TEMEL İNSAN HAKLARI BİLGİSİ II Dersi İnsan Hakları Kavramının Tarihi Gelişimi soru detayı:

PAYLAŞ:

SORU:

Hinduizm Hint uygarlığında insan haklarını nasıl etkilemiştir?


CEVAP:

Hinduizm bu ve başka birçok dünya biçiminde kendini açığa vuran, evrende ve evren ötesinde her yerde hazır, her canlı varlıkta kendini gösteren bir tek nihai manevi gerçekliğe veya varlığa inanan tekçi bir dindir (Donnelly, s.139). Bu öğreti kozmik düzen ve toplumsal düzen ikili anlayışı üzerine kurulmuştur. Kozmik düzen daha çok kişinin içsel dinamiklerine, ruhunu geliştirmesine yönelikti. Düzen içerisinde kayda değer bir bireycilik ve metafizik hoşgörü anlayışı yer almaktaydı. Toplumsal düzen ise ekonomik işlevler ve bu işlevleri yerine getiren gruplar üzerinde yükselerek kast sistemine yol açmaktaydı. Aslında bu sistem gruplar içerisinde güçlü bir dayanışmayı ve grubun topluluk hâlinde toplum içerisindeki sorumluluklarını üretmiştir. Bunu yaparken de sistem, insanın doğasında ve statüsünde değişmez ve temel farklılıklar bulunduğu inancına dayanmakta, bu inancı da topluma mal etmekteydi. Yani sistem herkese, her sınıfa mensup bireye uygulanacak davranış tipleri konusunda yeknesak standart bir sistem öngörmüştür. Her sınıfında geleneksel olarak tanımlanmış ve dinsel açıdan kutsal bir “dharma”sı yani ödevi vardır. Bu anlamı ile “dharma” sosyal ve ahlaksal kanundur. Erdem, doğruluk, hak, adalet gibi anlamları karşılar. Nesilden nesile aktarılarak sürdürülür. Kişi bireysel ve toplumsal dharmları yerinegetirmekle görevlidir. Dharmayı; şehvet, açgözlülük ve öfke tehdit eder (Daha fazla bilgi için bkz. Kaya, 2001). Bu uygarlıkta hak sözcüğünün bugün anladığımız anlamda bir karşılığı yoktu. Zaten Batı uygarlıkları dışındaki uygarlıklarda (İslamiyet, Çin, Hint) hak sözcüğü yükümlülükler ve ödevlerle tanımlanmıştır. Batılı bir terim olan insan hakları’nın bugün bilinen manada Batı dışında hiçbir uygarlıkta olmadığı görüşleri mevcuttur. Johan Galtung bu konuya eğilmiş ve “İnsan hakları geleneğinin Batılı olduğunu ileri sürenler insan hakları geleneğine karşı gelirler. Böyle bir durumda kaybeden tüm dünyadır” demiştir (Galtung, 1999, s.11-12). Hint uygarlığındaki kişi hakları ya o kişinin dharmasını yani ödevlerinin ya da toplum, daha doğrusu ait olduğu sınıf içerisindeki statüsünü anlatırdı. Yani kişiler doğal olarak hak değil ödev sahibi olarak görülürlerdi. Kişinin sahip olduğu haklar ödevlerini yerine getirmesine ve statüsüne bağlıydı. Bu anlayış içerisinde kişi haklarını kazanmak ve onları kullanmak için öncelikle o haklarını talep etmesi gerekmekteydi. Bunun yanında herhangi bir hakkın talebi kişinin toplum içerisindeki statüsünün bir sonucudur. Kişi haklarını talep edebilmek ve onları elde edip kullanabilmek için üzerine düşen vazifeyi yapmış olmalıdır. Dolayısıyla bir Hintli, bir kimsenin sadece insan olmasından dolayı belli haklara sahip olacağı düşüncesine yabancıdır. Haklar ödevlerle tanımlanınca bir anlam kazanmaktadır. Nitekim bu yaklaşımı Mahatma Gandi 1947’de UNESCO Genel Direktörüne yazdığı mektupta, bütün hakların hak edilmesi gerektiğini ve hakların layıkıyla yerine getirilmiş ödevlerden kaynaklandığını belirtmek yoluyla vurgulamıştır (Gemalmaz, s. 225).