SİYASET FELSEFESİ II Dersi SOSYAL VE EKONOMİK ADALET soru detayı:

PAYLAŞ:

SORU:

Sosyal adaletin tarihsel kökenlerini anlatınız.


CEVAP:

Her ne kadar sosyal adalet kavramı 20. yüzyıl çoğulcu demokratik toplumların dayanağı olarak karşımıza çıksa da, onun kökenlerini Fransız devrimine kadar geri götürebiliriz. Zira sosyal adaletin unsurlarından sosyal ve ekonomik haklardan ilk söz eden 1793 yılında Robespierre (1758-1794) olmuştur. Aynı yıl kabul edilen Fransız Anayasası da bu haklara dair iki önemli madde barındırır:

-Kamu yardımları kutsal bir borçtur. (...) Toplum yoksul vatandaşların geçimlerini sağlamak zorundadır.

- Öğrenim herkesin ihtiyacıdır. Toplum öğrenim imkânlarını bütün vatandaşlara sağlamak zorundadır” (Madde 22, aktaran Gürkan 2001, s. 115).
Bu haklar bütün insanların eşit olduğu insan haklarından ayrı bir kategori olarak, sosyal ve ekonomik haklar kategorisi olarak, sosyal adaletin gerçekleşmesine dair ilk adımları oluşturmuştur. Ancak bu haklara asıl 1848 devrimleri sonrası yapılan anayasada daha fazla yer verilmiş olup parasız eğitimi, işçi haklarını ve sosyal yardımı içeren maddeler konulmuştur.
Bu dönemde gelişmekte olan Marksizm’de ise sosyal adalet düşüncesinin radikal biçimlerine rastlanmaktadır. Bu teorinin radikal olarak adlandırılmasının nedeni, devletin sosyal adaleti sağlamak için piyasaya müdahale ederek sosyal adaletin sağlanması için piyasayı tamamen ortadan kaldırmak istemesinden ileri gelir. Burada herkesten yeteneğine göre alınan ve herkese ihtiyacına göre verilen ikinci sosyal adalet tipine geçilir ki, Marksist düşüncede ideal olan bu evreye ulaşmaktır (Yayla 2000, s. 81). İşte bu Marksist doktrinine ve Fransız sosyalizmine bağlı ihtilalci işçiler komünist toplum ve sosyal adalet ideali ile 1871’de Paris komününü kurmuşlardır.
Ancak 19. yüzyılın gerek düşünsel, gerek siyasal ve hukuksal gerekse ekonomik yapısının bireyciliği ve kişi özgürlüğünü ön plana çıkarmasıyla bu düşünceler çok fazla etkin olamamış, sosyal adalet kavramı da liberalizm ve sosyalizm arasındaki tartışmanın içerisinde kendisine kimi zaman en yüksekte kimi zaman en aşağıda yer bulmuştur. Ancak 1918’lere gelindiğinde, 1789 anayasasının temel hak ve hürriyetlerine sosyal ve ekonomik haklar kategorisi eklenmiştir.

Böylelikle İkinci Dünya Savaşı’na kadar ne yazık ki sosyal ve ekonomik haklar tam anlamıyla yerleşememiş, sosyal adalet sağlanamamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında genel kanı, kurulacak yeni toplumsal düzenlerin geçmişin hatalarını taşımaması, demokratik, sosyal ve hukuk devleti anlayışına sahip olması gerektiğidir. “Sosyal devlet”ten kasıt, artık devletçilik değildir. Devlet, üretici ve tüketicilerin kendi yönetimleri demek olan olan planlı ekonomiye dayalı çoğulcu bir rejim anlayışına dayalı olacak, yalnızca tekelleri ve haksız rekabeti önlemek için ekonomiye müdahale edecektir. Sosyal hukuk sadece “sosyal kanunlara dayalı olmayacak, kişiler arası güvene, ortak çabaya karşılıklı yardım ve dayanışmaya dayalı” (Gurvitch, aktaran Gürkan 2001, s. 120) bir hukuk sistemi olmalıdır. İşte bu yeni sosyal devlet ve hukuk düzeninin temel ilkesi -gerek siyasal gerekse sosyoekonomik açıdan geliştirilen “mutlak eşitlik” yerine, “hakkaniyet olarak eşitliğe” dayanan- sosyal eşitlik anlamında sosyal adalettir.