TEMEL İNSAN HAKLARI BİLGİSİ II Dersi İnsan Hakları Kavramı ve Kökeni soru detayı:

PAYLAŞ:

SORU:

20.yüzyılda insan haklarının felsefi dayanakları nasıldır?


CEVAP:

1907-1992 yılları arasında yaşamış, Oxford Üniversitesinde felsefe profesörü olarak çalışmış Kelsen ve Bentam’ın görüşlerini takip etmiş, önemli bir hukukçu Hart’tır. Bilhassa 1961 yılında yazdığı “Hukuk Kavramı” isimli kitabı önem arz etmektedir. Hukuk, özgürlük ve ahlak üzerinde durmakta, bilhassa ahlak-hukuk ayrımını netleştirmeye çalışmaktadır. Belli bir davranışın ortak standartlarına göre ahlaka aykırı olması, bu davranışın hukuk tarafından cezalandırılması için yeterli midir, kendi başına ahlakı dayatmak ahlaken de uygun mudur vb. soruları sormakta, ahlaka aykırılık ile adaba aykırılık sorularının ayrılması gerektiğini ifade etmektedir. Hart, bireysel özgürlüğün bir değer olarak tanınması gerektiğini belirtipe hukukun temel amacının başkalarına zarar vermeyi yasaklamak olduğunu söyler. Evrensel değerler adını verdiği bireysel özgürlük, güvenlik ve kasten zarar görme konusunda bir çerçeve çizmektedir. Toplumun güvende olması, aynı zamanda evrensel değerlerin de güvende olduğu anlamına gelir. Hukuk sisteminin ikincil kurallarının insan doğasından gelmediğini belirtmesi Hart’ı doğal hukuktan uzaklaştırmaktadır (Işıktaç, s. 311-323). John Rawls, 1921 yılında doğmuş, Korner ve Harward Üniversitelerinde ders vermiş, 2002 yılında ölmüştür. 1971 yılında yayınladığı “Adalet Teorisi” adlı eseri ve 1993 yılında yayımladığı “Siyasal Liberalizm ve Hakların Yasası” isimli eserleri nedeniyle 20. yüzyılın en önemli siyaset felsefecisi sayılmaktadır. Kant’tan esinlenerek önce bir adalet teorisi, sonra da bir adalet kavramı geliştirmeye çalışmıştır. Siyasal tarafsızlık ilkesini adaletin iyiye önceliği doktriniyle haklılaştırmaya çalışmıştır. Bizler adil koşullar altında eylemde bulunan özgür, eşit ve rasyonel kişiler olarak tercih ettiğimiz adalet ölçütleri her ne ise onlara dayanabiliriz, demektedir. Rawl, hakkaniyetin genel bir adalet kavramlaştırılmasında benimsenmesi gerektiğini söylemekte, eşitsiz paylaşım herkesin menfaatine olmayacaksa tüm temel sosyal mülkiyetlerin eşit olarak paylaşımını gerektirir, demektedir. Toplumsal sözleşmeden hareket eder. Adalet hakkında düşünürken her zaman çatışan çıkarları varsaymak zorundayız. Çünkü çatışan değerlerin olmadığı bir yerde adalet de olamaz. Bireysel otonomi devletin tarafsız olmasını gerektirmektedir, derRousseau’nun sosyal kurumların erdemi olarak kabul ettiği adaletle metafizik açıdan değil siyasal adalet konusunda bir konsensüse ulaşmayı hedeflemektedir. Kendimiz için istemediğimizi öteki için de istememek yani Kantçı adalet anlayışını benimsemektedir. Herkesin sosyal sınıfına bakılmaksızın yaşamlarında yetenekleri ve çabaları için başarmaları için hakkaniyetli olmaları gerekmektedir, der. (Arnhart, s. 397-404; Işıktaç, s. 342-346). Fertlerin doğuştan getirdikleri haklar doğrultusunda istedikleri düşünceyi benimseyebilecekleri kabul edilmelidir. Adaletin iyiye önceliği, adaleti bozmaya yönelik eylemler karşısında siyasal otoriteye güç kullanma yetkisi verir. Adaleti ihlal eden karşısında otorite güç kullanır. Başkalarına zarar veren iyi anlayışlar karşısında devlet tarafsız olmalıdır (Rawls, s. 24-30; Işıktaç, s. 346-350; Arnhart, s. 412-423). Adaletle ilgili iki temel tezi; Adil dağılımın sağlanması ve toplum sözleşmesidir. Eşitsizlik herkesin menfaatine olmadığında adaletsizlik olur. Tüm yurttaşlar eşit olmalı, yetenek ve becerilerini geliştirmede eşit fırsatlara sahip olmalıdır. Eşitliğin sağlanması için vergilendirme veya başka şekilde hükûmet, zenginlerin servetinin bir kısmını yoksullara aktarmalıdır. Bazı doğuştan gelen ve doğanın bağışladığı eşitsizlikler bir şekilde tazmin edilmek zorundadır. Hiç kimse zenci veya beyaz olarak doğmayı hak etmez. Irk yüzünden hiç kimse ne ödül ne de cezayı hak edebilir. Bunda Rawls’ın yaşadığı bölgenin daha çok zencilerden oluşması ve o dönemde birçok haksızlığın yapılması önemli bir etkendir. Adil bir toplumda yaşama ait şeyler ahlaki dikkate göre dağıtılmalıdır. Rawls’da adalet anlayışı ahlaki kişiler olarak tüm insanların insanlık özelliğinden dolayı eşit saygıyı hak ettiği iddiasına dayanmaktadır (Işıktaç, s. 360-361). Bahsettiğimiz bu felsefi düşünce süreci ne nitelik ne de nicelik bakımından insan haklarının temelini tam olarak ortaya koymak için yeterli değildir. İnsanların doğuştan elde ettikleri haklar olarak insan hakları, ilk çağlarda başlayıp günümüze kadar sistemleşerek gelen doğal hukuk anlayışına dayanan, birey açısından ivedilikli ve elzem haklardır (Sancar, s. 320-321.).