XVIII. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI - Ünite 4: Hint Üslubunun Son Büyük Şairi Şeyh Galip Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: Hint Üslubunun Son Büyük Şairi Şeyh Galip
Hint Üslubunun Son Büyük Şairi Şeyh Galip Hayatı
Asıl adı Muhammet Esat olan Şeyh Galip, 1757 yılında İstanbul’da Yenikapı Mevlevihanesi civarındaki bir evde dünyaya gelmişti. Babasının da şiir yazdığı ve Galip’in şair olarak yetişmesinde önemli roller üstlendiği bilinmektedir. Galip, Hüsn ü Aşk adlı eserinde, babasından uzun uzadıya söz etmiş ve şiirde “pîr” yani Mevlana tarzını ondan öğrendiğini söylemiştir.
Şeyh Galik ilk eğitimini babasından almıştır. Ondan Tuhfei Şahidî’yi okumuş, Arapça ve Farsça dersler almıştır. Kaynakların verdiği bilgilerden şairin düzenli bir medrese eğitiminden geçmediği, ailesinden ve dönemin bazı büyük hocalarından aldığı özel derslerle kendini geliştirdiği anlaşılmaktadır. Yetişmesinde daha çok Galata Mevlevihanesi şeyhlerinden Aşçıbaşı Hüseyin Dede’nin ve ileri düzeydeki Farsçası ve Fars şiirine dair bilgisiyle tanınan devrin üstat şahsiyetlerinden Hoca Neşet tarafından oluşturulan edebî ortamın büyük katkısı olmuştur.
Gençlik yıllarında Neşet, Pertev ve Nesip Dede’ye; önceki devirlerde yaşamış büyük şahsiyetlere nazireler yazan Şeyh Galip, bu dönemde Fuzulî, Hayalî, Nefî, Nabî ve Nedim gibi şairlerin yolundadır. Ancak Hoca Neşet’in de tavsiyesiyle Sebk-i Hindî’nin Fars şiirindeki en önemli temsilcilerinden Şevket-i Buharî’yi okumaya başlamıştır. Bu dönem, onun sanat hayatında büyük kırılmaların olduğu bir dönemdir. ‘Galip’ mahlasını benimsemesi de bu dönemde olmuştur.
Ailesi de Mevlevi olan ve bir Mevlevi muhitinde büyüyen Şeyh Galip, aynı tarikatın şeyhlerinden dersler alarak yetişmiş ve sonunda bir Mevlevi dervişi olmuştur. Galip, 10 Temmuz 1784’te girdiği 1001 günlük çileyi 11 Temmuz 1787’de doldurarak dede olmuştur. Bu tarihten sonra o, artık Galip Dede’dir.
Hem Mevlevi muhitinde hem de edebiyat çevrelerinde sevilen ve kabul gören şairin saray ile ilişkileri de ileri düzeydedir. Galip, bir süre sonra Sultan Selim tarafından mesnevihan atama yetkisiyle yetkilendirilince, bütün Mevlevi şeyhlerinin üstünde bir makama yükselmiştir.
Şeyh Galip 3 Ocak 1799’da vefat etmiştir. Galip’in cenaze törenine büyük bir katılım olmuş ve görev yaptığı Galata Mevlevihanesi haziresine defnedilmiştir. Şairin annesi ile babası da aynı hazirede medfundur.
Eserleri
Divan: İlk defa, şair henüz 24 yaşında iken, yakın arkadaşı Pertev tarafından 1195/1781 yı- lında tertip edilmiştir. Ancak bu tertip, divanın son hâli değildir. Çünkü Galip’in bu tarihten sonra yazdığı şiirlerle divanın hacmi genişlemiştir. Eser, ilk olarak 1252/1836 yılında Kahire Bulak Matbaası’nda eski harflerle basılmıştır.
Hüsn ü Aşk: Şeyh Galip, bu eserini 1782-1783 yıllarına karşılık gelen altı aylık bir sürede yazmıştır.
Şerh-i Cezire-i Mesnevi: Galip’in bu eseri, Mevlevi dedelerinden Yusuf Sineçak’ın Cezire-i Mesnevi adlı eserinin şerhidir. Şair, adı geçen eserin her cildinden 100 beyit seçmiş ve bu seçkinin başına 99, sonuna da 5 beyit eklemek suretiyle 704 beyitlik bir eser oluşturmuştur. Eserde, Farsça bilmeyenler için seçilen bazı kelimelerin Türkçe karşılıkları verilmiş ve beyitler açıklanmıştır.
es-Sohbetü’s-Safiyye: Bu eser, Mevlevi şeyhlerinden Köseç Ahmet Dede’nin er-Risaletü’lBahriyye fî-Tarikati’lMevleviyye adlı Arapça eserine yazılmış Arapça bir talikattır.
Üslüp Özellikleri
Şeyh Galip’in başta etkilendiği büyük şair Mevlana’dır. Şiirlerine nazire veya tahmis yazdığı şahsiyetler arasında Fuzulî, Hayalî, Nefî, Sabit, Nabî, Nedim, Nahifî ve Münif gibi şairler öne çıkmaktadır. Şiirlerinde Ruhî-i Bağdadî ile Nevizade’den bahsetmesi ve Koca Ragıp Paşa’nın Münşeat’ından söz etmesi, onun bu şairleri de okuduğunu göstermektedir. Galip’in bütün bu farklı üsluplardan beslenerek kendi kişisel üslubunu oluşturduğunu, dolayısıyla bu üsluplardan izler taşıdığını, Nefî’den başlayarak XVII ve XVIII. asır şairlerinin hemen hepsini farklı düzeylerde ve farklı yönleriyle etkileyen Sebk-i Hindî’yi ise onun en büyük temsilcilerinden biri sayılacak kadar çok yansıttığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Başlangıçta kendinden önceki büyük divan şairlerinin yolunda giden Şeyh Galip, daha sonra Hoca Neşet’in yönlendirmesiyle Şevket-i Buharî’yi okumaya başlayınca onun üslubunda edebî şahsiyetini bulmuştur.
Şiir Dili
Şeyh Galip, şiir ve şair üzerine düşünen ve bu düşüncelerini çeşitli vesilelerle ifade eden bir şairdir. O, adı geçen mesnevisinde Nabî’yi eleştirirken şiir dilinin nasıl olması gerektiğini de söylemiştir. Buna göre Nabî’nin beyitleri Farsça bir manzume gibi olup zincirleme tamlamalarla doludur. Nesirde metni süsleyen ve ona değer katan bu tamlamalar, şiirde kullanıldıkları zaman sözü ağırlaştırmakta, okuyucuya yük olmaktadır (Doğan 2007: 56). Şairin bu değerlendirmesinden, kendisinin şiirde sade bir dil kullanmaktan yana olduğu anlaşılmaktadır. Ancak yazdığı metinlere bakıldığında aslında şairin buna pek de riayet etmediği, dilde sadeliği çok az sayıdaki şiirlerinde gözettiği ileri sürülmüştür. Nedim’le karşılaştırıldığında Galip’in şiir dili daha ağır ve süslü bir dildir. Fakat XVIII. asırdaki diğer Sebk-i Hindî şairleriyle karşılaştırıldığında Galip’in şiir dilinin iddia edildiği kadar da ağır olmadığı görülmektedir. Buna rağmen her Sebk-i Hindî şairi gibi o da yeni şiir dilini kullanmaktadır ve bu dil birçok bakımdan klasik üslubunkinden farklı ve ağırdır.
Sebk-i Hindî’nin şiir dilini ağırlaştıran, aslında kullanılan kelimeler değil, bu kelimelerin taşıdığı anlam ve sanat yüküdür. Bu bağlamda, soyut-somut kelimeler arasında yapılan ve daha çok zincirleme biçimleriyle karşımıza çıkan tamlamaları, sözü kısaltmak ve az sözle çok şey anlatmak için başvurulan birtakım sanat ve tekniklerden bahsedebiliriz.
Sebk-i Hindî şairleri sözden ziyade anlamın ve hayalin peşinde olmuşlardır.
Galip’in kullandığı kelimelerin şiir dilinde daha önce de kullanılmış, asırlar boyu kullanılarak bir incelik, bir zarafet kazanmış kelimeler olduğu belirtilmektedir.
Bilinen kelimelerle yeni anlam ve hayalleri anlatmanınsa ne kadar güç olduğu açıktır. Bu güçlüğü aşmanın iki yolu vardır. Şair yeni anlam ve hayalleri anlatabilmek için ya birtakım yeni kelimeler ve bu kelimelerin de içinde yer aldığı yeni tamlamalar bulacak ya da eski kelimelerin anlam çerçevelerini aynı kelimelerle yaptığı yeni tamlamalarla genişletecek, hatta değiştirecektir. Şeyh Galip, Nailî-i Kadîm’e uyarak ikinci yolu tercih etmiştir.
Her Sebk-i Hindî şairi gibi Şeyh Galip de yabancı kelimelere, özellikle de Farsça kelimelere ağırlık vermiştir. Yabancı kelimelerin, yalın hâlleriyle değil, daha ziyade birleşik sıfatların da içinde yer aldığı zincirleme tamlamalar biçiminde kullanılmaları, metinlerin anlaşılmasını zorlaştırmıştır.
Sözü kısaltmak, diğer Sebk-i Hindî şairleri gibi, Şeyh Galip’in de bir üslup özelliğidir. Bu nedenle şair, sözü uzatan birtakım söz sanatlarından uzak durmuş, onun yerine teşbih, istiare, kinaye, telmih, hüsn-i talil ve mecazı mürsel gibi sözü kısaltma özelliği bulunan anlam sanatlarına ağırlık vermiştir.
Şeyh Galip, şiirlerinin genelinde ağır ve süslü bir dil kullandığı hâlde, bazı şiirlerinde, özellikle de şarkılarında sade bir Türkçe kullanmıştır. Galip’in şiirinde, Türkçe deyimlerin çokluğu dikkati çeker.
Lafız-Anlam İlişkisi
Lafız-anlam ilişkisi üzerinde düşünen Şeyh Galip, “Lafzdan zîrâ ki ma‘nâdır garaz” diyerek, şiirde asıl olanın lafız değil, o lafzın taşıdığı anlam olduğunu açıkça ifade etmiştir. Anlamda da bazı özellikler bulunmalı; güzel, renkli ve ilk defa söyleniyor olmalıdır. Fakat manaya öncelik veren şair, lafzın ihmal edilmesinden yana olmamış, onda da bazı özellikler aramıştır. Galip’in lafızda aradığı en önemli özellik aşinalıktır.
Galip’e göre şairler lafzı, anlamın hizmetine vermelidir. Anlamı muma, lafzı da o mumun etrafında dönen pervaneye benzeten Galip, lafzı mana mumuna pervane yapmayan şairleri eleştirmekten geri durmamıştır.
Sözün Kısalığı
Sebk-i Hindî şairleri, az sözle çok şey anlatmaya önem verdikleri için, şiirde sözü kısaltmışlardır (Mum 2006: 386- 387). Onların soyut kavramlara ağırlık vermeleri, anlamda yeniliği ve orijinalliği gözetmeleri de, sözün kısalmasında etkili olmuştur. Soyut kavramlar, somutlaştırılarak anlatılmıştır. Anlamda yenilik ve orijinallik özelliklerinin aranması ise- şairlerin hareket alanlarını iyice daraltmış, işleyecekleri konuları ve anlatacakları kavramları sınırlamış, hatta manzumelerin beyit sayısında bile azalmaya neden olmuştur.
Anlam sanatlarının fazla kullanılması, diğer Sebk-i Hindî şairlerinde olduğu gibi, Şeyh Galip’te de sözün kısalmasının hem sebebi hem de sonucudur. Ayrıca o, sözü uzatmanın okuyucuları usandıracağından endişe etmiş; bu endişesini de açıkça belirtmiştir.
Yeni Mazmunlar
Klasik üslubun kullandığı mazmunların zamanla klişeleşerek sıradanlaşması, Sebk-i Hindî şairlerini yeni mazmunlar bulma arayışına sokmuştur. Onlar, dikkatlerini kendilerini çevreleyen tabiata, sosyal hayata, araç gereçlere, örf ve adetlere, herkes tarafından kabul gören birtakım inançlara ve bilgilere çevirmişlerdir.
Mana semtine giderken mazmunun kılavuzluğuna tabi olan Galip, “Aldım tamâm kişver-i mazmûnu söz budur” mısrasında, mazmun ülkesini bütünüyle ele geçirdiğini söyleyerek mazmunlara ne kadar hâkim olduğunu göstermek istemiştir.
Bercesteli Beyitler
Şiirlerinde deyimler kullanan Galip, bunun yanı sıra örneklendirmeye dayalı beyit yapısı içinde berceste mısra söyleme tekniğini de başarıyla kullanmıştır. Divan şiirinde başından beri varlığı bilinen, ancak XVII ve XVIII. asırlarda şairler arasında çok kullanılarak Sebk-i Hindî’nin önemli özelliklerinden biri hâline gelen bercesteli beyit yapısı içinde şairler, vecize gibi işlevsel mısralar söylemişlerdir (Mum 2006: 384-386).
Tasavvuf ve Hayal
Lafız-anlam ilişkisinde anlama öncelik veren, anlamda da güzel, renkli ve ilk defa söyleniyor olma gibi birtakım özellikler arayan Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk’ta bütünüyle, divanında ise büyük oranda soyut kavramlara yönelmiştir. Çünkü o, sözü yücelten şeyin anlamdaki soyutluk olduğuna inanmaktadır. Şeyh Galip, şiirlerinde tasavvufi konulara ağırlık vermiştir
Tezattan Uyumlu Birlikteliğe: Paradoksal İmajlar
Tezat sanatı, genellikle zıt anlamlı iki sözcüğün aynı ifadede kullanılması biçimidir. Ancak tezat sanatını Sebk-i Hindî şiirleri bu basit tanıma göre şekillenmemiştir. Burada asıl olan zıt anlamlı sözcüklerin aynı ifade içinde kullanılması değil, bu sözcüklerin aynı kavram üzerinde birleşmesidir.
Bilinen biçimleriyle her dönemin şiirinde görülebilen tezat sanatı, bu biçimiyle Sebk-i Hindî şairleri tarafından çok fazla kullanıldığı için dönemsel bir üslup özelliği olmuştur (Mum 2006: 387-388). Şeyh Galip de bu sanattan çok fazla yararlanmış ve paradoksal imajlar yaratmadaki başarısıyla benzerleri arasında öne çıkmıştır. Şeyh Galip’te tezat sanatı, bazen zıt anlamlı sözcüklerin aynı tamlamada bir araya gelmesi bazen de paradoksal imajlar biçiminde karşımıza çıkar.
Duyuların Uyumlu Birlikteliği: Çoklu Duyulama
Çoklu duyulama, herhangi bir duyu organının, kendi eyleminin yanı sıra, başka duyu eylemlerini de gerçekleştirebilmesi biçiminde tanımlanabilir. Galip, kulak aracılığıyla duyulanan ses ve söz kavramlarına, başka duyu organlarını ilgilendiren özellikler vererek de çoklu duyulamalar yapmıştır.
Şeyh Galip’in Etkileri
Galip’in şiirdeki başarısı ve gücü birçok şairi derinden etkilemiştir. Kendisi daha hayattayken bile, Esrar Dede ve Neyyir Dede gibi şahsiyetler, onun etkisinde kalarak şiir söylemişlerdir. Etkisi ölümünden sonra da devam etmiş; hatta Keçecizade İzzet Molla, Hüsn ü Aşk’tan ilham alarak Gülşen-i Aşk adında bir mesnevi yazmıştır.
Modern Türk şiirinde Ahmet Haşim, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Sezai Karakoç ve Hilmi Yavuz gibi ustalar Şeyh Galip’in şiirlerinden yararlanmışlardır.