YAŞAYAN DÜNYA DİNLERİ - Ünite 1: Dinler Tarihine Giriş Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Dinler Tarihine Giriş
Ünite 1: Dinler Tarihine Giriş
Giriş
Dinin ne olduğu meselesi çeşitli etkenler sebebiyle bir sorun olarak insanın karşısındadır. Farklı zaman dilimlerinde farklı yapılar göstermekle birlikte din, tarih boyunca insanla birlikte varlığını sürdürmektedir. Bununla birlikte, özellikle 19. yüzyıldan itibaren ağır basan pozitivist teorilere göre din, tarihte insanlığın geçirdiği tekâmüle paralel tarzda bir tekâmül geçirmiş; ruhçuluk ve tabiata tapınma ile iç içe olan mitolojik dönemi metafiziğe dayalı kavram ve değerler izlemiştir. Dolayısıyla ruhçuluk, atalar kültü ve büyü, geleneksel din ve tanrı düşüncesinin temelinde bulunmaktadır; tanrı inancında ise çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa doğru bir gelişim söz konusudur.
Yine pozitivist yaklaşıma göre din insanlık tarihinde zaman içerisinde ortaya çıkan bir değerdir ve dolayısıyla insanlık tarihinde dini inanç ve değerlerin olmadığı bir dönemin de olması gerekir. Ancak özellikle 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılan araştırma ve incelemeler, dinle ilgili pozitivist teorilerin ve değerlendirmelerin gerçekte masa başı değerlendirmeler olduğunu ortaya koymuştur. Zira dünya genelinde yaşayan topluluklara yönelik yapılan saha araştırmaları ve eski topluluklara yönelik arkeolojik araştırmalar her dönemde insanın bir şekilde bir inanca sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Dini duygu ve düşünceler insanla birlikte var olan bir durum olduğuna göre bunların kaynağını insana ilişkin duygu ve düşüncelerin kaynağıyla birlikte düşünmek gerekir.
Dinin Anlam ve Değeri
Din halk arasında öncelikle kutsal kavramıyla ilişkilendirilir ve kutsal alana yönelik duygu, düşünce, tavır ve davranışları ifade eder. Peki, kutsal nedir? Birçok araştırmacı tarafından pek çok tanım yapılmaktadır. Bu tarifler içerisinde ortak temel özellikler arasında kutsalın sıra dışılığı, olağanüstülüğü ya da diğer şeylerden farklı bir değer taşıması, bambaşkalığı, bu evrenin dışından bir anlam taşıması gibi hususlar dikkati çekmektedir.
Arapça bir kökene sahip olan ve genel olarak belirli inanç sistemlerini ifade etme doğrultusunda sınırlı bir anlamda kullanılan din teriminin Arap dilindeki kullanımına bakıldığında çeşitli anlamlara geldiği görülebilir. Örneğin Kur’an’da din terimi, “ yol, hayat tarzı, hesap günü, kanun, hüküm” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Yine Kur’an din terimini özel anlamda İslam için kullanmakta ve “Allah katında din İslam’dır.” Demektedir. Bu yönüyle Kur’an’da Allah’ın insanlara öngördüğü dinin İslam olduğu, ancak bunun dışındaki dinlerin mevcudiyetinin de prensip olarak kabul edildiği aşikârdır. Başta milel ve nihal türü eser veren İslam âlimlerinin çalışmalarında insanın düşünce ve inanç sistemini ve her türlü tavır ve davranış kalıplarını belirleyen tüm yaşam modelleri birer dinsel gelenek olarak ele alıp incelemektedir.
Batıda da çeşitli görüş ayrılıkları mevcuttur. Dinle ilgili genelde yaygın olan kanaat, dinin” insanın tanrı, metafizik âlem ya da kutsala yönelik duygu, düşünce ve davranışları ifade eden sistem” olduğu yönündedir. Öncelikle dinin “ne”liğine ilişkin bu tarif, Batı kültür dünyasında, insanlığın tanrı, ahiret, metafizik âlem ve kutsala yönelik kült ve ritüellerinden oluşan sistemleri ifade etme açısından yapılmaktadır.
Dinin “ne’liğine dair yapılan tariflerin birçoğu, dinler tarihinin konusuna giren yeryüzünde gelmiş geçmiş tüm dinsel gelenekleri kapsamı içerisine alma konusunda yetersizdir. Zira dinler tarihinde, tanrı ya da aşkın varlık düşüncesine yer vermeyen hatta materyalist bir görüntüyü ön plana çıkaran inanç sistemlerinin varlığı da bilinmektedir.
Kapsamlı bir din tecrübesi tanımı, insanla temsil ettiği dinsel gelenek arasındaki şu üç önemli ilişkiyi ifade edebilmelidir. İlk olarak her dinsel gelenekte o geleneğe bağlı kişilerin duygularını, düşüncelerini yönlendiren ve belirli şeylerin varlığına ya da yokluğuna, doğruluğuna ya da yanlışlığına kişinin inancını ifade eden bir yapı vardır. Her dinsel gelenek muhatap aldığı insanın tavır ve davranışlarını düzenleme, kişinin yaşamını bir düzene sokma hedefi taşır. Son olarak dinsel gelenekler, bağlısı olan kişi ya da kişilerin diğer insanlarla ve toplumla olan ilişkilerini düzenlemeleri konusundaki tutum ve davranışları belirler. Bu doğrultuda dinin; 1.insanın düşünce ve inanca dayalı değerlendirmelerini içeren zihinsel fonksiyonlarını, 2.her türlü tavır ve davranışlarını ve 3.insanın diğer insanlarla ilişkilerini ve kurumsal yönünü ifade eden sosyal yapısını belirleyen ve disiplin altına alan bir sistem olduğu söylenebilir.
Dinler Tarihinin Önemi ve Bir Bilim Dalı Olarak Gelişimi
Dinler tarihi dinlerin teolojik ve kurumsal yapılarını dinlerin tarihsel tezahürlerini de dikkate alarak inceleyen bir bilim dalıdır. Dinler tarihi geçmişten günümüze dinin tarihsel tezahürünü ele alırken çeşitli yöntemler kullanır, bunlar: Deskriptif, fenomenolojik, analitik yöntemlerdir.
Çalışmalarda öncelikli olarak kutsal metinler ve diğer dinsel materyal başta gelir. Ayrıca gözlem, mülakat, anket vb. yöntemlerle dinlere yönelik saha araştırmaları ile ele alınan konunun özelliğine göre göre arkeolojik materyal de oldukça önemlidir.
İslam tarihinde İslam dışı dinsel geleneklere ilgi ve alaka oldukça erken dönemlere tarihlenir. Kur’an’ın kendisi ve diğer temel İslami kaynaklarda farklı inanç sistemleri hakkında birçok bilgi ve tartışma yer almaktadır. Bunun yanı sıra çeşitli İslam dışı inanç ve gelenekleri tanımlayan bazı telif ve çeviri eserler de ortaya çıkmıştır.
Ayrıca 11. Yüzyıldan itibaren Milel ve Nihal başlığı altında kaleme alınan eserler İslam tarihindeki dinler tarihi çalışmaları açısından büyük bir önemi haizdir. İslam tarihindeki bu literatür, insanların bağlı oldukları her tür inanç ve düşünce akımlarıyla sosyal, siyasal ve ideolojik gelenekleri kapsamaktadır. Milel ve Nihal geleneği bağlamındaki çalışmalar, adeta bir kültür atlası gibi insanlığın kültürel mirasını tanıtmayı, tanımlamayı ve yer yer karşılaştırmalar yapmayı hedeflemiştir. Milel ve Nihal başlığını taşıyan ilk eserin Aldülkahir el-Bağdadi’ye ait olduğu, ancak eserin günümüze kadar ulaşamadığı söylenmektedir.
Dinler tarihinin bir bilim dalı olarak Osmanlı döneminde 19. yüzyıldan itibaren eğitim kurumlarında yer almaya başlamıştır. Cumhuriyet döneminde 1933 yılına kadar Darülfünun İlahiyat Fakültesinde Türk Dinleri ve Mezhepleri Tarihi ve Dinler Tarihi başlıkları altında dersler okutulmuştur. Dinler tarihi ile ilgili Türkçe olarak yazılan en eski kaynak olarak kabul edilen Şemseddin Sami’nin Esatir’i 1878’de basılmıştır. 20.yüzyılın ilk çeyreğinde ise Ahmet Mithat, Mahmud Esat, Esad bey ve Mehmed Şemseddin’in Tarihi Edyan başlıklı eserleri dinler tarihi ile ilgili bu döneme ait başlıca literatür arasında sayılabilir. 1949 yılında kurulan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde de dinler tarihi derslerine yer verilmiştir. Ayrıca dinler tarihi dersleri imam hatip okulları ve Yüksek İslam Enstitüleri müfredatında da yer almaktadır.
Dinler, Mezhepler ve Kültler
Dini inanç sistemleri, ilk kez ortaya çıkışlarından sonra geçen dönemde çeşitli faktörlerin etkisiyle değişime uğramışlardır. Dini inanç ve değerlerin farklı anlaşılıp yorumlanması da mezhepleşme hareketlerini beraberinde getirmiştir.
Dinin bir alt kolu ya da dinin kapsamı içerisinde sayılan ekoller olarak nitelenebilecek mezhepler, yapıları itibarıyla itikadî, fıkhî, ve siyasî olmak üzere üç ana kategoride incelenmektedirler. İtikadi mezhepler, çeşitli inanç konularında farklı yorumlamalara bağlı olarak ortaya çıkan akımlardır. Diğer taraftan bazı mezhepler de dini hayatın yaşanması veya ibadet anlayışlarıyla ilgili farklı değerlendirmelerden kaynaklanmaktadır. Sonuncusu ise, dini cemaatin siyasal otorite ile ilişkileri ya da siyasal otoritenin dine yönelik algılamaları çeşitli siyasal mezhep hareketlerinin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır.
Mezhep hareketleri bir başka açıdan ortodoksi ve heterodoksi şeklinde ayrışır. Bu ayrım faklı dinsel gelenekleri değil, belirli bir gelenek içerisindeki farklılaşmayı ifade eder. Ortodoksi istisnai durumlar olmakla birlikte, genellikle egemen yaygın anlayış için kullanılmıştır. Bir başka deyişle, kendini çoğunluğun inancını ifade eden merkezi din anlayışıyla ve egemen siyasi güçle özdeşleştiren dinsel yorum, asıl doğru öğretiyi savunduğu ve doğru kabul edilebilir inançların temsilcisi olduğu iddiasıyla ortodoks olarak tanımlanmıştır. Bu anlayışın dışında kalan görüş ve akımlar ise heterodoksi olarak görülmüştür. Bu anlamda heterodoksi, çoğunluğun ya da bazı durumlarda siyasal gücün doğru ve kabul edilebilir saydığı resmi öğretinin dışındaki her türlü akımı ifade etmektedir. Heterodoksi içerisinde sapkın inanç ve uygulamaları nedeniyle cezalandırılmayı hak ettiklerine inanılan akımlar ise heretik ya da sapkın akımlar olarak adlandırılır.
Savaşlar, istilalar, sürgünler, göçler ve benzeri nedenlerle, farklı dini geleneklerin zorunlu olarak yan yana varlıklarını sürdürmeleri zamanla bu geleneklere bağlı insanların birbirleriyle bilinçli ya da bilinçsiz ilişkide bulunmaları sonucunu doğurmuştur. Bu da doğal olarak dini anlama ve yaşama konusunda insanların birbirlerini etkilemesine yol açarken, zamanla melez dinsel geleneklerin yani “senkretik dinler”in ortaya çıkışına vesile olmuştur. Senkretik dinler, farklı inanç sistemlerinden inanç ve ibadet unsurları taşıyan melez dinsel gelenekler olarak tanımlanabilir.
Dinler Tipolojisi/ Tasnifi: Dinlerin çeşitli açılardan farklı tasniflere tabi tutulmuşlardır. Geçtiğimiz yüzyılda pozitivist paradigma kendi evrimci anlayışı doğrultusunda dinleri “ilkel dinler” ve “gelişmiş dinler” şeklinde iki ana gruba toplamıştır.
Dinin kendisi merkezli tasnifler dikkat çekicidir. Her din kendi inanç ve değerlerini merkeze koyarak bir din tasnifi yapmaya çalışmıştır. Bu doğrultuda kendi inancını hak ve doğru din ya da yegâne din, diğer inanç sistemlerini batıl dinler olarak tanımlamıştır. Bu anlayış subjektif bir yaklaşım olarak görülebilir. Bu sınıflamanın dışında dinler daha nesnel bir yaklaşımla temsil ettiği mesajın evrenselliği, tanrı düşüncesi, vahiy geleneğine yer verip vermemesi, merkezi kavram ve değerleri, yaşayan bir gelenek olup olmaması ya da yaşadığı coğrafi alanlar gibi çeşitli özellikleri dikkate alınarak sınıflanabilir. Ancak bu sınıflamalar da sorunsuz değildir. Yine dinlerin inanılan tanrının tekliği ya da çokluğu açısından, tanrının bilinip kavranması açısından, inanılan tanrının evrenle ve insanla ilişkileri açısından da çeşitli tasnifler yapılmaktadır.
Dinleri tasnif ederken hangi temelden yola çıkılırsa çıkılsın yapılan hiçbir değerlendirme sorunsuz değildir. Bunu unutmamak gerekir. Bu anlamda bir dini yalnızca bir kategoride ele almak zordur.
Çeşitli Tanrı Düşünceleri ve Dinler: Dinsel inançların temelini oluşturan ve genellikle aşkın bir varlığa ya da varlıklara inanma şeklinde tezahür eden üstün güç ya da güçlere yönelik inanışlar dinlerin en temel özelliklerindendir.
Üstün güç/güçler metafizik bağlamdaki ilahi bir varlık ya da varlıklar olabileceği gibi, yaşanılan evrene ait herhangi bir obje, nesne, şahıs, ya da evrensel düzlemde etkili olduğuna inanılan bir ilke de olabilir.
Teizm tanrı ya da tanrıların doğaüstü üstün güçler olarak algılandığı geleneklerdir. Bunlara içerisinden monoteist ya da tek tanrılı dinler diğer üstün güçleri reddederek tek bir üstün gücün, yani Tanrı’nın varlığının kabul edilmesini ön plana çıkarmışlardır.
Bazı dinlerde üstün güç olarak inanılan tanrısal varlık düalist yani iki tanrıcı ya da politeist yani çoktanrıcı bir bağlamda düşünülür. Bazı dinlerde ise çoktanrıcılık kabul edilmekle birlikte, bunlardan yalnızca bir tanesi üstün güç olarak kabul edilir. Bu tanrı inancı Henoteizm kavramıyla ifade edilir.