YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER - Ünite 9: Sivil Toplum Örgütleri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 9: Sivil Toplum Örgütleri

Ünite 9: Sivil Toplum Örgütleri

Sivil Toplum Kavramının Tanımı

Türkçede kullanılan sivil sözcüğü Latince “civis” kökünden türetilmiş olup yurttaş ya da kenttaş anlamı taşımaktadır. Sivil toplum ise Fransızcadaki “societe civilie” sözcüğünden gelmektedir. Sivil toplum kavramı şu anki anlamıyla olmasa da ilk olarak Platon ve Aristo’da devlet kavramıyla birlikte kullanılmıştır.

Sivil toplum örgütlerini anlayabilmek için öncelikle sivil toplum kavramının anlaşılması gerekmektedir. Özellikle dünya sisteminde yaşanan değişimler sivil topluma farklı değerler yüklenmesine neden olmuştur. Aydınlanma ve Sanayi Devrimi gibi hareketler sivil toplumun teorik temellerinin atılmasına ve otorite karşısındaki özerklik anlayışının güçlenmesini sağlamıştır. Yakın tarihte Sovyetlerin dağılması ve iki kutuplu sistemin çökmesi de sivil toplumun ve sivil toplum örgütlerini güçlendiren gelişmeler olmuştur.

Bir kuruluşun sivil toplum kuruluşu sayılabilmesi için öncelikle devlet dışı bir kuruluş olması gerektiği genel kabul gören bir anlayıştır. Bunun yanında sivil toplum örgütleri resmi kurumlardan bağımsız olarak politik, sosyal, hukuki, kültürel ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi ve ikna çalışmaları yürüten, eylemler gerçekleştiren, üyelerini gönüllülük usulüyle kabul eden, kar amacı gütmeyen örgütlerdir. Sivil toplum örgütleri tamamen ya da kısmen devlet kurumları tarafından desteklenebilir ancak bünyesinde herhangi bir devlet yetkilisi bulundurmamak zorundadırlar.

Sivil Toplum Örgütlerinin Temel Özellikleri

Sivil toplum örgütleri, belirli bir amaç veya amaçlar etrafında bireyler üzerinde birleştirici etki gösteren, topluma ve kendi üyelerine hizmet üreten ve kişilerin kamu dışı alanlarda ihtiyaç duydukları çalışmaları bir organizasyon içinde gerçekleştirmeye çalışan ve toplumun öznesi niteliğini taşıyan kuruluşlardır. Son yıllarda sivil toplum örgütleri Avrupa Birliği (AB) politikalarına daha çok dahil edilerek geniş bir sivil alan oluşturulmasına yardımcı olmaktadırlar.

AB, birlik içindeki sivil toplum örgütlerinin temel özelliklerini şu şekilde sıralamaktadır. Sivil toplum örgütleri;

  • Yasal olarak “Avrupalı” olmalı ve üyeliği coğrafi bir temele yayılmalı,

  • Danışmanlığı tesis etmeli ve uzmanlık sahibi olmalı,

  • Üyelerinin uzmanlık bilgisine doğrudan başvurulabilmeli, hızlı ve yapıcı bir danışmanlığa sahip olmalı,

  • Diyalog konusuna önem vermeli ve asgari koşulları sağlamalı,

  • Avrupa toplumunun çıkarlarıyla örtüşen ve genel olarak AB anayasası, değerleri ve hedefleri kapsamındaki temel sorun alanlarına yönelmeli,

  • Birliğe üye devletler düzeyinde üyeleri olmalı,

  • AB ekseninde hareket etmek ve üyelerini temsil etmek için gerekli yetkilerle donatılmalı,

  • Bağımsız olmalı ve dış birimlerden, hükümetlerden ya da lobi gruplarından talimat almamalı,

  • Karar alma mekanizması ve yapısal açıdan demokratik olmalı,

  • Mali açıdan şeffaf olmalıdır.

Günümüzde sivil toplum örgütleri ulusal ve uluslararası düzeyde izleyici işlev görmekte, üyelerinin sesini duyurmakta ve onları daha katılımcı kılmaktadır. Genel olarak sivil toplum örgütlerinin özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

  • Kar amacı gütmemek,

  • Siyasi ve ekonomik aktörlerden bağımsız hareket etmek,

  • Gönüllülük esasına dayanmak,

  • Bürokratik olmayan, esnek bir yapıya sahip olmak,

  • Karar ve uygulamalarda katılımcı yaklaşımı benimsemek,

  • Politika ve stratejileri ile mevcut yönetim ve uygulamaları amaçları doğrultusunda etkileyebilmek,

  • Dürüstlük, tutarlılık, açıklık, saydamlık, yardımseverlik ve hoşgörü anlayışı gibi değerleri benimsemektir.

Genel anlamıyla dini gruplar ve cemaatler, spor ve kulüpleri, kültür dernekleri, vatandaş forumları, yurttaş inisiyatifleri, meslek birlikleri, sendika ve kooperatifler, çiftçi grupları, hemşeri dernekleri, tüketici koruma örgütleri, çevreciler vb. sivil toplum örgütleri arasında sayılabilmektedir.

Sivil Toplum Örgütlerinin Amaçları ve İşlevleri

Sivil toplum örgütleri kendilerine belirli amaçlar ve işlevler belirlemektedir. Birbirlerinden farklılık gösterseler de hepsinin dayandığı temel ilke “birlikten kuvvet doğar” ilkesidir. Bu anlamda sivil toplum örgütleri;

  • Bireyler arasında hoşgörü ve dayanışmayı artırır,

  • Bilinçlenmeyi sağlar,

  • Ortak hareket etme duygusu kazandırır,

  • Aynı düşünceleri paylaşanları bir araya getirir,

  • Ortak amaçların gerçekleştirilmesini sağlar.

Bunun yanında topluma yönelik projeler geliştirmek için fon toplamaktan araştırmaya yapmaya, atölye çalışmaları yürütmekten eğitici faaliyetler geliştirmeye ve yerel/ulusal düzeyde farkındalık yaratmaya kadar bir çok faaliyet gerçekleştirmektedirler.

Sivil toplum örgütlerinin temel amaçları şu şekilde özetlenebilir:

  • Kamuoyu oluşturma aracılığıyla bireylerin taleplerinin dile getirilmesine ve dikkate alınmasına yardımcı olmak

  • Çoğulcu ve katılımcı bir toplum yapısının sağlanmasına etkin rol oynamak

  • Gerek devletin gerçekleştirdiği, gerekse pazar ekonomisinin dayattığı bazı mekanizmalara karşı koruyucu tampon işlevi görmek

  • Toplumun çıkarları doğrultusunda kamuoyu oluşturarak bireylerin taleplerinin dile getirilmesini sağlamak

  • Temel ölçeklerde projeler üretmek ve bu projelere kaynak aktarımı yapmak,

  • Üretilen projeleri uygulamaya geçirerek, eğitim, sosyal refah ve istihdam konularında hükümet sorunlarına paralel ya da alternatif sorumluluklar üstlenmek

  • Çoğulcu, katılımcı bir toplum yapısının oluşmasını sağlayarak piyasadaki metalaşmaya ve egemen piyasa değerlerine karşı dengeleyici bir unsur olmak.

Sivil toplum örgütleri amaçları çerçevesinde bir çok toplumsal işleve de sahiptir:

  • Demokrasinin gelişmesine katkıda bulunurlar.

  • Bireylerin ortak amaç ve hedefleri doğrultusunda siyasi iradeyi ve yönetimi karar alma sürecinde kamuoyu oluşturarak süreciyle etkilerler.

  • Devlet eylemlerinin denetlenmesini sağlarlar ve topluma devlet karşısında bir koruma görevi görür.

  • Belirli konularda kamuoyu duyarlılığının oluşturulmasını, artmasını sağlarlar ya da hükümetleri harekete geçiren siyasi baskının oluşmasını sağlarlar.

  • Çoğulcu toplum yapısını geliştirerek egemenlere karşı dengeleri sağlama işlevi görürler.

  • Bireylerin siyasi kültürlerini geliştirirler.

  • Esnek yapıları sayesinde sorunlara çok daha işlevsel çözümler getirebilirler.

Sivil Toplum Konusunda Tartışmalar

Sivil toplumun kökeni Antik Yunan’a kadar dayanmaktadır. Kavramı ilk olarak Aristoteles’in kullandığı bilinmektedir. Aristoteles’ten itibaren Hobbes, Locke, De Tocqueville, Rousseau, Ferguson gibi klasik hukuk felsefecilerini de kapsayan dönemde devlet ve sivil toplum özdeş olarak kullanılmıştır.

Sivil toplum 18. yüzyılın ortalarına doğru piyasa ekonomisinin yükselişi, sanayileşme ve kentleşme ile birlikte devletten büyük ölçüde ayrılmış, karmaşık bir sosyal düzen olarak ele alınmıştır. Aydınlanma düşünürleri sivil toplumu, yeni yeni öne sürülmeye başlanan bireysel hak ve özgürlüklerin yanında devletin müdahalesine karşı bir savunma alanı olarak ele almışlardır. Dolayısıyla devlet-sivil toplum özdeşliği yerini devlet-sivil toplum karşıtlığına bırakmıştır. İlk defa Batı’da ortaya çıkan sivil toplum hareketi, Batı’daki mutlak monarşilerin tüm baskılarına rağmen onların kontrolünden kaçan ve böylece özerk (otonom) bir sürecin şekillenmesini sağlayan bir toplumsal hareket kaynağı olmuştur. Sivil toplum zamanla iktidarı dizginleyen bir araç haline gelmiştir.

Sivil toplum, bugünkü anlamına Hegel ile birlikte kavuşmuştur. Hegel sivil toplum ve siyasal toplum arasında bir ayrım yapmış, devlet ve toplum arasındaki çizgileri belirtmiştir. Bu bağlamda devletin düzenlediği alanları ve toplumsal ilişkileri siyasal toplum kavramıyla ifade etmiş, geriye kalan özerk alanları ise sivil toplum olarak adlandırmıştır.

  1. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sivil toplum, doğmakta olan sanayi toplumunun kavranışı ile ilgili olarak, kapitalist üretim, serbest piyasa ve modern üretim ve değişim tarzlarına dayanan topluma işaret etmiştir. Hegel sivil toplumu yalnızca ihtiyaçlar üzerine temellenen toplumsal bir birim olarak tanımlamıştır. Bireyler kendi çıkarlarını gerçekleştirmek ve kendi ihtiyaçlarını gidermek amacıyla başka insanlarla ilişki kurarken, aynı zamanda başkalarının da çıkarlarını gerçekleştirmeye yardımcı olmaktadır.

Marx ve Engels de sivil toplum kavramı üzerine çalışmış, Marx sivil toplum kavramını Engels’den devralmıştır. Marx, Engels’in devlete üstünlüğü eleştirmiş ve kendi sivil toplum teorisini de bu eleştiri çerçevesinde geliştirmiştir. Marx’ta sivil toplum, ekonomik ilişkilerin belirlediği bir ilişkiler bütünü olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Marx, sivil toplumun ekonomi politikte aranmasını gerektiğini öne sürer ve alt yapı-üst yapı tezini geliştirir. Marx’a göre üst yapı devletin alanıdır, sivil toplum ise toplumun temel alt yapısını oluşturmaktadır. Alt yapı yani ekonomik ilişkileri temsil eden sivil toplum, üst yapının yani devletin oluşumunda belirleyicidir.

Gramsci ise Marx’tan farklı olarak sivil toplumun altyapısal alanda değil üstyapısal alanda olduğunu ileri sürer. Gramsci’ye göre sivil toplum, Marx’ta olduğu gibi ekonomik ilişkileri değil, ideolojik ve kültürel ilişkileri, düşünsel hayatı içerir. Gramsci üst yapının iki ayrı düzeyi olarak devlet ve sivil toplumun birbirlerini nasıl etkilediğini açıklar.

Gramsci’den sonra sivil toplum kavramıyla ilgili çalışmalar azalmış, 1900’lü yıllarla birlikte yeniden canlanmıştır. Doğu Bloğu ve Latin Amerika’daki demokratikleşme yanlısı muhalefetin ve Batılı ülkelerdeki yeni toplumsal hareketlerin bu canlanışta etkisi büyüktür.

Sivil Toplum Örgütlerinin Gelişim Süreci

Uluslararası sivil toplum örgütlerinin gelişim süreci 19. yüzyılın ortalarına kadar dayanmaktadır. Köleliğe karşı hareket ve kadın haklarının kazanılması konularında çok önemli roller oynayan sivil toplum örgütlerinin etkinlikleri ve etkisi Dünya Silahsızlanma Konferansında en üst düzeye ulaşmıştır. Ancak bugünkü anlamda sivil toplum kuruluşu kavramı ilk defa 1945’te BM teşkilatının kuruluşu sırasında kullanılmıştır.

  1. yüzyılda öngörülemez bir ivme kazanan küreselleşme süreci ile ulus devletlerin birçok meseleyi kendi içlerinde çözebilmelerinin neredeyse imkansız olduğu bir döneme girilmiştir. Buna bağlı olarak bu süreçte özellikle küresel sivil toplum örgütleri ulus devletlerin etki alanını aşan meselelerin çözümünde yer alan başlıca aktörler olarak önem kazanmıştır. Öte yandan, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası örgütler finansal alandaki büyük aktörlerin çıkarlarına odaklı kararlar alıp politikalar ürettikleri algısıyla ciddi eleştirilere hedef olmaktadır. Buna karşın, bazı sivil toplum örgütleri bu alandaki dengesizliği gidermek için insani konular, kalkınma yardımları ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında gelişim göstermiştir.

Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri

Sivil toplum örgütlerinin Türkiye’deki tarihsel sürecine bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğunun Uluslararası Cenevre Sözleşmesi’nde 5 Temmuz 1865’te taraf olarak yer aldığı ve 11 Haziran 1868 tarihinde “Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti”ni kurduğu görülmektedir. Zamanla imparatorluk genelinde yaygınlaşan ve “Hilâli Ahmer” adını alan bu köklü kuruluş, İslâm ülkelerinde modern anlamdaki ilk sivil toplum örgütü olma özelliğini taşımaktadır. Hilâl-i Ahmer’in Şam, Amman, Bağdat, Mekke, Kahire gibi şubeleri, 20. yüzyılda bu kentlerin bulunduğu bölgelerin bağımsızlıklarını ilân etmesinin ardından o ülkelerin Kızılay Cemiyetleri olarak faaliyetlerini sürdürmüştür.

Türkiye’de bugünkü sağlık ve eğitim hizmetlerinden sorumlu mevcut devlet kuruluşlarının temeli Osmanlı döneminde kurulan vakıflara uzanmaktadır. Anadolu’da oluşturulan sivil toplum kuruluşları gelişme sürecinde çoğu zaman ülke yönetimiyle iç içe olmuş ve hatta bazı dönemlerde yönetimin boşluklarını doldurur hale gelmiştir. Vakıf ve loncalarla başlayan toplumsal dayanışma geleneği toplumsal yapıda önemli bir boşluğu doldurmuştur. Ancak sivil toplum unsuru niteliğindeki medreseler, vakıflar ve loncaların 19. yüzyıla kadar aşama aşama merkezi idarenin etkisine girdiği, giderek bağımsız olma özelliklerini yitirdiği gözlenmiştir.

Türkiye’de sivil toplum örgütleri açısından en son ve belki de en önemli dönüm noktasının 2001’de ülkenin AB’ye üyelik çerçevesinde kabul edilen Kopenhag Kriterleri ve birliğin devleti demokratik değer ve uygulamalarını benimseyecek politik iradeyi gösterme mecburiyetinde bırakması olduğu söylenebilir. Kriterler, önemli reformlar getirmiş ve sivil toplumu, özellikle temel hak ve özgürlükler ekseninde etkilemiştir. Dolayısıyla sivil toplum faaliyetleri için daha geniş alanlar yaratılmıştır.

AB ülkelerinde milyonlarla ifade edilebilecek sivil toplum örgütü faaliyet göstermektedir. ABD’de ise bu rakam 1.200.000 dolaylarındadır. Buna karşılık Türkiye’deki dernek sayısı 80.000 civarındadır. Ayrıca 4000-4500 civarında vakıf, 1000 civarında sendika ve bir o kadar da meslek örgütü bulunmaktadır. Ülkenin en yoğun faaliyet alanına ve işlevselliğine sahip olan sivil toplum örgütleri vakıflardır. Türkiye’deki sivil toplum örgütleri yoksulluk, sağlık, aile planlaması, eğitim, kültür, etnik ve dini değerlerin teşviki gibi farklı faaliyet alanlarında çalışmaktadırlar.

Türkiye’de Sivil Toplum Örgütlerinin Sorunları

Sivil toplum örgütlerinin demokratik ve katılımcı bir toplumdaki yeri ve önemi henüz anlaşılamamıştır. Sivil toplum örgütlerinin ortak sorunları şöyle özetlenebilir:

  • Gerek toplum içinde gerekse sivil toplum örgütleri içinde örgüt amaçları konusunda fikir birliği sağlanamamıştır.

  • Çeşitlilik artmasına rağmen hala ortak bir platform kurulamamış, ortak sorunlar ve deneyimler paylaşılamamış ve bilgi paylaşımında bulunulamamıştır.

  • Mevcut kurumlarda hala kurumsallaşma ve sürdürülebilirlik yaklaşımı görülememiştir. Yine bir çok konuda stratejik yaklaşım benimsenememiştir.

  • Aktif örgütlerin bir çoğunda tabandan gelen bir katılım görülmemektedir.

  • Örgütler daha çok kişilere bağlı olarak kurulmuş ve onların liderliğinde çalışmaya devam etmiştir.

  • Örgütlerin çoğunda sivillik ve toplumsal savunu bilinci oluşmamıştır.

  • Örgütlerin çoğunda demokratik bir yönetim yapısı oluşturulamamıştır.

  • Örgütlerde personel, ofis, donanım vb. konularda kapasite eksikliği üst düzeydedir.

  • Örgütlerin oluşumuna ve yaşatılmasına yönelik çalışmaların daha çok İstanbul ilinde yoğunlaştığı, Anadolu’da bu çalışmaların daha kısıtlı olduğu ya da İstanbul ile bağlantılı olarak yürütüldüğü görülmektedir.

TÜSEV’in 2006 yılında gerçekleştirdiği “Uluslararası STEP Türkiye Ülke Raporu” adlı araştırmada da yukardaki sorunlara benzer sorunların mevcut olduğu ve sivil toplum örgütüne göre değişmekle birlikte, kurumsallaşma eksikliği, yönetişim sorunu, güven vekatılım eksikliği gibi temel bileşenlerin hala sorunlu olduğu belirtilmektedir.