XVI. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI - Ünite 1: XVI. Yüzyılda Siyasal, Kültürel ve Edebî Hayat Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: XVI. Yüzyılda Siyasal, Kültürel ve Edebî Hayat
Giriş
Osmanlı Devleti, XVI. yüzyıla Fatih'in şehzadesi II. Bayezit'in yönetiminde girmiştir. Doğusunda Uzun Hasan’ın şahsında simgeleşen Akkoyunlu tehdidi, yerini Erdebil Tekkesi’nin şeyhi ve Safevî Devleti’nin kurucusu Şah İsmail’e bırakmıştır. Böylece yüzyıllarca süren Osmanlı-Safevî mücadelesi de başlamıştır. Timurluların önceki yüzyılda parlayan yıldızı, XVI. yüzyılda uzak ülkelere kaymış, Hindistan'da Babür Şah'ın temsil ettiği Türk-Hint İmparatorluğu kurulmuştur. Güneydoğu Avrupa'dan başlayarak bu çok geniş kültür coğrafyasında Türkçe, edebî dil olarak yaygın bir kullanım alanı kazanmış ve en parlak dönemini yaşamıştır.
Osmanlı Padişahları ve Şiirleri
Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılda birkaçı bütün Türk tarihi içinde çok güçlü devlet adamları olarak tanınan padişahların yönetiminde büyüme ve gelişmesini sürdürerek dünyanın en büyük devletlerinden biri hâline gelmiştir. Bu yüzyıl, Osmanlı Devleti'nin her bakımdan altın çağıdır. Bu yüzyılda askerî, mimarî ve kültürel alanda büyük gelişmeler yaşanmış, halkın kültür ve refah seviyesi yükselmiştir.
Kültürel gelişmeler siyasî gelişmeleri belli bir mesafeden izler. XVI. yüzyıl Osmanlı toplumunda bilim, kültür, sanat ve edebiyatta devletin büyümesiyle orantılı olarak büyük bir gelişme gözlenmiştir. Sultan ve devlet ileri gelenleri saraylarını, yabancı bilim adamları ve sanatçılara açtıkları gibi, yaptıkları seferler sonunda tanınmış bilim adamı ve sanatçıları, hatta meslek mensuplarını toplayıp İstanbul'a getirmişlerdir. Devletin bilim ve sanat adamlarına gösterdiği himayeci tutum, zenginleşen devlet yapısı ile birlikte artarak devam etmiştir. Bu yüzyılda Osmanlı tahtında II. Bayezit (1481-1512), Yavuz Sultan Selim (1512-1520), Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566), Sultan II. Selim (1566-1574), Sultan III. Murat (1574- 1595) ve Sultan III. Mehmet (1595- 1603) bulunmuştur.
Osmanlı sultan ve şehzadeleri bilim ve sanatın gelişimi için yönetici olarak yüklendikleri sorumlulukların yanı sıra, himaye ettikleri bazı sanat dallarında yetenekleri doğrultusunda eserler vermişlerdir. Öyle ki padişahlardan II. Bayezit (Adlî), Yavuz Selim (Selimî), Kanuni Süleyman (Muhibbî), II. Selim (Selimî), III. Murat (Muradî); şehzadelerden Cem, Korkut (Harimî), Mustafa (Muhlisî), Bayezit (Şahî) aynı zamanda tanınmış şairlerdir.
II. Bayezit (Adlî)
II. Bayezit'in tahta geçişinin ilk yıllarında iç ve dış siyaset büyük ölçüde İshak Paşa ve Gedik Ahmet Paşa'nın istekleri doğrultusunda biçimlenmiştir. Devlet idaresinde Fatih döneminin kültür ve sanat politikalarına karşı oluşan tepkiler, bilhassa Avrupa'dan gelen sanatkârlar ve onların eserleriyle sınırlı kalmıştır. II. Bayezit, şehzadeliğinde görev yaptığı Amasya'nın tarihsel ve kültürel birikimini çok iyi değerlendirmiştir. Orada pek çok şair ve bilginin yetişmesini ve bunların daha sonra merkezî yönetime katılımlarını sağlamıştır. Onun Amasya'daki muhitinde yetişen şairlerin başında Taci Bey'in oğlu Cafer Çelebi (ö. 1515) ile Müeyyedzade Abdurrahman (ö.1516) gelir. II. Bayezit döneminde Herat ve Tebriz başta olmak üzere İran ve Orta Asya'daki kültür merkezleri ile ilişkiler devam etmiştir. II. Bayezit ile Hüseyin Baykara'nın mektuplaştıkları bilinir. Herat, Baykara döneminde (1469- 1506) şiir, musiki, hat, nakış ve ciltçilik gibi sanat dallarında ayrı bir üslubun merkezi olmuştur. Hüseyin Baykara'nın bilhassa Molla Camî (1414-1492) ve Ali Şir Nevayî (1441-1501) ile kurduğu münasebet, Osmanlı şairleri tarafından yönetici-sanatkâr ilişkisinin güzel bir modeli olarak algılanmış ve takdim edilmiştir. Osmanlı şairleri de Molla Camî'yi, örnek aldıkları Fars şairleri içinde anmış, Nevayî'nin gazellerine nazireler söylemişlerdir.
II. Bayezit, sadece bilgin ve şairleri himaye etmekle kalmamış, kendisi de Adlî mahlasıyla yazdığı gazellerle devrin şairleri arasında yer almıştır. Öyle ki devrin şair tezkirelerinde şairliğine yapılan vurgu, onun bilim ve sanat adamlarına gösterdiği ilginin gölgesinde kalmıştır. Adlî Divanı, Yavuz Bayram tarafından yayımlanmıştır (Amasya Valiliği Yayınları, 2009). Adlî Divanında 144 Türkçe gazel, 14 Farsça gazel, 1 murabba ve az sayıda kıta, müfred ve matla vardır.
Yavuz Sultan Selim (Selimî)
Yavuz Sultan Selim, çok kısa süren hükümdarlık dönemine (1512-1520) çok önemli zaferler sığdırmıştır. Siyaset ve kültür alanında dedesi Fatih'in İstanbul'u dünyanın kültür merkezi haline getirmek için gösterdiği gayretlerle örtüşen politikasını benimsemiştir. Siyasal iktidarını şöhretli bilgin ve sanatkârları himaye etmek suretiyle pekiştirmek için Tebriz'i ve Kahire'yi aldığında yüzlerce sanatkârı İstanbul'a göndermiştir. İstanbul'daki sanatkâr ve bilginleri himaye etmiştir. Yavuz devrindeki kültür ve bilim hayatının renkli simaları arasında Tacizade Cafer Çelebi, Müeyyedzade Abdurrahman Çelebi, Zembilli Ali Efendi ve İbni Kemal dikkati çeker.
Kendisi de divan oluşturacak kadar Farsça şiir söylemiştir. Farsça şiirleri Ali Nihat Tarlan tarafından Türkçeye çevrilmiştir (Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul 1946). Yavuz, Farsça şiirler yazdığı halde siyasal mücadeleye giriştiği Şah İsmail (Hatayî) ve diğer siyasî rakibi Memlük sultanı Kansu Gavrî'nin Türkçe şiirler söylemiş olması ilginçtir. Günümüze ulaşan az sayıdaki Selimî mahlaslı Türkçe şiirin Yavuz Selim'e ait olup olmadığı ise kuşkuludur. Onun, her dörtlüğünün sonunda “Neyi ki şîve mi ki cevr mi ki nâz mı ki” dizesini yinelediği mütekerrir murabba’ı, Ahmet Muhip Dıranas’ın “Bahar Gökleri” başlıklı şiiri ile Melih Cevdet Anday’ın “Tohum” şiirine esin kaynağı olmuştur.
Kanuni Süleyman (Muhibbî)
Kanuni devrinde Osmanlı devletinin siyasî sınırları ne kadar genişlemişse kültür coğrafyası da o denli uçlara ulaşmıştır. Sultan Süleyman, 46 yıl süren saltanatının (1520-1566) ilk yıllarında batıya seferler düzenlemiştir. Kanuni, Süleymaniye medreselerini kurarak Osmanlı biliminin gelişmesinde Fatih medreselerinden sonraki en önemli atılımı gerçekleştirmiştir. "Kanuni" ve "muhteşem" sıfatlarını hak edecek politikalar geliştirip uygulayan Sultan Süleyman, Muhibbî mahlasıyla yazdığı şiirler ve himaye ettiği şairlerle Osmanlı şiirini zirveye taşımıştır. II. Bayezit döneminden itibaren Osmanlı arşiv belgelerinde adlarına rastlanan şairlerin sayısı Kanuni döneminde artmıştır. Kanuni, Osmanlı edebiyatının Zatî ve Edirneli Nazmî'den sonra en çok gazel yazan şairidir. Muhibbi Divanı, Kültür Bakanlığınca yayımlanmıştır (Coşkun Ak, Muhibbi Divanı, Ankara 1987). Pek çok üretken şair gibi o da hayatın hemen her alanına ilişkin şiirler söylemiş, ancak çok yazdığı için zaman zaman kendini tekrarlamıştır. En ünlü gazeli şöyle başlar: Halk içinde mu‘teber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
Kanuni'nin kendisinden sonra Osmanlı tahtına geçen şehzadesi II. Selim, tahta geçememiş diğer oğulları Mustafa, Cihangir ve Bayezit de şiir söylemiş hanedan mensuplarıdır. Şehzade Mustafa, Osmanlı tarihinde ardından en çok mersiye yazılan kişidir. Şehzade Mustafa da maiyetinde çok sayıda şair barındıran bir yönetici olup kendisi de Muhlisi ya da Mustafa mahlasıyla şiirler söylemiştir.
Divan şiirinde şairlerin kendi psikolojik sıkıntılarını dile getirmeleri iyi karşılanmamış, onlardan daha çok belli bir senaryo çerçevesinde belirli konuların en güzel biçimde dile getirilmesi talep edilmiştir. Kişisel problemlerin dile getirildiği örneklere ise hasb-i hâl tarzı şiir adı verilmiştir. Bu tarz örneklerin şiir tarihimizde ağırlıklı yer tutmadığı bilinmektedir. İşte bu az sayıdaki örneklerin en dikkate değer örnekleri Cem Sultan ve Şehzade Bayezit'in eserlerinde karşımıza çıkar.
II. Selim (Selim/Selimî)
II. Selim de şehzadeliğinden başlayarak bilim ve sanatla iç içe olmuş, daha Kütahya'da şehzade vali iken çevresine yirmi civarında sanat ve bilim adamını toplayıp onlarla meşgul olmuştur. Kendisi de Selimî mahlasıyla şiirler söylemiştir. Şu beyti çok ünlüdür. Biz bülbül-i muhrikdem-i gülzâr-ı firâkız/ Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden
III. Murat (Muradî)
III. Murat döneminde (1574-1594) Osmanlılar doğuda İranlılarla, Orta Avrupa'da Habsburglarla bir dizi savaş yapmışlardır. Buna rağmen kültür ve sanat canlılığını sürdürmüştür. III. Murat'ın şehzadesi Mehmet için 1582 yılında yapılan oldukça gösterişli sünnet düğünü, protokol konukları, eğlence hayatındaki yenilikleri, süresi ve icra edilen müzikleriyle devrin şair ve yazarlarının da dikkatini çeker. Bu düğün, Gelibolulu Ali'nin Cami'u'l-Buhur DerMecâlis-i Sûr adlı 2725 beyitli eserinde bütün ihtişamıyla anlatılır.
III. Murat, Osmanlı padişahlarının en bilginlerinden sayılır. Şeyhülislam Mehmed Sâdeddîn Efendi, Bekaî Efendi, Şeyh Şücâ Efendi, Tiryaki Hasan Paşa gibi devrin ünlü kişileri tarafından yetiştirilmiştir. Muhibbîden sonra en çok gazel söyleyen padişahtır. Muradî Divanında 1567 gazel vardır. Şiirlerinde genellikle Muradî, bazan da Murad mahlasını kullanmıştır. Muradî, divanındaki 1567 Türkçe gazel, Farsça söylediği 39 gazel ve Futuhat-ı Ramazan adlı Farsça eseriyle devrin üretken şairleri arasında yer alır. Çoğu tasavvufî nitelik arz eden bu şiirler, sade ve samimi bir dille söylenmiştir. Şiir dışında saatçiliğe ve nakkaşlığa özel ilgisinin olduğu da kaynaklarda belirtilir. III. Murat’ın bir başka yönü ise gösteri sanatlarına ve meddah hikâyelerine düşkünlüğüdür. Şu beyit bir gazelinin ilk beytidir: Bizi sûretde gördün pâdişâyuz/ Velî ma‘nâda bir kemter gedâyuz
III. Mehmet
Osmanlı iktisadî hayatının ciddi sarsıntılar geçirdiği III. Mehmet dönemine (1595-1603) Celalî isyanlarının yarattığı çöküntü damgasını vurmuştur. 1603 yılında Safevî hükümdarı Şah Abbas, Osmanlı devletinde yaşanan kargaşa ortamından yararlanarak Osmanlı birliklerini eski İran eyaletlerinden Anadolu’ya çekilmek zorunda bırakmıştır XVI. yüzyılın sonunda Avrupa'nın ekonomik ve askerî etkisiyle Osmanlılar çağın gerisine düşmeye başlamıştır. Siyasî ve iktisadî alandaki durgunluk bütün kurumları olduğu gibi kültür ve sanat hayatını da olumsuz etkilemiştir. Osmanlı saray çevresindeki gündelik hayat, merasim ve bayramlar tüm canlılığıyla devam etmiştir.
Edebî Muhitler ve Hâmîler
Osmanlı padişah ve şehzadeleri geleneğe uyarak bilgin ve sanatkârları himaye etmişlerdir. Fatih döneminden itibaren Osmanlı başkentleri Bursa, Edirne ve İstanbul ile şehzadelerin görev yaptığı Konya, Amasya, Manisa, Trabzon ve Kütahya gibi şehirlerde vezir, sadrazam, defterdar gibi üst düzey yöneticilerin himayesinde edebî muhitler oluşmuştur. Tasavvufun şiir diline aktarılmaya son derece elverişli sembolik dili sayesinde pek çok tekke ve dergâh, aynı zamanda sanat ve edebiyatın soluklandığı mekânlar haline gelmiştir.
Hâmîlik, sanat-saltanat ilişkisinin karşılıklı memnuniyete dayanan boyutudur. Hâmî, Osmanlı toplumu gibi statü ve mertebelerin mutlak egemen bir hükümdar tarafından belirlendiği bir toplumda, sanatçının belli bir kültür çerçevesinde sanatını ifade edebilmesine yardımcı olan kişidir. Osmanlı öncesindeki Türk ve İslam devletlerinde de hâmîlik sistemi vardır. Fatih'in İstanbul'u bilim ve sanat merkezi haline getirme çabası, sonraki padişahlar tarafından da kabul görmüş ve bu uygulama gelenekselleşmiştir. Bilindiği gibi Selimnameler, Yavuz Sultan Selim'in saltanatını konu edinip onun dönemindeki belli başlı olayları anlatan manzûm veya mensûr eserlerin adıdır. Bunlar, edebiyatımızda sık rastlanan gazavatname, fetihname, zafername gibi Osmanlı tarihinin eksik bıraktığı noktaları tamamlayan eserlerdir. Bu eserler daha sonra ortaya çıkan Süleymannameler'le birlikte devletin en güçlü dönemini dile getirdikleri için baştan sona zafer ve başarıların anlatımıyla doludurlar. Bu yüzden halkın millî gururunu okşayan, orduyu savaşa teşvik eden eserlerdir. Bu yüzyıl Türk edebiyatında, Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere yirmi kadar Selimname yazılmıştır. İshak Çelebi (ö.1573), Keşfî (ö.1525), İdris-i Bitlisî (ö. 1521), Kemal Paşazade (ö.1534), Celalzade Mustafa Çelebi (ö.1567), Şükrî, Sücudî, Şirî, Edayî ve Hoca Sadettin belli başlı Selimname şairleridir.
Sultan Selim'in kısa saltanatından sonra, Osmanlı tahtına oturan Kanuni Sultan Süleyman'ın himâyesi altında yüzlerce bilgin ve şair yaşamıştır. Bunların en ünlüleri Gazali mahlaslı Deli Birader, Hayalî Bey, Fethullah Arif Çelebi, Taşlıcalı Yahya, Anadolu edebiyatında bu yüzyılın en büyük şairi sayılan ve şairler sultanı [sultanü'ş-şuara] diye anılan Bakî, Fevrî, Nakkaş Bâlizade Rahmî, Edayî, Sürurî, Gubarî, Lamiî Çelebi, Edirneli Nazmî, Ubeydî ve Daî'dir.
Padişahın çevresindeki kimi şairler Süleymannameler yazmışlardır. Süleymanname, Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanatını konu edinip onun dönemindeki belli başlı olayları anlatan manzûm ve mensûr eserlere verilen addır. Süleyman-namelerin kaynağı Selimnamelerdir. Bu yüzden muhteva bakımından benzerlikler gösterirler. Bütün bu gelişmeler sonucu sahip olduğu olağanüstü imkânlar sayesinde zaten her dönemde bilim ve sanat merkezi olan İstanbul, kısa sürede bu defa İslam medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri haline geldi. Devlet yöneticileri kendileri de ilim ve sanatla uğraştıkları için bilim ve sanat adamlarını Önceki dönemlere göre daha fazla korudular. İstanbul'da ortaya çıkan bu yapı, değişik görüntülerle taşraya doğru yayıldı ve devletin her tarafında önemli kültür merkezleri oluştu. İstanbul'un sanat ve edebiyatın merkezi hâline gelmesinde padişahların yanında devlet büyüklerinin de katkıları olmuştur. Şiir ve sanatla ilgili olmayanlar bile toplantılar düzenlemiş ve sanatkârları koruma yarışına katılmışlardır. Buralarda kümeleşen sanatkârlar hem büyüklerin teşvik ve yardımlarını görmüşler, hem de yüzyıl edebiyatının ve kültürünün gelişmesinde yararlı olmuşlardır.
Rumeli coğrafyasında edebî muhitler büyük ölçüde akıncı beylerinin himayesinde gelişmiştir. Bir askerî tabir olan akıncılık, Osmanlı hafif süvari birliklerine verilen isimdir. Akıncı aileleri olan Mihaloğulları, Turhanlılar, Yahyalılar ve Malkoçoğulları birer yönetici olarak çevrelerinde daha çok şair olmak üzere çeşitli sanatçıları bulundurmaya özen göstermişler, böylece akıncılık aynı zamanda kültür ve sanatı besleyen önemli bir kaynak özelliği kazanmıştır.
Divan Şairleri
Türk şiiri XVI. yüzyıla gelinceye kadar üç yüz yıllık bir deneme, uygulama ve gelişme süresinden geçmiştir. Osmanlı Devletinin gelişmesi ve güçlenmesiyle şiirdeki gelişme daha da hızlanmıştır. Bu yüzyılda İran şairlerinin etkileri sürmekle birlikte artık Fuzulî, Hayalî Bey, Bakî gibi şiire yön veren ve Türk şairlerince örnek alınacak şiir ustaları yetişmiştir. XVI. yüzyılda Osmanlı Türkçesi, klasik biçimini almış, Eski Anadolu Türkçesi özelliklerinden ayrılarak birçok Türkçe kelime yerine Arapça ve Farsçadan deyimler, kelimeler ve uzun tamlamalar kullanılmaya başlanmıştır. İlmin, sanatın, şiir ve edebiyatın gelişmesini hazırlayan böyle uygun bir zeminde, büyük bilim adamları, büyük sanatçılar, büyük şairler ve büyük nesir ustaları yetişmiştir. Bu yüzyılda şair sayısında büyük artışla karşılaşılmasına rağmen asra damgasını vuran şiir ustaları Bakî (1526-1600), Fuzulî (ö. 1556) ve Hayalî (ö.1557)'dir.
Yüzyılın başında, Sultan II. Bayezit devrinde İstanbul'a gelen Zatî, yeterli öğrenimi de olmadığı hâlde, yeteneği sayesinde 30-40 yıl boyunca bütün şairlerin hocası, yol göstericisi olmuştur. Yüzyılın ortalarına doğru kendini kabûl ettiren Hayalî Bey, Kanuni Sultan Süleyman'ın en gözde şairlerindendir. Osmanlı şiiri içinde belirginleşmesinde Yeniceli şairlerin katkısı gözardı edilemez. Yeniceli şairlerin başında Usulî (ö.1538) gelir. Usulî Divanı, Mustafa İsen tarafından yayımlanmıştır.
XVI. yüzyıl Rumeli coğrafyasında yalın kat bir tasavvuf anlayışının olmadığı bilinmektedir. Bunun doğal sonucu olarak farklı mistik eğilimlerin temsilcileri ve takipçileri aynı muhitte yetişmişlerdir. Yeniceli şairlerden biri de şiirlerine nazire mecmualarında rastlanan Âgehî'dir (ö. 1557). Bir süre donanmada Piyale Paşa'nın hizmetinde çalıştıktan sonra müderrislik ve kadılık yapmıştır. Özellikle denizcilik ve gemicilik terimleriyle ördüğü orijinal kasidesi, çok tanınmış ve devrinden başlayarak tanzir ve tahmis edilmiştir. Akıncı muhitlerinde yetişen şairler, savaşa gidecek gazilerin beklentilerine uygun, dervişçe ve daha sade söyleyişi tercih etmişlerdir. Yüzyılın son kırk yılında ise şiir tahtına Bakî oturmuş ve tartışmasız devrin sultanüş-şuarası olarak hükmünü sürdürmüştür. Anadolu sahasının en büyük şairi sayılan Bakî, hem kaside, hem de gazelde üstattır.
Bu büyük isimlerin etkisi altında gelişen XVI. yüzyıl şiirinde kaside ve gazelde başlıca şu şairleri görüyoruz. Yavuz Sultan Selim'in Trabzon'dayken musahibi ve hocası olan Halimî (ö.1517), aynı yıllarda yaşayan Ahî Benli Hasan (ö.1517), Nacak Fâzıl diye anılan Nihanî (ö.1519), Bihiştî Sinan Çelebi (ö.1520), Tali'î Mehmed Çelebi (ö.1516) yüzyılın başında yani I. Selim devrinde yaşamış şairlerdir. Figanî (ö.1532), Kanuni devrinin usta şairlerindendir. Hem kaside, hem gazel söylemiştir. Şehzade Mustafa ve Sadrazam İbrahim Paşa için söylediği kasideleriyle tanınmıştır. Devrin, zarif, hoş sohbet ve nüktedan şairlerinden İshak Çelebi (ö.1536), üç dilde şiir söylemiştir. Edirneli Nazmî (ö.1554) ise Türk edebiyatında en çok gazel yazan şairdir. Bütün nazım şekilleri, edebî sanatlar ve aruz kalıplarına örnek vermek maksadıyla sayısız şiir yazmıştır. Kendinin de dediği gibi 7777 gazeli vardır. Ama estetik bakımdan değerlendirildiğinde bunların çok değerli oldukları söylenemez. Devrinde daha çok mesnevileriyle ün yapmış olan hamse sahibi Yahya Bey (ö.1582)'in 34 kaside ve 515 gazelinin bulunduğu büyük bir Divan'ı vardır. İlmî eserleri yanında şiir de söyleyen Nevî (ö.1599), Bakî ve Hayalî’den sonra Anadolu'da yüzyılın büyük şairi sayılmıştır. Dili pürüzsüz, şiir tekniği mükemmeldir. Divan şiiri geleneği içinde kültür ve eğitim seviyesi yüksek çevrelerin dışında divan estetiğine uygun şiirler söyleyen ümmi şairler de yetişmiştir. Ümmiliği mahlas olarak kullanan Ümmî Sinan (ö.1551-52) gibi şairlerin dışında Cemilî, Rayî, Talibî, Siyabî, Enverî (ö. 1547), Meşrebî (ö. 1554-55), Bidarî (ö. 1560-61) ve Valihî klasik şiirin estetik ölçülerine uygun şiirler söylemişlerdir.
Edebiyatımızın şuara tezkireleri gibi önemli kaynaklarından olan nazire mecmuaları, şairlerin birbirlerine söyledikleri nazireleri toplayan kitaplardır.
XV. yüzyılda, 1436 yılında Ömer b. Mezîd tarafından toplanmış ilk nazire mecmuasından (Mecmuatü'n-Nezair) sonra edebiyatımızın tanınmış nazire mecmuaları XVI. yüzyılın ürünüdür. Bu yüzyılın ilk mecmuası Eğridirli Hacı Kemal tarafından 1512 yılında düzenlenen CamiünNezair adındaki hacimli eserdir. Hacı Kemal, eserinde 266 şaire ait 3170 şiir toplamıştır. İkinci nazire mecmuası, Edirneli Nazmî'nin 1523 yılında topladığı Mecmaü'nNezair'dir. Nazmî, eserinde 243 şaire ait 3356 nazireyi toplamış ve hemen her gazele söylenmiş nazirelerin sonuna bir de kendi naziresini eklemiştir.
Nazire mecmuaları yanında, pek çok şiir meraklısının sevdikleri şairlerin şiirlerini topladıkları mecmualar da, divanı olmayan birçok şairin şiirlerini bir araya getirmeleri ve kaybolmaktan kurtarmaları bakımından önemli eserlerdir. Yazıdan çok, sözün dolaşımda olduğu bir gelenekte nazirecilik daha fazla önem kazanmaktadır. Çünkü nazire söyleyen bir şair, ezberinde çokça şiir bulundurmak, ustalığını kanıtlamak için kullanılagelen müşterek mazmunların yanı sıra, daha önce kullanılmamış orijinal mazmunlar bulmak, el değmemiş manaları nazma çekmek zorundadır. Böylece şiir daha geniş kesimlere intikal etmekte ve merkezle kenar arasında söze dayalı bir bağ kurulmaktadır. Osmanlı şiirinin yerli bir havaya bürünmesinde bu bağın da etkisi vardır.
Osmanlı şiirindeki yerlilik eğiliminin göstergelerinden biri de divan tertip eden şairlerin hece ölçüsüyle şiir söylemeleridir. XVI. yüzyıl şairlerinden Mealî, Usulî, Zaifî, Âşık Çelebi, Fevrî ve Muradî mahlasıyla şiirler söyleyen Sultan III. Murat bazı şiirlerinde hece ölçüsünü tercih etmişlerdir. Bunda özellikle tekke-tasavvuf muhitleri ile eğlence meclisleri gibi çeşitli icra ortamlarında şiirlerin bestelenmek suretiyle dolaşıma girmesinin de etkisi vardır. Çünkü divan şairleri, şiirle musikinin iç içe olduğu bir atmosferin havasını teneffüs etmişlerdir. Şairlerin, bestelenmek üzere yazdıkları şiirlerinin musiki meclislerde okunduğuna, en azından okunmasını istediklerine dair bazı ipuçlarına gazellerin makta beyitlerinde rastlanmaktadır.