed’e dayanır. İlk eğitimini aile çevresinden alan Yahya Nevî, sonra İstanbul’a giderek devrin önemli bilginlerinden “ahaveyn”=[iki kardeş] lakabıyla ünlü Karamanî Ahmed ve Mehmed kardeşlerin öğrencisi olur. Özellikle Mehmed Efendi’nin etkisinde kalır. Medrese arkadaşları arasında Bakî, Hoca Sadeddin, Üsküplü Valihî, Mecdî, Karamanlı Muhyiddin gibi daha sonra meşhur olan kişiler vardır. Nevî medrese eğitiminin yanı sıra başta babası Pir Ali olmak üzere, Sarhoş Bali ve Şeyh Şaban gibi sufilerin de tasavvuf terbiyesinden geçmiştir.
Medrese eğitimini tamamlayınca Gelibolu ve İstanbul’da müderris olarak uzun süre görev yapan Nevî, III. Murat tarafından şehzade hocası olarak görevlendirilir. III. Mehmet ve III. Murat döneminde olağanüstü ilgi gördüğü kaynaklarda anlatılır. İstanbul’da vefat ettiğinde ardında otuzun üzerinde eser bırakmıştır.
Nevî’nin saray çevresinde gördüğü ilginin arkasında onun şairlik yeteneği kadar, olgun kişiliğinin de etkisinin olduğu söylenir. Nevî sadece Bakî ile ilişkisinden ötürü değil, ortaya koyduğu eserlerle de adından söz ettiren bir şairdir. Kasideleri arasında bilhassa Şehzade Mehmet’in sünnet düğünü vesilesiyle yazdığı suriyye meşhur olmuştur. Hocalığını yaptığı şehzadelerin öldürülmeleri üzerine yazdığı mersiyeler de ilgi görmüştür. Bu şiirlerinin yanı sıra esasen o, berceste mısraları ile dillerde dolaşan sade, anlaşılır nitelikteki beyitlerinde ustalığını göstermiş ve bir gazel şairi olarak dikkat çekmiştir. Şiirlerinde oldukça yalın ama divan şiirinin estetik nizamına uygun bir dil kullanır. Gündelik hayatı da şiirleri de oldukça sadedir. Medrese eğitiminden geçtiği, önemli görevlerde bulunduğu halde sadeliği tercih etmiştir.
Eserleri:
Nevî’nin biricik oğlu, XVII. yüzyılın ünlü biyografi yazarı ve hamse şairi Atayî, babasının otuzun üzerinde eser kaleme aldığını belirtir. Müderris kimliğiyle yazdığı eserler arasında özellikle çeşitli bilim dallarından söz eden ansiklopedi niteliğindeki Netayicü’l-Fünün’u ilgi görmüş, çok okunmuştur. Şair olarak Nevî’nin Türk edebiyatına kazandırdığı en önemli eseri ise hiç şüphesiz mürettep divanıdır. Nevî Divânı, Mertol Tulum ile M. Ali Tanyeri tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1977). M. Nejat Sefercioğlu da Nevî Divanı’nın sistematik tahlilini yapmıştır (Ankara 2001).
Nevî’nin Gazellerinden Örnek
Ol serv-i hoş-hıramı tenha bulup ne çare
Ol bi-karar öyle ben şerm-sâr böyle
Ölçüsü : mef‘ûlü fâ‘ilâtün mef‘ûlü fâ‘ilâtün
Diliçi çevirisi: O güzel yürüyüşlü serviyi yalnız bulmak ne mümkün! O kararsız öyle, ben utangaç böyle.
Açıklaması: Sevgili boyu itibariyle serviye benzetilir. Şair, yürüyen servi olarak sevgilisini takdim etmektedir. O, uzun boylu, hoş yürüyüşlü bir güzeldir. Böyle müstesna güzelliklere sahip birini yalnız bulmak imkânsız gibidir. Bulunca da utanmamak elde değildir.
Emrî (ö. 1575)
Adı Emrullah olup Edirne’lidir. Ailesi hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Edirne ve İstanbul’da tevliyet görevini yürütmüştür. Hayatı boyunca devletin ileri gelenleriyle yakınlık kurmaktan uzak durmuş, kimseye övgü şiirleri yazmamış, yoksul bir hayat sürmüştür. Esrar tutkunu olduğu kaynaklarda kayıtlıdır. Ömrünün sonlarına doğru aklını yitirmiş ve 983/1575 tarihinde vefat etmiştir.
İran’lı şairleri geçecek kadar başarılı olan Emrî’nin muammalarının çözümünü içeren müstakil eserler kaleme alınmıştır [Muammayî Ahmed, Şerh-i Muamma-yı Emrî , Nuruosmaniye Ktp. 3951]. Onun bu özelliğinin değişik yansımalarını harf oyunları biçimiyle Emrî Divanı’nda görmek mümkündür. Emrî Divanı ve muammaları M. Yekta Saraç tarafından yayınlanmıştır (İstanbul 2002).
Emrî, şiirini ustaca kuran şairlerdendir. Gazellerinde bile söyleyiş mükemmelliğinden çok orijinal hayaller kurmaya, kelime oyunlarına ve şiirin hüner tarafına yönelmiştir. Bu bakımdan çağdaşlarınca şiirleri kapalı bulunmuştur. Hüner gösterisi sayılan tarih düşürme sanatındaki ustalığı beğenilmiştir
Emri’nin Gazellerinden Örnek
Kâküli cim anun kaddi elif kaşları nûn
Ne diyem ana ki başdan ayağa cân olmuş
Ölçüsü:
fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilün
(fâ‘ilâtün) (fa‘lün)
Diliçi çevirisi: Kâkülü cim ( ج ),boyu elif( ا ),kaşları nun (ن) [gibidir.] Ona ne diyebilirim ki baştan ayağa cân (جان) olmuş.
Açıklaması: Emrî’nin muamma yazmadaki ustalığının şiirlerine zaman zaman harf oyunlarına dayalı sanatlar biçiminde yansıdığı daha önce belirtilmişti. Harf oyunları, bir veya birkaç beyitte ya da şiirin bütününde, harflerin biçim bakımından sevgilinin güzellik unsurlarına veya çeşitli nesnelere benzetilmesiyle gerçekleşen, beyit veya şiir içerisinde bir kelime gizlemeğe ya da benzetmelerden yararlanarak bir harfe veya kelimeye işaret etmeğe dayanan sanatlardır. Bu beytinde Emrî, kapalı bir oyun yerine pek çok şairin başvurduğu bir yolu denemiş, harflerin biçimsel özellikleriyle güzellik unsurları arasındaki benzerlikten yararlanmıştır. Saçı, boyu ve kaşlarıyla alımlı bir güzel imgesini, halk söyleyişi olduğu belli olan baştan ayağa can olmuş ibaresiyle pekiştirmiştir.