YENİ TEKNOLOJİLER VE ÇALIŞMA HAYATI - Ünite 2: Üretim Teknolojilerinin Bilgisayarlaşması ve Sonuçları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Üretim Teknolojilerinin Bilgisayarlaşması ve Sonuçları

Giriş

20. yüzyıl çok çeşitli biçimlerde tanımlanabilir. Nitekim kimi sosyal bilimciler onu ‘uzun’, kimisi ‘kısa’ olarak ele almıştı ya da modernliğin sona ermekte olduğu ve artık modern sonrası bir döneme ve dolayısıyla topluma girmekte olduğumuza yönelik çok sayıda analiz yapılmıştır. Benzer şekilde modern toplumları sanayi ile tanımlama eğiliminde olan bir dönemin analizcileri sanayi üretiminin nitelik değiştirmesi ile birlikte toplumların da sanayi sonrasına geçmekte veya geçmiş olduklarına yönelik argümanlar ileri sürdüler. Bütün bu yaklaşımlar elbette çok tartışılmıştır ve hâlen de tartışılmaktadır ancak tıpkı ‘küresel’ dünyayı anlamak için ‘çok kültürlü’ bir bakış öneren sosyologlar gibi etrafımızdaki gerçekliği anlamlandırmak için sadece belli bir noktadan bakmanın sakıncaları çok farklı disiplinlerdeki birçok araştırmacı tarafından kabul edilmektedir. Bu yaklaşımın en çok bilinen örneği Gulbenkian Komisyonu’nun (2011) ‘Sosyal Bilimleri Açın’ başlıklı raporudur. Bu raporda kabaca belirli olgulara yaklaşımlarımızın geniş ufuklu olabilmesi için farklı disiplinlerin birlikte/ortak çalışmaları gerektiği vurgulanmakta ve çok disiplinli araştırmaların önemi vurgulanmaktadır. Dolayısıyla 20. yüzyılın sonlarına gelindiğinde birçok alanda farklı perspektiflerle meselelere yaklaşmanın oldukça yaygınlık kazandığını söylemek mümkündür.

Mekatronik

Mekatronik kavramının ilk kullanımı 1960’ların sonu gibi yakın bir tarihtedir. İlk kez 1969 yılında bir Japon elektrik firması olan Yasakawa’nın bu kavramı kullanmasıyla 1970’ler ve 1980’ler boyunca yapılan araştırma geliştirme faaliyetleri bu kavramın gelişmesine yol açmıştır. Mekatronik 1980’lerin başlarına kadar, hareket oluşturmak amacıyla elektrikle çalıştırılan mekanizmaların kullanılması olarak anlaşılmaktayken bu kavram 1980’lerin ortalarında mekanik ile elektroniğin aynı anda kullanıldığı bir mühendislik alanı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Mekatroniğin anlamını kavrayabilmek için birçok destekleyici tanım yapılmıştır. Mekatronik oldukça yeni bir alan olduğu için halen oluşum aşamasında olduğu da söylenebilir. Bilim insanları mekatroniği, “fiziksel sistemlerin çalıştırılmasına yönelik karmaşık karar verme uygulamaları” olarak tanımlar. Mekatronik bir yöntem olarak ele alınırsa; “elektro-mekanik üretimin en uygun biçimde tasarlanmasında kullanılan bir metod” olarak açıklanabilir. Bu alan halen oluşum aşamasında olduğundan, tüm bu tanımlamalar doğru olsa da tamamıyla mekatroniği açıklamaktan uzaktır.

Mekatroniğin yeni bir alan oluşu onun öneminin yeterince anlaşılamamasına yol açmaktadır. Yanlış veya eksik olarak bilinen bu kavram genellikle elektronik, mekanik ve bilgisayar teknolojilerinin yüzeysel bir toplamı olarak düşünülmektedir. Ancak mekatroniğin, farklı teknolojilerin basit bir birleşimi olduğu şeklindeki yaklaşımların artık yeterli olmadığı belirtilmelidir. Mekatroniği oluşturan mühendislik alanları makine, elektrik, bilgisayar olarak görülse de bu bileşenleri mekanik sistemler, elektrik sistemler, elektronik sistemler, bilgisayar sistemleri, enformasyon sistemleri ve kontrol olarak çeşitlendirebiliriz.

İmalat sanayisinde son derece önemli bir yere sahip olan mekatronik; tasarım, süreç planlaması, güvenilir ve kalite odaklı üretim ve akıllı süreç kontrolü gibi fonksiyonları yerine getirmede kolaylık sağlar. Mekatronik, akıllı kendi kendini düzeltici mekanizmalar ve geri bildirim sistemleri ile daha büyük bir üretkenlik ve güvenirlilikle daha üstün bir kaliteye ulaşmasına yardımcı olmaktadır.

Mekatronik uygulamalarında birçok mühendislik alanının kullanılması, bu kullanımın uygulandığı alanın karmaşıklığının bir göstergesidir. Sanayi üretiminde mekatroniğin kullanılması, kullanıcılar açısından daha kullanışlı mekanizmaların üretilmesi anlamına gelmektedir. Değişen piyasa koşulları, ürün yelpazesinin genişliği, iyi ürün kalitesi ve uyum, sürecin yeniden ayarlanmasının kolaylığı, süreç kabiliyetindeki artış ve yüksek esneklik talebi gibi fonksiyonlara sahip olması mekatroniğin uygulanmasının çeşitli nedenleridir.

Bilgisayar Destekli Tasarım (CAD)/Bilgisayar Destekli Üretim (CAM)

Bilgisayarların imalat sektöründeki rolünü, üretim sürecinin bilgisayarla izlenmesi, kontrolü ve üretim öncesi hazırlık ile üretim sonrası süreçleriyle ilgili destek uygulamaları şeklinde iki grupta sınıflandırabiliriz.

Bilgisayarların üretimde kullanılması, üretici firmalar açısından endüstriyel performanslarını artırıcı bir yaklaşımdır. Bu performans artışı ise bilgisayar teknolojisinin gelişmesi sayesinde gerçekleşebilecek geniş çaplı teknolojilerin kullanılmasını gerektirmektedir.

CAD (Bilgisayar Destekli Tasarım), bilgisayar yazılım paketleriyle desteklenmiş karmaşık bilgisayar grafik tekniklerini kullanan bir tasarım sürecidir. CAD sistemlerinin kullanılması tasarım işindeki analitik, ergonomik ve maliyet sorunlarının çözümüne yardımcı olurken kullanıcılara hız ve esneklik kazandırmaktadır. CAM (Bilgisayar Destekli Üretim) fabrikaların işlevlerinin planlanmasında, yürütülmesinde ve denetlenmesinde bilgisayarların kullanılmasını ifade eder.

Esnek İmalat Sistemleri (FMS-Flexible Manufacturing Systems)

Esnekleşme, imalat sistemlerinin teknolojiyi yoğun olarak kullanmalarının bir sonucudur. Aynı zamanda post-fordist üretim tarzının en belirgin özelliklerinden birisidir. Otomotiv üretiminin ilk dönemlerine bakıldığında, teknolojinin esnekleştirmesi ile üretimde büyük bir değişiklik söz konusu olmuştur. 20. yüzyılda kurumsallaşan kapitalizm, kendini yeniden üretebilmesi için tüketimin teşvikine ihtiyaç duymuştur. Buna paralel olarak reklamcılık ve halkla ilişkiler kavramları gelişme göstermiştir.

Kapitalist üretim tarzından önceki iktisadi sistemlerde üretimin amacı ihtiyaç olanları gerektiği kadar üretmekti. Yani üretim ile ihtiyaç arasında doğrudan bir bağlantı bulunmaktaydı. Modern dönemde ise birçok alan gibi iktisadi alanda dönüşüme uğradı ve amaç “daha fazla” üretmek oldu. Böylelikle ihtiyaç ve üretim arasındaki bağ da kopmuş oldu. Örneğin; ihtiyacı olanların giymesi için ayakkabı üretmek, hiçbir maddi ihtiyacı karşılamayan tek taş pırlanta üretmekten daha irrasyonel olabilmekteydi. Bu dönem kitlesel üretim yapıldığından dolayı kitlesel tüketime ihtiyaç duyuyordu. Katı fordist sistem ancak bu şekilde kendi kendini yenileyebiliyordu. Üretim ve tüketim arasındaki bu döngünün kutuplarından biri olan tüketim kutbunun yetersiz kalması arz ve talep arasındaki bu döngüyü bozmuş, 1929 ekonomik bunalımının en belirgin nedenlerinden birisi olmuştur. Dikmen, siyasetin yeniden kurgulanmasının iktisadi sistemin girdiği bu ciddi krizle başa çıkmak için uygulanan bir yöntem olduğunu ileri sürmüştür. Kapitalizm yaygınlaşırken hakim olan paradigma liberal siyaset felsefesine dayanırken, siyasetin yeniden kurgulanması devletin piyasalara müdahale sınırlarının genişletilmesi anlamına gelmekteydi. 1929 ekonomik bunalımı, siyaset felsefesinin esnemesinin yolunu açtı.

1970’lerde sistem krize girdiğinden siyaset yeniden kurgulanacaktı. Batı toplumlarındaki tüketim arttığından, müşteri sistemin temel aktörü haline geldi. Kalite yönetimi kavramı gelişirken, müşteri memnuniyeti üstün tutuldu. Müşteri alacağı ürünlerde farklı özellikler talep edebiliyordu ve üreticinin bu talebi karşılaması gerekiyordu. Üreticileri bu noktada esnek uygulamalara iten en önemli değişken teknoloji olmuştur.

Esnek imalat sistemi 1960’lar boyunca gelişirken, bu yıllarda firmalar için maliyet konuları öncelikliydi. Tüketici ihtiyaçları belirgin bir değişken olarak kendini hissettirmeye başladığından kalite konuları da rekabet savaşlarında avantaj elde etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Bu durumda en önemli formül, uyarlanabilirlik ve esneklik olmuştur.

EİS, imalat sistemlerine dair bir teknolojiye dayanır. Günümüzde bir üretici, piyasadaki ürününü en hızlı ve en düşük maliyetle üretebilen bir girişimci olmak ister. EİS’in, üreticilerin bu tarz girişimciler olabilmeleri için basit bir yol olduğu söylenebilir. Aynı zamanda üreticilere çevresel ihtiyaçlara uyum sağlamada etkili biçimde yardımcı olan bir teknolojidir.

Esnek Uzmanlaşma ve Yalın Üretim

Bu bölüme kadar teknolojik altyapının getirdiği en önemli sonucun “esneklik” olduğu vurgulandı. Bu konuda esnekliğin bazı türlerine değinilecektir. Esneklikle nitelendirilen yeni üretim kavramını açıklamak için önceki emek ve üretim tarzı olan “fordizm” ile karşılaştırmak gerekir. İsmini Henry Ford’dan alan ve bir üretim mekanizması sistemi olarak kullanılan fordizmin en önemli özelliği montaj hattı fikrini ortaya atarak devrim yaratmasıdır. Tek tip ürün üretme üzerine tasarlanan bu sistem, esnek değildi ve aşırı iş bölümüne dayalı olarak işi çok parçaya böldüğünden nitelikli işçiye ihtiyaç duyulmuyordu. 80 bin işçinin çalıştığı bu fabrika, klasik yönetim tarzıyla (katı/hiyerarşik) yönetiliyordu. Bu yönetimin, burada söz edilecek olan esnek örgütlenme tarzlarının tüm özelliklerinin tersini temsil ettiği söylenebilir.

Çalışmanın doğası üzerine yapılan tartışmalar sonucu kitlesel üretimde bile özerk çalışma için fırsatlar olduğu sonucu doğmuştur. Bu fırsatları temsil eden yeni bir üretim tarzı olarak “esnek uzmanlaşma” modelinden söz edilmektedir.

1984 yılında Piore ve Sabel fordist sistemin aksayan yönlerini ele almış, bu aksaklıkların piyasalarda talep ve fiyat dengesizliklerine yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Böylelikle tartışılmaya başlanan esnek uzmanlık kavramı, dinamizm ve sürekli bir ürün yeniliğini ortaya çıkarmıştır.

Ancak esnek uzmanlaşma kavramı birçok yönden eleştiri de almıştır. Bunlardan bazıları; bu tezin kitle üretimi ile zanaata dayalı üretimi yanlış olarak farklı kutuplarda göstermesi ve her iki kutbu da basitleştirmesi ve yeni teknolojilerin esneklik dereceleri ile ilgilidir.

Çalışmanın doğası üzerine yapılan tartışmalar sonucu kitlesel üretimde bile özerk çalışma için fırsatlar olduğu sonucu doğmuştur. Bu fırsatları temsil eden yeni bir üretim tarzı olarak “esnek uzmanlaşma” modelinden söz edilmektedir.

1950 yılında Toyota ve Japonya krizde olduğu için Toyota’nın genç mühendisi Eiji, seri üretim yapılan Ford fabrikasını ziyaret eder ve her köşesini inceler. Çünkü Toyota on üç yıllık çaba sonucunda 2685 otomobil üretmişken, Ford günlük 7000 otomobil üretmekteydi. Ancak Eiji ülkesine döndüğünde Ohno ile kitlesel üretimin Japonya için uygun bir yöntem olmadığı kanaatine varırlar. Bu sebeple, yeni bir üretim tarzına geçiş başlamıştır ve 1980’lere gelindiğinde Toyota’da ki “tam zamanında üretim” gibi uygulamalar oldukça ilerlemiştir ve “yalın üretim” paradigması oluşmaya başlamıştır. Bu yeni üretim kavramının en önemli özellikleri; daha organizasyonel yapılar, takım çalışması, sürekli iyileştirme, israfın önlenmesi ve kaynakların etkin kullanımıdır.

Fordist fabrikanın temel özelliklerinden birisi bu dönemin ideolojisine uygun hareket etmesiydi. Bu dönemde rasyonellik ön plandaydı ve bu ideoloji belirsizliklerden hoşlanmadığından tüm süreçler üzerinde kontrol kurmaya dayalıydı. Belirsizliklerden kaçınmak için fordist uygulamalar yoğun bir stoklama paniği içine girdiler. Stoklar yüksek düzeyde bir stok maliyeti ve karmaşık idari yapılanmayı beraberinde getirdi.

Yalın üretim sistemlerinin temel bileşenlerinden olan “tam zamanında üretim” bu yoğun stoklama işlerini ortadan kaldırmak veya son derece sınırlamak anlamına geliyor. Tam zamanında üretim, müşterinin istediği ve ihtiyaç duyduğu ürünü, en az miktarda malzeme ve ekipman kullanarak ihtiyaç duyulan zamanda ve ihtiyaç duyulan miktar kadar üretme tekniğidir.

Geleneksel kalite kontrol sistemleri, süreç sonunda bazı istatistiksel yöntemler kullanarak ürünlerdeki hataları, kusurları tespit etmeye çalışır. Yalın üretim tarzında ise, kalite kontrol pratiği tüm üretim sürecine yayılarak gerçekleştirilir.

Madalyonun Tersine Bakmak

Teknolojinin, özellikle bilgisayar teknolojisinin üretimde kullanımının yaygınlaşmasının üretim cephesinden elbette ki devrim denebilecek sonuçları olmuştur. Ancak gelişmelere, yeniliklere veya olgulara sadece bir cepheden bakmak söz konusu olguyu tam anlamıyla anlama fırsatını da kaçırır.

1960’ların sonları, Batı’da sosyal bilimcilerin yaşanılan toplumu yeniden tanımlama çabalarına tanıklık etmiştir. Kabaca yüzyılın ortalarına kadar toplumun bir sanayi toplumu olduğuna dair genel uzlaşmadan söz etmek mümkündü. Ancak yaşanılan değişimin hızı o kadar çarpıcıydı ki sanayi toplumunun birçok tanımlayıcı özelliği değişmeye başladı.

Sosyolog Zygmunt Bauman, bu yeni döneme “akışkan modern dönem” der ve emek cephesinden bakıldığında da değişimin kaçınılmaz olduğunu vurgular. Burada akışkan modern dönemden önceki dönemi de “ağır modern dönem” olarak adlandırır. Bauman, ağır modern dönemin zaman algılamasının uzun vadeli olduğunu yani örneğin bir işçi bir işe girdiğinde onun beklentisinin ömür boyu orada çalışabileceğine yönelik olduğunu belirtir.

Yeni toplum tipine işaret eden “akışkan modern dönem” ise tam tersine kısa vadelere ve zayıf bağlara dayalıdır. Ömür boyu istihdam artık bir hayale dönüşmüştür. Burada uzun vadeli evlilik ilişkisi de yerini pamuk ipliğine bağlı “birlikte yaşama ilişkisi"ne bırakmıştır.

Bora ve Erdoğan’nın belirttiği gibi zamanımızın proleteryası, prekaryadır: “Güvencesiz, keyfî şartlarda çalıştırılan, kronik geçici işlere mahkum, bir işe sahip olmakla işsizlik arasındaki müphem alanda bulunanlar.” Gorz çalışma ideolojisinin kabullerini şu şekilde sıralar:

  1. Herkes ne kadar fazla çalışırsa, kendini o kadar iyi hisseder,
  2. Az çalışanlar veya hiç çalışmayanlar topluma zararlıdır ve bu toplumun bir üyesi olmayı hak etmezler,
  3. İyi çalışan toplumsal olarak başarılı olur, başarısız kişi ise hatayı kendinde aramalıdır.