YÖNETİM VE ORGANİZASYON II - Ünite 8: Kurumsal Yönetim Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Kurumsal Yönetim

Giriş

Kurumsal yönetim terimiyle ifade ettiğimiz “corporate governance”, öncelikle “çok ortaklı anonim şirketlere” özgü sorunlar çerçevesinde gündeme gelmiş, halka açık olmayan şirketlerde ve kamu kurumlarında kurumsal yönetim ise daha sonra tartışılmaya ve incelenmeye başlanmıştır.

Kurumsal yönetim, şeffaflık, hesap verebilirlik, sorumluluk ve adillik temel ilkeleri çerçevesinde büyük hissedarların çıkarları ile azınlık hissedarlar ve yabancı yatırımcıların çıkarlarını dengeli olarak gözetecek ve yatırımcılara güven veren bir ortam yaratacak olan kuralların oluşturulmasını ve bu kuralların uygulanmasını gerektirmektedir.

Kurumsal Yönetim

Kurumsal yönetim, şirket yönetimi ile hissedarlar (shareholders) ve paydaşlar (stakeholders) arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar bütünüdür. Bir başka ifadeyle, herhangi bir şirkette hissedarlar dâhil, şirketin yürüttüğü faaliyetler ile doğrudan veya dolaylı ilgili olan tüm menfaat sahiplerinin haklarını korumayı ve şirket yönetiminin sorumluluk ve yükümlülüklerini ortaya koymayı amaçlayan bir yönetim anlayışıdır.

Kurumsal yönetim kavramı şirket yönetimi için sorumluluk, adalet, şeffaflık, hesap verme sorumluluğu gibi formel kuralların oluşturulması üzerinde odaklanmaktadır. Kurumsal yönetim (Corporate Governance), anonim şirketlerin yönetiminde ve faaliyetlerinde kar elde etme ve pay sahiplerine dağıtma ana unsuru ve amacını taşıyan geleneksel yapılarının yanında, söz konusu topluluğun haklarını da gözeten bir anlayıştır.

Kurumsal Yönetim ile İlişkili Kavram ve Yaklaşımlar

Paydaş “işletme faaliyetleri sonucunda hakları çiğnenen veya korunan, diğer bir deyişle işletme ile ilişkilerinden yarar sağlayan veya zarar gören kişi veya gruptur”.

Paydaşlar, iç ve dış paydaşlar şeklinde iki ana gruba ayrılabilir. İç paydaşlar, işletme içinden olan ve yönetim ile yakın ilişkiler içinde bulunan gruplardır. Bu paydaşlar işletmenin işleyişi ile ilgili kişiler olmasından dolayı büyük ölçüde yönetimin dikkat alanı içindedirler: Çalışanlar ve işletme sahipleri (pay sahipleri). Çalışanlar, dolaysız olarak işletmenin faaliyetlerinden etkilenir. İşletme sahipleri, sermaye koymaları nedeniyle paydaş olarak işletmeden bazı beklentileri vardır.

İşletme fonksiyonlarından doğrudan ya da dolaylı yoldan etkilenen ve işletme dinamiklerini etkileyen paydaş grubunu ise dış paydaşlar olarak sınıflandırmak mümkündür. Dış paydaşları ise birincil ve ikincil olarak analiz etmek konuya odaklanmak için faydalı olacaktır.

Birincil dış paydaşlar; müşteriler, tedarikçiler, sendikalar ve yerel yönetimlerdir. İkincil dış paydaşlar; rakipler, devlet, çevre baskı grupları ve medya kuruluşlarıdır.

İşletmenin varlık nedenini ortaya koyan pay sahipleri ve paydaş yaklaşımları kurumsal yönetim tartışmalarının da temelini oluşturmaktadır.

Pay sahipleri yaklaşımına göre; işletmenin hak ve dolayısı ile söz sahipleri, onu kuran, sermayesini sağlayan ve riske girerek toplum gereksinimlerini karşılamaya çalışan pay sahipleridir. Bu nedenle işletme, toplumun gereksinimlerini karşılarken, aynı zamanda onu kuran, sermayesini sağlayan, riske giren pay sahiplerinin çıkarlarını da öncelikle gözetmek zorundadır.

Üst düzey yönetim işletmenin stratejik yönetiminden sorumlu ve görevlidir. Üst düzey yöneticiler bu işleri “hak sahipleri” adına onlardan “vekâlet” alarak yapmak zorundadır. Vekâlet ilişkisi, mülkiyeti elinde bulunduran pay sahipleri (asiller) ile başka bireyler (vekiller) arasında, bazı karar verme yetkilerini de içeren yönetim hizmetlerini yerine getirmesi amacı ile bir sözleşme geliştirilmesi olarak tanımlanabilir. Vekâlet teorisi, amaçları ve çıkarları farklı olan iki tarafın birbirleri ile yardımlaşması durumunda ortaya çıkan sorunları inceleyen bir teoridir.

Vekâlet yaklaşımına göre işletme; pay sahipleri, yöneticiler, çalışanlar, tedarikçiler, müşteriler vb. gibi olmak üzere farklı kesimlerdeki paydaşlar arasındaki sözleşmelerden oluşmaktadır.

Kurumsal Yönetimin Doğuşu

Geleneksel işletmelerde, sermaye, mülkiyet ve yönetim tek bir kişiye aittir. İşletme büyüdüğünde kaçınılmaz olarak “sahip”/ “vekil” ilişkisi ortaya çıkar. Sahip, bazı işletmelerinin yönetimini “vekillere” bırakmak zorunda kalır. Şirketlerin gelişmesine ve büyümesine paralel olarak geleneksel “mutlak sahiplik” fonksiyonu giderek ortadan kalkmaya başlar. Mülkiyet ve sahiplik, şirketin çoğunluk hisselerini elinde bulunduranlar ve azınlık hisselerini elinde bulunduranlar arasında paylaşılmış olur.

Kurumsal yönetimin ortaya çıkışının nedeni büyük ölçüde 1990’lı yıllarda gündeme gelen finansal krizler ve özellikle şirket skandallarıdır.

Kurumsal yönetimin önem kazanmasına neden olan faktörleri bir kaç ana başlık altında özetlemek mümkündür: Şirket skandalları, finansal krizler, globalleşme ve uluslararası sermaye hareketlerinin hız kazanması, özelleştirme.

ABD yaşanan şirket skandallarının ardından uygulamalarını iyileştirmek amacıyla son derece radikal hükümler içeren Sarbanes-Oxley Act kabul ederek yürürlüğe koymuş, Almanya kurumsal yönetim ilkelerini yasalaştırarak uygulanmasını zorunlu hâle getirmiş ve benzer şekilde Japonya şirketler hukukunu -gözden geçirerek ciddi düzeltmeler yapmıştır. OECD 1999 yılında Kurumsal Yönetim ilkelerini yayınlamıştır.

Türkiye’de de SPK tarafından kurumsal yönetim ilkeleri yayınlanmış, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları (TMSK) tarafından 2006 yılında Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS) yayınlanmıştır. Ayrıca 2011 yılı başında yeni kabul edilen Türk Ticaret Kanunu’nda Kurumsal Yönetime ilişkin hükümler yer almaktadır.

Kurumsal Yönetim Sistemleri

Dünyada kurumsal yönetime yönelik iki temel sistem bulunmaktadır. Bunlardan birincisi hisse senedi kültürünün yoğun olarak gelişmiş olduğu Amerikan veya daha geniş tanımıyla Anglo-Sakson sistemi olarak bilinen sistem, diğeri ise esas olarak bankaların hâkimiyetinde olan ve ortaklıkların gözetiminin bankalar tarafından yapıldığı Alman sistemi olarak da bilinen Kara Avrupası sistemidir.

Kurumsal Yönetim İlkeleri

Kurumsal Yönetim temelde dört ilke üzerine kurulmuştur: Adillik, şeffaflık, sorumluluk ve hesap verebilirlik.

Adillik ilkesi, şirket yönetiminin bütün hak sahiplerine karşı eşit davranmasının ifadesidir.

Sorumluluk ilkesi, şirketin tüm paydaşlarına karşı sorumluluğunu ifade etmektedir.

Kurumsal yönetim çerçevesi, şirketin mali durumu, performansı, mülkiyeti ve idaresi dâhil olmak üzere şirketle ilgili bütün maddi konularda doğru ve zamanında açıklama yapılmasının sağlanması şeffaflık ilkesi kapsamına girmektedir.

Faaliyet öncesinde, sırasında ve sonrasında geri bildirim sağlanmasını içeren şeffaflık ilkesinin aksine, hesap verebilirlik ilkesi faaliyet sonrasını kapsamaktadır.

Kurumsal Yönetim Açısından Yönetim Kurulları

Anonim şirketin yönetimi, dar anlamda yönetim kurulu, geniş anlamda ise tüm yönetim teşkilatı tarafından yürütülmektedir.

Kurumsal yönetim ilkesinin hayata geçirilmesinin iki temel koşulu, yönetim organının kurumsal yönetim ilkesini hayata geçirebilecek yetkinlikte olması ve kurumsal yönetimin şirketin yönetim mekanizmalarının odağına yerleştirilmesidir. Kurumsal yönetim ilkesinin ön plana çıkardığı yönetici profilinin karakteristik özellikleri, ihtisas, deneyim ve bağımsızlıktır. Yönetim faaliyetinin yürütülmesinde, hukuki çerçeveyi, “kanunun, esas sözleşmenin, iç düzenlemelerinin ve şirket politikalarının” çizdiği normlar hiyerarşisi çizmekte, bu çerçevenin içinde nasıl bir faaliyet gösterileceğini, diğer bir deyişle “yönetim faaliyetinin rengini” ise kurumsal yönetim ilkesi belirlemektedir. Yönetim organı tarafından alınan ve icra edilen kararların sadece bu normlar hiyerarşisine uygunluğu yeterli olmayacak, aynı zamanda anonim şirketin ve menfaat sahiplerinin telif edilebilir menfaatleri gözetilmek gerekecektir.

Kurumsal Yönetimin Yararları

Kurumsal yönetim, sadece söz konusu yönetim ilkelerini uygulayan şirkete değil, aynı zamanda şirketle doğrudan ve/veya dolaylı bir ilişki içerisinde olan tüm menfaat sahiplerine yararlar sağlar.

Kurumsal yönetim uygulamasının şirkete sağlayacağı yararlar:

  • Kurumsal yönetimin şirkete sağlayacağı en önemli yarar sermaye maliyetini azaltmasıdır.
  • Likidite sıkıntısı içerisinde bulunan şirkete nakit para girişi sağlar.
  • Yerli ve yabancı yatırımcıların güveni tesis edilir ve böylece uzun vadeli sermaye girişi hızlanır.
  • Finansal krizlerin daha kolay atlatılmasına imkân sağlar.
  • Şirket varlıklarının değeri yükselir.
  • Şirket yönetiminde şeffaflık ve hesap verme sorumluluğu dolayısıyla yolsuzluklar azalır.
  • Şirkette güç ve yetki istismarını engeller ve keyfi yönetimi ortadan kaldırır.
  • Şirket ile menfaat sahipleri arasındaki ilişkilerin ve diyalogun artmasına katkı sağlar.
  • Şirket faaliyetlerinde uzun dönemli istikrar sağlar.
  • Şirketin rekabet gücünü arttırır.
  • Şirket karlılığında artış sağlar.

Kurumsal yönetim uygulamasının ülkeye ve topluma sağlayacağı yararları:

  • Ülkenin rekabet gücünün artmasını sağlar.
  • Ekonomik krizlerin daha kolay atlatılmasına yardımcı olur.
  • Finansal derinliğin artmasına imkân sağlar. Bu açıdan kurumsal yönetimin bankacılık ve mali sektörün gelişmesine olumlu katkıları söz konusudur.
  • Sermaye piyasalarının gelişmesine imkân sağlar. Şirket hissedarlarının hakları ne kadar iyi korunursa sermaye piyasaları o kadar gelişmiş olur. Hissedar haklarının iyi korunması ile borsa kapitalizasyonu arasında doğrusal bir ilişki vardır.
  • Yurtiçi tasarrufların artmasına ve halka açık şirketlere kaymasına imkân sağlar.

Türkiye’de Kurumsal Yönetim ve Uygulaması

Türk Ticaret Kanunu yapıları itibariyle; ferdi mülkiyet, adi ortaklık, kolektif şirket, komandit şirket, kooperatif, limited şirket ve anonim şirket olmak üzere 7 farklı işletme türü sıralamaktadır. Bu işletme türleri arasında yönetim kurulu oluşturma ve genel kurul toplantısı düzenleme zorunluluğu sadece kooperatifler ve anonim şirketler için geçerlidir.

Anonim şirketler, sermaye ortaklıkları içinde sermaye unsurunu ön plana çıkaran, kişisel özellikler yerine pay kavramı ekseninde yapılanan ortaklıklardır. Yatırımların anonim şirketlere yönelebilmesi için, anonim şirketlerin güvenilir bir yatırım zemini oluşturması gerekmektedir. Kurumsal yönetim, gerek anonim şirketin bir kurum olarak örgütlenmesi, gerekse anonim şirketin güvenilir bir yatırım ortamı oluşturması açısından anahtar kavramdır.

Düşük likidite, yüksek volatilite, yüksek sermaye maliyeti, imtiyazlı hisseler ve piramit ortaklık yapısı(kontrol edici hissedarların yüksek nakit akım hakkına sahip olması) ve şirketi kontrol edenlerce mülksüzleştirme riskinin fazla olması gibi piyasa özelliklerine sahip olan Türkiye’de kurumsal yönetimi ön plana çıkaran hususlar, uluslararası gelişmeler (Krizler ve skandallar) ve yerel realitelerdir (kısıtlı yabancı sermaye, oldukça değişken olan yabancı portföy yatırımları, bankacılığın yeniden yapılandırılması).

SPK temelde 1999’da yayınlanan OECD kurumsal yönetim ilkelerini ve bu ilkelerle birlikte dünyada benimsenmiş ve önerilen genel esasları ülkemizin kendi koşulları çerçevesinde inceleyerek 2003’te tavsiye amaçlı “Kurumsal Yönetim İlkeleri”ni yayınlamıştır. Bu ilkeler gözden geçirilerek ve güncellenerek 2005’te tekrar yayınlanmıştır.

SPK ilkeleri pay sahipleri, kamuyu aydınlatma ve şeffaflık, menfaat sahipleri ve yönetim kurulu olmak üzere dört temel bölümden oluşmaktadır.

OECD ilkeleri ve bu ilkeler temelinde Türkiye’ye uyarlanarak geliştirilen SPK ilkeleri genel olarak paralellik ve benzerlik göstermektedirler.

TKYD 2003 yılında “Kurumsal Yönetim anlayışının ülkemizde tanınmasına ve gelişmesine katkıda bulunmak” temel amacıyla kurulmuştur ve kurumsal yönetimin iş dünyasında yayılmasında önemli rol oynamıştır.

Türk Hukuku’nda kurumsal yönetim ilkesine ilişkin çalışmalar, Sermaye Piyasası Hukuku’na tabi olan anonim şirketler bakımından gündeme gelmiştir. Söz konusu çalışmalar, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından geliştirilen Kurumsal Yönetim İlkeleri’nde yansıma bulmuştur.

Türk Ticaret Kanunu da kurumsal yönetimi destekleyecek maddeleri içermektedir.

IMKB 2005 yılında bir kurumsal yönetim endeksi oluşturmuştur; borsada işlem gören işletmelere kurallar dâhilinde, işlem görmeyenlere zorlayıcı baskı uygulaya gelmiştir.

Sonuç olarak, Kurumsal yönetimin etkili uygulanabilmesi için şirketlerde yönetim anlayışının değişmesi gereklidir.

Türkiye’de kurumsal yönetimin geliştirilmesine yönelik önerileri ise şöyle sıralayabiliriz: Bir hisse-bir oy uygulamasının zorunlu kılınması, birikimli oy kullanımı, en iyi uygulama kodları, denetimin artması, azınlık hissedarı kapsamının genişletilmesi, şeffaflığın sağlanması, opsiyon menüsü uygulaması, politik kayırmacılığın sona ermesi, insan sermayesinin güçlendirilmesi.