YENİ TÜRK EDEBİYATINA GİRİŞ II - Ünite 3: Yenileşme Hareketleri (Kurumlar) Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Yenileşme Hareketleri (Kurumlar)
Giriş
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki değişme süreci, büyük ölçüde devletten halka doğru gerçekleşmiştir. Bu yüzden birçok değişimin başlatıcısı ve sürükleyicisi üstyapıdaki kurumsal değişmeler olmuştur. Batı’daki kurumsal yapıların benzerini Osmanlı devlet teşkilatında kurma çabaları eski kurumların ve yapıların bir çırpıda terk edilemediği için ikilik doğurmuştur. Bu ünitede modernleşme süreci boyunca oluşturulan kurumlar, kurumsal değişim çabaları nedenleri ve sonuçları ile ele alınacaktır.
Tanzimat Fermanı’na Kadar Osmanlı’da Kurumsal Yapı
Osmanlı Devleti, daha önceki Türk-İslam devletlerinin yapısal özelliklerinin üzerine kurulmuştur. Özellikle kuruluş dönemlerinde Türk töresine uygun yönetim usulleri uygulanmıştır. Yönetimin ve devlet örgütlenmesinin yapı taşı adalettir. Kutadgu Bilig’den beri birçok kaynakta tekrarlanagelen ve Türk-İslam devletlerinin sistemini belirleyen sistemin özünü “devlet ve mülk-ordu-hükümdar-halk-adaleti sağlayacak yasalar” şeklinde özetlenebilecek beş prensip oluşturur. Osmanlı Devleti’nin klasik yapısı yönetimin saray ve padişah etrafında örgütlendiği bir kurumlar dizisinden oluşur.
Osmanlı Devlet Teşkilatı
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda aşiret reisi, uç beyi, birleşik aşiretlerin reisi durumunda olan Osman Gazi (1258-1326), fetihlerde kendi komutasına bağlı aşiretlerle birlikte hareket eder ve kararlar genellikle aşiretin ihtiyar meclisinde alınır, eşit söz hakkı ile politika ortaklaşa belirlenirdi. Toprakların genişlemesi ve devletin yönetimindeki toplulukların çoğalması ile bu basit aşiret kurallarının yeterli olamayacağı görüldü. Orhan Gazi (1281-1362) ve I. Murat (1326-1389) dönemlerinde Osmanlı devlet yapısının ilk kurumları oluşturulmaya başlanıldı.
Osmanlı Devleti’nin yapısını merkez ve taşra teşkilatı olarak iki kısımdan oluşan idari, askerî, mali, ilmî ve adli organizasyonlar oluşturur.
Merkez Teşkilatı
Merkez teşkilatı, padişahın merkezi konumuyla şekillenen
- Divan-ı Hümayun,
- saray teşkilatı,
- Babıâli,
- askerî teşkilat
- maliye dairelerinden oluşur.
Taşra teşkilatı da yine merkezî yapıya benzer bir şekilde örgütlenmiş organizasyon yapısına sahiptir.
Saltanat ve Padişah: Osmanlı Devleti başlangıçtan itibaren Kayı boyundan bir hükümdarın yönetiminde bulunmuştur. Saltanatla ilgili bir takım genel bilgiler şunlardır:
- Ailenin tahta çıktığı bilinen ilk siyasi ismi Ertuğrul’dur (ö.1280).
- Devletin temellerinin Osman Bey zamanında, Bizans sınırındaki faaliyetler ve Selçuklu Devleti’nin yıkılışı ile 1299’da atıldığı tarihçiler tarafından genellikle kabul edilir.
- Orhan Bey beyliği devlete dönüştürmüş ve kurumsallaşma yönünde önemli adımlar atmıştır.
- Osman Bey’den itibaren I. Ahmet’e (1603-1617) kadar padişahlık babadan oğula geçmiş, I. Ahmet’ten sonra bazen kardeşlere, yeğenlere de taht bırakılmıştır.
- Osmanlı Devletinde, 1299’daki kuruluştan 1922’ye kadar geçen süre içerisinde 36 padişah tahta çıkmıştır.
- 46 yıl hükümdar olan I. Süleyman (Kanuni, 1520-1566) en uzun, 93 gün padişahlık yapan V. Murat (1876) en kısa süre tahtta kalan padişahlardır.
- Osmanlı padişahlarına, ilk zamanlarda bey, gazi denirken Fatih Sultan Mehmet’ten sonra han, hakan, şah, padişah, hünkâr gibi unvanlar kullanılmıştır. Ayrıca İstanbul’un fethinden sonra Doğu Roma’nın da hükümdarı olmak sıfatıyla imparator, Yavuz Sultan Selim’in (1470-1520) Mısır seferinden sonra (1517) hilafeti İstanbul’a getirmesiyle birlikte “Hadimü’l-Harameynü’şŞerifeyn”, “Halife-i Rûy-i Zemin”, “Emirü’lMü’minin” denmiştir.
- Osmanlı padişahlarının, hükümdarlıklarının işareti olan bazı şunlardır: Hükümdarlık makamı olan taht, hâkimiyeti gösteren tuğlar, padişahın adının, baba adının, Padişahın adının, baba adının, “han, şah, el-muzaffer” gibi bir sıfatının bulunduğu ve özel bir kaligrafiyle yazılan tuğra, Altından yapılan ve sadrazamda bulunan mühür, Padişah adına yazılan ve üzerinde padişahın mührünün bulunduğu hatt-ı şerifler, saltanat sancakları, mehterhane (mehter takımı).
Veziriazam ve Vezirler: Vezirlik kurumu padişahın icra gücünün en önemli ayağını oluşturur. İlk defa Orhan Gazi tarafından kardeşi Alâeddin Paşa vezir yapılmış, ilk zamanlarda tek vezir bulunurken, daha sonra vezir sayıları artmış ve bunlardan birinin başvezir yapılması gerekli görülmüştür. Başlangıçta veziriazam, daha sonra tarihlerde yaygın olarak sadrazam unvanıyla anılan başvezir padişahın mutlak temsilcisidir. Padişahın mührünü taşıyan başvezirin görevleri arasında padişahın mutlak vekili sıfatıyla Divan-ı Hümayunu yönetmek, Divan-ı Hümayunda yetişmeyen işleri ikindi veya paşa kapısı divanı denilen divanda görüşüp karara bağlamak, başkent İstanbul’un esnafını ve tersanelerini denetlemek, devlet görevlilerini Padişah adına atamak, görevden almak ve yükselmelerine karar vermek gibi görevleri vardır. (Altan, 2012, s. 36). Osmanlı Devleti’nde 1361-1922 yılları arasında tekrar göreve atananlar hariç 215 veziriazamın görev yaptığı belirtilmektedir. Sadrazama bağlı olarak çalışan ve ondan sonra gelen vezirlere Kubbealtı vezirleri denilir. Bu vezirler gerek Divan-ı Hümayun görüşmelerinde ve gerekse devletin diğer işlerinin çözümlenmesinde önemli görevler üstlenmişlerdir.
Divan-ı Hümayun: Divan, Hz. Ömer zamanından beri bilinen İslam devletlerinin bir kurumudur. Devlet mekanizması içerisindeki hemen her konunun karara bağlandığı bir çalışma tarzına sahiptir. Osmanlı Devleti’nin merkez teşkilatında devlet yönetimiyle ilgili olarak üç önemli kurum bulunmaktaydı: Divan-ı Hümayun, Bâb-ı Âsâfi (Bâb-ı Âli, Vezir Kapısı) ve Bâb-ı Defterî (Defterdar Kapısı).
Divan-ı Hümayun, klasik Osmanlı devlet yönetiminin temel organıdır. Divanda gelen davalar karara bağlanır, dış ve iç bürokratik konular görüşülür, hükümdarın ve devletin maliyesi ele alınırdı. Herkes Divan-ı Hümayun’a başvurup sorununun ele alınmasını isteye bilirdi. Divan-ı Hümayun, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin en yüksek yargı organıdır. Öte yandan yasama organı niteliği de taşıyan Divan’da görüşülüp hazırlanan kanunlar nişancılar tarafından kaleme alındıktan sonra padişaha arz edilirdi. Veziriazamın başkanlık ettiği Divan-ı Hümayun’a devleti yöneten sınıflar olan kalemiye (bürokrasi), ilmiye (adalet, eğitim ve bilim) ve seyfiyenin (askeriye) temsilcileri, vezirler, kazaskerler, defterdarlar ve nişancı asıl üye olarak katılırlardı. Bunların dışında şeyhülislam, kaptan-ı derya, yeniçeri ağası da ihtiyaç halinde çağrılır ve ilgili konularda kendilerinin görüşlerine başvurulurdu.
Divan Kalemleri: Divan’da alınan kararlar, niteliğine göre mühimme, ahkâm, tahvil, ruus vb. defterlere kaydedilir ve bu defterler mühürlenerek defterhanede korunurdu. Bu defterlerin tutulmasını reisülküttap ve onun emrindeki beylikçi üstlenmiştir. Bunlara bağlı olarak çalışan ve divan kalemleri adıyla anılan, çeşitli sekretarya hizmetleri bulunmaktaydı. 17. yüzyıldan sonra Divan-ı Hümayun toplantılarının yerini ikindi divanlarının alması sürecinde reisülküttabın da önemi artmış; divanda görüş bildirmeye başlamıştır. Özellikle dış ilişkiler konusunda sadrazamın en önemli yardımcısı konumuna yükselmiştir. Bu yüzden II. Mahmut’un yenilik girişimleri sürecinde reisülküttaplık Umur-ı Hariciye Nezareti’ne dönüştürülmüştür.
Meclis-i Meşveret: Meclis-i meşveret özel ve gayriresmî bir kurul özelliği taşır. Bir tür danışma kurulu olarak nitelenebilecek olan bu kurul genellikle olağanüstü durumlarda, mesela savaşa karara verme gibi önemli konularda padişah tarafından toplantıya çağrılır.
Saray-ı Hümayun: Saray, Osmanlı yönetiminin sembolüdür. Osmanlı sarayları:
- Osmanlılarda bilinen ilk saray Bursa’da Orhan Gazi’nin kale dibine yaptırdığı saraydır.
- II. Murat zamanında bugün Sarayiçi denilen bölgeye yeni bir saray yapımına başlanmış, Fatih tarafından tamamlanmıştır. Bu saray da uzun yıllar Osmanlı hanedanı tarafından kullanılmıştır.
- İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, bugünkü İstanbul Üniversitesi rektörlük binası ile Bayezit Camisinin alanları üzerinde bir saray yaptırmıştır. 1455’te tamamlanan bu saray eski saray olarak anılmıştır.
- Osmanlı Devleti’nin en uzun süre (yaklaşık 350 yıl) yönetim merkezi olarak kullandığı saray Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Topkapı Sarayı’dır.
- 19. yüzyılda ise III. Selim’den başlayarak padişahlar Boğaziçi’nde bazı köşkler ve saraylar yaptırmaya başlamışlardır. Bu yeni saraylar Batı tarzı mimari ile yapılmıştır. Beylerbeyi, Çırağan, eski Beşiktaş sarayları II. Mahmut’un, 1843-1855 yılları arasında yaptırılan Dolmabahçe Sarayı Sultan Abdülmecit, Abdülaziz ve V. Murat’ın, Yıldız Sarayı ise II. Abdülhamit’in ikamet ettikleri saraylardır. Son iki padişah Sultan Reşat ve Vahideddin ise Dolmabahçe ve Yıldız saraylarını kullanmışlardır.
Taşra Teşkilatı
Osmanlı Devleti, taşra yönetimi için bir bölgeye esas olarak iki yönetici gönderirdi: yürütmeyi üstlenecek olan bey ve yargıyı üstlenecek olan kadıdır. Bu çerçevede yerel yöneticiler beylerbeyi, sancak beyi ve kadı olarak belirtilebilir. Bu yöneticilere yardımcı olmak üzere görevlendirilen subaşı, şehir kethüdası, kapı kethüdası, dizdar, miralay, çeribaşı (serasker), mütesellim, muhassıl, mutasarrıf, âyan, müftü, naip, müderris, mütevelli, imam vb. gibi görevliler bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin taşra teşkilatı sırasıyla eyalet, sancak, kaza, nahiye, köy birimlerinden oluşmuştur. Eyaletler de salyanesiz, salyaneli ve imtiyazlı olmak üzere üçe ayrılmış durumda idi. Salyanesiz eyaletler arazinin has, zeamet, tımar olarak kaydedildiği ve merkezî otoritenin gücünün daha çok hissedildiği; salyaneli eyaletler senelik belli bir verginin merkeze gönderildiği kalan kısmının ise beylerin emrinde yerinde kullanıldığı; imtiyazlı eyaletler ise iç işlerinde serbest olmakla birlikte Osmanlı Devleti’ne bağlı hareket eden bölgelerdir. Eyaletlerin başında yürütme göreviyle beylerbeyi bulunurdu. Eyaletlerde bir beylerbeyi divanı bulunur ve yürütme temelde bu kurum üzerinden gerçekleştirilirdi. Eyaletlerde bey yürütmeden, kadı ise yargıdan sorumlu idi. Asıl görevi yargıçlık olan kadılar, her türlü davaya baktıkları gibi aynı zamanda bulundukları kazanın mülki amirliği, belediye işlerinin yürütülmesi, vergi toplanmasında yardımcılık gibi görevleri de yerine getirirdi.
Askerî Teşkilat
Osmanlı askerî teşkilatı da Orhan Gazi zamanında oluşturulmuş atlı ve yaya birliklere dayanmaktadır. Bunlar savaş zamanında belli bir gündelik alır, sefer olmadığı zamanlarda ise kendilerine tahsis edilen arazilerde ziraatla uğraşırlardı.
Zaman içerisinde ülkenin genişlemesi ile daimi ordu (Kapıkulu ordusu) kuruldu. Tamamen padişaha bağlı daimi ordunun en büyük bölümü Yeniçeriler idi. Kapıkulu ordusu askerleri üç ayda bir ulufe adıyla anılan maaş alır ve ömür boyu askerlik yaparlardı. Bunların evlenmeleri ve ticaretle uğraşmaları yasaktı.
Osmanlı ordusunun ikinci ana grubunu eyalet ordusu oluşturur. Eyalet ordusunun asıl önemli bölümü taşrada bulunan “tımarlı sipahiler”dir. Taşrada bulunan tımarlı sipahiler devlete ait topraklardan alınan ve tımar adı verilen bir vergi ile geçinirlerdi. Osmanlı Devleti özellikle Rumeli ve Balkanlardaki fetihlerde ele geçen araziyi devletin malı kabul ederek bunları savaşlarda yararlılık gösterenlere tımar veya zeamet adıyla tahsis etmiştir.
Eğitim ve Bilim Kurumları
Osmanlı devlet teşkilatının seyfiye (ümera) ile birlikte iki temel taşından birisi de ilmiye teşkilatıdır. Bu teşkilatın üyeleri, medreselerde eğitim gördükten sonra, devletin hukuk, bürokrasi ve dinî işlerle ilgili alanlarında hizmet vermek üzere görevlendirilirlerdi. Osmanlı Devleti’nin klasik dönemindeki temel eğitim kurumu medrese idi. Sıbyan mektebi ya da mahalle mektebi adıyla anılan ilköğretim aşamasından sonra orta ve yüksek öğrenim kurumları medrese adıyla kurumlaşmıştır.
Medrese sistemi iki kez köklü bir biçimde gözden geçirilmiş ve yapılandırılmıştır. İlk olarak, Fatih Kanunnamesinde “Sahn-ı Seman” olarak anılan medreselerin başına Ali Kuşçu geçirilerek pozitif bilimlerin de tahsil edildiği çağının önemli bilim merkezleri haline getirilmiştir. İkinci olarak, Kanuni dönemindeki düzenlemede ise Süleymaniye medreselerinde eğitim on iki kademe olarak sınıflandırılmış ve bu yapı imparatorluğun sonuna kadar devam etmiştir.
Ordunun doktor ihtiyacını karşılamak için kurulan dört medresede tıp ve matematik bilimleri okutulmuştur. Medreselerde Kur’an, hadis, fıkıh gibi dinî (naklî) ilimlerin yanı sıra belagat, geometri, tıp, riyaziyat gibi aklî ilimler öğretiliyordu. Medreselerde eğitim Arapça ve Türkçe veriliyordu. 17. yüzyıldan sonra medreselerde felsefe gibi derslerin verilmesinden vazgeçildiği için ilmiye sınıfında bozulmalar görülmeye başlanmış ve medrese eğitimi de bozulmuştur. II. Mahmut döneminden itibaren ise Batı tarzı yeni öğretim kurumlarının medreselere alternatif oluşturacak biçimde kurulması ve geliştirilmesine çalışılmıştır.
Mali İşler Osmanlı
Osmanlı Devleti’nde sistemli maliye teşkilatı I. Murat zamanında oluşturulmuştur; bu dönemde ilk bütçe düzenlenip hazine kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nde iki türlü hazine vardı. İç hazine padişahın özel hazinesidir; bu kurumun sorumlusu defterdardır. Dış hazinenin sorumluluğu ise defterdar ile birlikte sadrazama aitti. Osmanlılarda maliye teşkilatının üç kısımda ele alındığı görülüyor: Merkez maliyesi, tımar sistemi ve vakıf sistemi. Merkez maliyesinin, mali yargının ve hazinenin en yüksek sorumlusu başdefterdardır. Bu teşkilat, devletin gelir ve giderlerini tespit ve tahsil eder.
Osmanlı Devleti’nde vergi gelirleri şer’i vergiler olan öşür, haraç ve cizye ile raiyet rüsumu denilen ve Müslüman tebaadan ayrı, gayrimüslim tebaadan ayrı alınan çeşitli vergilerden oluşmakta idi. Osmanlı arazisi, devlete ait mirî arazi, belli bir sahibi olan mülk arazisi ve vakıf arazisi olmak üzere üç kategoride değerlendirilmiştir. Tımar sistemi Osmanlı maliyesinin temeli kabul edilir. Tımar, devlete ait toprakların geçimlerini sağlamak ve hizmetlerinin karşılığını almak üzere kişilere tahsis edilmesi sistemidir.
Osmanlı Devleti’nde tahrir sistemi mali yönetimin önemli bir unsurudur. Tahrirler – diğer bir deyişle arazi ve vergi durumunu gösteren kayıtlar – Osmanlı Devleti’nin başından beri düzenli bir şekilde yaptırılmıştır. Buna göre yeni bir bölgenin fethedilmesi, tahta yeni bir padişahın çıkması veya ilgili bölgede mali-iktisadi yönden değişiklik meydana gelmiş olduğunun düşünülmesi tahrir çalışması yapılmasının sebepleri arasındadır.
Osmanlı Vakıf Sistemi
Başta Osmanlı ailesi mensupları olmak üzere birçok insanın mallarının veya varlıklarının bir kısmını kamu yararın kullanılmak üzere ayırması toplumu pek çok yönden güçlendirmiştir. Vakıf sistemi bir tür sosyal güvenlik organizasyonu, eğitim teşkilatlarının destekleyicisi, sağlık, din işleri ve benzeri konuları destekleyen mali bir sistemdir.
Osmanlılarda Adliye Teşkilatı ve Hukuk Sistemi
Osmanlı Devleti’nin hukuk sistemi üç ayrı kısımdan oluşur:
- Ana yapıyı şer’i hukuk dediğimiz İslam hukuku oluşturur.
- İslam hukukunun da izin verdiği ve kesin düzenlemelerin bulunmadığı alanlarda Osmanlı padişahlarının kanunnamelerle oluşturdukları bir hukuk daha vardır ki buna örfi hukuk denilir.
- Devletin yönetimi altında yaşayan gayrimüslimler evlenme, boşanma, miras gibi konular başta olmak üzere, kendi cemaatlerinin uyguladıkları hukuka uymakta serbest idiler.
Bu genel çerçeve içinde Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’tan önceki Adliye teşkilatı;
- Şer’iye mahkemeleri (kadılar yargılama yapar),
- Divan-ı Hümayun (üst mahkeme işlevi görür)
- cemaat mahkemelerinden oluşmaktadır.
Devlet Teşkilatında Bozulma Nedenleri ve Tedbir Arayışları Osmanlı Devleti’nin gerilemesinin pek çok sebebi gösterilebilir. Kurumsal açıdan bakıldığında şu noktalar dikkat çekmektedir:
- Şehzadelerin yetişmesinde yetersizlik ve sancağa çıkmamaya başlamaları dolayısıyla görülen yönetim tecrübesizliği, küçük yaşta tahta çıkan padişahların bulunması, görevlendirmelerde rüşvet ve kayırmacılığın artmasıyla merkezî otorite zayıflamıştır.
- Devşirme kanununa uyulmaması yüzünden herkesin kapıkulu ordusuna alınmaya başlaması, sayısının artması sebebiyle hem eğitim düzeninin gevşemesine, kapıkulu ocaklarında disiplinin kaybolmasına neden oldu hem de hazinenin bu konudaki masraflarının artması mali sorunlar doğurdu.
- Tımar düzeninin bozulması, geleneksel savaş araç ve yöntemlerinin geliştirilememesi eyalet ordusunun da başarısızlığına yol açtı.
- Tımar sisteminin bozulmasıyla eyaletlerde asker yetişmemeye başlaması, Anadolu’da 17. yüzyıldaki Celali isyanları, Osmanlı-Rus ve Osmanlı-Avusturya savaşlarının ekonomik, siyasal ve insan kaynağı bakımından gittikçe yıpratıcı boyutlara varması, nüfus artışı, medreselerin kendisini yenileyememesi bir yana önceki dönemlerdeki felsefe, mantık gibi derslerin müfredattan çıkarılması gibi daha pek çok iç ve dış sebepten kaynaklanan bir çöküş süreci yaşanmıştır.
Tanzimat’a Giden Süreçte ve Tanzimat Döneminde Kurumsal Değişimler
Osmanlı Devleti’ndeki iyileştirme çalışmaları, Batı’da 17. yüzyılda zirveye çıkan aydınlanma ve modernleşme sürecinin bir uzantısı olarak, 18. yüzyılın başında III. Selim’in Nizam-ı Cedit girişimiyle başlar.
Devlet teşkilatındaki reform çalışmaları Divan-i Hümayun ile başlar. Divan-ı Hümayun’un etkisinin kaybolmaya yüz tutmasıyla birlikte aslında padişahın etkisinin azalmaya ve icra gücünün vezir konağına kaymaya başlamış olması son dönem değişimlerin temel noktalarından birisidir. Elbette 19. yüzyılda saray dışında bir yeni güç merkezi olan Babıâli’nin doğuşu, İkindi Divanı’nın yeniden yapılandırılmasıyla mümkün olmuştur. Divan-ı Hümayun’un görevleri, II. Mahmut devrinde sadrazamın ve divanda görev alan kimselerin yaptıkları işler dikkate alınarak düzenlenen bakanlıklar tarafından devralınmıştır.
1833 yılında hariciye nazırlığı bünyesinde bir “Tercüme Odası” kurulmuştur. Tercüme Odası, sadece bir devlet dairesi değildi; aynı zamanda özellikle bir eğitim kurumu işlevi görecek ve Tanzimat Dönemi genç aydınları burada Fransızca öğreneceklerdir. III. Selim tarafından Avrupa başkentlerinde daimî elçiliklerin açılması diplomasi alanındaki önemli kurumsal oluşumlardan birisi idi. Böylece Batı ile ilişkiler ve Batı’daki gelişmelerin yakından izlenmesi kurumsal bir nitelik kazanmış oldu.
Yasama organı niteliğini taşıyan ilk Osmanlı meclisi “Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye” (1838), yine aynı yıl sadrazama danışmanlık yapmak üzere “Dâr-ı Şûra-yı Bâbıâli” adlı bir meclis ile askerlik alanındaki reformları hazırlamak amacıyla “Dar-ı Şûra-yı Askerî” (1836) kurulmuştur. İlerleyen yıllarda artan iş yükü nedeniyle Meclis-i Vâlâ farklı işlevsel yapılara bölünmüştür. Bu kurumlar son yapılandırmada bugünkü Danıştay karşılığı “Şûra-yı Devlet” ve bugünkü Yargıtay karşılığı “Divan-ı Ahkâm-ı Adliye” adlarını almışlardır. Şûra-yı Devlet’in kuruluşunda Sultan Abdülaziz, Osmanlı tarihinde ilk defa olarak kuvvetler ayrılığı ilkesinden söz etmiştir. Klasik dönemdeki Divan-ı Hümayun ve meşveret meclisi uygulamaları 19. yüzyılda padişahtan bağımsız yasama, yürütme ve yargı organları biçiminde çalışmaya başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nin gerilemesindeki en önemli sebeplerden birisi askerî teşkilat taki bozulmadır. Bu konuda tedbir almak için 18. yüzyılda çeşitli çalışmalar yapılmıştır:
- I. Mahmut (1696-1754) Fransa’dan Comte de Boneval’i (Humbaracı Ahmet Paşa (1675-1747)) getirerek humbaracı ocağında ıslahat yaptırdı.
- 1734 tarihinde “Hendesehane” adlı subay okulu açıldı.
- III. Mustafa (1757-1774) Baron de Totte’a (1733-1793) sürat topçuları ocağını açtırdı.
- Deniz mühendislik okulu olan Mühendishane-i Bahri-yi Hümayun açıldı (1775).
- I. Abdülhamit, İstihkâm Okulunu açtı (1784).
- III. Selim “Nizam-ı Cedit” adı ile Avrupa tarzında modern bir ordu kurdu (1793).
Nizam-ı Cedit gerek halk, gerek merkezî teşkilatın güçlenmesini istemeyen ayanlar ve gerekse kendi sonunun geldiğini düşünen Yeniçeri Ocağı tarafından benimsenmemiştir. Nitekim 1807 tarihinde yeniçerilerin çıkardığı Kabakçı Mustafa İsyanından sonra Nizam-ı Cedit ordusu dağıtıldı.
- Avrupa tarzında eğitim veren kara mühendislik okulu Mühendishane-i Berri-yi Hümayun (1795) açıldı.
- II. Mahmut, önce Avrupa tarzında “Sekban-ı Cedit” adıyla bir ordu kurmaya çalıştı; fakat yeniçeriler bir yıl sonra isyan ederek bu orduyu da kaldırttılar (1809). II. Mahmut bir süre sonra Avrupa tarzında “Eşkinci Ocağı” (1826) adlı yeni bir ordu daha kurdu. İlmiye sınıfının, halkın ve topçu birliklerinin desteğini alan padişah yeniçerilere karşı halkı savaşa çağırdı. Yeniçeriler, halk ihtilâli ile yok edildi. Bu olay tarihe “Vaka-yı Hayriye” (Hayırlı Olay) olarak geçti.
- “Asakir-i Mansûre-i Muhammediye” adıyla daha önceki deneyimleri de göz önünde tutarak merkezî otoriteye bağlı yeni bir askerî birlik kuruldu.
- Ordunun subay ihtiyacını karşılamak üzere Harbiye Mektebi (1834) kurulmuş ve ordunun adı da “Asakir-i Nizamiye” olarak değiştirilmiştir.
- II. Abdülhamit zamanında 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşından sonra imzalanan Berlin Antlaşmasıyla Doğu Anadolu’da ıslahat yapması kararlaştırılan Osmanlı Devleti, özellikle Rus ve İngilizler tarafından kışkırtılan Ermeni örgütlerinin halka saldırması üzerine Hamidiye Süvari Alayları adıyla birlikler kurdu.
18. yüzyılda eğitim ve bilim alanında da birçok yeniliğe gidildi. 17. yüzyıldan itibaren Avrupa’da başlayan aydınlanma ve modernleşme hareketleri karşısında Osmanlı da değişen dünyaya uymak ihtiyacı duymuştur. Bu gelişmelerin ilk örneklerini 18. yüzyılın ikinci yarısında III. Mustafa (1757-1774) ve I. Abdülhamit’in (1774-1789) hükümdarlığı sırasında yapılan ıslahat çalışmalarında görüyoruz. Bu çalışmaları öncelikle asker yetiştiren kurumlara pozitif bilimlerin dahil edilmesiyle görüyoruz.
- Matematik bilimleri öğretmek amacıyla Haliç’te kurulan Mekteb-i Riyaziye’de (1773) Baron de Totte ile İngiliz asıllı Kampel Mustafa ve bazı yabancı hocalar tarafından ders verilmeye başlandı.
- 1773’te kurulan Mühendishane-i Bahri-yi Hümayun da İstanbul Teknik Üniversitesi ve Deniz Harp Okulu gibi modern Türk eğitim sisteminin sonraki yıllardaki önemli kurumlarına kaynaklık etmiştir.
- 1838’de Meclis-i Umur-ı Nafia’nın eğitim işleriyle de ilgilenmesi kararı alınmış; böylece medrese eğitimi devletin kontrolüne alınmak istenmiştir.
- Avrupa’ya öğrenci göndermeye başlanmıştır.
- 1827’de sivil ve askerî doktor yetiştirmek üzere kurulan Tıbhane-i Âmire kurulmuştur, 1832’de Cerrahhane açılmış; bu iki kurum daha sonra birleştirilerek Mekteb-i Tıbbiye-yi Şahane oluşturulmuştur (1839).
- 1831’de yeni orduya uymadığı gerekçesiyle kaldırılan Mehterhane-i Hümayu’nun yerine kurulan ve Cumhuriyet Döneminde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasına dönüşecek olan Mızıka-yı Hümayun Mektebi, 1834’te Mekteb-i Ulum-ı Harbiye açıldı.
- Tanzimat’tan sonra sivil yüksekokullar da açılmaya başlanılmıştır.
- Eski sıbyan mekteplerinin yerine “ibtidai” adı verilen ilköğretim okulları açılmıştır. İlköğretim yedi yaşına basan her çocuk için İstanbul’da zorunlu hale getirilmiştir.
- 1838’de ise ilköğretimden sonraki basamak olarak rüştiyeler açılmıştır. İlk açılan rüştiye olan Mekteb-i Maarif-i Adliye’nin Babıâli kalemlerindeki memurların bilgilerini artırmak için açıldığı ve 1852’ye kadar arka arkaya açılan rüştiyelerin Ulum-ı Edebiye (1839), Daru’lMuallimin (1848), Daru’l-Maarif (1849) adlarını taşıdığı ve bu kısa zamanda İstanbul’daki rüştiye sayısının onu geçtiği görülmektedir.
- 1869’da yayımlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’yle ilk, orta ve yüksek eğitimin örgün öğretim olarak planlanmasının hukuki ve idari alt yapısını oluşturmuştur.
- II. Abdülhamit döneminde 1879 tarihinde Maarif Nezareti yeniden organize edilip modern bir yapıya kavuşturulmuştur.
- Ortaöğretimin ikinci kademesini oluşturan, bugünkü lise dengi kabul edilebilecek olan idadiler 1873’ten itibaren açılmaya başlanılmıştır.
- 1868 yılında açılan Galatasaray Sultanisi, Fransızca ve Türkçe eğitim öğretim yapan Fransız okulları modeliyle kurulmuştur. Galatasaray’dan başka benzer sistemle eğitim veren Darüşşafaka (1873) ve Amerikan Koleji (daha sonra Robert Koleji, 1863) de bu dönemde açılan öğretim kurumları arasındadır.
- Tanzimat Döneminde medreselerin yanı sıra öğretim vermek üzere açılan yüksek öğretim kurumları da bulunmaktadır. Bunların başında, 1863’te açılan Darülfünun gelmektedir. Darülfünun tecrübesi, sık sık kapanıp yeniden açılarak devam etmiş ve bugünkü İstanbul Üniversitesinin temelini oluşturmuştur.
- Ayrıca bu dönemde yönetici, sivil doktor, sivil mühendis, vb. yetiştirmek amacıyla bazı yüksek okullar açılmıştır.
- Bütün bu kurumlarda kullanılacak kitapların belirlenmesi ve yazılması için Encümen-i Dâniş (1850-1863) kurulmuştur.
- Mecelle Cemiyeti (1868-1889) kurularak İslam fıkhı esaslarına ve özellikle Hanefi mezhebine uygun hükümlerden oluşan medeni bir kanun hazırlanmıştır.
- Ayrıca bilim, felsefe ve sanat alanında sohbet ortamı sağlayan, isteyen öğrencilere ücretsiz ders veren, bilime popülerlik kazandırma amacı taşıyan sivil bazı toplantılar ve kurumlar da dönemin ruhunu yansıtmıştır.
Osmanlı modernleşmesi sürecinde diğer alanlarda olduğu gibi mali işler konusunda da kurumsal çalışmalar yapılmıştır. Klasik dönemde dış hazine olarak bu üç yapı uyumlu bir çalışma gösterememiştir. Darphane-i Âmire Defterdarlığı adıyla bir bakanlık kurulmuştur, 1838’de Mansure defterdarlığı da bakanlık bünyesine katılmış ve işler tek elde toplanmaya çalışılmıştır. Bu yeni bakanlığın adı ise Maliye Nezareti olmuştur. Abdülmecit’in tahta çıkışı sırasında bakanlık kısa bir süre kaldırılıp 1841’de tekrar birleştirilmiştir. 1867’deki mülkiye teşkilatının yapılandırılması sırasında taşra teşkilatı vilayet, sancak ve kazalarda kurulan defterdarlıklar vasıtasıyla Cumhuriyet’ten sonra da uygulanacak yapısını kazanmıştır.
Hazineyi rahatlatmak amacıyla Abdülmecit’in tahta çıkışının ilk yılında kaime adı verilen ilk kâğıt para basılmıştır (1839). Galata bankerlerince kurulan Bank-ı Dersaadet ilk Osmanlı bankasıdır (1847). Osmanlı-Rus Savaşı sırasında (1854) başlayan dış borçlanma imparatorluğun sonuna kadar devam eder. Nitekim 1881’de kurulan Düyun-ı Umumiye bu borçlanmaların devletin işleyişine dış müdahaleyi getirecek boyutlara ulaştığının bir göstergesiydi.
Mithat Paşa’nın Tuna valiliği sırasında Batı tipi bir ticaret ve finansman uygulaması olan Memleket Sandıkları (1864) ilgi görünce Osmanlı ülkesinin diğer bölgelerine de yayıldı ve Menafi-i Umumiye Sandıkları adıyla (1867) kurumlaştı. Ticaret ve Nafia Nezaretinin denetimine verilen bu kredi kurumu 1888’de kapatılarak yerine Ziraat Bankası kuruldu.
Tanzimat Döneminde hukuk alanında yapılan düzenlemeler genellikle Batı ülkelerinde alınan hukuki prensipleri getirmekteydi. Bu bağlamda Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar her iki hukuk sisteminin bir arada uygulanmaya çalışıldığı söylenebilir. Bu dönemde kurulan veya varlığını devam ettiren mahkemeler şunlardır: Şer’iye mahkemeleri, ticaret mahkemeleri, nizamiye mahkemeleri, cemaat ve konsolosluk mahkemeleri, idare mahkemeleri, askeri mahkemeler. Klasik dönemin yegâne adli kurumu olan şer’iye mahkemeleri Tanzimat Döneminde yetkileri daralarak varlığını sürdürmüştür.
- 1837 yılından sonra ise şeyhülislamlık yargı görevini de üstlenmiştir. Bütün şer’i mahkemeler şeyhülislamlığa bağlandı.
- Kadıların yönetimle, belediyeyle ve maliyeyle ilgili davalara bakma yetkileri ellerinden alındı ve sadece şer’i davalara bakmakla yetkili kılındılar.
- 1862’de şeyhülislamlıkta şeriye mahkemelerinin temyizi için Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iye kuruldu.
- 1887’de ise şer’iye mahkemelerinin görev alanı şahıs, aile, miras, kısas gibi konularla sınırlandırıldı.
- Avrupalı tüccarlar ile Osmanlı vatandaşları arasındaki davalara, yerli ve yabancı tüccarların oluşturduğu komisyonlar bakmaya başladı. Bu komisyonların adı Tanzimat Fermanı’ndan sonra ticaret meclisi yapıldı ve Ticaret Nezaretine bağlandı. 1860 yılında Fransız Ticaret Kanunu iktibas edildi ve bu çerçevede daha önceki ticaret meclisleri “ticaret mahkemeleri” adını aldı. Yabancı ve yerli üyelerden oluşan bu mahkemeler 1914 yılında kapitülasyonlarla birlikte kaldırıldı.
- 1854 yılında ceza davalarına bakmak üzere kurulan vilayet meclisleri, 1858 yılında ceza mahkemelerine çevrilmiştir. Bu mahkemelerin kararları, üst mahkeme olarak Meclis-i Ahkâm-ı Adliye’ye götürülebiliyordu. 1867, 1870 ve 1876 tarihlerinde yapılan düzenlemeler sonunda nizamiye mahkemeleri kurulmuş oldu.
- Tanzimat’ın ilk dönemlerinde merkezde ve taşrada memurlarla ilgili davalara bakmak üzere özel meclisler kuruldu. 1864 yılında Fransız teşkilatı örnek alınarak idari davalara bakmak üzere meclis-i idareler oluşturuldu. Bu mahkemelerin temyiz makamı olarak 1868’de Şura-yı Devlet Muhakemat Dairesi kuruldu.
- Tanzimat’tan sonra yine Fransız adli modeli esas alınarak askerî ceza kanunları kabul edildi. Buna göre de askerlikle ilgili davalara bakmak üzere divan-ı harpler oluşturuldu. Askerlerle siviller arasındaki davalara ise adliye mahkemeleri yetkili kılındı.
Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan sonraki kanunlaştırma çalışmalarının önemli bir kaynağı Fransız kültürü ve hukukudur. Bu süreçte birçok kanun Fransız kanunlarından tercüme veya iktibas edilmiştir. Ayrıca Fransız kanunları örnek alınarak eski kanunların yenilenmesi de bu dönemde görülen bir uygulamadır. Bu uygulamanın en çok bilinen örneği ise ilk medeni kanun olarak kabul edilen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’dir. Mecelle, İslam hukukunun muamelat bölümündeki hükümlerin tedvin edilmesinden oluşur. Mecelle, o dönemde faaliyette olan şer’iye mahkemeleri hâkimi, kadıları için değil, İslam hukuku konusunda yetersiz olan nizamiye mahkemesi hâkimleri için hazırlanmıştır. Mecelle aynı zamanda İslam hukuku ile Batı hukuku arasında bir uzlaştırma çalışması niteliği taşır.