YAŞLI PSİKOLOJİSİ - Ünite 4: Yaşlılıkta Fiziksel Gelişim Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Yaşlılıkta Fiziksel Gelişim

Giriş

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 45 -59 yaş arası bireyleri orta yaşlı, 60-74 yaş arası bireyleri yaşlı, 75 yaş üzeri bireyleri ise ileri yaşlı olarak adlandırmaktadır. Yaşlanma sürecinde genetik miras, yaşam tarzı, meslek ve mesleki maruziyet, beslenme alışkanlıkları, kronik hastalıklar, kişilik özellikleri etkin rol oynamaktadır. Yaşlanma sürecini kabullenmede fiziksel değişimin fark edilmesi rol oynadığı için yaşlanma ile ilk yüzleşme fiziksel değişimler ile olmaktadır. Genellikle 50. yaşlardan itibaren birçok insanda bedensel fonksiyonlarda azalma yönünde değişimler başlar. En tipik belirti de yakın gözlüğü kullanmaktır. Ancak görmede yaşanan bu değişim anında fark edilirken böbreklerde yaşanan değişimlerin fark edilmesi daha zordur.

Yaşlılık Döneminde Görme ile İlgili Yaşanan Değişiklikler

40-50 yaşlarında bir insanın 5 cm’den daha yakın nesneleri fark etmesi zordur ve bu herkeste ortaya çıkan fizyolojik standart bir süreçtir. Buna karşın retinadaki damarsal değişiklikler bireysel farklılıklar gösterir. Lens sertleşince normalde gözün nesnelere odaklanması için gereken şekil değişikliğini gerçekleştiremediği için ortaya çıkan ve yakını görememek ile başlayan görme bozukluğuna presbiyopi adı verilir. Görmek için altmış yaşındaki bir insanın 20 yaşındakine göre 3 kat daha fazla ışığa ihtiyacı vardır. Bu durum ileri yaşlarda ışığın ilk anda fark edilememesine de neden olabilmektedir. Yaşla beraber az ya da çok ışığın göze girmesini düzenleyen göz bebeği ışıktaki değişikliklere daha yavaş cevap verir. Yaşlı insanlar ışık değişikliklerine kısmen uyum sağlayabilirler, çünkü göz bebeklerini açıp kapayan kaslar da zayıflamaya başlar. Bu nedenle çok parlak ışıklara daha hassas olurlar. Renkler de yaşla birlikte gözdeki lensin hafifçe sarı bir renk almasıyla farklı algılanmaya başlanır. Bu sarılaşma özellikle renk spektrumun en sonundaki mavi-menekşe morunu etkiler. Maviler canlı renklerini kaybederler, griye dönerler. Bu değişiklik birçok insan için önemsiz gibi gelse de yaşlı insanlar mavi zemine siyahla yazılmış harfleri ya da mavi harfleri okumakta zorluk çekerler. Görme sistemindeki en önemli gelişmelerden biri de yaşlanmayla birlikte gözden beyine giden sinir hücrelerinin sayısındaki azalmadır. Hücre sayısındaki bu azalma gölge ve tonlardaki farklılıkların ve çok ince detayların fark edilebilirliğini azaltmaktadır. Bu değişim aynı zamanda yol derinliğinin algılanmasındaki keskinliğin azalmasına ve denge problemlerinin yanı sıra koşma güçlüğüne neden olabilir. Görme alanlarında hareket eden ince siyah benekler bir kısım göz sıvısının katılaşması ile ilgilidir. Bu beneklerin sayısında ani artışlar olmadıkça görme kalitesi bozulmaz. Gözyaşı üreten hücre sayısında azalmaya bağlı olarak kuru göz sorununda da artış olur. Yaşlanmayla birlikte gözün etrafındaki yağ dokusu azaldığı, göz küresini tutan kas ve tendon yapı zayıfladığı için göz başın içine batıyormuş gibi görünür. Gözle ilgili daha büyük sorunlar yaratan glokom, retinopati, maküler dejenerayon ve katarakt gibi göz hastalıklarının gelişiminde artış olur. Ancak, bu hastalıkların sıklığındaki artış doğrudan sadece yaşla ilgili değildir ve bireyin yaşlanması ile birlikte sahip olduğu şeker, yüksek tansiyon gibi v.s hastalıkların da rolü vardır.

Glakom: Göz içi basıncının görme sinirini tahrip edecek kadar yükselmesi nedeniyle görme kaybına yol açan bir hastalıktır.

Retinopati: Gözdeki damar yapısının bozulmasına bağlı gelişen göz hastalığıdır.,

Maküler Dejenerasyon: Merkezdeki görmeyi azaltsa da yanlardan olan görmemizin bozulmadığı durumdur, örnek olarak; Duvarda bulunan bir saat görülebilir, ancak saatin kaç olduğunu söylenemez.

Katarakt: Göz bebeğinin arkasında bulunan ve görmeyi sağlayan doğal göz merceğinin saydamlığını kaybederek matlaşmasıdır. Başka bir deyişle görüşün, buğulanmış bir camın arkasından bakıyormuşçasına bozulmasıdır, yani göze perde inmesidir.

Yaşlılık Döneminde İşitme İle İlgili Yaşanan Değişiklikler

Yaşlılarda görülen işitme kayıplarına “Prebiakuzi (kulak yaşlanması ya da yaşlılık sağırlığı) ” adı verilmektedir. Bu iki taraflı ve simetrik bir işitme kaybı olup belli başlı temel nedenleri :

  • Kulağa giden ve kanlanmayı sağlayan damarların özelliklerinin bozulması, eskisi gibi kan taşıma görevini yerine tam getirememesi
  • İşitmede çok önemli görevi olan işitme sinirinin de yaşlanması ve özelliğini kaybetmesi
  • Beyindeki işitme merkezinde problem olması, işitme merkezinde de yaşla birlikte işlev azalması olmasıdır.

Kısaca belirtmek gerekirse yaşlılıkta işitme kayıplarının hem işitme merkezinden hem de iletiyi sağlayan sinirlerin fonksiyon kaybından kaynaklandığı söylenebilir. Yaşa bağlı işitme kayıplarında çoğu kez kulak çınlaması da diğer işitme sorunlarına eşlik eder bu nedenle mutlaka ayrıntılı muayene yapılmalı ve işitme sorunları disiplinlerarası bir yaklaşımla değerlendirilmelidir. Yaşlılık döneminde yaşanan işitme kayıpları yaşlıların tüm sosyal ilişki ve iletişim örüntülerini de etkilemekte yaşlıların olumsuz duygularla içlerine kapanmalarına, sosyal yaşamdan uzaklaşmalarına neden olmaktadır. İşitme kaybı yaşayan yaşlı birey kalp, nöroloji ve fizik tedavi uzmanları tarafından da muayene edilmeli ve tetkikleri yapılmalıdır. Yıllarca yüksek sese maruz kalma sonucunda ya da sadece yaşa bağlı olarak duyma kalitesinde azalma olabilmektedir. İşitme kalitesinin azalmasına yol açan ve yaşla birlikte artış gören kulak kiri toplanması da yaşlanmayla birlikte artış gösterir dolayısıyla duyma kalitesini azaltır. Yaş arttıkça yüksek perdeli tiz sesler daha zor duyulur. Aynı sorun c, k, p, s ve t gibi ünsüzlerin anlaşılmasında da vardır. Bu nedenle ünlü harfleri ünsüzlere göre daha kolay duyarlar.

Yaşlılık Döneminde Çiğneme Ve Yutmada Yaşanan Değişikler

Oral (Ağız bölgesi ile ilgili) motor yapının çiğneme, yutma ve konuşma olmak üzere üç önemli fonksiyonu vardır. Yaşlı bireylerde dişeti hastalıkları daha fazla görülmektedir. Ancak ağız sağlığının bozulması yaşlanmanın doğal bir sonucu değildir. Bu durum sistemik hastalıklara, ilaç kullanımına, uygun olmayan beslenmeye veya koruyucu ağız bakımının olmamasına bağlı olarak gelişir. Dişlerin birbirleriyle olan temasları sonucu oluşan aşınma Atrizyon olarak ifade edilir ve yaşlıda en sık görülen bulgudur. Atrizyon sonucu dişlerin anatomik kron boyutu kısalır ve minenin aşınması sonucu altta yer alan dentin dokusu açığa çıkar. Dişlerin servikal bölgelerinde mekanik kuvvetlere bağlı olarak oluşan aşınmalara da Abrazyon denir. Aşırı kuvvet uygulayarak diş fırçalayan bireylerde bu tip aşınmalar görülür. 60 yaş üzerindeki çok sayıda birey, dişeti çekilmelerine bağlı kök çürüklerine sahiptir. Kadınlarda yaş ilerledikçe meydana gelen hormonal değişiklikler, ağız kuruluğu, ağrı ve ağızda yanma hissi ve özellikle tat duyusunda değişikliğe neden olmaktadır. Menopoz sonrasında kadınların bir kısmını etkileyen bu tür bozukluklar dişetinin kuru ve parlak, koyu renkli bir görünüm almasına ve kolayca kanamasına yol açar. Yaşlıda oral fonksiyon bozuklukları arasında en sık rapor edilen oral motor bozukluk, çiğneme fonksiyonu ile ilgilidir. Diş kaybı olmayan yaşlı hastalarda bile gıdaların çiğnenmesi, gençlere kıyasla daha güçtür. Diş kaybı olan yaşlılarda bu olayın daha da zor olacağı açıktır. Yaşlıda çiğneme bozukluklarına neden olan faktörler:

  • Diş kayıpları
  • Çürük veya kırık dişler
  • Periodontal hastalıklar: Dişeti ve dişleri destekleyen diğer dokuları etkileyen iltihabi hastalıklar
  • Atrizyon sonucu düzleşmiş diş düzeyleri
  • Hatalı yapılan diş tedavileri
  • Çoğunlukla uyku esnasında oluşan güçlü çene hareketlerinin neden olduğu çeneleri sıkma, dişleri gıcırdatma (Bruksizm) olayı
  • Sinir-kas iletisi sorunları
  • Ağzın yumuşak ve sert doku lezyonları
  • Yüz-çene eklem sorunları
  • Ağız dokularını etkileyen sistemik hastalıklar

Yutma fonksiyonu da normal yaşlanma sürecinden etkilenir. Yutma süreci uzar ve bu sırada gereksiz ve alışılmamış hareketler görülür. Yaşlıda diş kaybına bağlı olarak konuşmada olumsuz yönde etkilenir. Ayrıca, kötü yapılmış protezler de konuşma bozukluğuna yol açar. Yaşla birlikte dildeki tat tomurcuklarının sayısı azaldığı için tat duyusu 50 yaşından sonra azalmaya başlar. Dil tatlı, acı, tuzl gibi temel tatları algılarken daha karmaşık olan böğürtlenin tadını alırken kokusunu da duymalıdır. Ancak, yaşlılık döneminde koku duyusu da azaldığı için bu tür karmaşık tatlar net olarak algılanamaz. Diğer taraftan tükürük bezlerinde olan değişiklikler ve sıklığı yaşla artan tükürük bezi hastalıklarına bağlı olarak ağızda kuruluk gelişir. Bütün bu etmenler tat almayı önemli ölçüde güçleştirir. Tat alma duyusundaki azalma yağlı, ekşiden çok özellikle tatlı ve tuzlunun algılanmasında hissedilir. Bu değişiklikler yaşlının yemeklerine daha fazla acı ve tuz eklemesine neden olmaktadır.

Yaşlılık Döneminde Deride Yaşanan Değişiklikler

Deri yaşlanması içsel ve dışsal faktörlere bağlı ortaya çıkar. İçsel yaşlanma genetik özelliklere bağlıdır. Artan yaşla birlikte kollajen yapımı azalır, derinin esnekliği bozulur. Sonuçta ince kırışıklıklar, deri altı yağ dokusunda azalma, buna bağlı yanakların çökmesi, boyunda sarkma gözlenir. Deri incelir, kurur ve kaşınır. Saçlar beyazlamaya başlar, istenmeyen bölgelerde kıllanma artışı ortaya çıkabilir. Bu olayların hızını ve zamanını genlerimiz kontrol eder ancak dış etkenleri bizler kontrol altına alarak yaşlanmayı geciktirebiliriz. Son yıllarda yaygın kullanılan kozmetik girişimler ile de ortaya çıkmış olan etkiler önemli ölçüde geriye alınabilir. Dışsal yaşlanmada en önemli unsur aşırı güneş ışınlarına maruz kalmaktır. Güneş ışınlarının “yaşlanma” ile bağlantılı cilt hasarının % 80’ine kadar olan bölümünden sorumlu olduğu bilinmektedir. Yıl boyu, hatta bulutlu günlerde bile etkisini gösteren UVA ışınları dünya yüzeyine yansıyan ultraviyole ışınlarının %95’ini oluşturur. UVB’nin aksine bulutlardan, camdan ve deriden geçer, acısızdır ve cildin derinine işleyerek alt katmanlardaki hücrelere ulaşır. Bu ışınlar serbest radikaller üreterek uzun vadede hücreleri değiştirip foto-yaşlanmaya, güneş dayanıksızlığına ve cilt kanserine sebep olur.

Yaşlılık Döneminde Saçlarda Yaşanan Değişiklikler

Gri veya beyaz saçlar yaşlanmanın en belirgin işaretlerinden birisidir. Yaşla doğru orantılı olarak saçlar 50 yaşına kadar insanların %50’sinde özellikle temporal bölgeden başlayarak beyazlaşır. Kıl ünitesinin sayıca azalması ve yoğunluğunun azalması sonucu kılların büyüme hızları azalır ve her iki cinsiyette de yaşla birlikte artan yaygın saç dökülmesi görülür. Bu durum, tedaviye erken başlanması ve düzenli olarak kullanılması kaydı ile ve uzman doktora danışılarak kısmen tedavi edilebilir. Hormonal dengenin değişmesi sonucu kadınlarda menapoz sonrası özellikle alt çenede kalın ve sert kıllar görülebilir. Erkeklerde ise kaşlar, burun delikleri ve kulaklardaki kılların uzunluğu artar. Son yıllarda lazer uygulamaları ile istenmeyen kılların giderilmesi mümkün olabilmektedir. Saçların beyazlaması ve dökülmesi hem kadınlar hem de erkeklerin benlik algılarını olumsuz yönde etkilemekte, özellikle azalan saçları nedeni ile kendisine güveni de azalan bireyler bu dönemde saçlarını, bıyık ve sakallarını boyayarak, peruk takarak bu eksikliklerini telafi etmeye, yetersizlik duyguları ile başa çıkmaya çalışmaktadırlar.

Yaşlılık Döneminde Kas–İskelet Sistemi İle İlgili Yaşanan Değişiklikler

Osteoartrit, halk arasında bilinen ismiyle kireçlenme, eklemlerde kıkırdak dokunun yapısında bozulma, kıkırdakta incelme, aşınma ve tahribatın ortaya çıktığı en sık görülen eklem hastalığıdır. Yaşla birlikte kemiklerin de yoğunluğu azalır. Dolayısıyla, kemikler daha zayıf ve kırılgan olur. Kadınlarda kemik kaybı menopozdan sonra çok hızlanır. Bu özellikle kemik yapıda kalsiyum kaybına bağlıdır. Kas kaybı ise otuzlu yaşlarda başlar ve yaşam boyu devam eder. Kas kitlesi azalır, çünkü kas lif sayısı azalır. Kas kitlesinin azalmasının en önemli nedeni ise büyüme hormonu ve testesteron miktarının azalmasıdır. Fiziksel aktivitenin azalması özellikle hastalık sırasında bu kas kitlesinin daha da azalmasına yol açar. Böyle bir yaşlı hasta 1 günlük istirahattan sonra 2 haftalık düzenli bir egzersize ihtiyaç duyar. Eklemleri birbirine bağlayan yapılar (ligamentler) da esnekliklerini kaybederek eklemlerin hareket kabiliyetlerinin azalmasına yol açarlar. Bu, özellikle ligamentlerin yapısında yer alan proteinlerin kimyasal özelliklerinin değişmesi nedeniyledir. Ligamentler daha çabuk yırtılabilir ve yırtıldıklarında daha yavaş iyileşirler. Birçok hareket bozukluğunun yaşla birlikte oluştuğuna inanılır. En sık görüleni ağız, dudaklar, kafa ve sesi tutan senil tremordur (istemsiz titreme). Bunun dışında yine sık görülen bir durum parkinson hastalığının neden olduğu hareket bozukluklarıdır. Hareket bozukluklarının tedavisi altta yatan hastalığın kontrol altına alınmasıyla mümkün olabilir. İleri yaşlarda görülen ortopedik sorunlar genel olarak osteoporoz ve dejenerasyon ile ilişkilidir.

Yaşlılık Döneminde Üreme Sistemi İle İlgili Yaşanan Değişiklikler

Yaşlılarda üreme sisteminde yaşanan değişikliklerin temel sebebi hem erkeklerde hem de kadınlarda cinsiyet oluşumunda ve gelişiminde baskın olan hormonların etkinliğindeki azalmadır.

Menopoz: kadınlarda ortalama 45-50 yaşları arasında üreme sistemi hormonu olan östrojen ve progesteronun azalması ile yumurtalık fonksiyonun durması başka bir deyişle adetten kesilme ve yumurtlamanın durmasıdır. Menopoz dönemi ile birlikte kadının yaşamında fiziksel, sosyal ve psikolojik değişiklikler de kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan biyopsikososyal bir varlık olduğu için yaşanan tüm değişiklikler üç alanda da farklılık yaratacaktır. Menopozda görülebilen psikolojik problemler ise:

  • Uykusuzluk
  • Depresyon
  • Sürekli hâlsiz ve yorgun hissetme
  • Kaygı, endişe, panik
  • Sinirlilik
  • Hafıza problemleri
  • Konsantrasyon bozukluğu
  • Motivasyon eksikliği
  • Dikkatsizlik
  • Ağlama atakları

olarak sıralanabilir. Menopozun öncesi, menopoz dönemini ve sonrasını içine alan Klimakterik dönemde kadında duygusal dengelilik durumunu fizyolojik ve biyokimyasal değişmeler, orta yaş stresi ve kültürel özellikler etkilemektedir.

Andropoz: Kadınlardaki menopoz gibi erkeklerde de belli bir yaştan sonra hormon seviyelerinde değişiklikler meydana gelmektedir. 45-50 yaşından itibaren erkeklik hormonu diye adlandırılan “testesteron”un yanında böbreküstü bezinden salgılanan aynı yapıdaki hormonlar yavaş yavaş azalmaktadır. Hormonların tamamı yok olmadığından andropoza “Androjen yetersizlik sendromu” da deniliyor. Andropozda, bedensel belirtiler ile cinsel fonksiyon yakınmaları ve psikolojik etkiler olarak ortaya çıkar. Andropozun psikolojik belirtilerinde; depresif bir ruh hali, sinirlilik, kaygı, motivasyonda azalma, daha önce çok sevdiği, yapmaktan hoşlandığı şeylerden eskisi gibi zevk alamama ve kronik yorgunluk hissi görülür. Hafıza da olumsuz etkilendiği için unutkanlık problemleri ortaya çıkar. Hastada var olan bir zihinsel problem andropoz ile tetiklenir. Bedensel belirtiler açısından ani ateş basmaları, yaygın kas ve eklem ağrıları, uyku ihtiyacının artması, hâlsizlik, işe konsantre olamama, kemik erimesi gibi durumlar ortaya çıkar. Bu dönemde fiziksel güçte azalma, saçlarda seyrekleşme, ciltte kuruma-yıpranma, kas kitlesinde azalma ve göbek çevresindeki yağ dokusunda artış gibi değişiklikler dikkat çekmektedir.

Cinsel Fonksiyonda Yaşanan Değişiklikler: Cinsellik doğumla başlayan, ölüme kadar süren temel bir insan ihtiyacıdır. Her yaşın cinselliği farklıdır, bu nedenle insanlar yaşadıkları sürece cinsel ilgi duyarlar ve cinsel yaşamlarını sürdürebilirler. Yaşları ilerleyen kişilerin cinsellikten uzaklaşmasında en önemli etken, bunun uygunsuz bir davranış olacağına kendilerinin ve çevrelerinin inanmasıdır. Yaşlıların cinsellikle ilgili duygu ve düşüncelerini ifade etmede desteğe, cinsel istek ve aktivitenin sağlıklı yaşlanmanın bir gereği olduğunu bilmeye, yaşla oluşan fizyolojik değişiklikleri ve cinsel aktiviteyi etkileyen hastalık ve tedavileri tartışmaya ihtiyaçları vardır. Yaşlandıkça cinsel isteksizlik olabilir, bu normal bir durumdur, önemli olan yaşlılık döneminin kendine özgü bir cinselliği taşıyabileceğini bilmek ve kabullenmektir. Cinsel doyum ilişki sıklığından çok, cinselliğin sevgi ve şefkat, dokunma, birlikte yatma gibi boyutlarının ön plana geçmesine izin vermekle mümkün olabilmektedir. Bazı araştırmalar yaşlanmayla birlikte cinsel fonksiyonların olumsuz etkilendiği, buna karşın insanların 80 yaş ve hatta sonrasında bile cinsel bakımdan aktif kalabileceği, üstelik cinsel faaliyetin sürdürülmesinin insanın fiziksel ve ruhsal sağlığı üzerinde de birçok olumlu etkisinin olabileceği gösterilmiştir. Sağlıklı bir yaşlıda cinselliğin olmadığını ya da olmaması gerektiğini düşünmek, yemek yemenin, uyumanın yaşlılıkta gereksiz olduğunu düşünmek gibidir.

Yaşlılık Döneminde Beyin ve Sinir Sistemi İle İlgili Yaşanan Değişiklikler

Yaşlılarda beyin ağırlığı 50’li yaşlardan itibaren azalır. Bu azalma her 10 yılda %2-3 civarındadır. Bu azalmanın nedeni merkezi sinir sistemi hücrelerinde sayıca azalma ve kayıp olmasıdır. Nöron (sinir hücresi) kaybı en çok beyinde gözlemlenir. Beyin kıvrımlarının (girus) eni daralır, beynin ortasındaki boşluklar (ventrikül) genişler. Beyin damarlarının duvarı kalınlaşır ve esneklikleri azalır. Yaşla birlikte ortaya çıkan bütün bu fiziksel ve fizyolojik değişimler sonrasında öğrenme hızı ve bilgiyi depolama hızı azalır. Depolanan bilgilerin de hatırlanma hızı azalmaktadır. Beyinde bu değişimlere paralel olarak bilişsel fonksiyonlarda (dikkat, algılama, yargılama, gerçeği değerlendirme, lisan, hesaplama ve karar verme) çok belirgin değişiklik olmaz. Yaşla birlikte beyindeki hücre sayısı yavaş yavaş azalmaya başlar. Bu durum birkaç mekanizma ile telafi edilmeye çalışılır:

  • Yeni bağlantılar; özellikle beynin az kullanılan ama daha sağlam bölgeleri ile yan çapraz bağlar yapılarak fonksiyonu azalan bölgelerin fonksiyonları artırılmaya çalışılır.
  • Beynin bazı bölgelerinde yeni sinir hücrelerinin yapımı; eskiden beyin dokusunun kendisini yenilemediği düşünülürdü, bugün için potansiyel bazı bölgelerin olduğu bilinmektedir.
  • Bolluk; sinir dokusunda her zaman için ihtiyaçtan daha fazla hücre vardır ve ihtiyaç durumunda kolayca telafi edilebilir. Beyin yaşlılarda eskisine oranla daha az etkin çalışıyor olabilir. Yaşlı insanlar daha yavaş reaksiyon verebilirler. Altmış yaşından sonra, omurilikte de hücre sayısı azaldığından yaşlı insanlarda duyu kayıpları da başlayabilir. Yaşlandıkça, sinir ileti hızı yavaşladığından bu değişiklikler çok küçüktür ve insanlar bunu fark etmeyebilir. Sinir sisteminin darbelere karşı cevabı da azalır. Sinir dokusu gençlere göre kendisini daha yavaş ve kısmi olarak tamir eder. Dolayısıyla, yaşlı insanlar darbelere karşı daha hassas ve kırılgan hale gelirler.

Yaşlılık Dönemindeki Fiziksel Gelişim Sürecinin Günlük Yaşamdaki Yansımaları

Yaşlılık Döneminde Trafikte Araba Kullanma: Yaşlılar araba kullandıklarında göz kamaşması, ani ışık değişikliği, ışığın azlığı nedeniyle gece görüşünde bozulma olması gibi nedenlerle de trafik kazalarına daha büyük olasılıkla karışmaktadırlar. Bu nedenle yaşlıların temkinli hareket etmesi özellikle de gece araba kullanmaması gerekmektedir. Ancak Türk Geriatri Derneği araç kullanmaya ne zaman son verilmelidir sorusuna belirli bir yaş vermeden aşağıda belirtilen sorulara verilen cevaplara göre karar verilmesini önermektedir. Bu sorulardan herhangi birine ‘evet’ diyen kişilerin sürücülüğü bırakması gerektiği belirtilmiştir.

  • Seyir halinde giderken kendi şeridinde ilerlemekte zorlanıyor musunuz?
  • Gidilecek yolu bildiğiniz halde kaybolduğunuz oluyor mu?
  • Diğer sürücüler size fazlaca korna çalıyorlar mı?
  • Araç kullanırken ayak hareketlerinizde gerileme/yavaşlama, reflekslerinizde gerileme duygusu hissediyor musunuz?
  • Aile bireyleriniz, arkadaşlarınız ya da doktorunuz size araç kullanmanızdan tedirgin olduğunu belirtiyor mu?

Yaşlılık Döneminde Fiziksel Güçlüklerin Teknoloji Kullanımı ile Telafi Edilmesi: Yaşlı bireylerin yeniliklerden daha az haberdar oldukları yeni teknolojileri daha az denedikleri ve benimsedikleri belirtilmektedir. Teknolojiyi uygun biçimde kullanabilmeleri için öncelikle yaşlı bireylerin teknolojik ürün ve hizmetleri bilmeleri ve anlamaları gerekmektedir. Yaşlıların fonksiyonel ve duygusal ihtiyaçlarını destekleyen tasarım öğeleri, kullanma ve taşıma kolaylığı, bakım kolaylığı, kolay okuma ve anlama kolaylığı, eğilme ve erişmeyi azaltma, tutma, kavrama ve ulaşma kolaylığı, sınırlı güç ve beceri ile kullanılabilme, hareketlilik, zihinsel süreçler ve hatırlama, stres ve endişeyi azaltma gibi işlevlere sahiptir. Bu tasarım öğelerinin çoğu düşük sayılabilecek maliyet ve teknoloji düzeyleri ile ürün ve çevrelere uyarlanabilmektedir.