XVIII. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI - Ünite 3: Mahallî-Folklorik Üslup ve Temsilcileri-II Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Mahallî-Folklorik Üslup ve Temsilcileri-II
Mahallî-Folklorik Üslubun Diğer Temsilcileri
XVIII. yüzyılda gündelik hayatın bütün ayrıntıları manzum eserlerde yer alır. Daha önceki yüzyıllarda genellikle yüceltilen aşk, sıradanlaşır. Eserlere edebî değer katmak üzere ara sıra başvurulan hüner gösterileri ve söz sanatları bazı eserlerin temel niteliği hâline gelir. Nedîm, mahallî unsurları şiirlerinde estetik bir anlayışla kullanır. Mahallîleşmenin Nedim’den sonra daha da yaygınlaştığı ve sıradanlaştığı bilinmektedir. Pek çok şairde yansımaları görülen bu eğilimin en karakteristik temsilcilerinden biri Enderunlu Fazıl, diğeri ise Müverrih Sürurî’dir. Nedîm’in şiirlerinde görülen uçarılık ve rahat söyleyiş, Enderunlu Fazıl tarafından bir adım ötesine taşınarak cinselliğin farklı biçimlerde anlatımına dönüşür.
Enderunlu Fazıl
Asıl adı Hüseyin olan Enderunlu Fazıl, Filistin’in Akka kalesine bağlı Safed kasabasında dünyaya gelir. Asi ve maktul Akka muhafızı Tahir Ömer Bey’in torunudur. Babası da dedesi ile aynı akıbete uğrayınca Kaptanıderya Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından kardeşi Hasan Kâmil’le birlikte İstanbul’a getirilir ve Enderun’a verilerek eğitim görmesi sağlanır. Fakat ele avuca sığmayan Fazıl, Enderun’daki uygunsuz davranışları ve çapkınlıkları sebebiyle buradan uzaklaştırılır. Yaklaşık on iki yıl İstanbul sokaklarında perişan bir şekilde dolaşan Fazıl, devrin ileri gelenlerine yazdığı kasideleriyle çektiği sıkıntıları dile getirir. III. Selim döneminde affedilerek Rodos vakıflarıyla ilgili bir göreve getirilir. Halep defterdarlığında memuriyet, Maden-i Hümayun emaneti, Erzurum ve yöresini teftiş gibi görevlerden sonra bir şikâyet üzerine Rodos’a sürülür. Kendisiyle birlikte Rodos’ta sürgün hayatı süren Ebubekir Ratip Efendi’nin idam edilmesinden veya III. Selim’in öldürülmesinden duyduğu üzüntüden ötürü uzun süre ağladığı için gözlerini kaybeder. Bunun üzerine İstanbul’a dönmesine izin verilir. 1225/1810 yılında İstanbul’da vefat eden Fazıl, Eyüp’te Eyüp Sultan’ın kabristanına yakın Kızılmescit Mezarlığı’na defnedilir.
Şairliği
Fazıl Divanı’nda, özellikle kasideler bölümünde izleri sürülebilen belirgin gerçekçi bir yaklaşım hâkimdir. Şair, hayatının büyük bölümünü sürgün ve affedilme arasında geçirdiği için divanında döneminin yöneticilerine yazılmış doksan kadar kaside vardır.
Klasik şiirin temel zemininden ayrılmamaya özen gösteren şair, ondan çok daha ileri boyutta bir ferdiyet hissi ile şiirini hayata açar. Coşkusunu Nedim’den, umarsızlığını Sabit’ten gelen çizgide dillendirmeye çalışan şair, geçmişe dönük muhasebe ve pişmanlık anlarında ise Nabî’den ödünçlediği bir üslup söylemeye gayret eder. Bütün hayat hikâyesinin de özeti sayılabilecek dağınıklık ve lakayıtlık çoğu zaman onu basitliğe sevk ederek, hem kafiye ve redif seçiminde hem de benzetme ve ifadelerde şiirine nitelik kaybettirir.
İstanbul manzaralarını, sosyal olayları ve gerçek sevgili tipine ait güzellik unsurlarını kendine has bir yaklaşımla anlatan Fazıl bu yönüyle Nedim’i çağrıştıran bir edası vardır. Divanında başta tarih ve coğrafya olmak üzere çeşitli ilimlerden devşirdiği kavramlarla örülmüş şiirler vardır. Fazıl, Coğrafyaya bağlı maddi kültür unsurlarını şaşırtıcı bir beceriyle şiire sokar. Özellikle Hubanname ve Zenanname’de kelimelerle resim çizercesine güçlü bir tasvir yeteneği ortaya koyar. Diğer taraftan geleneğin aksine feleği övdüğü bir kasidesi, Yahudilik ve Hristiyanlıkla ilgili kavramların sıklıkla geçtiği bazı şiirleri ve doğrudan bir sevgili adına söylenmiş şarkıları, onu Nedim çizgisinden ayırır.
Eserleri
Fazıl’ın mürettep divanından başka Defter-i Aşk, Zenanname ve Hubanname adlı mesne-vileri, Çenginame adlı dörtlüklerden oluşan bir eseri vardır.
Mesnevileri
Fazıl, divan sahibi bir şair olmasına karşın asıl şöhretini mesnevilerine borçludur. Birkaç kez Sünbülzade Vehbî’nin Şevkengizi ile birlikte basılan ve çoğu zaman onunla beraber anılan Defter-i Aşk’ı, Hubanname ve Zenanname adlı mesnevileri müstehcen ama cesur betimlemeleriyle oldukça ilgi görmüşlerdir.
Müverrih Sürurî
Tarih düşürme sanatındaki ustalığından ötürü “müverrih” sıfatıyla anılan Sürurî’nin asıl adı Osman’dır. Adanalıdır. Şairliğinin ilk beş yılında Hüznî mahlasını kullandıktan sonra hamisi Şeyhülislam Yahya Tevfik Efendi’nin tavsiyesiyle Sürurî’yi tercih eden şair, hiciv ve hezel türündeki şiirlerinde Hevayî mahlasını kullanır.
Önce mülazım sonra da kadı olarak Anadolu’nun farklı yerlerinde çalışan Sürurî, bir ara şair Sünbülzade Vehbî’nin kethüdalığını alarak onunla birlikte Eski Zağra’da bulunmuş, burada yaşanan hadiseler her ikisinin de şiirlerine yansımıştır. İstanbul’a döndükten sonra III. Selim’e bir kaside sunan şair, bu kaside sayesinde atandığı görevle memuriyet hayatını noktalar.
Şairliği
Tarih düşürme sanatına düşkünlüğü, şiirin hüner tarafına ilgisi çağdaşları arasında bir konum edinmesine imkân sağlamıştır. Osmanlı tarih düşürme geleneğinin en ünlü ismi olan Sürurî, bu özelliğiyle hem asrında hem de sonraki yüzyıllarda bir hayli şöhret kazanmıştır. Kuburizade Hevayi’yi örnek alarak Hevayi mahlasıyla yazdığı hezelleri bayağı ve müstehcen söyleyişler taşısa da divanındaki manzumeleri ve tarihleri zekice nükteler üzerine kurulmuştur. Bunlardaki ifade gücünü, halk dilinin sadeliğinden ve akıcılığından alan şairin yazdığı iki bin yüze yakın tarih manzumesi, Osmanlı toplumunun gerçekçi, muzip, kıvrak zekâlı ve hazır cevap bir şair tarafından çıkarılmış panoraması gibidir. Sürurî, hayatın en acı gerçekleriyle alaycı bakış açısını ustalıkla birleştirebilmiş nadir kalemlerdendir. Önemli, önemsiz, hatta şahit olduğu ya da olmadığı her türlü olayı tarihleştiren Sürürî, tüm sanat kudretini bu tarih manzumelerine vakfetmiştir. Noktalı ya da noktasız harflerin hesaplanmasıyla düşürülen tarihlerden aynı tarihi sekiz kere veren beyitlere kadar tarih sanatının her türünde maharet gösterir. Doğumlar, ölümler, tayinler, sünnetler, düğünler, imar faaliyetleri gibi tarih manzumelerini hak eden hadiselerle beraber en sıradan olaylar da Sürurî’nin diliyle tarihleşir. Fakat Sürurî’nin duyan/okuyan herkese ister istemez tebessüm ettiren mısraları, tarihleşen mevzudan çok Sürurî’nin kendisini tarihe mal eder.
Eserleri
Sürurî’nin Neşatengiz adını verdiği divanı dışında Hezliyat’ı ve çeşitli şairlerden derlediği tarih manzumelerini ihtiva eden bir Mecmua’sı vardır. Divanına özel bir isim veren şair, Enderunlu Vasıf ve Keçecizade İzzet Molla gibi kendisinden sonraki bazı şairlere örnek olmuştur.