XVII. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI - Ünite 5: Hikemî Tarz ve Nabî Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Hikemî Tarz ve Nabî

Hikemî Tarz

Hikmet; felsefe, bilim, bilgelik, bilinmeyen neden, varlıkların, durumların ve olayların meydana gelmesinde Allah’ın gizli amacı, atasözü, özdeyiş anlamına gelen Arapça kökenli bir kelimedir.

Hikmet toplumun- ilgilendiğimiz dönemle bağlantılı olarak daha çok, XVII. yüzyıl Osmanlı toplumunun- sahip olduğu düşünce sistemi, dünya görüşü ve hayat felsefesidir olarak da açıklanabilir. Edebiyat açısından bakıldığında düşünceye dayalı söz söyleme olarak da tanımlanan Hikemî tarz ya da bir başka değişle hakîmane tarz; düşünceyi temel alan ve amacı düşündürmek, öğüt vermek olan bir şiir tarzıdır. Hikemî tarzın en güçlü temsilcisi Nabî’dir. Nabî’nin şiirlerinden de anlaşılacağı üzere hikmetin öncelikle ilgilendiği konular, bir toplumun hayata bakışını ve yaşama biçimini belirleyen davranışlarla ilgili olan ahlak anlayışıdır. Hikmet; felsefenin üç ana konusu olan ahlak, metafizik ve bilgi teorisini içine alır.

Hikmet felsefenin yanında, Müslüman toplumlarda, dünya görüşünün temel dayanağı olan din ile de yakından ilgilidir. Varlığın, olup bitenlerin arkasındaki nedeni veya nedenleri araştırmak, varlık ve eşyanın yaradılış amacını açıklamaya çalışmak hikemî tarzın dinî-tasavvufi yönünü ilgilendirir. Nabî ve tarzın diğer şairleri hikmeti daha çok Kur’an’da kullanıldığı gibi “derin kavrayış ve bilgi, sır, ilahî sır, öğüt” vb. olarak anlamış ve bu anlamlarda kullanmışlardır.

Hikemî tarzın hâkim olduğu hikemî şiir; insanı, olayları, dünyayı değerlendiren çeşitli konuları işler. Bu şiirler özelliğini daha çok yol gösterici ve düzeltici konulara yer vermesiyle bilinirler. Bundan ötürü bu şiirler de anlatımın özlü olması, dolayısıyla kısa olması beklenir. Telmih, tevriye, kinaye gibi özlü anlatımda önemli olan söz sanatlarıyla birlikte irsal-i mesel kullanımı bu şiir tarzında revaçtadır. Hikemî şiir için atasözü, deyim ve halk söyleyişi kullanımı önemli olmasına karşın, hikemî şiir temsilcilerinin çoğunun genel olarak şiir dillerinin kolay anlaşılır olmaması da dikkat çeken bir başka noktadır.

İran’da Feridüttin Attar dinî şiirlerini hikemî şiir olarak adlandırarak hikemî şiir kavramını ortaya çıkarmıştır. XVII. yüzyılda, hikemî şiirin İran’daki temsilcileri Şevket-i Buharî ve Nabî’nin de özellikle etkilendiği Saib-i Tebrizî’dir. Hikemî şiirin Osmanlı sahasındaki kullanım alanı İran şiirindekine nazaran genişlemiş ve sosyal konuları da içine alır olmuştur. Fuzulî ve Bağdatlı Ruhî’de yer yer görülen bu tarz, Nabî ile daha da güçlenerek esas yapısını kazanmıştır.

Nabî, hikemî tarza düşünce boyutunun yanında eleştirel boyutta kazandırmıştır. Ramî Mehmet Paşa, dönemin Nabî takipçilerindendir. Çoğu on sekizinci yüzyılda yaşamış Nabî yolunda yürüyen şairler arasında Seyyid Vehbî, Raşid, Samî, Asım, Münif, Koca Ragıp Paşa, Haşmet, Fıtnat Hanım, Sünbülzade Vehbî, Sürurî, Keçecizade İzzet Molla sayılabilir.

Bunların arasında Nabî’ nin yolunda yürüyen en güçlü şair Koca Ragıp Paşa olmuştur. Ziya Paşa ve Namık Kemal’in bazı şiirlerindeki hikemî edaya bakarak, Nabî’nin etkisinin Tanzimat Dönemi’ne kadar taşındığını söylemek mümkündür. Saydığımız takipçiler tarafından hakîmane şiir tarzı, daha çok, şiirde atasözü, deyim ve hikmetli söz söyleme kullanımıyla dikkat çekmiştir.

Nabî’nin Hayatı ve Eserleri

Hayatı incelendiğinde Nabî, Osmanlı’nın sıkıntılı günlerini yaşadığı XVII. yüzyılda dünyaya gelmiş ve I. İbrahim ile III. Ahmet dönemi arasında saltanat sürmüş olan altı padişah dönemini görmüştür.

Nabî’nin asıl adı Yusuf olup 1642 yılında eski adı Ruha olan Urfa’da doğmuş; çocukluğunu ve gençliğini doğduğu şehirde geçirirken bir yandan da medrese öğrenimini tamamlamış, döneminin bilimlerini, Arapça ve Farsça’yı iyi öğrenmiştir. IV. Mehmet’in saltanatı sırasında Urfa’dan İstanbul’a gelmiş ve Musahip Mustafa Paşa’nın divan kâtipliği görevlerinde bulunmuştur. Dönemin padişahı IV. Mehmet’in de yakınlığını elde eden Nabî, IV. Mehmet’in Lehistan (Polonya) Seferi’ne katılmış ve orada Kamaniçe Kalesi’nin fethinde bulunmuştur. İstanbul’a döndükten sonra Fetihname-i Kamaniçe adlı eserini yazmıştır. IV. Mehmet’in şehzadelerinin Edirne’deki sünnet düğün-lerine de Mustafa Paşa ile birlikte katılarak gördükleri-ni anlattığı Surname’sini ve Musahip Mustafa Paşa’nın yardımıyla gerçekleştirdiği hac yolculuğu izlenimlerini anlattığı Tuhfetü’l-Harameyn’ini de İstanbul’da yazmıştır. Nabî hac yolculuğundan sonra kendi isteğiyle sürdürmüş olduğu Paşa’nın kethüdalık görevinden ayrılmıştır. Bu ayrılış sonrası Nabî ‘nin etrafındaki insanların tavır değiştirmesi ona Azliyye kasidesini yazdırmıştır. Musahip Mustafa Paşa’nın Nabî ile olan birlikteliği Paşa’nın ölümüyle bitmiş ve duruma üzülen Nabî İstanbul’dan ayrılarak Halep’e yerleşmiştir.

Hayatının yirmi beş, otuz yıllık dönemini burada geçirmiştir. Nabî’nin hayatında Halep, önemli bir dönüm noktası olmuştur. Burada düşünceye dayalı dünya görüşünü yansıtan edebî kişiliğini kazanmıştır. Halep’te doğan oğlu Hayrullah için ünlü eseri Hayriyye adlı mesnevisini ve Hayrabad’ı yazmıştır. Ömrünün son yıllarında tekrar İstanbul’a dönen Nabî, 1712 yılında İstanbul’da ölmüştür.

Eserleri incelendiğinde Nabî’nin, altısı manzum dördü mensur olmak üzere toplamda on eseri vardır. Ününü daha çok manzum eserleriyle yapmıştır. Manzum eserleri; T ürkçe Divan, Farsça Divançe, Hayriyye, Hayrabad, Terceme-i Hadis-i Erbain ve Surname’ dir. Nabî’nin mensur eserleri ise; Fetihname-i Kamaniçe, Tuhfetü’lHarameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysî ve Münşeat’ tır.

Türkçe Divan, Nabî’nin edebi kişiliğini ve düşüncelerini ortaya koyduğu en önemli ve en hacimli eseri olduğu kadar, klasik dönem edebiyatımızın da en hacimli divanları arasındadır.

Eserde döneme ilişkin tarihî bilgi ve eleştiri boyutuna sahip kaside örneklerinin yanında geniş din ve edebiyat kültürünün izlerini taşıyan tevhid kasideleri bulunmaktadır. Söz konusu kasidelerin bir kısmında da hikemî tarzın varlığından söz edilebilir. Gazeller bölümü, gerek sayı gerekse hikemî tarz şiirlerin varlığı bakımından eserin en önemli bölümüdür. Gazelleri arasında alışılmış âşıkane tarzda yazılmış olanları da vardır. Divanın “Mesneviler” bölümünde ise mesnevi nazım şekliyle yazılmış medhiyeler bulunmaktadır.

Farsça Divançe, “Divançe-i Gazeliyyat-ı Farisi” başlığı altında Türkçe Divan içinde muamma ve lugazlardan sonra yer alır.

Hayriyye, Nabî’nin ününü kazandığı en önemli eseridir. 1701 tarihinde Halep’te nasihatname türünde yazılmış olan bu didaktik mesnevi Nabî, oğlu Ebulhayr Mehmet için ve onun hayatta izlemesi gereken yolu göstermek, ona öğüt vermek amacıyla yazmıştır. Nabî’nin olgunluk döneminde yazdığı bu eseri, onun hayata ve dünyaya bakışını, deneyimlerini dile getirmesi açısından olduğu kadar, dönemin tarihi ve sosyal yapısını daha çok hiciv yoluyla tanıtan bilgiler vermesi bakımından da önemlidir. Eserin sadece Ebulhayr için değil; onun şahsında dönemin gençlerine de yol göstermek, toplum içinde iyi bir birey ve mutlu bir insan olunması için nasıl davranılması gerektiği amacıyla yazılmış olduğu anlaşılmaktadır. Hayriyye, klasik dönemdeki nasihatname türünün, edebiyatımızda bilinen en başarılı örneği olarak tanınmıştır.

Hayrabad , Halep’te 1705 yılında yazdığı ikinci mesnevisidir. Gerek estetik, gerekse düşünce bakımından Nabî’nin birinci sırada yer alan eserleri arasında sayılmamıştır.

Surname IV. Mehmet’in şehzadelerinin 1675 yılında Edirne’de yapılan sünnet düğününü anlatan mesnevisidir. Surname türünün önde gelen örneklerinden olan mesnevi, dönemin tarihî, sosyal ve kültürel yapısını tanıtıcı bilgilere yer vermesi bakımından önemlidir. Ancak Nabî’nin gençlik döneminin ürünü olduğundan mesnevinin edebi değeri sınırlıdır.

Terceme-i Hadis-i Erbain, İranlı şair Molla Camî’nin Kırk Hadis Tercümesi’ nin Türkçe manzum tercümesidir. Eserde önce hadisler Arapça metinleriyle verilmiş; sonra da manzum çevirileri ve açıklamaları yapılmıştır.

Fetihname-i Kamaniçe mensur bir eser olmanın yanında gazavatname türünde yazılmış olup, Kamaniçe Kalesi’nin alınışını anlatmaktadır.

Tuhfetü’l-Harameyn, Nabî’nin hac ziyareti sırasındaki yolculuk izlenimlerini aktaran seyahatnamesidir. Edebiyatımızın seyahatname türü örneklerinden olan eser İstanbul’dan Hicaz’a gidinceye kadar gezip gördüğü bütün şehirleri anlatır. Sanatçı, anlatıma çeşni katmak amacıyla eseri yer yer Türkçe, Farsça ve Arapça manzum parçalarla süslemiştir. Nabî eseri hac ziyaretinden beş yıl sonra 1683 tarihinde yazmıştır. Sanatlı bir dille yazılan

Zeyl-i Siyer-i Veysî, dinî konulu olup siyer türünde yazılmış bir eserdir. Veysî’nin, Hz. Muhammed’in doğumundan Bedir Savaşı’na kadar geçirdiği dönemde yaşadığı olayları anlattığı siyerine Nabî, Mekke’nin alınış bölümünü eklemiştir.

Münşeat da sanatçının bilinen diğer mensur eseri olup, Nabî’nin yazdığı özel ve resmî mektupları içinde bulundurmaktadır.

Nabî’nin Edebi Kişiliği ve Hikmet Anlayışı

Nabî, şiirlerinde gösterdiği dinî, felsefî, âşıkâne edanın yanında divan, mesnevi, tarih, münşeat gibi değişik türlerde eser vermiş XVII. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı sahasında yetişen üretken ve çok yönlü bir sanatçıdır.

Nabî, şiirde düşünceye önem veren, şiirle düşünceyi birleştirerek hakîmane söyleyiş biçimi oluşturan, düşünen ve gördüklerine, çevresinde olup bitenlere ibret gözüyle bakabilen, zamanında yaşananları eleştiren ve bunları söze döküp etrafındakilere öğüt veren bir mizaca sahip bir sanatçı olmuştur.

Nabi’nin yaratıcısı olduğu hikemî şiir, hâkimane şiir, hikmatamiz şiir; düşündürme, yol gösterme amaçlı nasihat şiiridir. Yaşanan dönemin özellikleri; aklıselim, basiret, zekâ sahibi oluş; gözleriyle gördüğü her şeyden, yaşadıklarından hisse kapıp şiire aktaran bir kişilik; coşkun ve lirik şiir yazabilecek bir yaradılışa sahip olmayış ve şiirde yenilik arayışı, Yusuf Nabî’yi XVII. yüzyılın ikinci yarısında hikemî şiir tarzına yönelten önemli nedenlerdir.

Hikmetin, Nabî’nin edebî kişiliğine ve şiirine en çok yakışan anlamı da ariflik ya da hakîmlik yani basiretle, sağduyuyla düşünme, düşündürme ve görüneni, olup biteni değerlendirmedir.

Nabî’ye göre şiirin özünde okuyanı uyarma, okuyana yol gösterme olmalıdır. Ona göre şair, yaşadıklarını ve çağının üzerinde bıraktığı izlenimleri şiirine yansıtmalıdır. Nitekim o; Divan’ın birçok yerinde ve Hayriyye’ de toplumun o günkü durumunu başarıyla anlatmış ve dönemi için tarihî belge olabilecek değerde bilgi vermiştir.

Divan şiiri XVII. yüzyılın ikinci yarısında gücünü ve değerini büyük ölçüde tüketmiş olup Nabî böyle bir ortamın şairi olarak çağdaşlarının şiir anlayışını beğenmez ve acemiliklerini, yeteneksizliklerini söyleyerek onları şiire yenilik getirmemekle suçlayarak eski âşıkane şiir geleneğini sürdürmelerinden dolayı onları kınar. Nabî bu nedenlerden dolayı hikemî şiir yoluna girmiştir.

Nabî, hikmetle ilgili düşüncelerinin bir kısmını, döneminin ideal insan tipini Divan-ı Nabî ve Hayriyye eserlerinde betimler. Onun savunduğu ve değer verdiği insan tipi, hakîm yani bilge insan, ilahî düzeni anlamak için gereken basirete, sağduyuya, karar ve ölçüye sahip olan insan olarak tanımlanmaktadır. Onun idealindeki insan, düşünceleriyle, aklıyla isteklerine düzen verebilen, kafasıyla gönlü arasında denge kurabilen insandır. Aklın, insan varlığındaki önemine inanmakla birlikte o, dünyada daha doyurucu bir hayat için iman eden, inanan bir kalbin varlığını da gerekli görür.

Nabî, ilahî aşkın verdiği coşkuyu ve sonsuz mutluluğu ruhunda duymuş bir mutasavvıf olmayıp şiirlerine yansıyan duygu ve düşünceleriyle, sağduyu sahibi, olgun, samimi bir dindardır. Nabî’nin idealindeki insan tipi aklıyla arzularına düzen verir; fakat onları yok etmek istemez. Kısacası o, gerçek ve ebedî olan ahiret hayatı için bir hazırlık yeri olan bu dünyaya tamamen olumsuz bakmaz. Dünyadan el etek çekmekten, maddi hazlardan tamamen uzaklaşmaktan yana değildir. Yalnızca dünyaya yönelik arzulara gem vurulmasından, ölçünün kaçırılmamasından yanadır. O her konuda aşırıdan kaçmayı ve ölçülü davranmayı savunur. Nabî, ahlak konusunda da döneminin insanına acelecilikten ve aşırılıktan sakınarak ölçülü olmayı, orta yolda yürümeyi tavsiye eder. Başka bir ifadeyle Nabî’ye göre insan, yaşanan dünyada hayatın amacı olarak kabul ettiği mutluluğu, huzuru ve rahatlığı ölçülü olmakta bulacaktır.

Onun makbul saydığı insan, toplumun yüksek tabakasıyla halk tabakası arasında yer alan orta tabakadan gelen insandır. Sözün de ölçülü söylenmesinden yanadır. Çünkü dilin insana sağladığı yarar da zarar da fazladır. Bu nedenle o, Hayriyye ’de oğluna ve başkalarına yerine göre susmayı ya da ölçülü konuşmayı tavsiye eder. Ahlakın Nabî’nin hikmet anlayışında yeri önemlidir. Ona göre ahlak, iyiyle kötünün, doğruyla yanlışın bir arada bulunduğu toplumda, başkasına zarar vermeden kişinin kendi mutluluğunu elde etmesini amaçlar. Kişinin mutluluğu ise dünya ve ahiret mutluluğunun her ikisini de kazanmaya yöneliktir. Mutluluğu elde etmekte, yapmaktan çok sakınmaktan yanadır.

Nabî’nin hikemî şiirlerine baktığımız zaman bunların çoğunda edep, terbiye, saygı, hoşgörü, sıra, erkân, intizam, itaat vb. geniş bir anlam kapsamı olan Osmanlı kültüründeki ferdin kendi hayatını ve fert ile toplum ilişkilerini düzenleyen ve adına “âdâb” denilen toplum kurallarını buluruz. Nabî, Osmanlı kimliğinin ve kendi akılcı, gözlemci kişiliğinin niteliklerini şiirlerine yansıtarak hakîmane şiir akımının öncüsü ve en güçlü temsilcisi olmuştur.

Nabî’nin hikemî şiir üslubunda işaret edilmesi gereken önemli bir özellik onun çok özel bir gözlemci oluşudur. Örnekleme, gözlem gücüyle zenginleşir; şiire özellik katar. Nabî’inin üslubunda dikkat çeken başka bir özellik de onun şiirlerinde tezat sanatına oldukça sık yer vermesidir.

Sonuç olarak Nabî, şairlikle basireti, aklıselimi kısacası düşünen adam olma özelliklerini birleştirerek ilgi çekici bir kişilik örneği vermiş; eskilerin hikmetamiz dedikleri düşünceye ağırlık veren, amacın okuyucuyu uyarmak olduğu şiir yolunu açmıştır. O, şiirlerinde çoğunlukla yol gösterici, düzeltici, eğitici, ahlakçı, bilge insan kimliğiyle görünür. Şiirleri, insanların, olayların, dünyanın değerlendirildiği çeşitli konulara yer verir.