YENİ TÜRK EDEBİYATINA GİRİŞ I - Ünite 3: Roman Sanatı Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Roman Sanatı

Batıda Roman Türünün Gelişim Evreleri

Bu bölümde romanın ilk ürünlerinden başlayarak postmodern romanlara kadar olan süreçte romanın gelişim süreci genel hatlarıyla anlatılmaktadır.

İlk Çağ’dan Orta Çağ’a: Romanın Kökeni

Roman kelimesinin kökeni Latinceden gelmektedir ve 12.yüzyıldan sonra halk dilinde yazılmış anlatıları, 14.yüzyıldan itibaren de nesir olarak yazılan şövalye romanlarını anlatmak için kullanılmıştır.

Batı’da en eski roman türler fabl ve masallardır, ve en önemlisi Aristides’in Miletos Masalları’dır. Roman türünün gelişiminde şövalye romanlarının büyük etkisi vardır. Başlangıçta romanlar destanlara benzese de romanı destanlardan ayıran özellik romanların tamamen hayali olması ve içinde aşk ve kadının yer almasıdır. Şövalye çağı edebiyatının ikinci evresinde içinde kadın ve aşkın yer aldığı “saray aşkı” kavramı çerçevesinde oluşmuş romanlar vardır. Bu romanlarda aşk yüceltilmiş ve mistik bir değer verilmiştir. Çoğunun tarihsel gerçekliği olan şövalyelerin hayatının efsaneleştirildiği bu anlatılarda yaşanan maceralar olağanüstüyle karıştırılarak anlatılır.

Antik romanlar, Orta Çağ’da Antik Yunan-Roma Döneminden halkın belleğinde kalmış anlatıların etkisiyle ortaya çıkmıştır. Şövalyelik çağının birinci evresinde kolektif duyguları yansıtan kahramanlık destanlarına karşılık, ikinci evrede bireysel duyguları yansıtan ve romans olarak da adlandırılan şövalye romanları modern romanı hazırlayan anlatılar olmuştur. Modern romanın ortaya çıkması burjuvazinin genişlemeye başlaması ve Rönans’tan sonra yükselişe geçmesiyle bağlantılıdır. Burjuva değerlerinin egemen olmaya başlaması, burjuva sayesinde gelişen ticaret yeni bir toplum algısının ve görüşünün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bunun sonucu olarak da içerdikleri olağanüstü ve gerçek dışı boyutları yüzünden şövalye romanları itibar kaybederler.

Modernite ve Roman

17.yüzyılda rasyonalist filozofların düşünce dünyasına yaptıkları katkılar ve gelişmekte olan pozitif bilimler yeni bir dünya görüşünü hazırlamıştır. Modernite olarak adlandırılan ve Rönesans ile başlayıp 18.yüzyıl aydınlanma felsefesiyle çerçevesi çizilen bu dönemde her alanda yaşanan köklü değişiklikler sonucu yeni bir düşünce yapısı ortaya çıkmıştır. Burjuvazinin lehindeki ekonomik gelişmeler, Yeni Dünya’nın keşfiyle Avrupa’ya değerli madenlerin akışı, bilim alanında, özellikle doğal bilimlerdeki ilerlemeler ve en önemlisi de matbaanın bulunuşu yaşanan büyük değişikliklere örnek olarak verilebilir.

Bu çağ insanının tutkusu hayatı öğrenmek, doğayı ve insanı keşfetmektir. Bilgiyi talep etmektedirler. Matbaanın bu bilgi açlığını gidermedeki rolü tartışılmazdır. Bilginin geniş halk kitlelerine ulaşmasını sağladığı için matbaa, bilimin gelişmesine yol açmıştır.

Roman tarihi, modernitenin ürünü olan romanı, burjuva sınıfının oluşumu ve kapitalizmin gelişimi sonucunda bireyin ortaya çıkmasıyla eş zamanlı olarak görür. Kiliseye verilen önemin azalması, insanların ufukların genişlemesi ve doğanın sırlarının çözülmeye başladığı inancının verdiği güven, modern insanın bundan sonraki yolunu çizer. Bireysel akla duyulan güven ve doğaya hâkim olma yolunu açan bilimin gelişmesiyle seküler dünya görüşünün temelleri atılır. Bunun etkileri romana da yansır. 16.yüzyılda fantastik eserler ortaya çıkar. 17. Yüzyılda ise antik düşünceye bağlılığın bir sonucu olarak tragedya ve komedya gibi türlerde verilen eserler önem kazanır.

Roman tarihinde en çok okunan ve adından en çok söz edilen Don Kişot, modern romanın başlangıcı olarak kabul edilir. XVII. yüzyılda Don Kişot’la ortaya çıktığı kabul edilen romana gelinceye kadar, bireysel bir anlatı özelliği taşımayan, destansı niteliklere sahip, olağanüstü ve sıra dışı olaylara ya da bol tesadüflere yer veren ve genel şablonlara göre üretilmiş, şövalye romanlarının da içinde yer aldığı anlatılar çoğu zaman romans olarak adlandırılır. Bir anlamda Don Kişot, şövalye romanlarına karşı bir eleştiri olarak ortaya çıkmıştır.

Modernitenin insanı özgür birey olmayı istiyordu. Aydınlanma ile beraber insan hakları ve demokrasi konusundaki vurgular, insanın kendisi ve yaşadığı toplumla ilgili olarak hak talebinde bulunma olanağını sağladı. Fransız Devrimi ile birlikte 19. Yüzyılda romanlara birey olarak kendini gerçekleştirme savaşını veren insan konu oldu. Hemen hemen tüm 18. Ve 19. Yüzyıl boyunda romanlara gerçekçi akım hakim oldu.

Modernizm ve Modernist Roman

Sanat ile modernite arasındaki ilişkiye 1863 te yayınlanan yazısıyla ilk kez değinen yazar Baudelaire olmuştur. Bu yazı modernist sanat anlayışının başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Modernite ile ortaya çıkan modernizmin iki kavram alanı vardır. Birincisi, “Aydınlanma çağı ile gelen zihinsel dönüşümün ortaya çıkardığı ideoloji ve yaşam biçimi”; ikincisi ise , Batı toplumlarında XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan sanatsal ve kültürel hareketlerdeki ortak yönelimdir. 19. Yüzyıl sonlarına doğru geleneksel sanata karşı duruş ile bir kırılma yaşanmış ve paradigma değişikliği olmuştur. İşte bu paradigma değişikliği modernizmdir ve modernist roman bunun ürünüdür. Yaşamın içinde olan değişimler ve gelişmeler romancıyı da etkilemiş ve dünya bilgisi ters yüz olan romancı kendine şu soruyu sormuştur: “Gerçeklik hakkında ne biliyorum?” Sonucunda yeni tekniklerin ve biçimlerin deney alanı olarak modernist romanı yaratmıştır. Modernist roman, anlamsal bütünlüğün yok olması, gerçekliğin parçalanarak çok boyutlu hâle gelmesi ve bütün olarak algılanamamasının bir sonucudur.

Modernist romanın başlıca temasını entelektüelin ve sanatçının kendi içine çekilerek topluma yabancılaşmasıdır; belirsizlik, çok anlamlılık, bireysellikle ya da özel hayatla toplum arasındaki gerilimdir. Modernist romanda, toplumla uyuşamayan bireyin iç dünyası, kendi iç gerçekliği önem kazanır. Bu iç gerçekliği anlatmanın güçlüğü de modernist yazarı sembolik ve alegorik anlatımlara iter ve ayrıca mitoloji, efsane ve fantezilerden yararlanmaya götürdü. Bu da anlaşılması daha güç metinler demektir. Dış gerçekliğin ve çevrenin önemini kaybettiği romanda somuttan ziyade soyut bir dünya yansıtılır okuyucuya. Kafka’nın Dava ya da Şato romanları buna örnek olarak verilebilir.

Postmodernist Roman

Postmodernizm, modernizm sonrası, modernizm ötesi anlamlarına gelir. XX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan yapısalcılık, postyapısalcılık, yapı-bozumculuk, neopragmatizm, perspektivizm, postanalitik gibi çeşitli felsefi akımların etkisiyle küreselleşen dünyanın yeni bir yorumunu yaparak yaygınlık kazanır.

Postmodernizm, modernizmin radikal bir eleştirisidir ve onun içinden doğmuştur. Modernizmin tamamlanmadığını öne süren Habernas ile postmodernizmi modernliğin ileri bir aşaması olarak gören Giddens gibi neo-modernistler, modernizmi eleştirmekle birlikte postmodernizmi yeni bir süreç olarak görmezler.

Modernist edebiyatta içinde bulunulan çağın epistemolojisine, siyasi ve toplumsal kurumlarına duyulan kuşku, gerçeğe ulaşamamanın yarattığı bunaltı, anlam yitiminin getirdiği sessizlik, postmodern anlayışta bir çeşit aldırmazlığa dönüşür. Gerçeğin önemi kaybolmuştur postmodernist edebiyatta. Okunması güç eserler yaratan ve yüksek edebiyat hedefleyen modernist edebiyata karşın, postmodernist edebiyat hayattan koparak soyutlaşmak yerine, bunun karşısında tavır alarak popüler kültüre, farklı bilgi türlerine, batı dışı ya da alt kültürlere kapı açar.

Postmodern roman tarzının temel özellikleri arasında üstkurmaca, metinler arasılık, polisiye/gerilim ve tarihe yönelme yer almaktadır. Ayrıca, kendi kendini yansıtma, merkezleri yıkma, ironi, parodi, metnin içine politik vb yorumlar yerleştirme, kendi sürecini romanın asıl süreci olarak gösterme gibi özelliklere de sahiptir. Modernizmin tekçi ve merkezci anlayışını reddederek çeşitlilik ve çoğulculuğu ele alır “eklektik / çoğulcu bir yapı”yı benimser. Böylelikle sınırları ortadan kaldırmayı amaçlar. Bu çoğulculuk anlayışı, postmodern edebiyatın en belirgin özelliklerinden olan metinler arasılık ile ilişkilidir.

Kurmaca / Anlatı Olarak Roman

Romanın yapısı analiz edildiğinde temel ögeler olarak anlatıcı, kişiler, olay örgüsü, zaman ve mekân kavramlarıyla karşılaşılır. Romanın tarihsel gelişim sürecinde zaman zaman kimi ögeler ön planda olmuş zaman zaman da arka plana düşmüştür.

Romanın Yapısı ve Ögeleri

Dil, ögeleri kendi başlarına bir gerçeklik taşımayan ancak başka ögelerle kurdukları bağıntılar içinde kavranabilen bir göstergeler dizisidir. Romanın ögeleri de kurmaca içindeki diğer ögelerle bağlantısı içinde kavranabilir. Bir başka deyişle metinsel yapıyı oluşturan parçalar kendi başlarına bir gerçeklik ifade etmez ancak yapıyı oluşturan diğer parçalarla ilişkilerine göre değer kazanırlar. Öykü, masal, roman gibi anlatmaya dayalı kurmaca metinler anlatıcı, kişiler, olaylar dizisi, zaman ve mekân gibi aynı temel ögelere sahip olmalarından dolayı ortak bir yapıya sahiptir. Roman çok katmanlı, hacimli, diyalojik –yani romandaki farklı dil ve anlatım biçimlerine ait söylemlerin bir arada kullanılması ve hiçbirinin diğerine üstün olmaması, (çok seslilik) kapasitesine sahip olan roman, bu anlamda öykü ve masaldan ayrılır. Roman anlatı söylemiyle dramatik söylemin iç içe geçtiği bir yapı gösterir. Roman, anlatma esasına dayalı bir metin olmakla birlikte gösterme/sahneleme tekniğini kullanmasıyla da mimetik (yansıtmacı) karakter taşır.

Anlatıcı ve Bakış Açısı

Anlatıcı (narrateur), romanda hikayeyi anlatan figürdür. Romanın yazarı değildir. Bilakis, dilsel bir varlık olarak hikayeyi biçimlendirerek anlatan soyut figürdür. Romanda ya da genel olarak söylemek gerekirse kurmaca metinlerde karakterlerin hangi zaman ve mekanda olan biteni, kafalarından geçenleri, geçmişi, şimdiyi ve geleceği anlatacak anlatıcılara ihtiyaç vardır. Okurun metinle iletişime geçmesini sağlayan anlatıcıdır. Büyük çoğunlukla anlatılar ya birinci tekil kişi (yani anlatıcı kurmacanın içinde) ya da üçüncü tekil kişi (yani anlatıcı kurmacanın dışında) ağzından anlatılır. Bu anlatıcının kurmaca ile ilişkisini belirleyen temel ayrıntıdır. İster dahil olsun ister dışında kalsın anlatıcı anlattığı hikayeyi belli bir bakış açısıyla anlatır. Genette, bakış açısı ile ilgili olarak üçlü bir tasnif yapmıştır:

  1. Sıfır-odaklayım: Tanrısal bakış açısı; her şeyi bilen, her yerde olabilen anlatıcı
  2. Dış-odaklayım: Sınırlı bakış açısı; anlatıcının mevcudiyeti ve gerçekliği yok; yalnızca ses olarak düşünülebilir
  3. İç odaklayım:
    • iç-öyküsel anlatıcı olup anlatının hem öznesi, hem nesnesi konumunda olma;
    • iç öyküsel anlatıcı olup ikinci düzeyde bir kişinin anlatıcı olması.

Bir anlatıda tek anlatıcı olabileceği gibi birden fazla anlatıcı da olabilir. Mektup, günlük gibi türlerin romana dâhil olmasıyla çoklu anlatıcıya geçildiği gibi, olaylar iki ya da daha çok anlatıcı tarafından anlatılabilir. Böylece farklı bakış açıları karşı karşıya gelecek ve anlatı çok seslilik kazanacaktır.

Zaman

Üç temel kavram sözkonusudur:

  1. Nesnel zaman
  2. Hikayenin zamanı
  3. Söylemin zamanı

Bu kavramların farklılığı ve birbiriyle ilişkisi “hikâye” ve “söylem” olarak belirtilen iki düzlemin ayrıştırılmasıyla ortaya çıkar. Nesnel zaman, romanın yani kurmacanın dışında var olan zamandır. Bununla birlikte her roman belli bir zaman diliminde geçer. Bu süre birkaç saat, bir gün, beş yıl vb. daha çok ya da daha az olabilir. Bunun bir sınırı yoktur. Anlatıcı hikâyeyi nasıl anlatacağını bir zaman tasarımı içinde belirler. Anlatıcı ile hikâye arasında zamansal bir mesafe bulunmaktadır. Anlatıcı geçmişte yaşanmış ya da gelecekte yaşanacak olayları anlatacağı gibi, olayları eş zamanlı olarak da anlatabilir. Aynı anlatıda geçmiş, gelecek ve eş zamanlı olay anlatımı karma olarak da kullanılabilir. Buna “anlatım zamanı” denir. Hikâyedeki zamanın dilsel zamana aktarılması dört biçimde gerçekleştirilir:

  1. Özetleme (sommaire)
  2. Sahneleme (scène)
  3. Duraklama (pause )
  4. Eksilti (ellipse)

Kişiler

Bir romanın olay örgüsü içinde eylemleri, davranışları, duygu ve düşünceleriyle öne çıkan temel kişiler ile olayların gelişiminde geri planda bulunan ikincil kişilerin oluşturduğu bir kişi kadrosu vardır. Bu kişilerin eylemler zaman ve mekân boyutu içinde, belli bir tema etrafında örgütlendiğinde bir roman ortaya çıkar. Bundan dolayı romanda öncelikle kahraman kavramı önemlidir.

Roman kahramanı

18.yüzyıldan başlayarak 19.yüzyılda roman bireyin uyum arayışını konu eder çünkü birey o dönemlerde içinde bulunduğu toplumla arasındaki çatlağı fark etmiştir. Olağanüstü özelliklere sahip olan bu kahramanlar bilinmezliklerle dolu dünyada toplumun devamını sağlamak için savaşırlar. Modern romanda şehir hayatının içinde kaybolmuş, yalnızlaşmış ve sıradanlaşmış ancak kendi varoluşunu gerçekleştirme emeli taşıyan roman kahramanları vardır. Realist romanın toplumsal gerçeklik içerisinde biçimlendirdiği roman kahramanı, natüralist romanda bilimsel bir obje olarak ele alınır, dolayısıyla eylemlerinin bir anlamı kalmamıştır. Natüralist romanda böyle bir dönüşüme uğramış olan kahraman, modernist romanda iyiden iyiye edilgin, silik bir karakter hâlini alır. Modernist romanı belirleyen en temel özellik de kahramanın bu pozisyonudur.

Tip ve Karakter

Ayırıcı özellikleri olan bir grubun, zümrenin ya da sınıfın temsilcisi konumundadır. Özellikleri olumlu ya da olumsuz olabilir. Birbirine az çok benzer insanların temel özelliklerini, ana niteliklerini toplayan ve temsil eden kişidir. Tip genellikle soyut bir kavramın taşıyıcısıdır: fedakarlık, kıskançlık, cimrilik gibi. Lukacs’a göre modern romanda kahramanlar üç tip altında toplanabilir:

  1. dünyayı kendi soyut idealizmine göre değiştirmeyi amaçlayan kahramanlar
  2. dünyadan umudunu kesmiş, düş kırıklığı yaşayan kahramanlar
  3. bu iki tipin sentezini oluşturmuş kahramanlar

Mekân

Romanda olaylar ve kişiler, zaman ve mekân bağlantısı içinde konumlandırılarak sunulur. Bu mekanlar gerçek mekanlara gönderme yapsa da kurmacadır. Romandaki mekânın analizi, romanı anlamlandırmada önemli veriler sunabilir ve mekanların önemi ve işlevi romandan romana değişebilir. Mekanı gözümüzde canlandırmamızı sağlayan ve romanı canlı kılan şey ise betimlemelerdir. Mekanın anlatıda nasıl işlendiği ve işlevselliği önem kazanır.

Mekanlar

  • kişileri konumlandırmak
  • dekor olarak
  • kahramanın içinde bulunduğu duruma dair ipuçları vermek
  • atmosfer yaratmak
  • sembolik olarak
  • tematik yapıyı oluşturmaya destek olarak kullanılabilirler. Mekan değişikliklerinin fazla olduğu romanlar genellikle olay / eylem üzerine kuruludur. Ayrıca bazı mekanlar doğal olarak sembolik değerleri vardır, mesela korku edebiyatında şatoların mekan olarak kullanılması buna örnek olarak verilebilir.

Olay Örgüsü

Bir anlatıda hikâye düzlemindeki olayların düzenlenerek söylemin oluşturulmasına olay örgüsü denir. İşlevi belli öykü olaylarını vurgulamak ya da önemsizleştirmek, bazılarını yorumlamak bazılarını çıkarsamaya bırakmak, göstermek ya da anlatmak, yorum yapmak ya da sessiz kalmak, bir olayın ya da karakterin şu veya bu yönüne odaklanmaktır. Olay örgüsünde kronolojik sıra dikkate alınabilir ya da onu bozabilir, haberciler, geri dönüşler kullanılabilir. Her düzenlemede farklı bir olay örgüsü üretilebilir ve aynı öyküden sayısız olay örgüsü üretilebilir.

Roman Teknikleri

Romanın başlıca beş temel tekniği vardır:

  1. Öyküleme
  2. Özetleme
  3. Gösterme
  4. Betimleme
  5. Açıklama

Öyküleme ağırlıklı anlatılarda özetleme, eksilti, açıklama, betimleme ve dolaylı iç çözümleme teknikleri; gösterme ağırlıklı anlatılarda ise sahneleme (dramatik metot) yani diyaloglar ve olayın/eylemin betimlenmesi, doğrudan iç çözümleme, iç konuşma, bilinç akışı teknikleri öne çıkar

İç Çözümleme:

Roman kişisinin aklından geçenleri üçüncü tekil kişi anlatıcı tarafından doğrudan, dolaylı ya da serbest dolaylı anlatı kipinde aktarılması yöntemidir. Doğrudan iç çözümlemede anlatıcı, kişinin içinden geçirdiklerini dolaysız aktarırken dolaylı iç çözümlemede dış-öyküsel anlatıcı, kişinin aklından geçeni kendisi araya girerek aktarır.

İç Konuşma (monologue interieur) ve Bilinç Akışı

Oyuncunun aklından geçirdiklerini, gizli duygularını, düşünce ve hayallerini, genellikle diğer oyunculardan ayrı bir yerde durarak ya da tek başına, seyirci ile yüksek sesle paylaşmasıdır. Bu tekniğin romana uygulandığında iç monolog (monologue interieur) adını almıştır.

Bilinç akışının iç konuşmadan en önemli farkı, kişinin çağrışımların yönlendirdiği düşüncelerinin düzensiz akışını veriyor olmasıdır. Bu düzensiz akış içerisinde kişi zamanlar arasında gelgitlerle, sıçramalarla bir düzensizlik içerir ama eylem kesintisizdir. Bilinç akışı bu sürecin dolaysız olarak aktarılmasıdır. Bu haliyle iç konuşma ile karıştırılabilir. Ama iç konuşmada bir mantıksallık varken, bilinç akışında kısa cümleler bir düşünceden diğerine geçerken ki mantıksal çelişkiler aynen vardır.

Metinler Arasılık

Tarih boyunca metinlerin önceki metinlerden izler taşıdığı, hiçbir metnin saf bir kendilik taşımadığını ileri süren bu anlayışa göre her yazma eylemi, yani bir metin oluşturma, yeniden yazma (réecriture) işlemidir. Postmodern dönemde ortaya çıkmıştır ve postmodern romanın en belirgin özelliği haline gelmiştir. Biçimsel bütünlüğün yok edilerek anlamın çoğulluğuna ve parçalılığına dikkati çekmek üzere, kurguyu oyunlaştırmanın bir parçası olarak kullanılır.

Metinler arasılık

  • alıntı/montaj (yazarın, başka bir yazardan aldığı parçayı olduğu gibi ve kaynak göstererek kullanması)
  • yeniden yazma (başka bir yazarın metnini yeniden yorumlayarak yazarak kendi metninin içinde harmanlama)
  • parodi (modern dünyanın olumsuzluklarını ve kaotik görünümünü alaya alarak önemsizleştirme)
  • kolaj
  • pastiş (bir sanatçının bütün bir eserini veya onun bir bölümünü alıp üslup bakımından taklit edilerek ona benzer bir eser yazılması)

gibi farklı tekniklerden yararlanılarak oluşturulur.

Üstkurmaca

Üstkurmaca, bir romanda kurmaca ve gerçeklik ilişkisini sorgulama, roman kuramını kurmacanın içinde tartışma, romanın yazılışını roman içinde konu etme, yani yazma eylemini metnin parçası hâline getirme gibi tutumları karşılayan bir kavramdır. Üstkurmaca bu kuramsal alt yapı üzerinde şekillenen ve metinlerde temsil ediliyor görülenin ya da ulaşıldığına inanılan anlamın ancak ve sadece kurmaca olduğunu göstermeye dayalı postmodern bir roman tekniğidir. Üstkurmaca aşağıdaki biçimlerde kullanılabilir:

  1. Metnin yazılma sürecinin aynı zamanda romanın konusu haline getirilmesi
  2. Nesnel gerçeklik ve kurmaca ilişkisi / çelişkisini belirginleştirme
  3. Anlatıcıyı etkin figure haline getirme.