YURTTAŞLIK VE ÇEVRE BİLGİSİ - Ünite 4: Sosyal Devlet Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Sosyal Devlet

Ünite 4: Sosyal Devlet

Giriş

Sosyal devlet, kişilerin kendi yaşamlarını daha kolay ve güvence ile sürdürebilmeleri, birlik ve beraberliklerini koruyabilmeleri adına bağlandıkları devlet kavramının, iktisadi ve sosyo-politik güncellemeler ile yeniden yorumlanmış halidir. Bu yorumlama, mevcut ulusal kimliğe sahip bireylerin, tüm dünya coğrafyasında, tıbbi, mali, hukuki, kültürel, dini ve tüm resmi alanlar çerçevesinde kimliğini özgürce koruyabilmesi adına, haklarının savunulup gözetilmesini ifade etmektedir.

Sosyal Devletin Temelleri

Sosyal devlet düşüncesi imparatorlukların çöküşü ve ekonomik gerilimler sonucunda oluşmuştur. 15. Yüzyılda ticari hatların her geçen yıl ilerlemesi ve iktisadi anlamda bir büyük önem arz etmeye başlaması, kısıtlamaları kabul etmediğinden dolayı, aracı kurumlar, kişiler, problemi aşmak için farklı tipte doğrudan uzmanlaşma yollarını tercih etmeye başlamışlardır. İktisadi anlamdaki birliktelik oluşturma ihtiyacı ve beraber hareket etme gereksinimleri doğrultusunda başta İngiltere olmak üzere çeşitli girişimler gerçekleştirilmiştir. Amaç, ortak bir konsorsiyum oluşturma doğrultusunda hastalığa ve ölümlere dayalı problemlere karşı birliktelik sağlama ve güvence-teminat sağlanması ile krizlerin önüne geçilmesidir. İngiltere’nin 1893 yılında refah toplumu yaratmak üzerine getirdiği reform hareketi ile birlikte; refaha giden yollar devlet eliyle resmileştirilmiştir.

On dokuzuncu yüzyılda; güvenceler adına atılmış olan en önemli hususlarından biri, 1842 yılında gerçekleşen Hamburg yangını ile krizin fırsata çevrilmesi felsefesinin ortaya çıkarttığı sigorta girişimlerinin varlığıdır. Buharlı tren, telgraf, radyo, üretime yönelik fabrikalar ve daha birçok yenilik ile birlikte gelinen yirminci yüzyıl şartları, halkın lehine bir ilerleme kaydedilmesine sebebiyet vermiştir. Ticari anlamdaki bireysel güvenceler, toplumun geneline, yaşamın refahı adına yükselen bir çizgide evrilmiştir. On dokuzuncu yüzyılın başlarından İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan artışın devamlılık sağlaması ve savaş sonrasında büyük bir yükseliş kazanması, bu ilerlemenin ve yaşanan dinamik değişimin bir sonucudur. Bu dönemde yapılan ilk toplumsal faydaya dayalı üretimler (yol, telgraf ve tren hatları gibi) askeri ve ticari amaçlı olmuştur. Yüzyılın sonlarına doğru;zarar görenlere teminat sağlama amacıyla devreye giren kurumlar da görülmeye başlamıştır. Şüphesiz ki en önemli örnekleri, Sultan Abdülaziz’in onayıyla 1863 yılında yoksul ve yetim çocukların eğitimi için kurulan Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye, yani bugünkü ismiyle Darüşşafaka ve Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından 1896’da açılmış olan Darülaceze kurumudur.

Sosyal devletin günümüzdeki faaliyetler, şu şekilde sıralanmaktadır;

  • Halkın çalışma hakkını sağlamak ve çalışması esnasındaki riskleri denetleyici unsurlar oluşturmak.

  • Halkın işgücündeki problemlerle dair çözüm sunmak; grev hakkı, sendikal haklar ve pazarlık toplantılarını yasal çerçeveyle belirlemek.

  • Emeklilik sistemi oluşturarak ileri yaş grubunun geleceğini teminat altına almak.

  • Adli durumlarda, halkın can ve mal güvenliğini

  • koruyarak; özgürlüğü temin etmek.

  • Herhangi bir farklılık (din, dil, ırk), cinsiyet, gözetmeksizin, tüm vatandaşlara eşit faaliyet sunmak.

  • Engelli yurttaşların tüm ihtiyaçlarını, gerekli ölçülerde iş ve benzeri destekleri sağlama yoluyla temin etmek.

  • Ücretsiz eğitim hizmeti sunarak; tüm toplumun bu eğitimden faydalanmasını sağlamak; eğitimlerinin devamlılığını takip etmek.

  • Halkın barınma hakkını yasalar çerçevesinde güvence altına almak.

  • Hastanelerden ücretsiz ya da asgari ücretlendirilmiş haliyle halkın faydalanmasını sağlamak; gerekli tedavileri birincil vazife olarak üstlenmek.

  • Her türlü ulaşım sistemini (yol, köprü, tren ve metro hatları, havayolları gibi) faaliyete geçirmek ve halkın hizmetine açarak, rahat kullanım koşullarını oluşturmak.

Sosyal devletin eyleme geçebilmesi için, yurttaşların da belirli bir görevi, üstlenmesi gereken vazifesi bulunmaktadır. Yurttaşların vazifelerini de şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Yurttaş, devletin devamlılığı ve sürdürülebilir kalkınması için, sosyal haklarını öğrenmeli, kamuya ilgili maddi-manevi desteğini sunmalıdır.

  • Devletin, faaliyetleri için elde etmesi gereken geliri, vergilendirme yoluyla temin etmesi dolayısıyla, verginin bilinçli ve zamanında ödenmesi gerekmektedir.

  • Vatandaşlar, eğitim hizmetlerini, devletin sunduğu imkânlarda gerçekleştirmekle yükümlüdür. Aileler, çocuklarını devletin koyduğu şartları yerine getirmek adına, eğitimden ayrı tutmamalıdırlar.

  • Sağlık faaliyetlerinden faydalanılmak için, sigorta işlemlerini işveren ya da bireysel başvurular üzerinden sağlamalıdırlar. Gelir durumu herhangi bir ödemeyi karşılayamayacak olanların da, devletin ilgili birimlerine başvurarak; durumlarını bildirmeleri gerekmektedir.

  • Emeklilik haklarının kazanılması için işgücüne katılım sağlamalı, eksik işgücü süreleri için devlete bilgilendirme yapılmalıdır. Çalışılamayacak sağlık durumlarında, devletin sunduğu imkânlara başvurulmalıdır.

  • Devlete güven, aile içerisinde başlamalı ve yurttaşlık vazifesi olan seçme-seçilme, oy verme, hukuki takip yapabilme, askerlik vazifesini yerine getirebilme, kolluk kuvvetleri ile ortak hareket edebilme eğilimleri, bilinçli biçimde öğrenilmeli ve öğretilmelidir.

  • Yurttaş çevre ile uyumlu hareket etmeli, bulunduğu coğrafya ve doğanın, devletin ve kendi yaşadığı ortamın bir parçası olduğunu unutmamalıdır. Yurttaşlar, devletin yönetici kadroları ile el ele topraklarına sahip çıkmalıdır.

Sosyal Devlete Giriş

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde ve sırasında gerçekleştirilen toplumsal iyileştirmeler, Avrupa’da yine öncelikli olarak askeri kanatta hissedilmiştir. Ancak savaş sırasındaki şiddet ve sonrasında Birinci Dünya Savaşı’ndan daha kötü bir ortam oluşacağı endişesi, işletmeler bazında güçlü sermaye gruplarını endişe içerisine sürüklemiştir. İşte böyle bir ortamda başını John Maynard Keynes’in çektiği sosyal refaha dayalı bir sistem mekaniği fikri daha da güçlenmiş, Savaş’ın ortasında, kendisine bir yol haritası çizme fırsatı bulmuştur. Fikir, liberal iktisadi anlayışı getirdiği serbestinin zararlı yanlarını atarak; devlet mekanizmasının müdahil olduğu bir sosyal yaşam sistemi içermektedir.

1970 sonrası dönemde, sosyal devlet yapısının sermaye odaklı yatırımlarla fiilen işleme girmesi ve tümleşik bir yapıya bürünmesi neticesinde, uluslararası iktisadi sistemi banka ve banka kredileri üzerinden şekillenen bir borç ve alacak dengesi genel söz sahibi olmaya başlamıştır. Para akışlarındaki değişime ve farklılaşmaya giden yolu açan başlangıç ise, Uluslararası Para Fonu’nun (International Monetary Fund) kurulması ve savaş sonrası döneme dair düzenleyici mekanizma işlevi görecek kurumların oluşumudur.

1980’lerde sosyalist rejimlerin çökmesi ile birlikte yükselişine devam eden sermaye hareketleri altyapıyı, kapalı ekonomilere doğru genişletmiştir. Yıllardır yüksek sermaye girişlerine kapalı sistemler, kendilerine yayılma alanı tahsis edebilmişlerdir. Bu mekanizmanın öncüleri ve yönlendiricileri Amerika Birleşik Devletleri liderliğinde tüm Avrupa ve Uzak Doğu’dan Japonya olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği devlet girişimleri, yerini bu zamanda bireylerin rahat ve işlevsel anlamda yaşayabilmeleri için güncellenmiştir. Fabrikalar, üretim tesisleri, enerji hatları, ulaşım ve daha birçok fiili yapı, bireylerin sermayeye katkıda bulunmaları için kullanacakları refah yolu araçları olmaya başlamışlardır.

Sosyal Devletin İktisadi Pazar ve Çevre ile İlişkisi

Liberalizmin üzerine yer yer koruyucu ve düzenleyici bir devlet mekanizmasının eklenmesi ile günümüze kadar gelen anlayış, diğer ismiyle serbest piyasa sistemi, toplumların birbirleri ile olan ticari faaliyetlerini açık anlamda yürütebilmelerine ve bunu yaparken doğacak problemlerden uzaklaşmasına yaramaktadır. Devlet ile bu pazar arasındaki bağlantı, çalışanlar ve işverenler üzerinden gerçekleştirilen mali yapılanma ile korunmaktadır. Devlet, piyasadaki işleyişin lehte veya aleyhte olması durumunda, toplum çıkarını ve piyasanın dengesini koruma amacıyla zaman zaman politika anlamında müdahale edebilmektedir. Asli düzenleme ise, vergilendirmeler ve bunlar üzerinden gerçekleştirilen girişimlerdir Vergilendirme, bireylere ulaşan faaliyetlerin gerçekleşebilmesi, hayat bulabilmesi için devletin elindeki tek reel kaynak olmaktadır. Sürekliliğe sahip olması sebebiyle de, serbest piyasa ekonomisinin bu ölçüyle anlaşmalı biçimde hareket etmesi gerekmektedir.

Çevre kirliliğinin engellenmesi ve işletme kârlarının korunarak toplumsal yapıdaki sermaye akışının, iktisadi pazardaki yayılımını muhafaza etmek çok ince bir denge mekanizmasını gerektirmektedir. Dengenin muhafazası yönünde devletin seçtiği çevre politikası, ticari işletmelerin politika çerçevesinde uyguladığı mali yapı ve devletin bu mali yapıyı denetim altında tutarak çevresel kirlenmeyi engelleme stratejisi oluşturması birincil konuları teşkil etmektedir.

Bireylerin toplumlar içerisindeki tekil rollerinin içeriği kadar, aynı zamanda uluslararası camiada, refah devletinin bağlayıcı unsurlara adapte olabilmesi, çevre duyarlılığı tavrının ortaklığını gerekir. Her türlü coğrafi sıkıntı ve halk sağlığını endişe edici hususlara karşı alınan tepkilerle birlikte, yeryüzünde yaşayan tüm canlıların adına ifade olunan bir birliktelik mecburidir. Çevre koruma felsefesinde rol alan ana unsurlar; devlet, toplum ve pazardaki unsurlardır. Toplum içerisinde faaliyet gösteren her bir tüzel ya da gerçek kişinin, mevzu bahis alanda sorumluluğu bulunmaktadır. Bunun yanında, devletin bireylere olduğu kadar, bireylerin ve tüzel kimliğe haiz işletmelerin de resmi anlamda sorumlulukları bulunmaktadır.

Ülke Dinamiklerinin Birbirlerine Karşı Sorumlulukları

Devlet, toplumu ilgilendiren düzenlemelerde, tüm kuruluşları ile birlikte hareket etmektedir. Bu doğrultuda, alt yönetim kadrolarının, uluslararası alanda bağlayıcılığı olan organizasyonlara üyelikler gerçekleştirmek üzere, çalışmalarda aktif rol almaları söz konusu olabilmektedir. Bu faaliyetlerin çevresel çalışmalarla ilgili en önemli örneklerinden biri ICLEI isimli uluslararası çevre organizasyonudur. ICLEI (International Council for Local Environmental Initiatives – Yerel Çevre Organizasyonları Uluslararası Organizasyonu). Uluslararası alanda bağlayıcılığı olan bu yapıya üye olan yönetimler, beş ana hedef üzerinde yerine getireceklerine dair taahhüt vermektedirler. Bunlar;enerji çıktılarına ve çevresel etkilere dair tahmin raporları oluşturmak; çıktılardaki etkilerin azaltılması üzerine hedef geliştirmek; yerel çevre eylem planı oluşturmak; yerel politikaların uygulamaya konmasını ve devam ettirilebilir olmasını sağlamak için ölçüm çalışmaları gerçekleştirmek ve en nihayetinde bu politikalardan nihai sonuçlar elde etmektedir. Türkiye’nin yerel yönetimler dışında fiilen ilişkiler kurduğu çevre örgütleri de bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, Dış İşleri Bakanlığı’nın bizatihi ilişki içerisinde bulunduğu, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP- United Nations Environment Program)’dır.Doğrudan üyesi olmamasına rağmen, gönüllülük esasına dayalı finansman sağlanması yoluyla katkıda bulunulan organizasyon, uluslararası çevre düzenlemelerine hukuki bir ortak çerçeve arayışı sağlamaktadır. Asli unsuru, refah devleti çerçevesinde bir farkındalık yaratarak, çevresel problemlere bir yol haritası hazırlamak yoluyla çözümler üretmektir.

Refah devleti içerisindeki asli vazifeler, birincil anlamda devletlerin bakanlıkları ve bu bakanlıkların yetkilendirme sahalarında görülmektedir. Bu anlamda Türkiye’den örnek verilecek olursa, yetki sahasında refah devletinin sosyal anlamdaki sorumluluğu altı ana bakanlık etrafında toplanmıştır. Bunlar, Tarım ve Orman Bakanlığı; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı; İç İşleri Bakanlığı; Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’dır. Tarım ve Orman Bakanlığı, mevcut fiziki coğrafya içerisindeki doğal yaşamın korunması ve alanların iktisadi anlamda yıpratılmadan mümkün oldukça dengeli biçimde sürdürülebilir halde işlevini yerine getirmesini hedefleyen çalışmaları gerçekleştirmektedir.

Sosyal devlet; bireylerin kullanacakları yollar, ulaşım hatları, mahalli düzenlemeler, belediye idarelerince yerleşkeler üzerinde yapılan fiziki uygulamalar, bireyin sağlığı için gerekli tedbirler, çevresel faktörlerin olumlu yönde geliştirilmesi, sağlık ve adli durumlara karşı güvenlik ve emniyet, alanlarını teminat altına alınmıştır. Bu sayede ülke vatandaşlığına sahip tüm bireyler doğumdan, ölüme kadar geçen sürede, devletin sağladığı ve sağlamakla yükümlü olduğu tüm faaliyetlerden faydalanma hakkına sahip sayılmıştır. Çocuk işçiler konusunda; sosyal devlet sistemsel reformlarla birlikte, çocuk işçi sayısı azaltmaya çalışmalı ve denetimler sayesinde çocukları mevcut grup eğitime kanalize etmeye uğraşmalıdır.

Şirketlerin de sosyal sorumluluklar adına bir gündemi oluşmaya başlamış ve küresel anlamdaki rekabet şartlarında dış eğilimler takip edilmeye başlanmıştır. Tıpkı şirketlerin sorumluluk anlayışındaki değişimdeki gibi, sivil toplum örgütleri ve uluslararası resmi kuruluşların ortaya koyduğu iklim değişikliği ve çevre kirliliği ile mücadele anlayışlarına odaklı çalışmalar, 1970 sonrasında zirve yapmıştır.Sendikal faaliyetler arasındaki şirket, işçiler ve işçi liderleri arasındaki pazarlık aşamaları bu yüzden büyük önem taşımaktadır. Ve bu üç taraftaki yükümlülükler sosyal devlet tarafından düzenli biçimde takip edilen ve denetim altında tutulan pazarlıklar çerçevesinde şekillenir. Devlet; işçilerin herhangi bir hak kaybına uğramaması, diğer yandan sermayenin de gücünü kaybetmeden iktisadi pazardaki yerini muhafaza etmesini denetleyen bir unsuru gözetmektedir. Ancak bu konudaki en önemli nokta; devletin doğrudan bir taraf olmamasıdır. Doğrudan bir taraf olması, dengenin tek yönlü olarak kaybolmasına ve savunulan tarafın belli bir süre sonra negatif doğrultuda etki yaratacağı anlamına gelecektir. Sosyal devletin eylemlerinde, işgücü, sendika hareketleri ile bağlantı kuramadığı alanlarda, haklarının zarara uğramaması için, asgari ücret gibi bir fiyatlandırma ile güvence altına alınması sağlanmıştır. Asgari ücret uygulaması, günümüz modern sosyal devlet, refah toplumu anlayışında, satın alım gücüne odaklanmış sorularla kendisini güncellemiştir. Ortak gelire dayalı prensip çalışmaları üzerine enflasyon verilerinin ve milli hasılanın hesaba katılması ile, mevcut bir ailenin gelirlerinin ne olması gerektiği üzerinden ortaya konan ücret, işgücünün veriminin korunması ve işverenin suiistimal oluşturmasının önüne geçilmesini hedeflemektedir. Çalışma hakkının bu tip uygulamalarla birlikte güvence altına alınmış olması, işgücünün iktisadi mekanizmaya sağlayacağı katkı açısından da büyük önem taşımaktadır. Çalışmadaki kısıtlamalar ve sosyolojik sıkıntıların ortaya çıkmasını engelleyen bu uygulamalarla birlikte, sermayenin de ülke içerisinde daha rahat bir ilerleme kaydedebilmesi sağlanmaktadır. Dolayısıyla da ülke ekonomisinin dışarıya açılan yolda iç-dış mali dengesini koruyabilmesini sağlamaktadır.

Bireylerin topluma, toplumun şirketlerle olan ilişkisine ve bütün bu yapının sosyal devlet şemsiyesi altında vücut bulmasına olanak sağlayan her yapı, refahın yükselmesine, dolayısıyla üretimin artmasına sebep olmaktadır. Üretim artışı, dışa açık sistemler için en büyük avantaj olduğundan, içerideki istihdamın da aynı denli yükselmesi, toplumun birlikte kalkınmasını sağlamaktadır. Bu sebeple, sosyal devlet, her alanda kendisini halkın menfaatleri için adanmış bir yapı haline getirmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin odaklanmaları gereken hususlarda bunu gerektirmektedir.